Mustafa Sabri Efendi

Mustafa Sabri Efendi

22 Haziran 1869 tarihinde Tokat’ta doğdu. Tahsil hayatına memleketinde başladı ve 10 yaşındayken hafız oldu. Kayseri’de Divrikli Mehmed Efendi’den ders aldı, İstanbul’da Meşihat’ta da talebelik yaptı. Buradaki hocalarından Ahmed Âsım Efendi’nin kızıyla evlendi. 1890’da, 22 yaşında, Fatih Camisi müderrisliğine tayin oldu. 1896’da Beşiktaş’ta cami imamlığı görevine getirildi ve Sultan II. Abdülhamid’in katıldığı huzur derslerine en genç üye vasfıyla dâhil oldu.

1899’dan itibaren beş yıl boyunca Yıldız Sarayı kütüphanesinde hâfız-ı kütüb olarak görev yaptı. Bu dönemde kıraat ilmi tahsil etti, hadis müderrisliği de yaptı, Cem’iyyet-i İlmiyye-i İslamiyye’nin reisliğine seçilerek cemiyetin dergisi “Beyânülhak”ta başyazar sıfatıyla makaleler kaleme aldı. Bir dönem Silistre müftülüğü görevini ifa etti ve Peyâm-ı Sabah, İkdam, Yarın, Alemdar gibi mevkutelerde de yazıları yayımlandı.

II. Meşrutiyet’ten sonra Tokat mebusu olarak meclise girdi, siyasi hayatının ilk yıllarında dönemin başka birçok mütefekkiri gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilgi duysa da bu ilgisi fazla uzun sürmedi. Sırasıyla Ahali Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf fırkalarında kurucu olarak bulundu ve idarecilik yaptı. Meşhur Bab-ı Âli baskınında Hürriyet ve İtilaf fırkasına mensup olanlar tutuklanınca 1913 yılında Mısır’a gitti, oradan da Romanya’ya geçti. Burada tutuklanıp Bilecik’te ikamete mecbur tutuldu. Kararın ilgasının ardından İstanbul’a geldi ve 1919’da kurulan Damat Ferit Paşa hükûmetinde şeyhülİslam olarak görev yaptı. Hatta bir ara yurt dışına çıkan Damat Ferit Paşa’nın yerine sadrazamlığa vekâlet de etti. Bu esnada Sultan Vahdeddin’in M.Kemal’i Samsun’a geniş yetkilerle göndermesine de karşı çıktı. Cem’iyyet-i Müderrisîn’de hem başkanlık yaptı, hem de burada İskilipli Atıf Hoca ve Bediüzzaman Said Nursî ile birlikte çalıştı. Padişahın topladığı şûrada Sevr Antlaşması’nın imzalanması yönünde rey belirttiği, Millî Mücadele hareketi aleyhinde tedbirler alınmasını istediği, kabul edilmeyince de 1920’de görevinden istifa ettiği nakledilmektedir.

İttihat ve Terakki’den itibaren ayak seslerini hissettiği yeni ladinî idare anlayışına karşı cephe alması ve Millî Mücadele aleyhtarı tutumu sebebiyle, bir ihanet figürü olarak gösterildi. İddiaların aksine, Müslümanların yabancı boyunduruğu altında yaşamasına asla razı olmadığını açıkça ifade etti. Kastının, laik bir yönetimle idare edilen halkın yabancıların otoritesine çok daha kolay maruz kalacağını ihtar etmek olduğunu dile getirdi. Bunun yanında, dine karışmayan yabancı bir yönetimin, dine karışan laik bir yönetimden daha zararsız olduğu düşüncesindeydi. Din ve devletten birinin ziyan olması kaçınılmaz ise, dinin değil, devletin ziyan olması gerektiğini söylemekten imtina etmediği gibi, bu uğurda kınayıcıların kınamalarından da çekinmemektedir. Bu sözlerinin laik zihniyet sahiplerince istismar edileceğini ve onların kendisini hainlikle suçlayacaklarını da öngördü. Yine de umursamadı. Bir mirasyedi gibi dinlerinin kadrini, kıymetini bilmeyen Müslümanların İslam’ı savunma konusundaki ihmalleri zaten onun kalbini yakmaktaydı.

 İngilizlerle anlaştığı iftirası da şeyhülislamı bir hayli üzdü ve “Ben nasıl İngilizlerle anlaşmakla suçlanıyorum? Hakikat şu ki, İngilizler vatanımızı işgal ederek tüm zenginliklerimize el koydular. Biz ise boş ceplerimizle ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Devletin en üst makamlarına yükselmemize rağmen, devletin bir çöpüne dahi dokunmadık. Sermayemiz yoksulluk ve iffetten ibarettir. Devletin malını canımız pahasına korumaya çalıştık. İngilizlerin bize tek iyiliği, İstanbul’dan güvenli bir şekilde ayrılmamızı temin etmeleri oldu. Yanımızda ancak giyeceklerimiz ve birkaç ev eşyası vardı. Geminin ancak üçüncü mevkiine binebildik. Ailemin arasında kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmasına rağmen, bizi soğuktan koruyacak kışlık giysilerden mahrumduk.” açıklamasında bulundu.

Cumhuriyet’in ilanının ardından oğluyla birlikte 150’likler listesine alındı, tutuklanacağı için ailesiyle İskenderiye’ye, oradan da Kahire’ye gitti. Orada hocalık maaşı kesildi, 1 Haziran 1924’te de vatandaşlıktan çıkartıldı. Mısır’da da kendisine belli çevreler tepki gösterdi, çünkü hakkında o dönemde müspet bir kanaat var olan M.Kemal’in muhalifi olarak tanınmaktaydı. Sokaklarda sözlü sataşmalara uğradı, alaya maruz kaldı. Mısır’da peşini bırakmayan gazetecilere karşı bir müddet sükûneti tercih etti. Bir yandan da ilticanın, kişisel problemlerin ve yolculuğun yol açtığı sorunlarla uğraşmaktaydı. Hemen her gün türlü mevkutelerden kendisine saldırıldığını, hakaret edildiğini görünce, bu müfterilere Mısır’dan ayrılmadan önce gerekli cevabı verdi.

Şerif Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye gidip orada beş ay kaldı, iklim şartlarına alışamayan ailesi nedeniyle Mısır’a döndü. Mısır’da aynı sebepten kendisine yönelik tepkiler sürünce Lübnan’a gitti oradan Romanya’ya ve nihayetinde 1927’de kayınpederinin memleketi olan Gümülcine’ye geçti. Oğluyla çıkardığı Yarın adlı dergide Müslümanların Batılılaşma eğilimlerini tenkit etti, Venizelos’un Ankara ile temasları neticesinde derginin yayını durduruldu, Sabri Efendi de Batras’a gönderildi. Bir İslam ülkesine iltica için eski Arap dostlarıyla görüşmeleri sonuç vermedi, 1932’de Atina’daki Mısır büyükelçisinin yardımıyla tekrar Kahire’ye döndü. Mısır’da bu dönemde yazdığı eserlerle itibar kazandı, çeşitli dergilerde yazılar yazdı ve erkân-ı devletin teveccühüne mazhar oldu. Batılılaşma yanlısı Mısırlı düşünürleri eleştirdi, dinle bilimin çatışmadığını savundu. 12 Mart 1954’te, 75 yaşında Kahire’de vefat etti, kalabalık bir cenaze merasiminin ardından Abbasiye’ye defnedildi.

İlmî Kişiliği:

 “Nimet, Hilafet ve Din Nimetlerini İnkâr Edene Reddiye” adlı kitabını “Hilâfetin İlgasının Arka Planı” ismiyle neşreden Mustafa Hilmi adlı müellif “İmanı dışında hiçbir silahı olmamasına rağmen büyük bir hamlenin önderliğini yaptı, dini için yurdundan hicret etti, karşılığında ise ihanetle suçlandı büyük mücahit.” olarak tavsif ettiği Mustafa Sabri Efendi ve ailesinin, hem laik yeni Türk yöneticilerin hem de Mısırlı bazı yazarların hakaret ve sövgülerine maruz kaldığına ve kendisine birçok iftira atıldığına işaret etmektedir. Maruz kaldığı yegâne sıkıntı söz konusu tahkir ve bühtanlar değildi. Bunun yanında ciddi mali problemlerle de boğuştu. İstanbul’dan İskenderiye’ye yaptığı yolculukta yol masraflarını tedarik edebilmek için kitaplarını satmak zorunda kalması ve buna rağmen ancak üçüncü mevkide yolculuk yapabilmesi bunun bir örneğidir. Devlet bürokrasisinin mühim kademelerinde görev yapmasına rağmen para ve mal tedariki adına makamını kullanmaya tenezzül etmedi.

Aralarında bazı problemler olan önceki şeyhülislam Abdullah Beyderîzâde’nin, Mustafa Sabri’nin şeyhülislamlıktan alınması yönünde fetva vermesi de karşısına değişik şekillerde sıkıntı ve zorluklar çıkardı. Yaşadığı dönemde cereyan eden hadiseleri takip etti. Özgüven sahibi bir zattı, Batı ve değerleri karşısında asla aşağılık kompleksine kapılmayacak şekilde kendi aidiyeti ve değerleriyle iftihar etti. Eserleri arasında birçok reddiye mahiyetinde telif yer almaktaydı; bu da, şahit olduğu savrulmalar ve yozlaşmalar karşısındaki hassasiyetinden ve hakikate olan bağlılığından ileri gelmekteydi.

Adalet hususunda bile Batı’da var olan çifte standardın farkındaydı. Kendi vatandaşlarıyla diğer ülkelerin vatandaşlarına yaptıkları muameleleri gördü ve ikiyüzlü tavırlarını idrak etti. Kamuoyuna zafer ve başarı olarak lanse edilen bazı tarihî olayların göründüğünden çok farklı bir arka plana sahip olduğu kanaatindeydi.

Eserlerinden Bazıları:

-Yeni İslam Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyyesi (Musa Carullah’a reddiye),

-Dinî Müceddidler yahut Türkiye için Necat ve İ’tilâ Yollarında Bir Rehber (İslam reformcularına reddiye),

- en-Nekir alâ münkiri’n-ni’me mine’d-dîn ve’lhilâfe ve’l-ümme (İslam siyasetine dair),

-Mes’eletü tercemeti’l-Kur’ân (Namazda Türkçe Kur’an okunması taleplerine reddiye),

-Mevkıfü’l-beşer tahte sultâni’l-kader (kader ve irade hürriyetine dair),

- el-Kavlü’l-fasl beyne’llezîne yu’minûne bi’l-gayb ve’llezîne lâ yu’minûn

Kaynak: Murat Türker, 20. Yüzyılda İctihad: Reşid Rızâ, Mustafa Sabri Efendi Ve Said Nursî Örneği, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslami Bilimler Ana Bilim Dalı, İslam Hukuku Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2016.