Hacı Bayram-ı Velî

Hacı Bayram-ı Velî

1352 tarihinde Ankara’nın Çubuk Çayı üzerindeki Zül-Fadl (Solfasol) köyünde doğdu. 14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da yetişti. Doğum ismi, Numan bin Ahmed, lakabı "Hacı Bayram"dır. Şiirlerinde kendisini "Bayram", "Hacı Bayram" diye andı. İlgili kaynakların bazılarında, asıl adının Numan olduğu, hocası Hamîdeddîn-i Aksarâyî ile karşılaşmasının bir kurban bayramı sabahına denk geldiği ve Hacı Bayram’a “İki bayramı bir arada yaptık sevinelim, senin adın bundan böyle Bayram olarak anılsın.” dediği belirtilmektedir. Şeyhi tarafından ona bu adın verildiği kanaati, günümüze kadar yaygın bir şekilde devam etti. Bu olaydan sonra gerçek adı olan Numan unutuldu, Bayram ismi meşhur oldu.

Babasının ismi Koyunluca Ahmed’dir. Koyunluca Ahmed’in babasının adı ise Mahmud’dur. Safiyyüddîn ve Abdal Murad isminde iki erkek kardeşi daha vardır. Büyük oğul Hacı Bayram, ortanca oğul Safiyyüddîn, küçüğü ise Abdal Murad’dır. Safiyyüddîn de abisi gibi zahit ve dindardı. Soyundan gelenler arasında Edhem ve İbrahim adında bazı zatların olması, soyunun İbrahim b. Edhem'e dayandığı noktasında destekleyici bir mahiyet arz etmektedir. Abdüllatîf Râzî'nin belirttiğine göre Hacı Bayram'ın nesli şu üç oğlundan devam etmektedir: Ahmedî mahlaslı Baba Sultan, Baba Edhem ve Baba Haydar. Bayramoğlu'nun aile şecerelerinden ve diğer resmî kayıtlardan hareketle tespit ettiğine göre; Baba Haydar, Hacı Bayram'ın torununun torunudur ve diğer iki isme Ahmed Baba, İbrahim ve Ali isimlerini eklemek gerekmektedir.

Tahsil hayatına ilk önce köyü Solfasıl’da başladı. Arapçayı öğrendiği ilk hocası Ankara’da Şeyh İzzeddîn oldu. Şeyh İzzeddîn’den bir müddet temel dersleri aldıktan sonra daha üst seviyede Arapça, Farsça, tefsir, hadis, fıkıh, matematik gibi Anadolu'da o çağda yaygın şekilde okutulan ilimleri okuyup öğrenmek için Bursa’ya, ilmî bilgilerini arttırmak geliştirmek için Kayseri ve Aksaray’a gitti. Medreselerde tahsilini tamamladıktan sonra memleketi Ankara’ya âlim olarak döndü. Ömrünün bir döneminde de müderrislik vazifesini ifa etti. Lâmi'î Çelebî'nin "Evâilde hayli zaman müderrislik etmişdür." ifadesi ve Sarı Abdullah Efendi'nin "Hayli zaman tarîk-ı ilme gûşiş idüb zümre-i müderrisînden olub hatta Yıldırım Bâyezîd'in kapıcıbaşısı olmuş idi deyü rivayet iderler." diye nakletmesi, onun müderrislik döneminin kısa olmadığına işaret etmektedir. Nitekim otuz, otuz beş yaşlarında müderrisliğe başladığı varsayılarak şeyhi Hamîdeddîn ile karşılaştığında en azından on yılı aşkın bir süre müderrislik yaptığı düşünülmektedir.

Eserlerini Türkçe yazarak, Türkçe kullanımını Anadolu'da önemli şekilde etkiledi.

II. Murad verdiği ünlü bir fermanda, Hacı Bayram-ı Veli'nin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgul olmaları için, onların vergi ve askerlikten muaf tutulduğu bildirdi.

Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethedeceğini, II. Mehmed'in babası II. Murad'a bildirdiği rivayet olundu.

Bir gün medreseye birisi gelerek; “İsmim Şüca-i Karamani’dir. Hocam Hamideddin-i Veli’nin selamı var. Sizi Kayseri’ye davet ediyor. Bu vazife ile huzurunuza geldim.” dedi. O da, Hamidüddin ismini duyunca “Başüstüne, bu davete icabet lazımdır. Hemen gidelim.” diyerek müderrisliği bıraktı. Birlikte Kayseri'ye yöneldiler ve Somuncu Baba diye bilinen Hamideddin-i Veli ile Kurban Bayramı'nda buluştular. O zaman Hamideddin-i Veli; “İki bayramı birden kutluyoruz!” dedi ve ona Bayram lakabını verdi ve kendisini talebeliğe kabul etti. Din ve fen ilimlerinde yüksek derecelere kavuşturdu.

1412 yılında Hacı Bayram-ı Veli, hocası Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Veli'nin, Aksaray'da ölümünden sonra Ankara'ya dönüp irşat faaliyetlerine başladı. Bu tarih, Bayramiye tarikatının kuruluşu kabul edildi.

Hocası Hamideddin-i Veli'nin vefatından sonra Ankara’ya gelerek doğduğu köye yerleşti. Yeniden talebe yetiştirmekle meşgul oldu. Sohbetler yaptı. Talebelerini daha çok sanata ve ziraata sevk ederdi. Kendisi de geçimini ziraatla sağlardı. Açtığı ilim ve irfan ocağına, devrinin meşhur âlimleri, hak âşıkları akın etti. Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Akbıyık, Bıçakçı Ömer Sıkinî, Göynüklü Uzun Selahaddin, Edirne ve Bursa ziyaretlerinde talebeliğe kabul ettiği Yazıcızade Ahmed (Bican) ve Mehmed (Bican) kardeşler ile Fatih Sultan Mehmed Han'ın hocası Akşemseddin bunların arasında tanınan isimlerdir.

Sultan İkinci Murad Han kendisinden nasihat isteyince; İmam-ı Azam’ın, talebesi Ebu Yusuf’a şöyle dedi: “Tebean içinde herkesin yerini tanıyıp bil; ileri gelenlere ikramda bulun. İlim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş, fasıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk. Kimseyi küçümseyip hafife alma. İnsanlığında kusur etme. Sırrını kimseye açma. İyice yakınlık peyda etmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak kimselerle ahbaplık kurma. Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme. Bir şeye hemen muhalefet etme. Sana bir şey sorulursa ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Seni ziyarete gelenlere faydalanmaları için ilimden bir şey öğret ve herkes öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umumi şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Herkese itimat ver, ahbaplık kur. Zira dostluk, ilme devamı sağlar. Bazen de onlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve itibarlarını iyi tanı ve kusurlarını görme. Halka yumuşak muamele et. Müsamaha göster. Hiçbir şeye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran.”

Fatih’in babası Sultan İkinci Murad Han, Hacı Bayram-ı Veli’yi Edirne’ye davet edip, ilim ve manevi derecesini anlayınca kendisine hürmet gösterdi, Eski Cami'de vaaz ettirdi ve tekrar Ankara’ya uğurladı.

1430 yılında, Ankara’da vefat etti.