Abdulah Bin Muaviye

Abdulah Bin Muaviye


Ca’fer-i Tayyar’ın oğlunun torunu ve Cenâhîyye hareketinin lideri kabul edilen Alevî reisi. Doğumu ve hayatının ilk dönemi hakkında kaynaklar fazla bilgi vermemektedir. Ancak şiirle meşgul olduğu ve devrinin ünlü şairleri arasında yer aldığı bilinmektedir. 744 yılı sonbaharından önce Kûfe’ye vardığında vali Abdullah Bin Ömer Bin Abdülazîz’den yakın ilgi gördü ve kendisine tahsisat bağlandı. Bu sırada Emevf tahtında değişiklik oldu, ölen halife III. Yezîd’in yerine İbrahim Bin Velîd geçti. Fakat Mervân Bin Muhammed onu tanımayarak isyan etti. Vali bu karışık durumda başına dert açmasından endişe ederek Abdullah Bin Muâviye’yi hapsetti, fakat Mervân karşısında destek sağlamak gayesiyle de tahsisatını artırdı. Küfe Şiîleri, Hâşimiter’in halifeliğe Emevîler’den daha lâyık olduğunu söyleyerek onu isyana teşvik etti ve Abdullah Ekim 744 tarihinde isyan bayrağını açtı. Etrafında daha önce Mugîre Bin Saîd’e bağlı bir grupla. Zeydîler’den müteşekkil oldukça kalabalık bir taraftan vardı. Bu isyanın asıl sebebini, Hz. Ali’nin torunu Ebû Hâşim’in ölümünden sonra ortaya çıkan olaylara bağlayanlar vardır. Nitekim Ebû Hâşim’in vefatından sonra ona bağlı olanların bir kısmı imamet iddiasında bulundu. Bunlardan bazıları, Ebû Hâşim’in, imameti Abdullah Bin Abbas’ın torunu Muhammed’e, bazıları kardeşinin oğlu Hasan Bin Ali’ye, bazıları da Abdullah Bin Amr el-Kindfye vasiyet ettiğini iddia ediyordu. Hatta bu sonuncu imama inananlar, Ebû Hâşim’deki ilâhî ruhun ona intikal ettiğini söylüyorlardı. Ancak Abdullah Bin Amr kendisine taraftar görünenlerden biat almamıştı. Bir müddet sonra ona tâbi gözükenlerin büyük bir kısmı, hiyanetini gördükleri gerekçesiyle ondan uzaklaşıp kendilerine yeni bir imam aramaya başladı. Abdullah Bin Muâviye’nin siyasî hayatı, işte bu grupla anlaşarak kendisini imam ilân etmesiyle başlar.

Olayların gelişmesiyle vali isyancıların üzerine yürüyünce Abdullah ve taraftarları savaş alanını terkedip Kûfe’deki iç kaleye sığındılar. Daha sonra şehri terketmeleri şartıyla kendilerine eman verildi. Abdullah, yanındakilerle birlikte İran’a giderek önce İsfahan’ı daha sonra da İstahr, Cibal, Kirman, Hûzistan ve Kumis’i ele geçirdi. Taraftarları arasında, başta mevâlî olmak üzere, Şeybân Bin Abdülazîz liderliğindeki Haricîler. Ebü’l-Abbas es-Seffâh, Ebû Ca’fer el-Mansûr ve İsâ Bin Ali gibi Abbasî, Ömer Bin Süheyl Bin Abdullah ve Süleyman Bin Hişâm gibi Emevî ileri gelenleri de vardı. Bunlar ortak düşmanları Mervân’a karşı iş birliği içindeydiler. Abdullah sağladığı bu destekle bölgede hâkimiyetini güçlendirdi ve kendi adına para bastırdı. Mervân, halifelik makamını ele geçirip idareye hâkim olunca kumandanlarından Âmir Bin Dubara’yı ona karşı gönderdi. Yapılan savaşta mağlûp olan Abdullah Horasan’a kaçtı Burada Abbasîler adına faaliyette bulunan Ebû Müslim’den ilgi ve yardım göreceğini umuyordu. Ancak umduğunu bulamadığı gibi onun emriyle hapsedildi ve bir müddet sonra da öldürüldü.

Mûte Savaşı’ndaki fedakârlığından dolayı Hz. Peygamber tarafından Zü’lcenâhayn lakabı verilen Ca’fer-i Tayyâr’ın bu lakabına nisbetle, Abdullah Bin Muâviye’nin etrafında toplanan ve onu imam tanıyan gruba Cenâhiyye denilmiştir. Bu gruba göre ilâhî ruh, Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlere intikal etmiş, Hz. Peygamber’den Ali’ye, ondan da üç oğluna (Hasan, Hüseyin, Muhammed) geçmiş ve nihayet Abdullah Bin Muâviye’ye ulaşmıştır. Böylece hem ulûhiyet, hem de peygamberlik gücü Abdullah’ta toplanmıştır. Bu grup, Abdullah’ın kendi taraftarlarına gaybı bildiğini söylediğini ve "İlim benim kalbimde mantarlar ve yeşil otların bitmesi gibi bitmektedir" dediğini iddia eder. Cenâhiyye mensuplarının tenasüh’e inandıkları, kıyameti, cennet ve cehennemi inkâr ettikleri, haramları helâl kabul ettikleri, ibadetleri ise Ali ailesi mensuplarından bazılarına bağlılık gösterme tarzında anladıkları kaydedilir. Ancak Abdullah Bin Muâviye’ye tâbi olan grubun onun sağlığında bu gibi İslâm dışı anlayış ve davranışları benimsediğini gösteren kesin delil bulunmamakta ve kendisinin de bunları tasvip edip etmediği bilinmemektedir. Bununla beraber onların siyasî desteğini temin etmek için bu gibi yanlış fikirlere müsamaha gösterdiği söylenmektedir. Buradan hareketle Abdullah Bin Muâviye’nin, kendisine ve taraftarlarına esas teşkil edecek açık ve tutarlı bir fikir sistemine sahip olmadığı, reaksiyonunun tamamen siyasî endişelerden kaynaklandığısöylenebilir. Nitekim bu nokta, isyan ederek Emevîler’i birkaç yıl uğraştırdığı dönemdeki fikirleriyle ilgili herhangi bir bilginin kaynaklarda yer almayışıyla da teyit edilebilir. Ölümünden sonra bazıları onun ölmeyip hayatta olduğunu, bazıları ise öldüğünü fakat ruhunun Hârisiyye’nin reisi İshak Bin Zeyd Bin Haris el-EnsârFye geçtiğini iddia etmişlerdir.