Ahmet Arifi Bey
1853 yılında İstanbul’da doğdu. İlk tahsiline İstanbul’da başladı ardından Rusçuk Rüşdiye Mektebinden mezun oldu. Babasının emir ve irşadiyle özel dersler de aldı. 13 yaşında memuriyete başladı. Harput’un önde gelen ulemâ ailelerinden biri olan Eminhafızzâdeler ailesinde yetişti. 1866 yılında henüz on üç yaşında iken mülâzemetle Tuna vilâyeti mektubî kalemine girdi, babasının İstanbul’a nakli ile onunla birlikte gelerek 1871’de Bab-ı Âli’ye girerek kademe kademe yükseldi. 1873 yılı ortalarında Edirne vilâyeti meclis-i idare kalemine tâyin edildi. Bu vazifede bir buçuk sene kadar çalıştıktan sonra 1875 yılı başlarında vilâyeti mektubî kalemi müsevvitliğine alındı. O sırada, Zağrai Atik Vak’âsı için mahallince teşkil edilen ikinci derece komisyon emrinde iki ay kadar müstantiklik ile tahkik komisyonu zabıt mümeyyizliğinde bulundu ve aynı yıl kendisine ilk defa rütbei salise verildi.
1877 ortalarında resmî Suriye gazetesi muharrirliğine tâyin oldu ve burada bir buçuk sene hizmet ettikten sonra Mekke Bidayet ve İstinaf Mahkemesi baş kitabetine getirilmiş ise de adlî teşkilâtın icrasından vazgeçildiği için Mekke’ye gidemedi. 1879’da Şam Aşar başkâtipliğine tâyin edildi ve altı ay hizmetinden sonra bu müdürlüğün kaldırılması üzerine Suriye Mektubî Kalemi mümeyyizliğine alındı ve bu vazifede bir buçuk sene çalıştıktan sonra 1881’de istifa ederek İstanbul’a döndü. Bu dönüşünde dâhiliye nezareti mektubî kaleminde vazife aldı ve üç sene çalıştıktan sonra 1884 yılı başlarında Meclis-i Maarif âzâlığına tâyin edildi. Maârif Nezâretindeki ilk görevi meclis-i kebîr-i maârif azalığı oldu. 1884 yılının sonlarına doğru meclis-i kebîr-i maârif azalığına ve dört ay sonra rütbesi ulâ sınıfı sanisine terfi edildi. 1877 yılı ortalarında encümen-i teftiş ve muayene reisliğine terfi olundu ve daha sonraları üçüncü rütbeden mecidi nişanıyla matbuat-ı dâhiliye müdürlüğüne tayin edildi. Encümeni Teftiş ve Muayene Heyeti Başkanlığında bir süre görev yaptıktan sonra 1888’de Matbuat-ı Dâhiliye Müdürlüğüne tayin oldu ve bu görevinde dört sene çalıştı. Bu arada 1878 yılından beri kapalı bulunan Takvim-i Vakayi tekrar yayınlanmaya başlandı. Gazetenin müdürlüğüne ilâve-i memuriyet olarak Ahmed Arifî Bey tayin edildi. Bu görevden sonra mecidî nişanı aynı sene içinde ikinci rütbeye çıkarıldı. Yeniden bir numara ile yayın hayatına başlayan Takvim-i Vakayi’nin bu ikinci defa yayınlanma süreci uzun sürmedi. Sıkı bir nezâret ve dikkat altında yayınlanmasına rağmen 1891 yılındaki sayısında Kamil Paşa’nın azline dair hatt-ı hümâyûnda bir tertip hatası tehlikesi geçirmiş fakat sonra o zamanki Felemenk Kraliçesi’ne nişan verilmesi haberinde “itâ” kelimesi yerine “hata” şeklinde yapılan bir tashih hatası yüzünden 16 Mayıs 1892 tarihindeki sayıdan sonra kapatıldı. Gazetenin kapanmasıyla Takvim-i Vakayi Müdürlüğünden, kısa bir süre sonra da matbuat müdürlüğündeki görevinden ayrıldı. Bu görevlerinden ayrıldıktan sonra, bir süre herhangi bir görevde bulunmadı. 1892 yılının sonlarına doğru kasım ayında Burdur sancağına mutasarrıf olarak tayin edildi. Burdur, onun mutasarrıflık dönemindeki ilk görev yeri oldu. Burdur’un yanı sıra, Kırşehir ve Mersin gibi şehirlerde de mutasarrıflık görevlerinde bulundu. Kırşehir’de görev yaptığı süre içerisinde birçok mamur eser vücuda getirdi. Özellikle yüzlerce sene hamamdan mahrum olan Kırşehir’de bir hamam, bir gazhane ve bir saat kulesi gibi çok değerli eserler bıraktı. Ayrıca Kırşehir’de 1230 yılında Selçuklu Hükümdarı Alaeddin Keykubat tarafından yapılan Alaaddin Camii’nin 1893 yılında harap hale gelmesi üzerine yıkılarak yeniden yaptırılmasını sağladı. 1895’te mutasarrıflık görevlerinden ayrılarak İstanbul’a geldi.
1896 - 1902 yıllarında Kosova, Manastır, Yanya ve İşkodra vilâyetleri mülkiye müfettişliklerinde bulundu. Ahmed Arifî Bey, Ekim 1899’dan itibaren Edirne ve Selanik vilâyetlerinde mülkiye müfettişi olarak görev yaptı. Mülkiye müfettişliği görevlerinin ardından İstanbul’a döndü ve 1903 - 1906 yıllarında Havran, Akka, Maan mutasarrıflıklarında bulundu. Havran’daki görevi yirmi beş ay sürdü ve ardından Akka mutasarrıflığına tayin edildi. Buradaki görevlerinin ardından Eylül 1906’da Kayseri mutasarrıflığına tayin edildi ve bu görevi onun ikinci mutasarrıflık dönemindeki ve memuriyet hayatındaki son görev yeri oldu.
Ahmed Arifî Bey memuriyet hayatının yanında; yayıncı, yazar, hattat ve müzisyen kimlikleriyle de tanındı. Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Rumcayı öğrendi ve Arap lisanîyle şiirler yazdı. “Sarf-ı Fransevi” adlı eseri ile “Tembeller Muaşakası” ve “Tiyatrocular Muaşakası” adlı iki romanı Fransızca’dan Türkçe’ye tercüme etti. Ayrıca Arapça’dan “Tefrika-i Şefak”, “Tuhfe-i İsnâ Aşeriyye” adlı eserleri tercüme etti. Yayınladığı ve tercüme ettiği kitapların yanı sıra yakın arkadaşları Vassaf ve Fuad Bey ile birlikte “Muhadarat - Muktetafat” isminde mecmua yayınladı. Ahmed Arifî Bey aynı zamanda çok değerli bir hattattı. Kayınbabası İzzet Bey ile hat yazısı meşk etti. Bunların aynında çok iyi bir mûsikî üstâdı idi. Birçok enstrüman hakkında bilgi sahibi olduğu gibi hemen hepsini büyük bir maharetle çalabilirdi. Saz çalma kabiliyetinin yanı sıra bestecilik yönü ile de tanındı. “Ah bilse bir kerre o şuh hâli perişânımızı”, “Masdar-i adl-û inayetsin, ey şehâ (II. Abdülhamid için bestelenmiş olan Şevkefza Marşı)”, “Bil ki ben bin dilbere ettim tesâdüf lâ-akal (Şevkefza Şarkı)”, “Hiç çekilmezdi gönül bar-i cihan (Şevkefza Şarkı)”, “ Alemde ey serv-i semen (Bestenigâr Şarkı)”, “Civânım gelmez oldu, nerde kaldı? (Evcara Şarkı)”, “Uykudan artık uyan (Hicaz Şarkı)”, “Sâkıya ben hicr ile sûzân iken (İsfahan Şarkı)”, “Şöhret-i vasfınla âlem dem-güzâr (Nihâvend Şarkı)”, “Ne bezm-i ıyş-û işret var, ne Cem var (Suz-i Dil Şarkı)”, “Rûyunû örtmüş görünce saçların bî-irtiyâb (Süznak Şarkı)”, “Artık insaf et nigârım, aşık-î nalânına (Bestenigâr Şarkı)”, “Kim sevkediyor dil-i belaya (Bestenigâr Şarkı)” gibi klasik formda eserler besteledi. Bestelerinden bazıları önemli Türk mûsikîsi icracılarınca seslendirildi.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla doğan otorite boşluğundan kaynaklı halkın galeyana gelme olayları Ahmet Arifî Bey’in görev yaptığı Kayseri’ye de yansıdı. 15 Ağustos 1908 tarihinde bu tür olayların vukû bulduğu sıralarda Kayseri’de hükümet binasındaki makamında oturmakta olan mutasarrıf, sıranın kendisine de geleceği endişesine kapıldı ve masası başında kalbinin durmasıyla vefat etti. Naaşı Kayseri’de bulunan Zeynelabidin Türbesi yanında bulunan mezarlığa defnedildi.
Kaynak: İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, C. I-II, Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Yayınları, İstanbul, 1959.