Behice Boran

Behice Boran

1 Mayıs 1910 tarihinde, Bursa'da doğdu. Doğup çocukluk yıllarını geçirdiği dönemler, Osmanlı Devleti'nin yıkılış devrine denk geldi. Babası, Bursa'ya Kazan'dan göç etmiş Kazan Tatarlarından idi. Boran ailesi, dönem açısından bakıldığında entelektüel bir birikime sahipti. İlerleyen yaşlarında Boran, babasını, devrine göre ilerici bir kişilik olarak tanımladı. Eğitimine fazlasıyla önem verildi lakin bu dönem, savaş ve işgallerin baş gösterdiği zamana denk geldi. Kurtuluş Savaşı döneminde Boran ailesi, Bursa'nın işgal edilebilme ihtimalinin verdiği tedirginlik dolayısıyla İstanbul'a göç etti. Behice Boran, bunun üzerine eğitim hayatına on yaşında geldiği İstanbul'da devam etti. Amerikan Kız Kolejine kaydoldu; 1927'de orta, 1931 yılında ise lise kısmından mezun oldu. Amerikan Kız Kolejinin her iki kısmını da birincilikle bitiren ilk Türk kızı, Behice Boran'dı. Eğitimine 1931 yılında, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde devam etti. Öğrenim hayatı boyunca Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna ve modernleşme süreçlerine şahit oldu. Düşünce tarzı bu yıllarda şekillendi ve sosyolojiden daha çok pedagojiye ilgi duymaya başladı. Pedagoji alanında eğitim alarak öğretmenlik yapmak istedi zira o dönemde, Türkiye Cumhuriyeti'nin modernleşme sürecinde kadınların öğretmenlik, ebelik gibi çeşitli mesleklerde görev almaları desteklendi. Boran da doğru eğitimle toplumun cehaletten kurtulacağını, gelişip uygarlığa ulaşacağını düşündü. Felsefe bölümünü bırakarak öğretmenliğe geçti ancak bu deneyimi çok uzun sürmedi. Bu yıllarda kolejden bir öğretmeni Boran'ın adını Michigan Üniversitesine verdi ve böylece doktora yapmasının yolu açıldı. Burada çalışma alanı, pedagojiden sosyolojiye kaymaya başladı. 1934 yılında, Boran'ın yurt dışında olduğu sırada Türkiye'de modernleşme ve Batılılaşma adımları atılmaya devam ediyordu. ABD'de bulunduğu sırada Boran, kendisini orada "Türkiye'nin mümessili" olarak gördü. Sadece derslerinde değil, giyiniş ve davranışlarında da kusursuz olmaya çalıştı; iyi bir tesir bırakmak onun için oldukça önemliydi.

1934 yılında Michigan Üniversitende sosyoloji doktorası yapmaya başladı lakin ciddi maddi zorluklar yaşadı. Her şeye rağmen Bir Mesleki Mobilite İncelemesi: 1910-1930 Yılları Arasında Amerika Birleşik Devletlerinde Meslek Gruplarının Yaş Dağılımı Analizi" adlı doktora tezini tamamladı lakin yönelmiş olduğu alandan da tezinden de memnun değildi.

Sosyoloji eğitimi ve Marksizm ile tanışması, Boran'ın hayatını ve ideolojisini bütünüyle değiştirecekti. Boran bir gün, Amerikalı bir sınıf arkadaşıyla sosyolojiye ilişkin "yüksek meseleler" hakkında tartışıyordu. Boran, Durkheim'den söz ederken arkadaşı Marksizm'e atıf yapan cevaplar verdi. Arkadaşının söyledikleri dikkatini çekti ve bir an duraksayıp: "Biz ne tartışıyoruz? Sen Durkheim'ı okumamışsın, benim Marx'tan haberim yok. İkimiz de okumamış olduğumuzu okuyalım da öyle tartışalım." dedi. Bunun üzerine Marx'ın “Kapital”, “Alman İdeolojisi, Komünist Manifesto, Engelsin “Ailenin ve Devletin Menşei, Doğanın Diyalektiği ve Lenin'in “Diyalektik Materyalizm” ile “Empriokritisizm”  kitaplarını okudu. Böylece Marksizm'e olan ilgisi arttı ve bu etkilenme süreci, Boran'ın kaleme aldığı tüm yazılarla birlikte siyasi hayatını da şekillendiren bir ideoloji hâline geldi. Tüm bu sürecin sonunda Behice Boran, ABD'den doktora alan ve Türkiye'de sosyoloji doktorası yapan ilk kadın olarak yurda döndü.

1939 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde felsefe kürsüsü açıldı ve Boran başvurusu sonucunda burada doçent olarak görev almaya başladı. Doçentlik tezini yazarken "kadın sorunu" üzerine çalıştı. 1948 yılına kadar geçen dokuz yıllık zaman diliminde DTFC'de akademisyen olarak çalıştı ancak buradaki görevi çeşitli siyasi dayatmaların gölgesinde kalarak sarsıldı. Boran, bu dönemde çeşitli dergi çalışmalarının içerisinde yer aldı.

Takip eden süreçte Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav ile birlikte Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden ihraç edildi. Haklarında adli kovuşturma açıldı bu sürecin sonunda Pertev Naili Boratav'ın beraatine, Behice Boran ve Niyazi Berkes'in üçer ay hapis ve üçer ay memuriyetten mahrumiyetlerine karar verildi.

1950 yılında, Kore Savaşı'nın patlak verdiği sırada Behice Boran'ın başkanlığında Türk Barışseverler Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, savaşa karşı çıktı ve bu dönemde savaşa karşı çıkmak vatan hainliği olarak tanımlandı. Boran, Galata Köprüsü'nde savaş karşıtı bildiri dağıtması üzerine tutuklandı. Yargılamalar sonunda on beş aylık hapis cezasına çarptırıldı ve üniversite öğretim mesleği yetki, unvan ve haklarından da kesin olarak mahrum edildi. Böylece üniversiteye dönüş yolu tamamen kapatıldı.

Boran, cezaevi sürecinde bir taraftan savunmasıyla uğraştı; diğer tarafta ise örgü örmek, yemek yapmak gibi işlerle meşgul oldu. Hamileliğini de cezaevinde geçiren Boran, çocuğunu doğması üzerine politik söylemlerden uzaklaştı. Bu yıllarda neredeyse hiç yazmadı ve 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi'ne girene dek siyasetle uğraşmadı. Melih Cevdet Anday, ilerleyen dönemde yazdığı bir şiiri Boran'ın cezaevinde doğan oğluna ithaf etti. "Dursun Bebeğe Ninni" adını taşıyan şiirin birkaç mısrası şöyle idi.:

...

Dandini dandini dastana,

Dursun bebek uyusun.

Uyusun da aman çabuk büyüsün,

Danalar girmiş bostana.

 

Daha neler var, neler var daha

İşte kundak,

İşte hapis,

İşte kavga,

İşte Dursun bebek bizim dünya...

1961 yılında Türkiye İşçi Partisi kuruldu. Boran da bu dönemde Meclis'te aktif rol aldı ve söz sahibi oldu. 1968 yılına geldiğinde “Türkiye ve Sosyalizm Sorunları” adlı bir eser yayımladı. Kadın sorunu üzerine eğilmeyi sürdürdü. Tarık Ziya Ekinci'nin bir anısında bahsettiği üzere Boran, bir Güneydoğu gezisinde iki eşi olan bir köy ağasının eşleriyle aynı odada kalmış, onlara kendilerini ezdirmemeleri hususunda öğütler vermiş ve yardımda bulunmuştu.

Türkiye’nin ilk kadın siyasi parti lideri olan Boran, başkanlık döneminde henüz faaliyete geçemeden Türkiye Cumhuriyeti siyasi hayatındaki ikinci askerî müdahaleyle karşılaştı. Boranın başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisi, müdahaleyi başından itibaren reddetti. 12 Mart sonrasında TİP dağıldı ve üyeleri yargılandı.  Boran, sınıf esasına dayalı cemiyet kurmak suçundan on beş yıla mahkûm oldu. Bu yıllarda Ankara Askerî Cezaevi'nin Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nda Sevgi Soysal'dan Almanca dersleri aldı. Fransız ve İngilizce bilgisine de sahipti.

Cezaevinde geçen günlerinde Mina Urgan, Boran'a çevirmesi için bir kitap getirir. Kitabın orijinal dili, Fransızcadır lakin Urgan, İngilizceyi Fransızcadan daha iyi bildiği için kitabın İngilizce baskısını getirmiştir. Boran ise bunu kabul etmemiş, tam bir akademisyen ahlakıyla kitabın Fransızca esas metnini bulmasını istemiş ve cezaevine getirterek kitabı layıkıyla orijinal dilinden çevirmiştir.

1974 yılında yılında aftan yararlanarak serbest kaldı. 1975 yılında ise yeniden kurulan Tip'in Genel Başkanı seçildi.

12 Eylül 1980 darbesinin üzerine kısa bir süre ev hapsinde tutuldu ve daha sonra yurt dışına çıktı. 1981 yılına gelindiğinde ise yurttaşlıktan çıkarıldı. Tüm bu süreçte TİP ile TKP'nin birleşmesi için mücadele verdi. Mücadelesinin sonuna gelmesinden ve TİP ile TKP'nin, Türkiye Birleşik Komünist Partisi adı altında birleşeceğini duyurmasından bir gün sonra vefat etti.

Brüksel'de, tahta bir bankın üzerinde Uğur Mumcu'ya verdiği röportajda: "Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken: hapis yatmayı, baskıları, şunu, bunu… Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti. ifadesini kullanan Boran, bu röpotajın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, sürgün olarak adlandırdığı ülkede yaşama veda etti.

Kaynak: Burak Toplu, Behice Boranın Yazıları ve Söylemlerinde Kadın Söylemi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2022.