Cüneyt Gökçer
1920 yılında, Malatya’da doğdu. İlk tiyatro rolünü 1936 yılında oynadı. 1942 yılında Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümünden mezun oldu. 1941 yılında, Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi’nde oynadığı “Otelci Kadın”da ilk profesyonel rolünü oynadı. 1949 yılında “Vatan ve Namık Kemal” ile aktör olarak sinemada ilk film çalışmasını gerçekleştirdi.
1958 ila 1983 yılları arasında Devlet Tiyatrosu ve Operasının genel müdürlüğünü üstlendi. Müdürlüğü süresince, tiyatroda Türkçe eserlere de yer vermeye çalıştı. Refik Erduran, Cahit Atay, Güngör Dilmen Kalyoncu, Yıldırım Keskin, Recep Bilginer, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Oktay Arayıcı, Yaşar Kemal, Turan Oflazoğlu, Orhan Asena gibi oyun yazarlarının eserleri bu dönemde seyirciyle buluştu.
1963 yılında Yunanistan Krallığı’nın l. Georges Nişanı’nın Oficcier rütbesiyle, 1970 yılında İtalya Cumhurbaşkanlığı tarafından Commandatore Nişanı’yla ödüllendirildi. 1981 yılında devlet sanatçısı, 1985 yılında da profesör oldu. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarında Tiyatro Bölümünün başkanlığını yaptı ve bu bölümde öğretim üyesi olarak çalıştı.
Tiyatro oyuncusu Mediha Gökçer’le evlendi ve Deniz Gökçer adlı bir kızı dünyaya geldi. İkinci evliliğini ise tiyatro oyuncusu Ayten Gökçer’le yaptı ve bu evliliğinden Aslı Gökçer adlı ikinci kızı dünyaya geldi.
23 Aralık 2009 tarihinde, Ankara’da vefat etti.
24 filmde rol aldı. Bazıları şunlardır:
Lale Devri (1951)
Vatan ve Namık Kemal (1951)
Nilgün (1954)
Yaprak Dökümü (1967)
Mevlana (1973)
IV. Murat (1980)
Issızlığın Ortası (1991)
Mektup (1997)
Vedat Demirci’nin Kaleminden Cüneyt Gökçer: “Tiyatro oyuncusu, tiyatro-opera yönetmeni, müzikal oyuncusu, konservatuvar öğretmeni, konservatuvar-üniversite tiyatro bölüm başkanı, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, devlet sanatçısı…”
Pınar Kür’ün gözünden Cüneyt Gökçer: “Cüneyt Bey ise hayatımda rastladığım en nazik kişilerden biri. Değil bağırmak, yüksek sesle konuştuğunu bile işitmedim. Devlet Tiyatrosu’nda çalıştığım yıllarda ‘amir’imdi ama bana bir tek ‘emir’ vermediği gibi ricasız konuştuğunu da anımsamıyorum. Hiçbir zaman beni yanına çağırtmaz, ya kendi kalkar odama gelir ya da sekreteri aracılığıyla randevu verirdi.”
…
“Odasına her girdiğimde ayağa kalkar, her çıkışımda kapıya geçirirdi. Uzatmayalım, hiç de Genel Müdür gibi davranmazdı. Gene de çok çekinirdim ondan. Bütün tiyatroda öyle. Cüneyt Bey’in adı geçtiği zaman bile ceketlerini ilikleyenleri bilirim. Tiyatro gibi resmiyete fazla önem vermeyen bir ortamda, bu nezaketiyle, sesini yükseltmeye bile gerek görmeden bu korkunç baskıyı nasıl kurabildiğini hep merak etmişimdir…”
Deniz Gökçer’in gözünden Cüneyt Gökçer: “Hatırlıyorum, ‘Cadı Kazanı’nın provasındayız. Oyunun bir yerinde arkadaşım ‘Alla şükür.’ dedi. ‘Allah’a şükür.’ demesi gerekirken. Babam provayı kesti hemen: ‘Yapmayın bunu, diksiyon dersine mi döneceğiz yeniden?’ dedi. Hiç unutmam o anı.”
…
“70’lerin hemen başı, ‘Damdaki Kemancı’yı oynuyoruz. Alev Sezer ile döner platformda tam sahne gerisindeyiz altımız boş. Babam tiradını söylerken deprem oluyor. Babam beni düşünüyor bir an, sonra seyirciyle ağzına kadar dolmuş salona bakıyor. Tiradı keserse salonda büyük bir panik olacağı kesin. Devam ediyor… O birkaç saniye asırlar gibi geliyor ona ve tabii hepimize…”