Hürrem Sultan
Saraya geldikten sonra Hürrem adını alan haseki sultanın gerçek adı, nereli olduğu, ailesinin kim olduğu konusunda farklı kaynaklarda, farklı bilgiler yer almaktadır. Lehistan Krallığı’nın Rutenya vilayetine bağlı, Dinyester Nehri üzerinde, Halicz ile Lwow (Lemberg) arasındaki Rohatyn kasabasında, 1502’de doğdu ve esir alınana kadar burada yaşadı. Yavuz Sultan Selim devrinde Kırım Türklerinin Dnester Nehri, Ukrayna veya Galiçya’ya yaptıkları bir akın esnasında esir alındı ve bu suretle Osmanlı sarayına geldi. Konuyla ilgili pek çok kaynakta da Galiçya veya Ukrayna taraflarından esir alındığı ve Osmanlı sarayına satıldığı yahut hediye edildiği kabul edilmektedir. Kırım Tatarlarının Dinyester bölgesine yaptıkları bir sefer sırasında esir düştüğü için, özellikle Batı kaynaklarınca, Rus olarak kabul edilmektedir.
Tarihî kaynaklarda Hürrem’in “Roxelane” adıyla anıldığı ve Ukraynalı, Slav olduğu yazılıdır. Asıl adının Aleksandra Lisovska olduğu söylenmekte ve doğum yeri olarak da Lehistan’ın Rutenya eyaleti dâhilinde “Rogatina=Rohatya” gösterilmektedir. İslam Ansiklopedisi’nde onunla ilgili, “Kanuni Sultan Süleyman’ın gözde zevcesidir. Avrupalı tarihçilerce Roxelan namı ile maruf olduğu gibi yine Batı eserlerinde Rossa, Roza, Rosanne ve Rvzine olarak da kaydedilmektedir.” denmektedir. Bu hususta ilk malumat verenlerden Pietro Bragadino, 1526’da onun Rus olduğunu bildirmektedir.
Babasının bir piskopos veya papaz olup olmadığı ve ayrıca hareme girdiğinde yaşının kaç olduğu konularında da tam bir fikir birliğine varılamamaktadır. Kimi kaynaklarda on yedi kimilerinde dokuz yaşında saraya geldiği kayıtlıdır. Muhtemelen Yavuz Sultan Selim devrinde Kırım Türklerinin Dnester Nehri, Ukrayna veya Galiçya’ya yaptıkları bir akın esnasında esir alındı ve bu suretle Osmanlı sarayına geldi. Konuyla ilgili pek çok kaynakta da Galiçya veya Ukrayna taraflarından esir alındığı ve Osmanlı sarayına satıldığı yahut hediye edildiği kabul edilmektedir.
Güler yüzlü olduğundan, kendisine Hürrem ve Hürremşah dendi. Saraya gelmesiyle birlikte haremde musiki, raks, şiir bilgisi ve tarih gibi konularda eğitim aldı. Bu konuyla ilgili Lamartine, “Bilgili oluşu, çekiciliği kadar göze çarpıyordu.” diyerek, bilgi ve görgüsünün ona üstünlük sağladığını yazmaktadır.
Yine tarihî kaynaklardaki bilgilere göre çok güzel bir kız değildi. Hafifçe kalkık burunlu, beyaz tenli, anlamlı bakışlara ve düzgün vücut yapısına sahip bir kızdı. Bu vurgular, Kanuni Sultan Süleyman’ın kendisine yazdığı gazel ve şiirlerden de anlaşılmaktadır. Kendisinin resmedildiği portreler tamamen ressamların hayal ürünüdür. Osmanlı Devletinin portresi en çok yapılmış sultanıdır. Mizaç itibarıyla hırçın, biraz saldırgan ve hiçbir şeyi umursamaz bir yapıdaydı. Çok güzel olmamasına rağmen çok zeki, akıllı, cazibeli ve kendinden emindi. Aklı sayesinde de padişah tarafından fark edilmeyi başardı. Saraya geldikten sonra hiç rahat durmadı. Haremde sürekli gerginlikler yarattı, diğer cariyelerle iyi geçinemedi. Hiç kimseye itaat etmemesi, kuralları çiğnemesi yüzünden haremde devamlı olarak olay çıkardı. Sonunda onun bu kural tanımaz, asi davranışları Kanuni Sultan Süleyman’ın da kulağına gitti.
Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem’i huzuruna çağırdı. Bu hırçın, gözlerinde hırs, intikam ve hüzünle karışık bir mana yüklü olan kızı görünce Kanuni’nin, Hürrem’in ve hatta imparatorluğun kaderi değişti. Kısa zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın gözdeleri arasına girdi. Sarı saçları, mavi gözleri, biraz öne kalkık burnu, beyaz teni, en çok tatlı tebessümleri ile padişahı teshir etti. Kanuni, Hürrem’i bütün ruhu ile sevdi. Kanuni’nin bu sevgisinden dolayı nüfuzu sarayda arttı. Şehzade Selim’i doğurması ile haseki sultan oldu. Kanuni’ye kadar padişah eşlerine “hatun” denilirken ilk defa olarak kendisine “sultan” unvanı verildi. Kanuni, daha sonra Hürrem’i nikâhladı.
Padişahın nikâh ile evlenmesi saray geleneklerinde uzun zamandan beri uygulanmayan yöntemdi. Kanuni’nin en çok sevdiği eşi olduktan, özellikle de padişahın ona karşı olan zaafını anladıktan sonra, kendi bildiğince hareket etmeye başladı. Osmanlı tarihinde ilk kez meşru eş durumuna gelmesiyle birlikte kraliçe anlamına gelen şah unvanını kullanmaya başladı. Çoğu raporlarda imzasının Hürrem Şah olarak geçtiği görülmektedir. Haseki Hastanesinin kayıtlarında ve Kudüs’teki imaretin ve darüşşifanın kitabesinde bu ifade görülmektedir: “Devletlu İsmetlu Hürrem Şah Sultan Aliyyetü’ş-şân Hazretleri”.
Sancağa çıkan şehzade ile gitme geleneğine de uymadı ve Kanuni’nin yanından ayrılmadı. Şehzadelerin sancak beyliklerine atanmasında da Hürrem Sultan’ın rolü olduğu düşünülmektedir. 1541 yılında, padişah adaylarının tayin edildiği Manisa sancağında, sancak beyliği yapmakta olan Şehzade Mustafa, Manisa’dan alınıp Amasya’ya sancak beyi olarak atandı ve ertesi sene Manisa sancak beyliğine Şehzade Mehmet getirildi. Halk ve askerler bu duruma tepki göstermesi üzerine Kanuni Sultan Süleyman, doğu topraklarının güvenliği için Şehzade Mustafa’nın Amasya’ya gönderildiğini ve Şehzade Mustafa’nın veliahtlığının sürdüğünü açıkladı. Bu gibi ardı arkası kesilmeyen atamalar da Hürrem’in etkisinde gerçekleşen işlerden kabul edilmektedir.
İstanbul’da eşinin yanında olmasının kendisine sağladığı avantajları, zekâsı ve kabiliyetleri sayesinde iyi değerlendirdi ve Kanuni’nin danışmanı, hatta sırdaşı oldu. Ayrıca, haremin, Eski Saray’dan, Yeni Saray’a taşınması ve Valide Sultan’ın 1534 senesinde ölmesiyle birlikte sarayın Kanuni’den sonraki tek hâkimi oldu. Padişah seferde iken onun yerine saraydaki düzeni muhafaza etti. Kanuni’ye düzenli olarak gönderdiği mektupları ile İstanbul ve saraydaki olaylardan, Padişah’ı haberdar etti. Devlet adamları arasında geçenleri, İstanbul’da olup biteni bir bir anlattı, uzun süre Padişah’ın istihbarat müdürü gibi çalıştı ve çok faydalı oldu. Kültürlü bir kadın olduğu mektuplarından anlaşılmaktadır, güzel bir imlası da vardır.
Mektuplarında Kanuni’ye güzel ve içli şiirler yazdı. Mohaç Meydan Muharebesi sıralarında Padişah’a gönderdiği bir mektupta “Benim sultanım, can ve gönülden sevgili şâhım ve rûh-i revânım” diye hitap ederek “Ben cariyenizi hâkden refi’ buyurdunuz” demekte ve hasretini uzun uzadıya ifade etmektedir. İstanbul’a gelen elçilerle görüşmeler yaptığı da kaynaklarda yer almaktadır. O zamana kadar başka padişah eşlerinde görülmemiş bir şekilde dış siyasetle ilgilendi, diplomatik yazışmalar yaptı. 1548’de, Kanuni İkinci İran Seferi’ndeyken, Lehistan tahtına oturan yeni Kral’a tebrik mektubu yazdı ve ona hediyeler gönderdi. Osmanlı Devleti’ne sığınan Elkas Mirza için ona mendil ve gömlek diktirip hediye olarak verdi. Kendi mührünü bastırdı, divan toplantılarını tel örgülü bir pencereden izledi ve fikirlerini Padişah’a sundu.
Tarihî kaynaklarda yer alan bilgilere göre Haseki Sultan adını taşıyan cami ve kervansaray inşa ettirdi. İlk ve en önemli hayratlarından biri, İstanbul’da kendi adı ile anılan semtte yaptırdığı Haseki Külliyesi’dir. Bu külliyenin camisi 1538, medresesi 1539, imareti 1540, darüşşifası 1550 tarihinde tamamlandı. Yalnız Müslüman çocukları için vakfedildi, dinî eğitimin şart koşulduğu sübyan okulunun bulunması da Hürrem’in İslam dinine olan bağlılığının delili olarak gösterilmektedir.
Vakıflarının her birinden pek çok gelir kaynakları vardı. Hanlar, hamamlar, köyler, çarşılar, fırınlar, dükkânlar bu gelir kaynaklarındandı. Ahmet Refik’e göre Hürrem, muazzam abideler yaptıracak bir servete sahip olup, bu serveti ticaret yoluyla da artırdı. Süveyş ile Cidde arasında işleyen birçok vakıf gemileri vardı, bu gemilerin gelirini de yine vakıflarında harcadı.
Kanuni Sultan Süleyman’ın diğer hasekisi, ilk eşi, Mahidevran Hatun’du. Mahidevran ile sürekli bir rekabet ve soğuk savaş hâlindeydi. Yine de ona olan husumetini gizledi, acele etmeden oyunlarını sırasıyla oynamaya çalıştı, tedbirli ve sabırlı davrandı. Önemli olmak, haremin bir numaralı kadını payesine yükselmek istiyordu. Önünde Valide Sultan, Baş Kadın, Sadrazam İbrahim Paşa, Şehzade Mustafa gibi engeller vardı.
Suya sabuna dokunmadan bu engelleri aştı. Zekâsı ve cilvesini kullanarak Süleyman’ı mest etti. Osmanlı sarayında sayılabilmek için bilhassa çok erkek çocuk anası olmak lazımdı. Talih ona bu hususta çok cömert davrandı. Kanuni ona gittiği seferden mektuplar yazdı, aldığı ganimetlerin en kıymetlilerini ona ihsan etti. Ondaki zümrütler, ondaki inciler, ondaki kıymetli taşlar haremde hiçbir kadında yoktu.
Kanuni’nin iltifatları ve kendisinin de saraydaki itibarı artınca Mahidevran Haseki’nin de kendisine karşı olan nefreti çoğaldı. İki haseki arasındaki bu mücadelede Hafsa Valide Sultan Hürrem’i desteklemekteydi. Çünkü Hafsa Valide Sultan da Mahidevran’ı çekememekte ve veliaht şehzade annesi olduğu için kendine en yakın rakip olarak onu görmekteydi. Hürrem’in, Mahidevran Haseki’yle de başa çıkabileceğini umdu. Sultan da, Valide Sultan’ın bu tavırlarından güç alarak haremde herkese karşı kafa tutar hâle gelse de Valide Hafsa Sultan’a karşı çok saygılı ve ihtiyatlı davrandı.
Çünkü o, sarayın en kudretli hanımıydı ve ortadan kaldırması gereken ilk kişi o değildi. Aksine onunla iyi geçinmesi, amacına giden yolda işlerini daha da kolaylaştırmaktaydı. Hürrem, Valide Sultan’a karşı son derece saygılı davrandı, onun hâkimiyetinde bulunan her şeye kontrollü yaklaştı; valide sultanın ölümünden sonra, birinci kadın olmasıyla birden değişti. Bundan sonra hem padişahı idare etmek daha kolaydı, hem de dilediğini dilediği gibi yönetmekte ve kontrolü sağlamakta özgürdü.
Mahidevran’la çatışmaları iyice arttı ve bir gün, Hürrem’e karşı daha fazla sakin kalamayarak onunla kavgaya tutuştu. Ağız dalaşı şeklinde başlayan kavgada Hürrem, Mahidevran Hatun’un asabi tavırlarına karşılık gayet soğukkanlı davrandı ve Mahidevran Hatun’u çileden çıkardı. Mahidevran Sultan, sonunda dayanamayarak saçlarını, yüzünü yoluk içinde bıraktı. Bu olaydan sonra da sakinliğini koruyan ve mazlum rolünü oynayan Hürrem, istediği başarıya ulaştı. Bu olayı duyan Kanuni, Hürrem’i yanına çağırdı.
Hürrem ise “Benim bu hâlimle bakılacak yüzüm kalmadı, gözlerinizi rahatsız etmek istemem.” diyerek daveti reddetti. Kanuni onun yanına gitti ve bu hâlini gören Kanuni, kızarak Mahidevran’ı bir daha dönmemek üzere oğlu Şehzade Mustafa’nın yanına Manisa’ya sürdürdü. Kanuni üzerinde mutlak bir hâkimiyet ve nüfuz tesisine muvaffak oldu. Bu olaylardan bir yıl sonra ilk şehzadesini dünyaya getirdi. Şehzade Mehmet için günlerce süren muhteşem bir sünnet düğünü yapıldı. Ne var ki Sultan Mehmet genç yaşta vefat etti. Onun ölümüyle aile derinden etkilendi. Kanuni Sultan Süleyman, oğlu anısına Mimar Sinan’a, Şehzade Camisi’ni yaptırdı.
Hürrem’in şehzade Mehmet’ten başka Selim, Bayezid, Cihangir ve Mihrimah adlarında dört çocuğu daha vardı. Hürrem, Şehzade Mehmet öldükten sonra Sultan Bayezid ve Mihrimah Sultan ile çokça meşgul oldu. Daha fazla, kendi gibi hırslı ve azimli olan Sultan Bayezid’in üzerine eğildi. Onun eğitimine çok önem verdi. Şehzade Cihangir ise kambur ve hasta bir çocuktu. Sultan Süleyman da ona karşı farklı bir yaklaşım içindeydi.
Mahidevran Hatun’un veliaht şehzade oğlu Mustafa, Kanuni Sultan Süleyman’ın ve halkın çok sevdiği, kabiliyeti, bilgisi, cesareti bakımından da Kanuni’yi aratmayacak seviyede bir çocuktu. Üstelik annesi Türk’tü. Bu nedenle Kanuni’den sonra tahtın en büyük varisiydi. Hürrem, Mustafa’nın tahta çıkacağını, Mahidevran Haseki’nin valide sultan olacağını ve oğullarının “nizam-ı âlem” için öldürüleceğini bir türlü kabullenemedi.
Bu nedenle harekete geçti ve ilk hedef olarak Mahidevran’a yakın olan, sarayda önemli yetkileri elinde bulunduran İbrahim Paşa’yı seçti. Kanuni’yi İbrahim Paşa aleyhinde kışkırttı. “İbrahim Paşa, devletin hazinesini kendi menfaati için kullanıyor.” gerekçesiyle, Sultan Süleyman’ın emriyle boğduruldu. İbrahim Paşa’nın ölümünden sonra yine kurduğu komplolar sonucunda şehzade Mustafa da boğduruldu.
En büyük engelleri ortadan kaldırdı ve damadı Rüstem Paşa’nın da, ikinci kez veziriazam olmasını sağladı. Tek kızı Mihrimah Sultan, 1539 yılında Diyarbakır valisi ve III. Vezir Rüstem Paşa ile evlendirildi. “Damat” unvanını alan Rüstem Paşa 1544 yılında sadrazamlığa tayin oldu. Kaynakların çoğunda Sadrazam Hadım Süleyman Paşa’nın azledilmesinin ve yerine II. Vezir Divane Hüsrev Paşa’nın değil de III. Vezir Rüstem Paşa’nın getirilmesinin perde arkasında Mihrimah Sultan ile Hürrem Sultan’ın olduğu ifade edilmektedir. Oğullarının padişah olması için yaptığı tüm bu çalışmalar istediği gibi neticelendi.
Şehzadeleriyle sancağa gitmese de çeşitli zamanlarda eşi, kızı, damadı ve oğullarıyla birlikte çeşitli seyahatler yaptı. Kanuni’yle birlikte Edirne’ye seyahatleri oldu, şehzadeleri ziyaret için Manisa, Bursa, Konya, Kütahya, Amasya gibi yerlere gitti, buralarda bir müddet kalıp döndü. Oğulları Mehmed ve Selim’i görmek için birkaç defa Manisa’ya gitti, bunlardan birinde 3 Nisan 1546’da Şehzade Cihangir’le Manisa’ya gelip, 5 Mayıs’a kadar kaldı.
15 Nisan 1558’de Kanuni’den sekiz yıl önce, Şehzade Selim Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtına otursa da Hürrem, onun tahta geçtiğini göremeden vefat etti. Sıtma ve kulunç rahatsızlığından öldüğü Mekkî gibi yazarlar tarafından söylenmektedir. Naası Seyhülislam Ebu’s-Suud Efendi ve devlet ricalinin katıldığı büyük bir merasimle Süleymaniye Camisi avlusuna defnedildi. Daha sonra Kanuni tarafından mezarı üzerine türbesi yaptırıldı.
Kaynaklar: Dudu Şirin Oluk, Kanuni Sultan Süleyman’ın HayatındakiÜç Kadın: Hafsa Valide Sultan, Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2013.
Sibel Arkan, Tarihî Romanlarımızda Üç Haseki Sultan (Hürrem Sultan, Safiye Sultan, Kösem Sultan), Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Bursa, 2006.