Mehmet Ağar
30 Ekim 1951 tarihinde Ankara’da babasının görev yaptığı Çankaya Köşkü’nde doğdu. Aslen Elazığlı olan Ağar, kendisi gibi emniyet müdürü olan babasının görevi dolayısıyla 1957 yılında Urfa'da başladığı ilkokulu, Gümüşhane, Bolu, Adana, Ankara ve Erzincan'da; Erzincan'da başladığı ortaokulu, Kayseri, Diyarbakır ve Uşak'ta bitirdi. Liseye Ankara'da başladı ve 1968 yılında İstanbul'da Haydarpaşa Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Emniyet Genel Müdürlüğü bursu ile okudu ve 1973 yılında maliye bölümünden mezun oldu. İlk devlet memuriyetlerini Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesinde ve ardından Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğünde komiser rütbesiyle yaptı. 1974 yılında Emel Ağar'la evlendi, bu evlilikten Tolga Ağar ve Yasemin Ağar isimli iki çocuğu oldu.
1976'da Ankara vilayeti kaymakam adayı olarak İçişleri Bakanlığında göreve başladı. İznik ve Selçuk ilçelerinde kaymakam vekili olarak, Torul ve Delice ilçelerinde kaymakam olarak görev yaptı. 1980 yılının Ocak ayında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi müdür muavini, 1981 yılı Mayıs ayında ise asayiş şube müdürü oldu.
1984-88 arasında terör ve asayişten sorumlu İstanbul emniyet müdür yardımcısı olarak çalıştı. 1988'de Ankara Emniyet Müdürlüğüne, 1990'da İstanbul Emniyet Müdürlüğüne, 1992'de Erzurum Valiliğine, 1993 Temmuz ayında Emniyet Genel Müdürlüğüne atandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesinin kurulmasını ve PKK'ya karşı polisin de kırsal alanda jandarma ile birlikte operasyonlara katılmasını sağladığı için polisin genelkurmay başkanı diye anılan Ağar, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde Doğru Yol Partisi'nden Elâzığ milletvekili oldu.
1996'da 53'üncü Hükümet'te adalet bakanı, Refah-Yol Koalisyonu olarak kurulan 54'üncü Hükümet bünyesinde ise İçişleri bakanlığı görevinde bulundu. Başbakan Necmettin Erbakan'ın Libya gezisini tasvip etmeyip bu kararı protesto ederek 8 Kasım 1996 tarihinde görevinden istifa etti. 1999 Türkiye genel seçimlerinde Elazığ’dan 68.540 oy alarak bağımsız milletvekili seçildi.
14-15 Aralık 2002 tarihleri arasında yapılan DYP 7. Olağan Kongre’sinde ilk turda salt çoğunluğu sağlayarak Doğru Yol Partisi'nin genel başkanı seçildi. 2002-2008 yılları arasında Doğru Yol Partisi'nin ve Demokrat Parti'nin genel başkanlıklarını yürüttü. 14-15 Mayıs 2005 tarihlerinde yapılan 8. Olağan Büyük Kongre'de 1071 oyla tekrar genel başkanlığa seçildi. 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde barajı geçemeyen partisinin genel başkanlığından kongrede aday olmayarak ayrıldı.
20 Mart 1997 tarihinde mülkiye müfettişlerine verdiği yazılı ifadesinde kayıp silahlar olarak adlandırılan silahların nerede ve hangi amaçla kullanılacağını bildiğini ve bu konuda Korkut Ekene yazılı bir emir verdiğini ancak konunun devlet sırrı kapsamında olduğunu ve bu nedenle daha fazla açıklama yapamayacağını belirtti. İstanbul DGM Başsavcılığı Ağar hakkında, Sedat Edip Bucak ile birlikte “Cürüm işlemek için çete kurmak, hakkında yakalama ve tevkif müzakeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber vermemek ve görevi kötüye kullanmak” iddiasıyla 6 yıldan 12 yıla kadar ağır hapis cezasıyla dava açtı. 11 Aralık 1997 tarihinde dokunulmazlığı kaldırılan Mehmet Ağar, Anayasa Mahkemesinin itirazını reddetmesinden sonra, 10 Ocak 1998 tarihinde DGM’de üç saat süreyle sanık sıfatıyla ifade verdi. Ağar ifadesinde, kayıp silahlar konusunun devlet sırrı olduğunu ileri sürdü ve olayların meydana geldiği tarihte bakanlık görevini sürdürdüğü ve bu nedenle de ancak Yüce Divan tarafından yargılanabileceğini söyledi. DGM önce görevsizlik ve 9 Temmuz tarihinde Yargıtay 8. Ceza Dairesinin kararı bozma kararından sonra da yargılanmanın durdurulması kararlarını aldı. Ağar, 15 Haziran 2000 tarihinde ise "Suç işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" iddiasıyla hakkında oluşturulan Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından 8’e karşı 6 oyla Yüce Divana sevkine gerek olmadığına karar verilerek aklandı. DGM ve TBMM Susurluk Kazası Araştırma Komisyonunda verdiği ifadelerinde sürekli olarak devlet sırrı olduğu için açıklama yapamayacağını söyledi. Mehmet Ağar Kasım 2008’de tekrar yargılanmaya başlandı. İlk duruşmaya sağlık sorunları nedeniyle katılamayan Ağar hakkında görevsizlik kararı verildi.
Hakkındaki suçlamalarsa şöyle: 1993-1996 arasında cürüm işlemek için silahlı teşekkül meydana getirmek; Gıyabi tutuklu sanık Abdullah Çatlı’nın saklı bulunduğu yeri bildiği halde yetkili mercilere haber vermemek ve gizlenmesine yardım etmek; Yasalara aykırı olarak Abdullah Çatlı ve Yaşar Öz’e silah taşıma izin belgesi vermek ve hususi damgalı (yeşil) pasaport verilmesini sağlamak suretiyle görevi kötüye kullanmak.
16 Ağustos 2018 tarihinde oğlu Zülfü Tolga Ağar’ın yerine Yalıkavak Turizm ve Yat Limanı Yatırımları ve Ticaret AŞ yönetim kurulu başkanı seçildi.
Suç örgütü lideri olarak tarif edilen Sedat Peker’in 2 Mayıs 20212 tarihinde seri olarak başlattığı video ifşaatlarının ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bir televizyon kanalında istifa etmesi tavsiyesine uyarak 31 Mayıs 2012 tarihinde Yalıkavak Turizm ve Yat Limanı Yatırımları ve Ticaret AŞ yönetim kurulu başkanlığından istifa etti.
25 Mayıs 2021 tarihinde BBC Türkçenin internet sitesinde bir makale-haber yayınlandı:
Mehmet Ağar'ın hikayesi, devletinkiyle iç içe geçmiş bir hikâye.
Bu iç içe olma hali, Ağar'ın dünyaya geldiği güne kadar uzanıyor.
Ağar'ın babası Zülfü Ağar, bir dönemin önemli emniyet müdürlerinden.
1960 öncesi dönemin başbakanı Adnan Menderes'e, genel olarak da Demokrat Parti geleneğine yakın bir isim.
Mehmet Ağar da 1951'de, babasının o dönemki Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın koruma müdürü olması nedeniyle devletin kalbinde, Çankaya Köşkü'nün lojmanlarında dünyaya geliyor.
Babasının izinde
Ağar'ın kariyerine başlamasından kısa süre önce, 12 Mart 1971'de hükümete muhtıra veriliyor.
1970'lerin en önemli emniyet müdürlerinden biri Şükrü Balcı.
70'lerde mafya ile ilişkileri olduğu iddia edilen Balcı, 16 Mart 1978'de Ülkücü bir grubun solcu öğrencilere yönelik yaptığı Beyazıt Katliamı nedeniyle de hakkında soruşturma açılmış bir isim.
Ağar da ilerleyen yıllarda Balcı'nın yanında yetişecek.
1972'de mezun olan Ağar, üniversite sonrası önce Emniyet Genel Müdürlüğü'ne giriyor ama bir süre sonra kaymakamlığa yöneliyor.
Ancak üniversite yıllığında arkadaşlarının yazdığı gibi "en büyük ideali, babasının izinden yürüyerek Emniyet saflarına geçmek."
Ankara'nın Delice ilçesinde kaymakamlık yaparken 1980 yılının Ocak ayında, İstanbul Emniyet Şube Müdür Muavinliği'ne geçiyor. Siyasi Şube Müdür Muavini oluyor.
O dönem İstanbul Emniyet Müdürü koltuğunda Şükrü Balcı var. Ağar, onun yanında deneyim kazanıyor.
12 Eylül sonrası yükseliş
12 Eylül 1980 darbesi, Ağar İstanbul Emniyeti'ndeyken oldu.
Bu kritik eşikte Ağar kariyerinde yükseliyordu.
Önce Personel Şube Müdürü, sonra Asayiş Şube Müdürü ve sonra da İstanbul Emniyet Müdür Muavini oldu.
İşkence ve yargısız infaz eleştirileri
Ağar'ın görevde olduğu bu dönem, sol görüşlü birçok kişinin İstanbul Emniyeti'nde işkence gördüğü ya da öldürüldüğünün iddia edildiği bir dönem.
Bazı olaylar yargıya da taşındı ve bundan dolayı ceza alan polisler de oldu.
Ancak bunların ucu Ağar'a dokunmadı.
Ağar'ın sesini televizyonda duyduklarında basına konuşup Ağar'ın işkencecileri olduğunu öne sürenler oldu.
Ağar 2016'da ise bu dönemle ilgili, "sol örgütlerin arkasında Rusya'nın olduğunu düşündüğünü, öyle şartlandığını ancak sonra Sovyetler'in bir tek TKP'yi desteklediğini gördüğünü, TKP üyelerinin de ellerine bıçak bile almamış, düzgün fikir insanları olduğunu" söyleyecekti.
Birinci MİT raporu
1988'de birinci MİT raporu olarak tanımlanan rapor, çeşitli basın kuruluşlarını gezdikten sonra kamuoyuna sızdı.
Raporu kamuoyuna duyuran, başında o dönemin yasaklı siyasetçisi Doğu Perinçek'in bulunduğu 2000'e Doğru dergisiydi.
Raporda, polis içindeki çekişme ve mafya-polis-kamu görevlileri ilişkileri ele alınıyordu.
Rapora göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğü üst düzey kadrosu yer altı dünyasıyla yakın ilişki içindeydi ve bu ilişkinin koordinatörlerinden biri de Mehmet Ağar'dı.
Yer altı dünyasının, o dönem ANAP'ın tedbirleri karşısında muhalefet partileri SHP ve DYP'ye yöneldiklerini, bunu özellikle DYP konusunda başardıklarını yazıyordu rapor.
Birçok yorumcuya göre belge, devletin MİT ve Emniyet merkezli iki kanadının çatışmasının sonucuydu.
İddialara göre MİT kanadında Hiram Abas, Mehmet Eymür ve sonradan Ağar'a yakınlaşacak Korkut Eken gibi isimler, Emniyet kanadında ise Şükrü Balcı, Ünal Erkan ve Mehmet Ağar vardı.
Rapordaki bilgilerin kaynağı olduğu öne sürülen Tarık Ümit, 1995'te kaçırıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
'Papatya bürokrat' tabiri
MİT raporu, Ağar'ın yükselişini durduramadı.
Ağar, raporun ardından Ankara'ya geçti ve 1988'de yani henüz 37 yaşında Ankara Emniyet Müdürü oldu.
Bu dönemde ANAP'la yakın ilişki kurdu.
Başbakan Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ın programlarının iyi bir takipçisiydi.
Semra Özal liderliğindeki kadın vakfının "Papatyalar" olarak anılması nedeniyle Ağar'a da kulislerde "Papatya Bürokrat" lakabı takıldı.
90'lara hızlı başladı
Ağar, 1990'lara da hızlı bir giriş yaptı.
1990'da İstanbul Emniyet Müdürü oldu.
Bu dönemde yine birçok yargısız infaz ve işkence iddiaları gündeme geldi.
İnsan hakları kuruluşlarından, birçok operasyonda zanlıların yakalanma imkanı varken "ölü ele geçirilmelerine" büyük tepki geliyordu.
O ise hayatı boyunca hiçbir gayri resmi emir vermediğini söyleyecekti.
Kırcı'nın nikah şahidi
Güneydoğu'daki yaygın Nevruz eylemlerinin yeni bir dönemi işaret ettiği 1992 yılında Erzurum Valisi oldu Ağar.
Göreve geldiği yıl Ülkücü Haluk Kırcı'nın nikah şahitliğini yaptı.
1978'de Ankara'da Türkiye İşçi Partili yedi gencin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı nedeniyle yargılandığı davada idama mahkûm edilmişti Kırcı.
1991'de tahliye edilen Kırcı'nın "yanlışlıkla tahliye edildiği" ortaya çıkmış ve Kırcı aranmaya başlanmıştı.
Ağar, ilerleyen yıllarda Kırcı'yı tanımadığını söyledi.
Kritik yılda Emniyet'in başında
1993, faili meçhul cinayetler, suikastlar, yargısız infazlar açısından çok uzun süren bir yıl oldu.
Ağar da 1993 yılında, henüz 42 yaşındayken Emniyet Genel Müdürü oldu.
Uğur Mumcu o yıl öldürüldü.
Eşi Güldal Mumcu, bir görüşmelerinde Mehmet Ağar'ın cinayetle ilgili olarak "Öyle bir iş ki, bir duvar gibi. Bir tuğla çekersek duvar yıkılır" dediğini söyledi.
Ağar ise bu sözleri söylediğini inkar etti.
'Özel savaş' anlayışı
Ağar, PKK'ya karşı savaşta özel birliklerin kullanılmasını savunuyordu.
Ona göre özel polis birlikleri de bu savaşta rol oynamalıydı.
Bu önerileri Milli Güvenlik Kurulu'nun önüne geldi.
Bu kapsamda, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekât Daire Başkanlığı'nın kurulmasını sağladı.
Bu dönemde Ağar'ın davetiyle Korkut Eken, özel timlerin eğitiminde görev aldı.
Özel timciler bu dönem medyaya, sarkık bıyıkları ve üç hilalli yüzükleriyle çekilen fotoğraflarıyla yansıyordu.
Ağar ilerleyen yıllarda bu dönemde "bin gizli operasyon yaptıklarını" belirtecek, 2016'da bunun kendisine sorulması üzerine "Hayır, gizli değil, bin istihbarat operasyonu" diyecekti.
Hizbullah yaklaşımı: 'Operasyon faydalı olmaz'
1990'lar, Hizbullah örgütünün özellikle Güneydoğu Anadolu'da etkin şiddet eylemleri düzenlediği yıllardı.
PKK ile sık sık karşı karşıya gelen bu örgütün devlet içindeki bazı ağlar tarafından desteklendiği iddiaları o dönem basına yansımıştı.
Öyle ki grup için "Hizbul Kontra" kavramı kullanılıyordu.
İlerleyen yıllarda ortaya çıkacak belgelere göre Ağar, 1993'te dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e grupla ilgili iletilen bir uyarı mektubunun değerlendirmeye alınması ardından, ilgili birimlere örgüt üyelerine operasyonu önermeyen bir açıklama yolladı.
Açıklamada, "Hizbullah örgütü stratejisi gereği güvenlik kuvvetleri ve devlet aleyhine herhangi eylemden kaçınmaktadır" diyen Ağar, "yakalama amaçlı bir operasyonun bu aşamada beklenen faydayı sağlamayacağını" belirtiyordu.
90'lar ve faili meçhul cinayetler
Bu dönemde Güneydoğu'da PKK ile mücadele adına faili meçhul cinayet, köy yakma gibi olaylar yaşandı.
2010'lu yılların başlarında, eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın, 1990'larda bölgede birçok faili meçhul cinayeti işlediklerini açıklayacak, bunların devletin bilgisi dahilinde yapıldığını öne sürecek ve bu açıklamalar ardından bir soruşturma başlatılacaktı.
1993 aynı zamanda Tansu Çiller'in başbakanlığa geldiği yıldı.
Ağar, Çiller'den büyük destek alıyordu.
Çiller o yıl yaptığı bir açıklamada, ellerinde PKK'ya haraç veren iş adamları ve sanatçıların bulunduğu bir liste olduğunu belirtip onlardan hesap soracaklarını söyledi.
Bir süre sonra bazı Kürt iş insanlarının ölüm haberleri gelmeye başladı.
Bu kişilerden bazıları, Adapazarı-İzmit-Sapanca üçgeninde failleri meçhul şekilde öldürüldü.
Behçet Cantürk'le başlayan süreçte öldürülenler arasında HDP Eş Başkanı Pervin Buldan'ın eşi Savaş Buldan da vardı.
Siyasete hızlı geçiş
Ağar, 1995'te siyasete girdi. Hızlı bir giriş oldu bu.
1995'te DYP Elazığ Milletvekili seçildikten sonra Refah-Yol hükümetinde önce Adalet sonra da İçişleri Bakanı oldu.
Kamuoyu Ağar'ı siyasete girdikten sonra daha yakından tanıdı.
O dönem kendisini takip eden gazetecilere göre Ağar her daim soğukkanlı, kendinden emin, bulunduğu her ortamda otorite kuran bir izlenim veriyordu.
İkinci MİT raporunda doğrudan hedefteydi
1996'da ise Türkiye kamuoyu, ikinci MİT raporu olayıyla tanıştı.
Kamuoyuna bunu açıklayan da dönemin İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek oldu.
İddialara göre bu rapor da yine iki kanadın geriliminin sonucuydu.
Özellikle Çiller ve Ağar hakkında önemli ifadeler içeren rapor, "Emniyet Genel Müdürlüğü'nce PKK ve Dev-Sol'a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir" cümlesiyle başlıyordu.
İkinci cümlede, "Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grup genellikle eski Ülkücülerden teşekkül etmiştir" deniyor ve ardından ekleniyordu:
"Grup doğrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a bağlı olup Em. Gn. Md. Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir."
Grup üyelerinin "teröre karşı faaliyet" görünümünde yurt dışına gidip gelerek uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddiası da yer aldı raporda.
Bu arada raporda, Sedat Peker'in de ismi "Ülkücü faaliyetler" notuyla yer alıyordu.
Öte yandan 1990'ların ikinci yarısında uyuşturucu kaçakçılığından hüküm giyen Hüseyin Baybaşin de o dönemde Mehmet Ağar'ın uyuşturucu kaçakçılığı içinde yer aldığını, bir marinayı kullanarak, yat limanı yakınlarında demir atan büyük gemilere mal yüklendiğini öne sürüyor ve ısrarla "Ağar, servetinin kaynağını açıklasın" çağrısı yapıyordu.
Ağar ise yıllarca bu iddiaları reddedecek, Baybaşin'in arkasında PKK olduğunu söyleyecek, en büyük uyuşturucu operasyonlarının kendi döneminde yapıldığını belirtecek, Lucky-S gemisi olayını buna örnek verecekti.
Susurluk kazası: Kamyon neye çarptı?
3 Kasım 1996'da Balıkesir'in Susurluk ilçesindeki kaza, devlet-siyaset-mafya ilişkilerini ortaya döktü.
Birçok suçtan aranan, eski Ülkü Ocakları Derneği yöneticilerinden, sahte kimlikli Abdullah Çatlı; emniyet amiri Hüseyin Kocadağ ve Çatlı ile ilişkisi olan Gonca Us kazada ölmüştü. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralanmıştı.
Bagajdan, bazıları devlete ait olup kaybolan birçok silah ve mermi çıktı.
Ortaya çıkan görüntü, MİT raporuyla örtüşüyordu.
Kaza sonrası "derin devlet", "Gladyo", "kontrgerilla" gibi kavramlar kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Ağar, kazadan kısa süre sonra istifa etti. Ancak istifa gerekçesi, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın Libya gezisine tepki ve kızının sağlık durumu olarak aktarıldı.
Meral Akşener kendisinden görevi devralırken, "Ağar'ın yükselttiği çıta aşağı düşürülmeyecektir" dedi.
Komisyondaki cevaplarında devlet vurgusu
Ağar, 16 Ocak 1997'de TBMM'deki Susurluk Komisyonu'nda soruları yanıtladı.
Her zamanki gibi tok sesiyle soğukkanlı ve kendinden emindi.
Bazı kritik sorulara, bunların yargıya intikal ettiğini belirterek cevap vermedi.
Bazı konuları hatırlamadığını söyledi.
Ağar bir dönem devlet içinde kendisine "terörle" ilgili olarak, "Bu işi bitirin de ne yaparsanız yapın Allah aşkına" dendiğini söyledi.
Devlete hizmet vurgusu yaptı ve "Bir tek düstur öğrenmişiz, boğazımızdan geçmemek kaydıyla her türlü riski de sırtımızda taşımak suretiyle, devlete, millete hizmet etmişizdir" dedi.
Abdullah Çatlı ile ilgili sorulara verdiği yanıtların bir noktasında, "Ben, alt kademelerde çalıştığım dönemde, hep sol terör örgütleriyle ilgili bölümlerde çalıştım; yani, sağ terör örgütleriyle ilgili bölümlerde hiç çalışmadım, özellikle İstanbul Birinci Şube Müdür Muavini olduğum dönemde. Dolayısıyla, sol terör örgütleriyle ilintili olan kişilerin hepsini tanırım fakat, bu kesimde tanıma şansım olmamıştır" diye konuştu.
Bu dönemde Susurluk'la ilgili yargı süreçleri başladı.
Ağar'ın da yargılandığı davada Özel Harekat Başkanlığı'na alınan bazı silahların kaybolması, Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi, Abdullah Çatlı'ya pasaport verilmesi, MİT bağlantılı Tarık Ümit'in öldürülmesi gibi konular ele alınıyordu.
DYP liderliği ve 'düz ovada siyaset' çıkışı
Ağar bu arada 1999 seçimlerinde Elazığ'da yüksek bir oy oranıyla bağımsız milletvekili seçildi.
2002'de ise DYP'nin başına geçti.
Tanıyanların aktardığına bakarsak, Ağar döneme uygun siyasi manevralar yapabilen, hatta esnek biri oldu hep.
2005'te Batman'da, DYP'nin bir yemek gecesinde Kürtçe türkü söylemesi ya da bir yıl sonraki "Dağda silah tutacağına düz ovada siyaset yapsınlar" çıkışı bunun örneklerinden oldu.
2007'de DYP ve Erkan Mumcu liderliğindeki ANAP birleşme kararı aldı.
Yeni parti, DYP'nin adını değiştireceği Demokrat Parti (DP) olacak, Genel Başkan Ağar olurken, Erkan Mumcu ise Eş Başkan olacaktı.
Ancak aradaki krizler büyüdü ve 2 Haziran'daki ANAP kongresinde beklenen fesih kararı çıkmadı.
O gün salonda Ağar da beklenmiş ama gelmemişti.
Ağar kongre yerine Türkçe Olimpiyatları'na katılmış, konuşmasında etkinliği övmüş ve Fethullah Gülen'den de "Hocaefendi" diye bahsetmişti.
Yaşananlar nedeniyle Ağar ve Mumcu, birbirlerini suçladı.
2007 seçimlerinde DP barajı geçemeyince istifa etti Ağar.
Halefi Süleyman Soylu oldu.
2007'de Ergenekon davası başladığında kamuoyunda "Ağar da Ergenekon'dan yargılanacak mı?" sorusu gündeme geldi.
Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Aynı yıl Ağar, aktif siyasetten uzaklaştı.
'Olağan dışı' cezaevi günleri
Susurluk davasında sona gelinirken 2011'de "Kusurumuz olduysa bilerek değil, hizmetin kendisinden kaynaklanan hizmet kusurlarıdır" açıklamasını yaptı.
Davada Ağar'a, "cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturduğu ve yönettiği" gerekçesiyle beş yıl hapis cezası verildi.
2012'de Ağar'a hapis yolu göründü ama bu süreç de başından itibaren olağanüstüydü.
Adalet Bakanlığı, Bodrum'da yaşayan ailesine yakın olması için Ağar için Aydın, Yenipazar'daki hapishaneyi belirledi.
Girişte basına konuşup, cezaevinin bir vatan görevi olduğunu belirtti ve "Allah devlete ve millete zeval vermesin" dedi.
Bu arada Ağar gitmeden cezaevinde tadilat yapılmış, kendisi için özel bir bölüm oluşturulmuştu.
Cezaevi yakınlarına bir helikopter pisti dahi inşa edildi.
Siyaset ve spor dünyasından birçok ziyaretçisi oldu bu dönemde Ağar'ın.
O dönemki yeni yargı paketine dayanarak 1 yıl 4 gün hapis yattıktan sonra tahliye edildi.
Cezaevi çıkışında bekleyen gazetecilere konuşurken yine "devlet" kavramına başvurdu: "Devlet 'Gel' dedi geldik, 'Git' dedi gittik."
15 Temmuz sonrasında 'devletin merkezine' geri mi döndü?
Ağar, Haziran 2011'de AKP'ye desteğini açıkladı.
Hapis sonrasındaki dönemde ise kamuoyu önüne pek çıkmadı.
2015'te Mayıs ayında, hiçbir siyasi parti liderinin katılmadığı, Kenan Evren'in cenaze töreninde boy gösterdiğinde gazetecilerin sorusuna "Siyaseti bıraktım" cevabını verdi.
Ancak iddialara göre giderek AKP'ye yaklaşıyordu.
1 Kasım 2015 seçimlerinde Ağar, yine AKP'ye destek açıkladı.
Göz önünde olmama görüntüsü ise 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimiyle birlikte değişti.
Girişimden günler sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konutunun da bulunduğu Üsküdar Kısıklı'daki Demokrasi Nöbeti'nde sahneye çıkması manidar bulundu.
.Bu arada darbe girişiminden kısa süre sonra İçişleri Bakanlığı görevine, yakın ilişkisi olduğu öne sürülen Süleyman Soylu geldi.
Soylu ise yıllar sonra Habertürk'te gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 1990'larda DYP içinde olduğu dönemde Ağar'a karşı hareket ettiğini, 2000'lerde de Ağar'a muhalefet ettiğini, bir devlet bürokratının sivil siyasette yer almasına hep karşı çıktığını söyleyecekti.
Darbe girişimi sonrası bürokraside özellikle Gülen Yapılanmasına mensup olmakla suçlanan kadroların tasfiyeleri hız kazandı.
Bu dönemde Ankara'da siyaset kulislerinde, Ağar'ın hükümete güvenlik konularında gayrı resmi olarak danışmanlık yaptığı söylentileri yayılmaya başladı.
İddia edildiği kadarıyla Ağar tasfiyelerle boşalan bazı emniyet kadrolarının kimlerle doldurulacağında rol üstleniyor, güvenlik konusunda deneyimlerini Ankara bürokrasisiyle paylaşıyordu.
31 Mart 2019'daki yerel seçimler öncesi, İstanbul Yenikapı'da düzenlenen Cumhur İttifakı'nın mitingine Mehmet Ağar da katıldı.
Miting öncesi Ağar ve Erdoğan'ın yakın sohbette olduğu görüldü.
Kendisi yıllar içinde AKP'ye daha da yaklaşırken oğlu Zülfü Tolga Ağar da siyasete girmişti.
Sitesindeki bilgilere göre 2014 yılında partiye üye olan Tolga Ağar, 2018 Haziran seçimlerinde ise AKP Elazığ Milletvekili seçildi.
Tolga Ağar'ın 2019'daki, "Cumhurbaşkanı denince bize, acayip, çok korkunç bir şey, Allah gibi geliyor" sözleri kamuoyunda çok konuşuldu.
Yalıkavak Marina'da çekilen fotoğraf ne anlatıyor?
16 Ekim 2020 tarihinde sosyal medyada Bodrum'daki Yalıkavak Marina'dan paylaşılan bir fotoğraf gündem oldu.
Karede; Ağar, Korkut Eken, organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş ve hapisten kısa süre önce çıkmış olan Alaattin Çakıcı ile eski Özel Kuvvetler Komutanı ve eski MHP milletvekili Engin Alan vardı.
Çakıcı'ya yakın Üzeyir Çakmaktaş, Twitter paylaşımında karedekileri "Türk Devleti ilelebet var olsun diye her zorluk ve meşakkati göğüsleyen, zindan dahil bu uğurda en ağır bedelleri ödeyen kahramanlarımız" diye tanıtıyordu.
Gazeteciler, bu fotoğrafın siyasi olarak ne anlama geldiğini günlerce yorumlamaya çalıştı.
Peker'in iddiaları sonrası yeniden gündemde
Mehmet Ağar bugünlerde, kendisi gibi sürekli devletin kutsallığını vurgulayan, organize suç örgütü kurmak suçlamasıyla aranan Sedat Peker'in iddiaları sonrası yeniden gündemde. Ayrıca yargılandığı Ankara JİTEM davasındaki beraat kararları bozulmuş durumda.
Ve Ağar bir kez daha o ünlü soğukkanlılığıyla "İnsan yaptığından korkar, yapmadığından değil. Benim çok şükür korkacak hiçbir şeyim yok" diyor.
Devletin kendisiyle ilgili istediği araştırmayı istediği zaman yapacağını söylüyor.
Oğlu Tolga Ağar'ın tweetinde ise yine "devlet" vurgusu var: "Biz vatan, devlet, bayrak, namus ve şeref için ölmeyi göze alanların torunlarıyız, çocuklarıyız."
Aslında oğul Ağar, bu sözlerle babasının da on yıllardır yaptığı savunmayı sürdürdüğünü gösteriyor.
Türkiye'de on yıllardır mafya-siyaset-devlet-sermaye ilişkisiyle ilgili suçlananlar savunmalarında, "devlet" kavramına başvurmaya devam ediyor.
www.dw.com Türkçe sitesinde 15 Mayıs 2021Tarihinde yayınlanan bir makalede şu görüşlere yer verildi.
Mehmet Ağar: Susurluk çetesinden marina patronluğuna
Sedat Peker'in suçlamaları ve ardından Soylu'dan özür dilemesiyle gündemde olan Mehmet Ağar kimdir? Susurluk davasında "çete yöneticisi" olmaktan mahkûm edilen Ağar bugün nasıl bir "iş insanına" dönüştü?
Organize suç örgütü lideri olduğu suçlamasıyla aranan Sedat Peker, yurt dışına kaçtıktan sonra kendisine düzenlenen operasyondan "Pelikancılar" olarak adlandırılan grupla birlikte eski Emniyet Müdürü ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ı suçladı. Peker, bugün Yalıkavak Marina'nın Yönetim Kurulu Başkanı olan Ağar'ı "derin devletin başı" olarak nitelendirip marinanın eski sahibi Azeri iş insanı Mubariz Gurbanoğlu'nun "malına çökmekle" itham etti. İddiaları reddeden Ağar'ın verdiği "Biz orada olmasaydık, oraya mafya çökecekti" açıklaması ise İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun tepkisine neden oldu. Soylu'nun sert tepkisinin ardından bu sözleri "dil sürçmesi" olarak nitelendiren Ağar, Soylu ve Polis Teşkilatı'ndan özür diledi.
Sedat Peker'in ithamlarıyla birlikte Mehmet Ağar'ın Yalıkavak Marina'da Alaattin Çakıcı, eski Özel Kuvvetler Komutanı emekli Korgeneral Engin Alan ve Susurluk dönemindeki "müşaviri" emekli Albay Korkut Eken ile verdiği fotoğraf da Susurluk dönemini akıllara getirdi.
Mehmet Ağar, bir dönem polis-mafya-siyaset üçgenindeki kirli ilişkilerin ortaya döküldüğü Susurluk davasında "çete yöneticiliği"nden mahkûm edilmiş ve faili meçhul cinayetlerde adı karışmış bir isim.
Peki Susurluk olayı neydi? Mehmet Ağar, 1990'lı yıllarda "Susurluk çetesi" olarak adlandırılan oluşumda nasıl yer aldı, yargı tarafından nasıl mahkûm edildi?
Susurluk kazası örgütü ortaya çıkardı
3 Kasım 1996 tarihinde 06 AC 600 plaka sayılı Mercedes marka otomobilin Balıkesir'in Susurluk ilçesinde bir kamyona saat 19.15 sıralarında arkadan çarpmasıyla meydana gelen kaza, Türkiye'de "polis-mafya-siyaset" üçgenindeki karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasını sağladı. Kaza sonucunda Mehmet Özbay kimlikli kişi, Gonca Us ve otomobilin sürücüsü İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü, polis şefi Hüseyin Kocadağ hayatını kaybetti. Otomobilin sahibi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak ise yaralandı.
Kazadan çok kısa süre sonra Mehmet Özbay sahte kimlikli kişinin firari Abdullah Çatlı, Gonca Us'un da sevgilisi olduğu anlaşıldı. Abdullah Çatlı'nın suç dosyası ise hayli kabarıktı. Çatlı, Türkiye'de 1997'de polise ateş açmak, 1978'de Ankara'nın Bahçelievler semtinde 7 TİP'li öğrencinin katledilmesi ve Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in öldürülmesi olaylarının firari sanığıydı. Yurt dışında uyuşturucu ticaretine adı karışan Çatlı, birçok kez tutuklandı, cezaevine girdi. 1990'da ise İsviçre-Bostadel Cezaevi'nden firar edince hakkında kırmızı bülten çıkarıldı.
Çatlı, özellikle 1990'lı yılların başında her yerde aranmasına karşın elini kolunu sallayarak Türkiye'de dolaşıyordu. Kazadan sonra Çatlı'nın üzerinde yapılan aramada ele geçirilen belgeler, onu koruyan arkasındaki gücün dönemin Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar olduğunu gösterdi. Üzerinde Çatlı'nın fotoğrafı ve Mehmet Özbay isminin yer aldığı silah taşıma belgesinin altında Ağar'ın adı ve imzası vardı. Aynı Ağar imzalı belgeler, daha sonra Çatlı'nın eşinin akrabası Yaşar Öz için de çıkarılmıştı.
Araçta emniyete ait silah ve mermiler
Aracın bagajından ise cephanelik çıktı. Asıl skandal, silahların menşeine yönelik yapılan araştırma sonucunda anlaşıldı. Bazı silah ve mermiler, Özel Harekât Daire Başkanlığı envanterine ait olduğu belirlendi. İsrail'den alınan bu silahlardan bazılarının "kaybolduğu" ortaya çıkmıştı. Ağar hakkındaki fezlekede, bu silah ve mermilere ilişkin "gizlice ve sessizce birilerini öldürme ihtiyacına cevap veren tesirli suikast silahıdır" tespiti yapıldı.
Bununla birlikte olaya dönemin İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı el koydu. Kamuoyunda oluşan tepki ve siyasetin baskısı sonucu Mehmet Ağar, İçişleri Bakanlığı görevinden 8 Kasım 1996 tarihinde istifa etti.
Bu süreçte mahkeme kararları, TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu ile Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporları Susurluk çetesinin ve Ağar'ın hukuka aykırı işlerini daha net ortaya döktü.
Emniyet Genel Müdürlüğü dönemi
Tansu Çiller'in başbakanlık yaptığı dönemde Mehmet Ağar, 10 Temmuz 1993 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü görevine getirilmişti. O tarih, ülkede faili meçhul cinayetlerin başladığı yıllara denk geliyordu. Ağar, daha sonra yargılandığı Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararına göre göreve gelir gelmez "cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturdu".
Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü görevinde 30 Kasım 1995 tarihine kadar kaldı. Ağar, örgüt yöneticileri İbrahim Şahin'i Özel Harekat Daire Başkan Vekilliği'ne, eski Özel Kuvvet subayı ve MİT mensubu Korkut Eken'i ise müşavir olarak yanına aldı.
Ağar'ın talimatıyla Özel Harekât kökenli polislerden özel bir ekip oluşturuldu. Bu polisler, Korkut Eken ve İbrahim Şahin tarafından eğitildi. Özel Harekâtçıların yanında sivil kişiler de Susurluk çetesi içerisinde yer aldı. Abdullah Çatlı, Ali Fevzi Bir, Sami Hoştan gibi. Bu isimler faili meçhul cinayetlere bulaştı. Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü görevi, gücünü kullanarak o dönem bizzat çete üyelerinin korunmasında etkili oldu.
Topal cinayetinde Ağar devrede
90'lı yıllarda en çok tartışılan ve Susurluk davasına da konu olan faili meçhul cinayetlerden biri de Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmesiydi. Emperyal kumarhaneleri işletmecisi olan, "Kumarhaneler Kralı" lakaplı Ömer Lütfi Topal, 28 Temmuz 1996 tarihinde İstanbul Sarıyer'de otomobili içerisinde otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Cinayetin ardından terk edilen bir araçta ele geçilen UZİ marka otomatik silah bulundu. Bu silah, o dönemde yalnızca Özel Harekât Daire Başkanlığı tarafından kullanılıyordu. Şüphelilerin kullandığı araçta ele geçirilen başka bir silahın şarjöründe Abdullah Çatlı'nın parmak izi çıktı.
Olaydan sonra İstanbul'da gözaltına alınan üç özel harekât polisi ile Topal'ın kumarhanesinin yüzde 50 oranında ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir, bizzat Ağar'ın devreye girmesiyle İstanbul emniyetinin elinden alındı. Ankara'ya getirilen şüpheliler serbest bırakıldı.
Tarık Ümit'in kaçırılması ve Yaşar Öz'e koruma
3 Mart 1995 tarihinde kaçırılan eski MİT elemanı olan Tarık Ümit olayında gözaltına alınan polislerin sorgulanması da Ağar ve ekibindeki İbrahim Şahin tarafından engellendi. Eski MİT Kontr-Terör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, o dönem verdiği ifadede polisler tarafından kaçırılan Ümit'in Abdullah Çatlı'ya teslim edildiğini söyledi. Ümit'in amcası Cemalettin Ümit, o dönemde Adalet Bakanı olan Ağar ile görüşerek yardımcı olmasını istedi. Ağar ise "Bakarız" dese de sonuç çıkmadı. O dönem Ağar'ın Ümit'in kaçırılmasına olayına ilişkin "Bizim tosunlar bana sormadan bir şey yapmazlar" dediği yargı kararlarına yansıdı.
Ağar'ın suçlandığı olaylar arasında Yaşar Öz konusu da yer aldı. Öz'ün evinden çıkan hususi (Yeşil) pasaport, Ağar döneminde kendisini verildi. Yine silah taşıma belgesinin altında da Ağar'ın imzası bulunuyordu. Üstelik gözaltına alınan Yaşar Öz'ün evinde ele geçirilen silahlar ve belgeler, bizzat devreye giren Mehmet Ağar'ın talimatı üzerine İstanbul polisi tarafından Ankara'ya getirildi ve kayıt dışı teslim edildi. Öz de Ağar'ın isteği üzerine serbest bırakıldı. Tarık Ümit'in kaçırılması olayında Yaşar Öz'ün de adı geçti.
Susurluk davası ve Ağar'ın yargılanması
Ağar'ın başında olduğu Susurluk çetesinin yargılanması ise İstanbul 6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 1997'de başladı. 2001'de kararını açıklayan mahkeme, sanıklardan Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ve eski MİT görevlisi Korkut Eken'i "cürüm işlemek amacıyla çete oluşturmak" suçundan 6'şar yıl hapisle cezalandırdı. Altı polis ile milletvekili Sedat Edip Bucak'ın şoförü Abdülgani Kızılkaya, Ömer Lütfü Topal'ın iş ortağı Sami Hoştan ise 4'er yıl hapis cezası aldı.
Mehmet Ağar ise dokunulmazlık zırhı kalkınca Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Ağar, yargılandığı davada "cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturmak" suçundan 2011 yılında 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Ağar'ın "teşekkülün faaliyetlerine göz yumduğu, mensuplarını koruyup kolladığı" anlatılan kararda, Susurluk çetesi için şu tespit yapıldı: "Suç tarihlerinde Emniyet teşkilatında görevli olan Mehmet Kemal Ağar, İbrahim Şahin, Mehmet Korkut Eken ve diğer bir kısım örgüt mensuplarının terörle mücadele adı altında yola çıkıp bir süre sonra yasaların kendilerine verdiği yetkileri tam bir sorumsuzluk içinde ve kendi çıkarlarını gözeterek her türlü yasa dışılığı meşru sayıp amaçlarına ulaşmak için her yöntemi uygun yöntem olarak benimseyerek yanlarına kamu görevlisi olmayan kumarhane işleticisi, uyuşturucu kaçakçısı ile katliam sanığı ve hükümlüsünü de alarak tam bir dayanışma ve işbirliği içinde hareket edip çeteleşme sürecine girdikleri, âmmenin selameti aleyhine, kasten adam öldürmeye adam kaldırmak cürümlerini işledikleri anlaşılmıştır."
Mehmet Ağar, 5 yıllık cezasının yasaya göre 2 yılını cezaevinde geçirecekti. Bu nedenle kendisi için Aydın Yenipazar Cezaevi'nde özel bir koğuş hazırlandı. Cezanın yaklaşık bir yılını çektikten sonra o dönem çıkarılan bir infaz paketi kapsamında tahliye oldu. Ağar, 2012'de cezaevine girdiğinde kendisini birçok siyasetçi, milletvekili, sanatçı, futbolcu, teknik direktör ziyaret ederek "yalnız" bırakmadı.
Susurluk çetesinin mahkûm olmasının ardından Mehmet Ağar'a bağlı özel timcilerin işledikleri faili meçhul cinayetler soruşturması ise ancak 2010'da Susurluk davasında hüküm giyen özel harekat polislerinden Ayhan Çarkın'ın ifadeleri üzerine başladı. Çarkın, faili meçhul cinayetlerin özel harekât polisleri tarafından Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin'in talimatıyla "devletin bilgisi dâhilinde" işlendiğini bütün ayrıntılarıyla iddia etti. Savcılık, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Yeşil Kod adlı Mahmut Yıldırım ve özel harekât polislerinin arasında olduğu 19 kişi hakkında 18 faili meçhul cinayetten dava açıldı.
Oğlu AKP'den vekil oldu, beraat etti
Dava sürerken iktidar ile bozulan ilişkisini düzelten Ağar'ın oğlu Tolga Ağar ise 2018'de AKP'den milletvekili oldu. Bu tarihten bir yıl sonra 2019'da, Ankara'daki mahkeme Ağar’ın arasında bulunduğu 19 sanık hakkında "delil yetersizliği" gerekçesiyle beraat kararı verdi.
1990'larda Susurluk çetesini yönetmekten mahkûm olan, faili meçhul cinayetlerle suçlanan Mehmet Ağar, şimdi Yalıkavak Marina'nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten bir "iş insanı" görüntüsü veriyor. Ağar'ın yeniden yükselişi, çetelerle mücadele ettiğini iddia eden AKP iktidarında gerçekleşti. Bir yanında mafya lideri Alaattin Çakıcı, diğer yanında ise Susurluk döneminin sanığı Korkut Eken. Sedat Peker'in Ağar hakkındaki iddialarına ise şimdilik yargı kulağını tıkadı. Bunların soruşturulması için yeni bir Susurluk kazası olur mu, tarih gösterecek.