V. Mehmet (Sultan Reşat)
Abdülmecit’in üçüncü oğlu olan Reşat, 2 Kasım 1844’te doğdu. Babasının padişahlığı döneminde dünyaya geldiği için, rahat bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdi. Babasının yenilikçiliğe önem vermesi sebebiyle, Batılı tarzda, yeni fikirlere açık bir şekilde eğitim gördü. Kardeşi II. Abdülhamit tahta çıkınca, hayatında zor bir dönem başladı. Zira Abdülaziz’in tahttan indirilip öldürülmesinden sonra yerine getirilen V. Murat’ın da kısa sürede tahttan indirilmesi sebebiyle, II. Abdülhamit kuşkucu bir kişiliğe bürünmüştü. Kendisine karşı kardeşi Reşat’ın kullanılabileceği endişesi taşıyan II. Abdülhamit, onun sarayda kendi yakınlarından başkasıyla görüşmesini yasakladı. Abisinin padişahlığı döneminde sarayda geçirdiği yıllar, Reşat için bir kâbus oldu. 31 Mart Vakası, Reşat’ın tahta çıkışına vesile oldu. 31 Mart Vakası’ndan sonra 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi üzerine, aynı tarihte Osmanlı Devleti’nin 35’inci padişahı olarak tahta oturdu.
V. Mehmet İsmini Meclis Verdi
31 Mart ayaklanmasının ardından II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinde rol oynayan Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişi, Meclis-i Millî tarafından İstanbul’un ikinci fethi olarak değerlendirilerek, tahta çıktığı gün kendisine şehrin fatihi II. Mehmet’ten ilhamla V. Mehmet unvanı verildi. V. Mehmet, aynı gün Harbiye Nezaretinde yapılan törenle tahtına otururken, kendisini “Hürriyetin ilk padişahı” olarak tanımladı. Usulen istifasını sunan Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’nın isteğini kabul etmedi. Meclis-i Millî tarafından V. Mehmet unvanı verilse de halk onu hep Sultan Reşat olarak andı.
Anayasaya Göre Yürütmenin Başı Sadrazamdı
Onun tahttaki yılları, büyük bunalımlarla geçti. On defa hükûmet değişikliği oldu. Her hükûmet bunalımlı bir devrede iş başına geldi ve yine bir bunalım sonucu iktidardan ayrıldı. V. Mehmet bu bunalımları önleyecek veya onlara yön verecek siyasi bilgi ve tecrübeye sahip değildi. 1876 Anayasası’na göre yürütme organının başı sadrazamdı. Sadrazam ve kurduğu hükûmet yasama meclisine karşı sorumlu idi ve Meclis-i Mebusan’ın güvenine sahip olduğu müddetçe yerinde kalabilirdi. Padişahın sadrazamı tayin yetkisi olduğu hâlde icradan sorumlu değildi. Bu sebeple padişahın siyasi rolü zayıflamış ve saray siyasi hayatın odağı olmaktan çıkmıştı. Siyasi hayatın odağı âdeta İttihat ve Terakki’nin genel merkeziyle sadrazam ve kabinesine devredilmişti.
Abisinin Selanik’e Sürüldüğünü Sonradan Öğrendi
Reşat, mihnetli bir şekilde padişahlık koltuğuna oturduğu için, hükümdar olduğu gün abisinin Selanik’e sürüldüğünden haberi bile olmadı. İstanbul’u kontrolü altında tutan Hareket Ordusu’nun komutanı Mahmut Şevket Paşa, II. Abdülhamit’i Selanik’e göndermişti. Sadrazam Tevfik Paşa, bu sürgünü ertesi gün Fransız elçisinden haber aldı. Durumu Sultan Reşat’a bildirmek üzere saraya gittiğinde saray görevlilerinin de götürüldüğünü öğrendi. Sultan Reşat, İttihat Terakki Cemiyetinin baskısından Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’yı koruyamadı. Onun yerine 5 Mayıs 1909’da İttihat Terakki Cemiyetinin istediği Hüseyin Hilmi Paşa getirildi. Osmanlı Devleti, meşruti sisteme alışkın değildi. Sistemin çalışmasını en çok V. Mehmet istiyordu. Bu nedenle anayasanın kendisine tanıdığı yetkileri dahi kullanmak istemedi. Bu konuda kendisini eleştirenlere, “Meşrutiyet idaresinde ben her işe karışacaksam biraderin suçu ne idi?” dediği nakledilmiştir. Onun yetkilerini kullanmaktan çekinmesi, sorunların çözümünde zaman zaman sıkıntılara neden olmuştur. Farklı etnik unsurlar, anayasal monarşiyi kaos çıkarmak için bir fırsat olarak değerlendirmek istemişler, ülkenin değişik yerlerinde ayaklanmalar çıkarmışlardır.
Şehir Gezilerine Çıktı
Sultan Reşat, halka moral vermek ve toplumu birbiriyle kaynaştırmak amacıyla gezilere çıkan bir padişahtı. İstanbul içinde halk arasına girerek sohbet ettiği gibi, sadrazam ve bazı bakanlarla birlikte Bursa ve İzmit’i de ziyaret etti. Burada din ve ırk farkı gözetmeksizin halkın çeşitli kesimleriyle görüştü. Okullara ve hayır kurumlarına bağışlarda bulundu. Bu gezileri dolayısıyla özel olarak bastırılan paralardan hediyeler dağıttı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, meşrutiyetin ilanını sağlayıp, seçimleri yaptırıp parlamentoyu çalışır hâle getirse de ülke yönetimine ilişkin tecrübe sahibi olmayan idealist insanlardan oluşuyordu. O dönemin en çok istismar edilen kavramları hürriyet ve meşrutiyet idi. Bu kavramlar, bazı kimselerin istismar söylemine konu oluyordu. Hüseyin Hilmi Paşa, 10 ay 6 gün kaldığı sadrazamlık görevinden 1910 yılının başında istifa etti. Yerine 12 Ocak 1910’da Roma Büyükelçisi İbrahim Hakkı Bey tayin edildi. Vezaret payesi verilip sadarete getirilen İbrahim Hakkı Paşa fırkacı olarak tanınmıyordu. İmparatorluğun unsurlarının hem merkezle hem de birbirleriyle bağları oldukça zayıflamıştı. Dış tahriklerin de artmasıyla unsurlar arasında ayrılıkçılık hareketleri giderek güç kazanmaya başlamıştı. Arnavutluk’tan Yemen’e kadar ülkenin pek çok yerinde ayaklanmaların çıkması bu sebeptendi.
İttihat Terakki’nin Devlet Yönetimindeki Zaafı Ortaya Çıktı
Osmanlı Devleti’nde uluslaşma hareketlerinin liderliğini kiliseler yaptı. Bu sebeple, daha önce Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olan kiliseler, millî kiliselerini kurup Rum Ortodoks Kilisesi’nden ayrılmışlardı. Ancak bu kiliselerin mal varlıklarının paylaşımı sorunu vardı. Rumeli’de bulunan kilise ve mekteplerin hangi kiliseye ait olduğunun tespit edilmesi gerekiyordu. II. Abdülhamit Balkan devletlerinin ittifak etmelerini engellemek için bu sorunu çözümsüz bırakmıştı. İttihat Terakki Cemiyeti 3 Temmuz 1910 tarihinde çıkardığı bir kanunla bu sorunu çözüme kavuşturdu. Fener Rum Patriği, Sultan Reşat’ı ziyaret ederek kanunu onaylamamasını istedi. Sultan Reşat, Hristiyan unsurların aidiyet duygusunu güçlendireceğini ve aralarındaki kardeşlik duygusunu pekiştireceğini düşünerek kanunu onayladı. Böylece Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı birleşmesinin yolu açılmış oldu. Bu da Balkan Savaşı’nın çıkmasına yol açtı.
Balkan Gezisine Çıktı
Balkanlar’da karışıklıkların tekrar başlaması üzerine İttihatçılar, bölge halkını sakinleştirmek ve yeniden devlete kazandırmak ümidiyle 26 Haziran 1911’de Sultan Reşat’ı Rumeli gezisine çıkardılar. Çanakkale’den Selanik’e gemiyle geçen Sultan Reşat, Üsküp, Priştine, Kosova ve Manastır şehirlerinde halkın büyük ilgisiyle karşılaştı. Hristiyan, Müslüman ayırmadan her kesimden halkla görüşen Sultan Reşat, hayır kurumlarına yardım ederek onların gönüllerini kazanmaya çalıştı. Ayrıca Balkan gezisi anısına bastırılan paralar halka dağıtıldı. Kosova’nın Mitroviça şehri yakınında bulunan Sultan Murat Türbesi’nin bulunduğu ovada kalabalık bir cemaatle cuma namazı kıldı. Sultan Reşat’ın Balkan gezisinin halk üzerindeki etkisi kısa sürdü. Onun İstanbul’a dönüşüyle birlikte etnik karışıklıklar yeniden başladı. Geçen her gün Balkan Savaşı’nın habercisi gibiydi. Bu durum Meclis-i Millî’nin de çalışmalarına yansıdı. Mecliste İttihat Terakki Cemiyetinden başka, Prens Sabahattin’in liberal, ademimerkeziyetçi fikirlerini savunan Ahrar Fırkası (Hürriyetler Partisi), daha çok Arnavut ve Arap kökenli milletvekillerinin örgütlendiği Mutedil Hürriyetperveran Fırkası ile İttihat Terakki Cemiyetinden ayrılan Abdullah Cevdet ve İbrahim Temo tarafından kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası ile İsmail Kemal’in Ahali Fırkası da temsil ediliyordu.
Trablusgarp İşgal Edildi
1910-1911 yıllarında sadrazamlık yapan İbrahim Hakkı Paşa, Balkanlar’da çıkan güvenlik tehdidine karşı, Libya’daki Türk askerlerinin sayısını azaltma yoluna gitti. Kuzey Afrika’ya yönelik İtalyan tehdidini öngörememesinin Osmanlı Devleti’ne maliyeti yüksek oldu. Sadrazam olmadan önce Roma büyükelçisi olan İbrahim Hakkı Paşa, İtalya’nın eskiden beri Libya’ya dönük planlar yaptığından habersiz bir şekilde Trablusgarp-Bingazi vilayetlerini askersiz, valisiz ve komutansız bırakınca İtalya’yı harekete geçirdi. Trablusgarp’ın kendisine teslim edilmesini isteyen İtalyanlar, 28 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Kendi ihmalinden kaynaklanan sebeplerle bu işgalin gerçekleşmesi üzerine İbrahim Hakkı Paşa, aynı gün sadrazamlıktan istifa etti. Mustafa Kemal gibi Türk subayları İtalyanlara karşı savaşmak üzere Trablusgarp’a gitseler de İtalya, 5 Ekim 1911’de Libya’yı ilhak ettiğini ilan etti. İbrahim Hakkı Paşa’dan sonra sadrazamlık görevine Sait Paşa getirildi. Muhalefet, II. Abdülhamit döneminde yedi defa sadrazamlık görevini üstlenen Meclis-i Âyan Başkanı Sait Paşa’dan İbrahim Hakkı Paşa’nın Divan-ı Ali’de yargılanmasını istedi. Trablusgarp milletvekilleri tarafından verilen teklif İttihat Terakki Cemiyetine mensup milletvekilleri tarafından engellendi. Bunun üzerine Meclisteki muhalefetin partileşme çalışmaları hızlandı. 21 Kasım 1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası kuruldu. Partinin başkanlığına Damat Ferit Paşa getirilirken partinin perde gerisindeki esas başkanlığını Miralay Sadık Bey yürüttü. Hürriyet ve İtilaf Fırkası adı altında muhalefetin güçlü bir şekilde örgütlenmesi, genel kurul çalışmalarını yürütülemez hâle getirdi.
Seçimler Yenilendi
Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin kurulması, meclisteki bütün dengeleri değiştirdi. Muhalif 105 milletvekilinden 70’i Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne katıldı. 11 Aralık 1911’de İstanbul’da yapılan ara seçimi de Hürriyet ve İtilaf Partisi kazandı. Bunun üzerine İttihat Terakki Cemiyeti, padişahtan Meclisi feshetmesini istedi. Ancak Anayasa’nın, padişaha ait olan fesih hakkını düzenleyen 35. maddesi daha önce meşrutiyet için tehlikeli bulunarak değiştirilmişti. Sadrazam Sait Paşa, fesih hakkının yeniden padişaha verilmesi için anayasanın 35. maddesinin değiştirilmesini Meclise teklif etti. Muhalefet teklifi engelleyince 30 Aralık 1911’de görevinden istifa etti. Siyasi bütünlüğü tehdit altında bulunan Osmanlı Devleti’nin, zayıf bir parlamento ile uzun süre yönetilmesi mümkün görünmüyordu. İttihat Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası, parlamentonun feshedilmesi yetkisinin Sultan Reşat’a devredilmesi konusunda bir türlü uzlaşamadı. İktidar, muhalefet, saray ve Meclis arasında yapılan görüşmelerden bir türlü sonuç alınamadı. Sadrazam Sait Paşa, Anayasa’nın 35. maddesinin değiştirilerek Meclisi feshetme yetkisinin padişaha verilmesine ilişkin teklifini tekrar gündeme getirdi. Parlamentoyu çalışamaz hâle getiren bu tıkanmadan ancak seçimlerin yenilenmesi ile çıkılacağı için, Anayasa’nın 7. maddesi gereği, Meclis-i Âyan’ın oluru alındıktan sonra padişah iradesiyle 18 Ocak 1912’de Meclis-i Mebusan feshedildi. Böylece bir taraftan İbrahim Hakkı Paşa hükûmeti Divan-ı Ali’ye gitmekten kurtarılırken bir taraftan da II. Meşrutiyet’in ilk gerçek çok partili dönemi sona erdirilmiş oldu.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası Tasfiye Edildi
Şubat 1912’de yapılan seçimler İttihat ve Terakki Cemiyetinin zaferi ile sonuçlandı. Baskı altında yapıldığı iddia edildiği için tarihe “sopalı seçim” olarak geçen seçimler sonucunda Hürriyet ve İtilaf Fırkası tasfiye edildi. Seçim sonucu 157 Türk, 68 Arap, 18 Arnavut, 15 Rum, 13 Ermeni, 4 Yahudi, 9 Slav kökenli milletvekili parlamentoya girdi. 18 Nisan 1912’de başlayan ikinci parlamento döneminde milletvekillerinin 15’i hariç, tamamı İttihat ve Terakki’ye mensuptu. Trablusgarp’a saldıran İtalya, 24 Nisan 1912’de de Ege adalarını işgal ederek İstanbul’u tehdit etmeye başladı. Aynı süreçte aralarında ittifak oluşturan Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne saldırı hazırlığına girişti. Aynı süreçte Arnavutlar da yeniden isyan ettiler. Arnavutluk isyanını bastırmakla görevli bir grup subay ise görevlerini yapmak yerine İttihat Terakki Cemiyetinin yönetimine karşı bayrak açarak dağa çıktı. Kendilerine “Halaskârân” veya “Halaskâr Zâbitan” adını veren bu grup İstanbul’daki temsilcileri vasıtasıyla hükûmete bir muhtıra verdi. Muhtırada meclisin feshi ve Kâmil Paşa başkanlığında tarafsız bir hükûmet kurulması isteniyor, aksi takdirde yönetime el konulacağı ifade ediliyordu. Muhtıra üzerine, Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Mahmut Şevket Paşa 9 Temmuz 1912’de istifa etti. Ardından diğer nazırlar (bakanlar) da istifa edince Sadrazam Sait Paşa Meclisten güvenoyu istedi. 15 Temmuz’da yapılan oylamada Sait Paşa kabinesine güvenoyu verilmesine rağmen, Sait Paşa kabinesi 16 Temmuz 1912 tarihinde istifa etti. Bu istifayla birlikte iktidar boşluğu ortaya çıktı. Sultan Reşat, parlamenter sisteme uygun olarak iktidar boşluğunu ortadan kaldırmak için yaptığı görüşmeler sonucunda üzerindeki nüfuzundan dolayı orduya bir düzen verebileceği ümidiyle Gazi Ahmet Muhtar Paşa’yı 22 Temmuz 1912’de sadrazamlık görevine getirdi.
Tarafsız Hükûmet Kuruldu
Meşrutiyet döneminin ilk asker kökenli sadrazamı olan Ahmet Muhtar Paşa, tarafsız kişilerden kurduğu kabinesine üç eski sadrazamı aldığı için bu hükûmete halk “büyük kabine” adını verdi. İttihat ve Terakki’nin, Meclisteki ezici çoğunluğuna rağmen iktidarı kaybetmesi ve tarafsız hükûmet karşısında muhalefete düşmesi 1908’den beri oluşan siyasi dengeleri bozdu. Oluşan siyasi boşluğun bedeli Balkan Savaşı’nda acı şekilde ödendi. Ahmet Muhtar Paşa, sadrazamlık görevini üstlendikten sonra ilk iş olarak uzun süredir yürürlükte bulunan sıkıyönetimi kaldırdı. Ardından 4 Ağustos 1912 tarihinde Meclis-i Mebusan’ı feshettirdi. 8 Ekim 1912 tarihinde Balkan devletlerinin, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi, İtalyanlara karşı Trablusgarp’ta verilen mücadeleyi güç durumda bıraktı. Osmanlı subaylarının, bir yıl boyunca yerli kabileleri örgütleyerek İtalyanlara karşı kahramanca verdikleri mücadele, Balkan Savaşı’nın başlamasıyla boşa gitti. 18 Ekim 1912 tarihinde İtalya ile Uşi Antlaşması’nı imzalandı. Böylece yüzlerce yıl Osmanlı yönetiminde kalan Trablusgarp-Bingazi yitirildi.
I. Balkan Savaşı’nda Büyük Bozgun Yaşandı
Ordunun siyasete karışması ve subaylar arasındaki alaylı-mektepli tartışmaları orduyu yönetilemez hâle getirdi. 8 ay gibi kısa bir sürede Balkan devletleri, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirdiler. Savaş sonunda Ege adaları dâhil, Edirne ve Kırklareli’ye kadar Balkanlar’daki 168 bin kilometrekarelik coğrafya kaybedildi. Böylece Avrupa’daki toprakların yüzde 83’ü, nüfusun da yüzde 65’i elden çıktı. Yaklaşık 1,5 milyon Türk, Yunanistan, Makedonya, Kosova ve Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Silahlı saldırılar ve salgın hastalıklar sebebiyle bu Türklerden ancak 600 bini Türkiye’ye ulaşabildi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, I. Balkan Savaşı da Türklerde derin izler bıraktı. Alınan büyük yenilgi üzerine Gazi Ahmet Muhtar Paşa, 29 Ekim 1913’te istifa etti. Yerine Kıbrıslı Kâmil Paşa getirildi. Meclis-i Mebusan feshedildiği için Kamil Paşa, sarayda danışma mahiyetinde bir meclis topladı. Bu meclise Mahmut Şevket Paşa mazeret bildirip katılmazken şehzadeler dinleyici olarak hazır bulundu.
Babıali Baskını’yla Enver ve Talat Paşalar Yönetime Geldi
Kâmil Paşa hükûmetinin ömrü üç ay sürdü. 23 Ocak 1913 tarihinde yapılan darbe sonucunda bu hükûmet devrildi. Enver Paşa ve Talat Paşa’nın liderliğinde yapılan bu darbe tarihe “Babıali Baskını” olarak geçti. Darbe sonucunda yeniden iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan Reşat’a sadrazamlığa Mahmut Şevket Paşa’yı getirtti. Mahmut Şevket Paşa da bu görevde 4 ay 19 gün kalabildi. Enver ve Talat paşaların halka vaadi Edirne’yi kurtarmak idi. Ancak Bulgaristan Krallığı ile 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Antlaşması’yla Balkan topraklarının Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ’a teslimi kabul edilmek zorunda kalındı. Bu anlaşmadan iki hafta sonra 11 Haziran 1913 tarihinde Mahmut Şevket Paşa, Beyazıt’ta bir suikast sonucu öldürüldü. Bunun üzerine, sadrazamlık görevine Enver ve Talat paşalar tarafından istenen Sait Halim Paşa getirildi. Kurulan yeni hükûmetin ilk işi Mahmut Şevket Paşa suikastı zanlılarını yargılamak oldu. Yargılamalar sonucunda 12 kişiye idam cezası verilirken muhaliflerden 350 kişi tutuklanıp Sinop’a sürüldü.
II. Balkan Savaşı’yla Edirne Kurtarıldı
I. Balkan Savaşı’nın yarattığı ümitsizlik hâlini, II. Balkan Savaşı’nda elde edilen zafer telafi etti. Balkanlar’da kazanılan toprakların paylaşımından dolayı Bulgaristan ve Yunanistan’ın savaşa tutuşmasından yararlanan Enver Paşa, 21 Temmuz 1913’te Edirne’yi geri aldı. İstanbul’un fethine kadar Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış ve uzun yıllar yazlık başkent olarak da kullanılan Edirne’nin geri alınması ordunun ve halkın moralini büyük ölçüde düzeltirken Enver Paşa’nın da yerini sağlamlaştırdı. Bu zaferden kısa süre sonra bir grup subayın Enver Paşa’yı harbiye nazırı yapmak için harekete geçtiğini öğrenen Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa istifa etti. O tarihte yarbay rütbesinde bulunan Enver Paşa, 3 Ocak 1914’te harbiye nazırlığına getirildi. Cemal Paşa da aynı şekilde terfi ettirilip bahriye nazırı oldu. Talat Paşa da dâhiliye nazırı olarak kabinedeki görevini sürdürdü. Böylece Talat, Cemal ve Enver Paşa üçlüsü hükûmette tek söz sahibi durumuna geldi. 4 Ağustos 1912’de feshedilen Meclisi yeniden açmak için Mayıs 1914’te seçimler yenilendi. İttihat ve Terakki hâkimiyeti altında yapılan seçimlerden sonra, padişahın da katıldığı bir törenle Meclis çalışmalarına başladı. Sait Halim Paşa sadrazam olsa da artık devlet Talat ve Enver Paşa tarafından yönetiliyordu.
Birinci Dünya Savaşı’na Girildi
Aynı yıllar büyük bir dünya savaşının da habercisiydi. Yeni sömürge alanlarının paylaşımı konusunda Avrupa devletleri arasında yoğun bir rekabet başlamıştı. Avrupa’nın yeni gücü hâline gelen Almanya, Avrupa’da genişlemek istiyordu. Bu durum kaçınılmaz olarak İngiltere ve Almanya’yı karşı karşıya getirdi. Almanya’nın genişleme hedefleri Rusya için tehdide dönüştüğü için, İngiltere ile gizli bir ittifak anlaşması yaptı. Yapılan anlaşmada Osmanlı Devleti’nin ittifaka alınmaması kararlaştırıldı. Bu durumda Osmanlı Devleti’nin savaşa girmekten başka seçeneği kalmamıştı. Zira yapılacak savaşta Avrupa’daki topraklarını kaybetse de paylaşılacak toprakların tamamına yakını Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaydı. Dolayısıyla Osmanlı Devleti, Almanlarla birlikte savaşa girmek için 2 Ağustos 1914’te anlaşma imzaladı. İmzalanan bu anlaşmanın açıklandığı gün, Meclis aylık tatile girme kararı aldı. Anlaşmadan üç ay sonra 11 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na fiilen girdi. Osmanlı Devleti’nin zorunlu olarak girmek durumunda kaldığı bu savaşı, Sultan Reşat, aynı gün bir beyanname yayımlayarak İtilaf Devletleri’ne (İngiltere, Rusya ve Fransa) karşı savaş ilanı olarak duyurdu. Ayrıca “cihad-ı ekber” beyannamesiyle bütün Müslümanların ordunun yanında savaşa katılmasını istedi. Padişah savaşın sebebini bu üç devletin kışkırtıcı tutumlarına bağlıyor ve bunların zalimane idareleri altında inlettikleri milyonlarca Müslüman’ın manen bağlı olduğu hilafete karşı besledikleri kötü emellerinden vazgeçmediklerini bildiriyordu. Meclis-i Mebusan da denilen Millî Meclis, 14 Ocak 1915’te yeniden çalışmalarına başladı. Meclisin açılış konuşmasını yapan Sultan Reşat, Osmanlı Devleti’nin savaşta tarafsızlığını ilan ettiği hâlde Rus donanmasının Osmanlı donanmasına saldırması karşısında savaş emri vermek zorunda kaldığını anlattı. Meclis-i Millî ve Âyan Meclisi adına padişahın yaptığı konuşmaya karşı verilen cevapta hükûmete ve orduya teşekkür edilip takip edilen siyasetin devletin ve milletin çıkarlarına uygun olduğu ifade edildi. Meclislerin bu tutumu savaş kararını onaylama olarak kabul edildi ve Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar, savaşa girme nedeniyle ilgili başkaca bir tartışma yapılmadı.
Başkentin Anadolu’ya Taşınması Gündeme Geldi
Osmanlı Devleti’nin savunma hatlarının Balkanlar’dan İstanbul’a yaklaşması üzerine, başkentin Anadolu’ya taşınması konusu gündeme gelmişti. Başkentin Anadolu’ya taşınması konusu ilk defa 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında tartışılmıştı. Rusların Yeşilköy’e kadar gelmeleri üzerine, İstanbul’un işgal edileceği endişesi, başkentin taşınması ihtiyacını doğurmuştu. İmzalanan Ayastefanos Antlaşması’ndan sonra bu kaygı ortadan kalkarken I. Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgarların Çatalca’ya kadar gelmeleri yeniden bu ihtiyacı hatırlatmıştı. Başkentin üçüncü sefer taşınması konusu da 1915’teki Çanakkale Savaşı sırasında gündeme gelmişti. Başkent yapılmak için düşünülen şehirlerin arasında, başta Eskişehir olmak üzere Konya ve Ankara da vardı. Sultan Reşat, başkentin taşınması kararına uyarak Eskişehir’e gitmek için hazırlıklara başladı. O sırada Beylerbeyi Sarayı’nda oturan ağabeyi II. Abdülhamit’i de götürmek istedi. II. Abdülhamit, teklifi kabul etmediği gibi kardeşinin de İstanbul’dan ayrılmamasını tavsiye etti. İstanbul terk edilecek olursa bir daha buraya dönülemeyeceğini söyledi. İlmiye teşkilatının en üst makamı olan meşihat makamının fetvasıyla gazilik unvanı verilen padişah İstanbul’da kaldı. Aynı yıl Çanakkale’de kazanılan büyük zafer, başkentin Anadolu’ya taşınması ihtiyacını ortadan kaldırdığı için, Sultan Reşat da büyük bir kaygıdan kurtulmuş oldu.
İstiklal Harbi Tabiri, İlk Defa Meclis-i Millîde Kullanıldı
Sultan Reşat, Meclis-i Millînin 1916 yasama yılı açılışında Çanakkale ve Irak cephelerinde elde edilen başarılardan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Fakat 1917 yasama yılı açılış konuşmasında ordunun zaferlerinden söz etmedi. Zira cephelerde işler umulduğu gibi gitmiyordu. Almanya, İtilaf Devletleri’ne karşı bütün cephelerde gerilerken Osmanlı Devleti de Anadolu’ya çekilmek zorunda kalmıştı. Bu nedenle 1917 yasama yılında Sultan Reşat’ın yaptığı açılış konuşmasına Meclisin cevabi arzında da ilk defa “harb-i umumi” yerine “istiklal harbi” tabiri kullanıldı. Savaş şartlarının zorlaşması, siyasi istikrarsızlığı da beraberinde getirdi. Talat ve Enver paşalar ile arası açılan Sait Halim Paşa, 3 Şubat 1917’de istifa etti. Onun yerine de Dâhiliye Nazırı Talat Paşa getirildi. Talat Paşa hükûmeti, Sultan Reşat’ın görev verdiği son hükûmet oldu. Padişah bundan sonra âdeta sarayına kapandı ve sadece hükûmetin istediği protokollerde göründü. Savaş dolayısıyla Eylül 1917 ve Mayıs 1918’de Türkiye’yi ziyaret eden Alman imparatoru ve Avusturya-Macaristan imparatorunu ağırladı.
Şeker Hastalığından Vefat Etti
Devletin geçirdiği zor günler, V. Mehmet’in şeker hastalığını kronik hâle getirmişti. Daha önce prostat ameliyatı geçirdiği için sağlık durumu iyice bozulmuştu. Bu nedenle Mayıs 1918’de Avusturya imparatoru için düzenlenen yoğun program hastalığını iyice ilerletti. Ramazan ayında gerçekleştirdiği hırka-i şerif ziyaretinden sonra iyice yorgun düştü ve 24 Haziran 1918’den sonra saraydan çıkmadı. Padişahlığı dönemi savaşlar, ekonomik krizler ve siyasi istikrarsızlıklarla geçen V. Mehmet, Mondros Mütarekesi’den önce 3 Temmuz 1918’de vefat etti. Cenazesi Eyüp’te sağlığında yaptırdığı türbeye defnedildi. Pek çok Osmanlı padişahı gibi edebiyat ve şiire ilgi duyan V. Mehmet, Farsça biliyordu. Şehzadelik döneminde “Mesnevi”nin yanı sıra, Osmanlı tarihini okumayı sevdiği nakledilmiştir. En meşhur gazelini Çanakkale Zaferi üzerine yazmıştır. Yazıldığı günlerde dilden dile dolaşan bu gazel bestelenmiştir. Padişahlığı döneminde İttihat Terakki Cemiyetine boyun eğmek zorunda kaldı. Bu durumu eleştirenlere de saltanatın bekası için böyle davranmak zorunda kaldığını, aksi hâlde İttihatçıların cumhuriyet ilan edeceklerini söylemiştir. Unvanı V. Mehmet olan Sultan Reşat’ın dönemi, Osmanlı Devleti’nin devamını sağlamak için yapılan son deneme oldu ve bu deneme devletin dağılmasıyla son buldu. Bu dönemde modern Türkiye’yi yaratan fikirler güç kazanırken millî birlik ve cumhuriyet fikri güçlendi. Millî Türk devletinin temelleri de bu dönemde atıldı.
Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.