Abdullah Bin Abbas Bin Abdülmuttalib
Abdullah Bin Abbas Bin Abdülmuttalib
Ebü’l-Abbâs Abdullah Bin El-Abbâs Bin Abdülmuttalib El-Kureşî.
Hz. Peygamber’in amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivayet edenler arasında yer alan sahabe.
İbn Abbas diye de meşhur olan Abdullah, hicretten üç yıl kadar önce, Müslümanlar Kureyş’in ablukası altındayken Mekke’de doğdu. Annesi, Hz. Hatice’den hemen sonra Müslüman olan Ümmü’l-Fazl Lübâbe’dir. Doğduğu zaman babası tarafından Hz. Peygamber’e götürüldü ve duasına mazhar oldu. Hicretten muaf tutulanlardan olan annesiyle Mekke’de kaldı. Bir süre sonra onunla birlikte Medine’ye göçtüğü şeklindeki rivayet yanında, babası Abbas’la birlikte fetih yılı (630) hicret ettiğine dair de rivayetler vardı. Hz. Peygamber’in fiil ve hareketlerini öğrenmek arzusuyla onun yanında kalmaya çalıştı. Peygamber’in zevcelerinden Meymûne, teyzesi olduğu için bazı geceler Peygamber evinde konuk edilirdi. Peygambere karşı olan sevgisi, bağlılığı ve samimi hizmetleri sebebiyle onun takdirini kazanmış ve “Allah’ım, ona Kitap’ı öğret ve dinde mütehassıs kıl!” tarzındaki duasına nail oldu.
Halife Osman devrinden itibaren çeşitli vesilelerle Arap Yarımadası’nın dışına çıktı; Kuzey Afrika’ya, Cürcân’a, Taberistan’a ve İstanbul’a gitti. 656 yılında Hz. Osman tarafından hac emîri tayin edildi. Daha sonra Hz. Ali’nin maiyetinde Cemel ve Sıffîn Savaşları’na katıldı. Ona, Muâviye’yi Şam valiliğinden azletmemesini tavsiye ettiyse de sözünü dinletemedi. Hakem olayında Ebû Musa El-Eşarî’nin Ali’yi temsil etmesine karşı çıktı. Daha sonra Hâricî-eri ikna etmek üzere Ali tarafından görevlendirildi. Haricîler karşısında tahkîmi savundu, bu olayı bahane ederek Ali’yi tekfir etmemeleri ve ona karşı gelmemeleri gerektiğini ayetlerle ispata çalıştı. Hâricî-İbâzî ve Sünni kaynaklar arasında, söz konusu görüşmenin seyri hakkında farklı ifadelere rastlanıyorsa da görüşmelerin oldukça çetin geçtiği, bazı Hâricîlerin fikir değiştirerek kendi gruplarından ayrıldığı müştereken belirtilmektedir. Daha sonra Hz. Ali onu Basra valiliğine tayin etti. Bu görevde iken hazineyi suistimal ettiği, halifenin konuya eğilmesi üzerine istifa ederek devlet hazinesinden fazlaca bir meblağı da almak suretiyle yakınları ile birlikte şehri terk ettiği yolunda bazı kaynaklarda yer alan çelişkili bilgiler, Batılı yazarlar tarafından ilgi çekici bulunmuş, sübûtu kati bir iddia imiş gibi -Basra’ya vali olduktan sonra İbn Abbas hakkında ileri sürülen rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerektiğine işaret edilmesine rağmen- üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Hâlbuki muteber cerh ve tadil kaynaklarından hiçbirinde yer verilmeye ve üzerinde durulmaya değer görülmeyen bu bilgilerin temelinde siyasi çekişmelerin ve Şii-Sünni ihtilafının bulunduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır. Zira Taberî’nin senediyle naklettiği bu haberin rivayet zincirinde yer alan isimlerden biri olan Ebû Mihnef Lût Bin Yahya, bazı otoritelerce “güvenilmez”, “zayıf”, “hiçbir değeri olmayan”, “aşırı bir Şii” gibi ifadelerle değerlendirilmiştir. Yine bu senede göre, haberi kendisinden duyanlar da belli değildir. Bu safhada haberin râvileri, isimleri meçhul bazı kişilerdir. Hz. Peygamber başta olmak üzere Ömer, Osman, Ali gibi zevatın dua, övgü, güven ve iltifatlarına mazhar olan, gerek ashap gerekse tabiîn devirlerinde bilhassa tefsir ve fıkıh meselelerinde otorite olarak tam bir itimatla kendisinden faydalanılan, tarihin hiçbir devrinde ve muhitinde bu seçkin kişiliğine gölge düşmeyen İbn Abbas hakkında böylesine dayanaksız iddialarla hüküm verilmeye kalkışılması ve cüretin “yalancı”, “namussuz”, “hilekâr”, “düzenbaz” gibi çirkin ifadeler kullanacak boyutlara kadar ulaşması, ilim adına bir talihsizlik olarak değerlendirilmelidir. F. Buhl’ün bu garazkârane üslubu müsteşriklerce de tepki ile karşılanmış olmalı ki, sözü edilen ansiklopedinin ikinci baskısında İbn Abbas’ın hayatını L. Veccia Vaglieri yeniden yazmış, İbn Abbas’ın Basra valiliğinden ayrılırken hazineye el koymuş olabileceğini, ancak bunun Müslüman toplum nazarında aleyhine hiçbir etki yapmadığına ve onun güvenilir kişiliğine gölge düşürmediğine göre, bu konuda onu haklı gösterecek kuvvetli gerekçelerin bulunduğunu, bu sebeple bu tür iddiaların bir değer taşımayacağını belirtmiştir. Kaynaklar, mümtaz bir kişiliğe sahip olan Abdullah Bin Abbas’ın siyasi ve sosyal olaylar karşısında ilmi otoritesini ve siyasi itidalini daima muhafaza ettiğini belirtmektedir. Mesela Muâviye’nin vefatından sonra Ali taraftarları Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet ettiği zaman, Abdullah Kûfelilere güvenilemeyeceğini, davetlerine icabet etmemesi gerektiğini ona söylemiş ve mutlaka bir yere gidecekse bu yerin Yemen olabileceğini, aksi hâlde bazı tatsız olaylarla karşılaşabileceğini kendisine hatırlatmışsa da sözünü dinletememiştir. Kerbelâ faciasını haber alınca çok üzülmüş ve rivayete göre gözlerini kaybedecek derecede ağlamıştır. Abdullah Bin Zübeyr’in halifeliğini ilan ederek Harem-i şerifi kendisine karargâh edinmesi üzerine, hilâfete Emevîlerden daha layık olmasına rağmen Harem-i şerifi karargâh yapmasına karşı çıkmış ve ona biat etmeyerek Taif’e çekilmiştir. Hayatı boyunca Müslümanların birlik ve beraberliğini savunan, bunun gerçekleşmesi için zaman zaman yetkilileri uyaran, gerektiğinde eleştiren ve kendisine yapılan halifelik tekliflerine iltifat etmeyen Abdullah Bin Abbas, yetmiş yaşlarında iken Taif’te vefat etmiş, cenaze namazını Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye kıldırmıştır.
Abdullah Bin Abbas’ın tefsir ilmindeki üstünlüğü, daha ilk devirlerden itibaren hemen herkes tarafından kabul edilmiştir. Ayetlerin nüzul sebeplerini, nâsih ve mensuhunu çok iyi bildiği gibi Arap edebiyatına olan vukufu da mükemmeldi. Bu sebeple ashap devrinden itibaren “Hibrü’l-ümme”, “Tercümânü’l-Kur’an” unvanlarıyla anılagelmiştir.
Abdullah b. Abbas fıkıh ilminde de önemli bir yere sahiptir. Dört Abdullah’tan (abâdile*) biri sıfatıyla devrinde Mekke’nin fıkıh otoritesi kabul edilmiştir ve fetvalarının çokluğuyla meşhurdur. İbn Hazm onu fetvası en çok olan sahabe olarak kabul eder. Bu fetvaların Ebû Bekir Muhammed Bin Musa Bin Yakup tarafından yirmi cilt hâlinde toplandığı rivayet edilmekte ise de eser bugün elimizde mevcut değildir. Özellikle İslam miras hukuku alanındaki fetvaları müracaat kaynağı olmuştur. İbn Abbas’ın talebeleri arasında birçok büyük fakih bulunmaktadır. İkrime, Mücahid, Atâ, Said Bin Cübeyr, Tâvûs, Said Bin Müseyyeb bunlardan bazılarıydı. Ayrıca, Mekke muhitinde yetişen fakihlerden bir müddet ilim tahsil eden İmam Şafiî’ye de gerek fıkıh gerekse tefsir ve edebiyatta, dolaylı olarak tesir ettiği söylenebilir. İbn Abbas tefsir, fıkıh ve hadisten başka, Arap edebiyatı ve ensâb ilmi (geneloji) alanlarında da derin bilgiye sahipti. Aynı zamanda kudretli bir hatipti; namazlardan sonra tesirli konuşmalar yapar, dinleyiciler arasında Arapça bilmeyenler varsa, sözlerinin onlar tarafından da anlaşılması için tercüman kullanırdı.