Emily Brontë
30 Temmuz 1818 tarihinde, İngiltere’de doğdu. Annesi Maria Branwell, babası ise İrlandalı Patrick Brontë idi. Aile, Yorkshire West Riding bölgesindeki Thornton köyünde yaşıyordu. Emily, altı kardeşin en küçüğüydü. Aile, kısa bir süre sonra Patrick’in daimi papaz olarak görev aldığı Haworth’a taşındı. Emily ve kardeşleri, burada edebî yetenekleri geliştirme fırsatı buldu.
Emily henüz üç yaşındayken annesi Maria’yı kanserden kaybetti. Ona ve kardeşlerine teyzeleri Elizabeth Branwell baktı.
Kız kardeşleri Cowan Bridge’deki Ruhban Kızları Okuluna gönderildi. Emily 25 Kasım 1824 tarihinde, henüz altı yaşındayken kısa bir süreliğine kız kardeşlerinin yanına gitti ancak çocuklar bu okulda oldukça kötü koşullara maruz kaldılar. Daha sonra okulu bir tifo salgını kasıp kavurdu ve kız kardeşlerden Maria ile Elizabeth hastalandı. Maria’nın tüberküloz hastası olabileceği tahmin edildi ve bunun üzerine evine gönderilip orada öldü. Maria’nın ölümünün ardından Elizabeth de vefat etti. Kardeşlerden aynı okulda bulunan Charlotte, okuldaki kötü koşulların sağlıklarını ve fiziksel gelişimlerini kalıcı olarak etkilediğini; tüm bunların da kardeşlerinin ölümlerini hızlandırdığını ileri sürdü. Charlotte, burada edindiği tüm deneyimleri ilerleyen yıllarda kaleme aldığı “Jane Eyre” adlı eserinde yer verdi.
İçlerinde Emily’nin de bulunduğu dört kardeş, evde babaları ve teyzeleri tarafından eğitildi. Emily, oldukça utangaç bir genç kadındı. Kardeşlerine çok yakındı, özellikle kırlarda dolaşırken sokak köpekleriyle arkadaş olurdu; bu yüzden herkes tarafından büyük bir hayvansever olarak tanınırdı. Resmî bir eğitim görme konusunda Emily ve kardeşleri eksik kalmışlardı lakin birçok yayımlanmış materyale de erişimleri vardı. Sir Walter Scott, Byron, Shelley ve Blackwood’s Magazine; favorileri arasındaydı.
Erkek kardeşlerine hediye gelen bir kutu oyuncak askerden esinlenen kardeşler, bu askerlerin yanı sıra kahramanları Wellington Dükü tarafından kurulan hayali bir dünyada var olan hikâyeler yazmaya başladılar. Lakin Emily’nin o dönemde kaleme aldığı çok az çalışma ilerleyen dönemlere aktarılabildi. Dört kardeş de başlangıçta Angria adlı bir dünya hakkında hikâyeler yazdı.
Emily ile kardeşi Anne, bir süre sonra Angria hikâyeleri yazmayı bırakarak mitler ve efsanelere merak saldılar. İki kardeş, yeni hikâyelerini Gondal adını verdikleri kurgusal bir adada yazmayı sürdürdüler.
Emily on yedi yaşına geldiğinde kardeşi Charlotte’un öğretmenlik yaptığı ancak vatan hasreti çekerek yalnızca birkaç ayın ardından ayrıldığı Roe Head Kız Okuluna gitmeye başladı. Charlotte, daha sonra yazdığı bir notta özgürlüğün Emily için nefes gibi olduğunu ve kardeşinin bu okulda nefessiz kalarak mahvolduğunu belirtti. Gürültüsüz, tenha ve sınırsız yaşam koşullarından, kendi evinden ayrılarak disiplinli ve rutin bir hayata geçmek, Emily’nin katlanamayacağı bir şeydi. Charlotte, eğer eve dönmezse kardeşinin öleceğini hissetti ve bunun üzerine Emiy’nin eve dönmesini sağladı. Lakin onun yerini Anne aldı; kardeşlerin amacı, kendilerine ait küçük bir okul açmalarına yetecek kadar eğitim almaktı.
Emily Eylül 1838’de, yirmi yaşındayken Halifax’taki Law Hill Okulunda öğretmenlik yapmaya başladı. Sağlığı hiçbir zaman çok iyi olmamıştı, dolayısıyla günde on yedi saat çalışmak sağlığını iyiden iyiye bozdu ve Nisan 1839’da eve döndü. Haworth’ta kaldığı süre boyunca yemek pişirme, ütü yapma, temizlik gibi işleri üstlendi. Bu süre zarfında kendi kendine Almanca öğrendi ve ayrıca piyano da çalıştı.
1842 yılına geldiklerinde okullarını açmadan önce Charlotte ile birlikte Fransızca ve Almancalarını ilerletmek umuduyla Belçika’nın Brüksel kentindeki Héger Pensionnat’a gittiler. Charlotte’un aksine Emily, Brüksel’de bulunmaktan rahatsızdı ve “Tanrı’nın beni yarattığı gibi olmayı diliyorum.” diyerek Belçika modasına uymayı reddetti, bu da onu dışlanmış biri konumuna sürükledi. Bu süreçte Heger, Emily’nin güçlü karakterinden çok etkilendi ve şu sözleri kaleme aldı: “O bir erkek olmalıydı: Harika bir denizci. Güçlü aklı, eskinin bilgisinden yeni keşif alanları çıkarırdı ve sağlam buyurgan iradesi asla muhalefet ya da zorluklarla yılmaz, hayat olmasa asla boyun eğmezdi. Mantığa karşı bir kafası vardı, bir erkekte olağan dışı görülen ve gerçekten kadınlarda daha nadir bulunan bir tartışma yeteneği vardı... Bu yeteneği bozan, onun inatçı irade azmiydi; bu da onu kendi istekleri veya kendi duyuları ile ilgili tüm akıl yürütme konusunda sertleştirdi. Doğru, endişeliydi.”
1844 yılında kardeşler bir okul açmaya çalışsalar da planları, öğrencilerini okullarının bulunduğu ücra bölgeye çekemedikleri için sekteye uğradı.
1844 yılında Emily o zamana dek yazdığı tüm şiirleri gözden geçirdi ve onları temize çekerek iki deftere kopyaladı. Birini “Gondal Şirleri” olarak adlandırdı, diğer ise isimsiz kaldı. 1845 yılının baharında Charlotte defterleri keşfetti ve şiirlerin yayımlanması konusunda ısrar etti. Emily ise mahremiyet sınırlarının ihlal edilmesine öfkelenerek başlangıçta reddetti ancak Anne kendi el yazmalarını çıkarıp Charlotte’a kendisinin de gizlice şiirler yazdığını açıkladığında yumuşadı.
1846 yılında kız kardeşlerin şiirleri; Currer, Ellis ve Acton Bell’in Şiirleri adıyla tek ciltte yayımlandı. Brontë kardeşler, isimlerinin baş harflerini koruyarak yeni takma isimler kullandılar; bu takma adlarda Charlotte “Currer Bell”, Emily “Ellis Bell” ve Anne “Acton Bell” idi.
1847 yılında “Uğultulu Tepeler” adlı eseri, Londra’da Thomas Cautley Newby tarafından yayımlandı. Bu eser, Anne Brontë’nin Agnes Gray’ini de içeriyordu. Yazarlar Ellis ve Acton Bell olarak belirtildi, Emily’nin gerçek adı kitabın üzerinde 1850 yılına kadar görünmedi. Romanın yenilikçi yapısı, döneminde eleştirmenleri bir hayli şaşırttı.
Uğultulu Tepeler’de yer verilen şiddet ve tutku detayları, Victoria kamoyuna ve birçok eleştirmene eserin bir erkek tarafından yazıldığını düşündürdü. Juliet Gardiner’e göre: “Canlı cinsel tutku, dilinin ve imgelerinin gücü eleştirmenleri etkiledi, şaşkına çevirdi ve dehşete düşürdü.”
Roman, çıktığı ilk dönemde birçok eleştirinin hedefi oldu ve ahlak dışı tutkuları tasvir ettiği için kınandı lakin ilerleyen süreçte bir İngiliz edebiyatı klasiği hâline geldi. Emily Brontë, eserinin yayımlanmasından bir yıl sonra öldüğü için romanının kazandığı şöhretin boyutuna asla bilemedi.
Zaman içerisinde Emily’nin sağlığı iyice zayıfladı. Bu sırada, 24 Haziran 1848 tarihinde erkek kardeşi Branwell aniden öldü. Emily, kardeşininn cenaze töreninde hızla akciğer iltihabına dönüşen ve tüberküloza yol açan şiddetli bir soğuk algınlığına yakalandı. Durumu giderek kötüleşmesine rağmen doktorları “kendisini zehirleyiciler” olarak gördü ve tıbbi yardımı reddetti.
19 Aralık 1848 sabahı Charlotte, kız kardeşinin durumundan korkarak şu notu kaleme aldı: “Her gün daha da zayıflıyor. Doktorun görüşü işe yaramayacak kadar belirsiz bir şekilde ifade edildi, onun almadığı bazı ilaçlar gönderdi. Tanrı’nın bize yardım etmesi için dua ediyorum.”
Öğle vakti Emily, yalnızca fısıltılarla ve soluk soluğa konubiliyordu. Son sözleriyle Charlotte’a: “Eğer bir doktor çağırırsanız, onu şimdi göreceğim.” dedi ama artık çok geçti. Emily, aynı gün içerisinde, öğleden sonra iki civarında vefat etti. Emily o kadar zayıflamıştı ki tabutu yalnızca 40 santimetre genişliğindeydi. Tabutu yapan marangoz, daha önce bir yetişkin için hiç böylesine küçük bir tabut yapmadığını söyledi.
Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Emily_Bront%C3%AB
https://www.britannica.com/biography/Emily-Bronte