Halikarnas Balıkçısı

Halikarnas Balıkçısı

Halikarnas Balıkçısı (d. 17 Nisan 1890, Girit – ö. 13 Ekim 1973, İzmir), asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan, Bodrum’a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarı.

1890 yılında babası valilik ve ordu kumandanlığı yapan Şakir Paşa Girit’te yüksek komiserlik görevinde iken Girit’te doğdu. Annesi İsmet Hanım’dır. Amcası II.Abdülhamit devri sadrazamlarından Cevat Paşa’dır. İlk öğrenimini Büyükada’da, orta ve liseyi 1907’de Robert Kolej’de tamamladı. Denizci olmak istemesine rağmen ailesinin ısrarı ile İngiltere’ye gitti. Londra ve Oxford Üniversitelerinde Çağdaş Tarih öğrenimi gördü. İstanbul’a dönünce gazete ve dergilerde yazıları çıkmaya başladı. Aile içi bir sorundan ötürü babası Mehmet Şakir Paşa’yı öldürdüğü için yargılandı ve kısa bir süre (3 yıl kadar) hapis yattı

1925’te kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin aldığı bir kararla idam cezasına çarptırılan dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey’in önerisiyle kalebentlikle Bodrum’a sürüldü. 3 yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum’da tamamladı. Cezasının son yarısını İstanbul’da tamamladıktan sonra, çok sevdiği insanları ve doğal güzellikleriyle kaynaştığı Bodrum’dan uzak kalamadı ve Bodrum’a yeniden dönüp yaklaşık 25 yıl kaldı. Bodrum’un antik çağdaki adı olan Halikarnas’ı mahlas olarak benimsedi. Bodrum’da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı. 1947’de taşındığı İzmir’de yazarlık ve turist rehberliği yaptı. 13 Eylül 1973’te İzmir’de vefat etti. Vasiyeti üzerine Bodrum’a gömüldü. HAYATI: Edebiyat dünyamızda Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir, İstanbulda 17 Nisan 1886 doğdu. Babası Mehmet Şâkir paşa, annesi İsmet hanımdır. Mehmet Şâkir Paşa, beş ciltlik Yeni Osmanlı Tarihi, Tarih-i İslam ve Osmanî, Selahaddin Eyyubî adlı eserlerin sahibidir; ayrıca, tercümeleri vardır. Mehmet Şâkir Paşa İstanbulda 1919da bir kaza kurşunu ile ölmüştür. Söylen-tilere göre bu kurşun Cevat Şakirin tuttuğu tabancadan çıkmıştır. Ancak Cevat Şâkir bu mahkemeden beraat etmiştir.

Cevat Şâkir çocukluk hayatının ilk yıllarını babası Şakir Paşanın eşçi olarak bulunduğu Atinada geçirir. Okula gitmeden önce, zamanın iyi öğret-menlerinden ders alan, mürebbiyelerin elinde yetişen yazar, öğretim hayatına Büyükadada Mahalle mektebinde başlar. Orta öğrenimini Robert Kolejinde tamamlar. Aynı yıl İkdam Gazetesinde ilk yazısı yayımlanır; bu, İngilizceden yaptığı bir tecrübedir.

Genç Cevat Şâkir, İngilterede denizcilik öğrenimi yapmak isterse de ailesinin ısrarı üzerine Oxfort Üniversitesinde son sağlar tarihi bölümüne kaydolur ve burada dört yıl okur. 1908 yılında yurda dönen Cevat Şâkir, 1925 yılına kadar geçimini haftalık dergilerde tercümeler, yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak temin eder. Türk basınında kapakçılığın gelişme-sinde katkısı vardır. Onun ömrünün bu devresini Zekeriya Sertel şöyle anlatır: İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rumcayı ana dili gibi biliyor ve bu dillerde hem konuşuyor hem de okuyup yazabiliyordu. Fazla olarak Latince biliyordu. Ünlü İtalyan şairi Dontenin Divane Comedia adlı eserini Latince ezbere okur, sonra Fransızca ve Türkçeye çevirirdi. Bütün bu meziyetlerinin dışında resimde yapardı. Fakat başından büyük bir kaza geçmiş, hapse düşmüş, gerek ailesi gerekse toplum onu kenara atmıştı. Ailesine dönemiyordu. İnsan-ların yüzüne çıkmaya da cesaret edemiyordu. Zengin bir ailenin çocuğu olduğu halde, işsiz, parasız, kimsesiz kalmıştı. Bir ara Rufai tekkesine giderek ruhunu tedaviye çalışmıştı.

Cevat Şâkir 1925 yılında Zekeriya Sertelin sahip olduğu Resimli Haftada yayınlanan Hapishanede idama mahkum olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler? başlıklı, asker kaçaklarının mahkemesiz kurşuna dizilmesini anlatan yazısı ileri sürülerek istiklal mahkemesine sevk edilir. Ankara İstiklal Mahke-mesinde yargılanır ve ‘memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak suçundan üç yıl kalebentlik cezası verilir. Cevat Şâkirin sürgün yeri Bodrum olarak kararlaştırılmıştır.

Bodrum hayatı onu çok etkileyecek, değiştirecektir. Yazar, bu bodrum yolculuğunu Mavi Sürgün adlı eserinde uzun uza diye anlatır. Ben avluya girdim, sokak kapısını kapadım. Avludan denize açılan kapıyı açtım. Hey! Açılan kapı, birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi Batı göğünde, günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkızıl çizgiler çekmiş-ti. Tanıdım! Tanıdım! İşte o! O!.. Orasını tâ erken çocukluğumdan tanıdım. Üç buçuk yaşımdayken babam Atinada büyükelçiydi. Falerde, hafızamın dünyaya ilk göz açtığı çağda, o denizi görmüştüm de apansızın güçlü bir tokat yemişim gibi dünya, tâ ayak uçlarıma kadar fısıldıyordu. Uyandım hem de pîr uyandım. Kaç yıldır, bu vakitler şimşek gibi gördüğüm bu dünyanın hasretini çekip duruyormuşum da farkında değilmişim. Bu satırlar, Cevat Şâkiri Halikarnas Balıkçısı yapan gücü ortaya koyduğu gibi yazarın eserinin temel kaynağını da gözler önüne serer. Onun Bodrum tabiatıyla karşılaşıncaya kadar geçen ömrünü hazırlık devresi saymak yerinde olur. Bu hazırlık devresin de batı kültürü, batı insanı çeşitli yönleri ve temel eserleriyle tanınmış; doğuya has insan sevgisi hissedilmiş; insanlığın temel değerlerine gidilecek yolda gerekli olacak bazı vasıtalar elde edilmiştir. Bodrum tabiatı, bu birikim zenginleşmesine; bu şahsiyetin kendisini sergilemesine zemin hazırlamıştır. Ömrünün bu dönemi tabiat ve insan sevgisinden kaynağını bulan yaşama arzusu ve yaratma isteğiyle şekillenen faaliyetlerle doludur.

Bodrumu cezası bittikten sonra da terk etmez. O, Bodrum, Ege tabiatı ve tarihiyle bütünleşir. Bu toprağın ilk sahiplerinden aldığı ilhamla ismini Hali-karnas Balıkçısı olarak değiştirir. Halikarnas Balıkçısı, edebiyat sahasına giren eserlerinin büyük kısmını da Bodrumda yazar. Çocuklarının ortaöğrenim çağına gelmesi, o yıllarda bu kasabada ortaokul bulunmaması sebebiyle ailesini İzmire nakleder. İzmirde, bir yandan İstanbulda ve İzmirde çıkan gazetelere yazılar gönderir; diğer taraftan turist rehberliğiyle uğraşır. Rehberlik kurslarında da hoca olarak görev yapar ve nihayet 13 Ekim 1973de, kanserden, hayata gözlerini yumar.

Hikaye yazmaya, heyecan verici magazin hikayeleriyle başlayan Halikarnas Balıkçısı, Bodruma gittikten sonra kaleme aldığı eserlerinde de bu tavrını sürdürür. Ancak onun tanınmasını ve kabul edilmesini sağlayan yazıları zengin ve renkli tabiat ortasında kaderleriyle mücadele eden insanlarla, onları istismara hazır olanlar arasındaki çatışmayı konu alan hikayeleridir. Bu hikaye-lerde miteloji, deniz ve gündelik hayat iç içedir.

Halikarnas Balıkçısı, tabiatı olduğu gibi seven, denizi, dağı, yıldızı, ağacı, akarsuyu, kuşu ve balığıyla tabiatı hikaye ve romanlarına aktaran bir yazardır. Tabiatı zihninde yaşayan değil, tabiatla iç içe olan bir yazar, ondaki tabiî şiiri-yeti anlayabilen nadir insanlardan biridir. Toprağa ve denize geniş bir kültür birikimi ve zengin bir gönül ile yaklaşır. Onda insan, kültür, dolayısıyla tarih, mekanın eseridir. Ege bölgesi ve Anadoluda yaşayan insan bu topraklar üzerinde çiçek açmış ve olgunlaşmış medeniyetlerin tabiî mirasçısıdır. Halikarnas Balıkçısı, bu düşünceye insan-mekan arasında ki ilişkilerden hareketle ulaşır. Söz konusu bölgede yaşayan insan, yaşama biçimi, adetleri, konuşması ve davranışlarıyla bu tabiatın ayrılmaz bir parçası durumundadır; sahnesi olduğu medeniyetler bu insanda varlığını sürdürmektedir. O, haldeki görünüşten uzak geçmişe, mitelojik döneme uzanırken, tabii manzarayla bütünleşen, maddi ve manevi kültür sahalarına giren eserlerle yaşayan insan arasında ilişki kurar. Varlığı kendi bütünlüğü içinde ele alır. Halikarnas balıkçısının hikaye ve romanlarında olaylar denizin üstünde, dibinde veya kıyısında çalışan insanların başından geçmektedir. Ege kıyısı insanların insanlarının, bin yıldır buralarda yaşayan halklardan ve kendilerinin pirî olan soylu denizcilerden süzülüp gelmiş inanç, töre ve mitolojileri vardır. Bu cennet kıyılardan buraların sırlarından uzak düşen roman kişileri pişman ve bahtsızdırlar. Velinimet denizi terk ederek büyük şehirlere düşenlerin çoğu ya acıklı bir serencama uğrayarak mahvolurlar, yada kendilerini hemen toparlayıp sevgili denize dönerler. Bu romanlardaki olayların çoğu, denizlerin ortasında sanki ölüme değil de Deniz tanrısının kucağına bırakılan gemicilerin felaket-leriyle sona ermektedir.

Kişilerin çoğu balıkçı, gemici, süngerci, dalgıç, kaptan, tayfa, gemi inşaat-çısı soyundan ekmeğini denizden bin güçlükle çıkaran insanlardır. Halikarnas Balıkçısının hikaye ve romanlarında kaynaşan bu kişiler kıt kanaat geçinirler, ama gönülleri zengin, yürekleri aşk ve şiir doludur. Eski mitoslardan sürüp gelen inançlara ve kadere mutlak şekilde teslim olmuşlardır. Halikarnas Balıkçısı üslûp ve tekniğe çok az önem veren ve fazlaca ihmal eden yazarlardandır. Denize ait gözlemlerini coşkun ve gür şiirli bir dille anla-tır, fakat üslûba, plana aldırmaz. Tahkiye-tasvir ve söyleşmeler arasında orantı kurmaya yanaşmaz. Cümleleri çok uzatır, bozukça söz dizimleri yapar ve bunları düzeltecek sabrı gösteremez. İlham ve sevgiyle yazar, fakat sanat disiplininden yoksundur.

Hikaye ve romanlarında olayların akışını keserek araya bilgiler sıkıştırması da, Ahmet Mithat Efendiyi andıran eksikliklerdir. Bunun yanısıra pek çok sayıda deniz ve denizci terimleriyle yüklü, canlı, okunaklı bir anlatısı vardır. Tarih romanlarında, Türk deniz tarihine ve Akdenize ait eski savaşları ve olayları bütün ayrıntılarıyla, kaptanlarıyla, gemi adları, leventleri, gemi çeşitleri ve iç bölünüşleriyle, bordaların olduğu özel mahalleriyle yaşamış gibi bildiği görülür. Balıkların adlarını, şekillerini ve çeşitlerini ve dalgıçlık ve süngercilik tekniklerini görülmemiş vukufla anlattır. Kıyılara, denize, balıklara, görünen görünmeyen derya sakinlerine ait efsaneler, inançlar, fıkralar nakleder

1926’dan sonra deniz hikâyeleriyle tanındı. Konularını Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi kıyı ve açıklarında gelişen, denize bağlı olaylardan çıkardı. İçinde yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği hür ve asi denizi, kaderleri denizin elinde olan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemileri zengin bir terim ve mitologya hazinesinden güçlenerek, denize karşı sonsuz bir hayranlıktan gelen şiirli, yer yer aksayan, ama sürükleyip götüren bir anlatımla hikâye ve romana geçirdi. Yazı ve düşünceleriyle Azra Erhat gibi döneminin önemli aydınlarını etkilemiş bir kişi olarak, çeşitli dillerden yüz kadar da kitap çevirmiş olan ve kendi eserlerinin sonraki baskıları yapılagelen Halikarnas Balıkçısı’na Kültür Bakanlığınca 1971 Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.

Cevat Şakir Bodrum’da yaşadığı dönemde arkadaşları ile ilk Mavi Yolculuk fikirini ve uygulamasını gerçekleştirmişlerdir. Bu mavi yolculuklarda yanlarına aldıkları şeyler: Peynir, su, istanköy peksimeti, tütün ve rakı idi. Mavi yolculukta gazete okumaz radyo dinlemezlerdi. Amaç dünyadan kaçmak ve medeniyetten uzak olarak kafayı dinlemektir. Haftalarca denizde kalınır sadece acil ihtiyaçları temin etmek için karaya çıkılırdı. Oysa ki bugün yapılan mavi yolculuklarda her türlü lüks mevcuttur. Bu yolcuklar yazarın edebî eserlerini de büyük oranda etkilemiştir. Geniş bibliyografyası Yeni Yayınlar dergisinin Ekim 1974 sayısındadır.