Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal; Osmanlı Devleti’nin dâhilî ve haricî pek çok siyasal, sosyal problem ve ayrılıkçı hareketlerle mücadele ettiği bir dönemde, Çorlu’nun Papayani Mahallesi’nde dünyaya geldi. Kaynakların ekseriyeti, doğum yeri ve tarihi olarak 29 Mart 1883 Çorlu üzerinde birleşmiş olmalarına rağmen TBMM Arşivi; Tercüme-i Hâl Varakası’nda, Esendal’ın kendi el yazması doğrultusunda 1884’te, İstanbul’da doğduğunu ve gençliğinin Çorlu’da geçtiğini belirtir.

Memduh Şevket Bey, Mehmet Şevket Bey ve Emine Şadiye Hanım’ın üç erkek çocuğundan biridir. Büyük kardeşi olan Esat Bey, çok küçükken ateşli bir hastalıktan ölmüş; küçük kardeşi Rafet Bey ise hayatı boyunca tarımla uğraşmış, bir dönem Çorlu Belediye Başkanlığı görevini yürütmüştür.

Memduh Şevket Bey’in soyu Girit, Hanya’ya dayanır. Baba soyu dört, anne soyu ise üç nesil geriye; bir başka ifadeyle XVIII. yüzyıla kadar götürülebilmektedir. Çorlu’da bu aileye Kâhyabeyler denilir; bu ad, Memduh Şevket Bey’in annesinin babası Ahmet Efendi’den gelir. Ahmet Efendi, Topkapı’da Silahtar Ocağı Kâhyası olan İbrahim Ağa’nın oğludur. Ahmet Efendi, Divan-ı Hümayunda kâtip iken Vidin Eyaleti Valiliğinde bulunan ve 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında önemli rol oynayan Ağa Hüseyin Paşa’ya kâhya olarak verilmiş ve kendisine Karakâhya denilmiştir. Bununla birlikte Neslihan Esendal; Memduh Şevket Esendal’ın anne tarafından soyunun, Yanık Hüseyin Kaptan’a da dayandığını belirtmektedir.

Memduh Şevket Bey’in babasının ailesi ise Nişastacızadeler olarak tanınır. Büyükbabası Necip Bey, Divan-ı Hümayundan Süleyman Naili Efendi’nin oğludur. Süleyman Naili Efendi de Nişastacızade Hüseyin Efendi’nin oğludur. Esendal bunu, büyük amcası Defterdar Tevfik Efendi’nin mezar taşını bulduğunda öğrenir. Memduh Şevket Bey’in babası, Kâhyabeyler ailesi içinde yetiştiği için asıl baba soyu olan Nişastacızade adından ziyade, karısının aile adını kullanmış ve “Kâhyabeylerin Şevket Bey” olarak anılmıştır.

Esendal’ın doğumundan çok önce İstanbul’dan Çorlu’ya göç eden ailesi; Avlanbey, İmrallı ve Çevrimkaya çiftliklerini satın alarak tarımla uğraşmışlardır. Memduh Şevket Bey’in torunu Neslihan Esendal, Giraylardan boşalan yerlere Karakâhyaların yerleşmiş olabileceğini ve söz konusu çiftlikleri de bu vasıtayla almış olabileceklerini belirtmektedir. Babalarının ölümü üzerine uzun süre kardeşler arası miras çekişmelerine sebep olan mezkûr çiftliklerden Avlanbey, Mehmet Şevket Bey’e intikal etmiştir. Esendal’ın çocukluk ve gençlik yılları, bu çiftlikte geçmiştir.

Dayısının kızı Faide Hanım ile evlenen Memduh Şevket Bey’in; M. Suat (1912), Ahmet (1915) ve Emine (1923) isimlerinde üç çocuğu olur.

Balkan Savaşı yenilgisiyle Osmanlı Devleti’nin, Makedonya başta olmak üzere önemli toprak kayıplarına uğraması, buradaki Türk nüfusunun büyük kafileler hâlinde İstanbul’a göç etmesine sebebiyet verir. Memduh Şevket Bey; Ağustos 1913’te kaleme aldığı Baba Halil adlı hikâyesinde, bu zorlu göç esnasında yaşanan güçlükleri betimlemektedir.

Memduh Şevket Bey ve ailesi de savaşın olumsuz sonuçlarından etkilenir ve Çorlu’dan ayrılmak zorunda kalır. Ardından 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı sebebiyle hükûmet tarafından ailenin topraklarına el konulur. Bir müddet sonra Memduh Şevket Bey’in babaannesinin başvurularına rağmen sonuç değişmez ve çiftliklere göçmenler yerleştirilir. Cevdet Kudret ve Salim Şengil, söz konusu toprakların I. Dünya Savaşı yıllarında askerî tarıma ayrıldığını belirtmektedir. Netice itibarıyla bu dönemde ciddi yoksulluk çeken aile, İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır. Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde ise Avlanbey Çiftliği’nin, Memduh Şevket Bey’in kardeşi Rafet Esendal’a intikal ettiği görülmektedir.

Dönemin siyasal ve sosyal seyri içinde düzenli ve sürekli bir eğitim hayatı görmeyen ve kendi deyişiyle; başta ilköğretim olmak üzere hiçbir mektepten mezun olamayan Memduh Şevket Bey, Çorlu’dan ilk olarak altı yaşında iken ayrılır. Babasıyla birlikte İstanbul’a gelerek annesinin babası Ahmet Efendi’nin yanında, Gedik Paşa Mahalle Mektebinde ilköğrenimine başlar. Okulun hocası, mahallenin de imamı olan Abdullah Efendi’dir. Bağırtkan, münakaşalı ve gürültülü terbiyeden korkan Memduh Şevket Bey, bu mektebe bir müddet devam ettikten sonra bir dayak hadisesine şahit olmasının üzerine mektebi bırakmak zorunda kalır.

Esendal, Seni Kahve Paklar adlı hikâyesinde eğitimin dayaktan geçtiğine inanan, “Bilmiyorsa döversin, öğrenir; okuyamıyorsa döversin, okur.” zihniyetinde olan Enver Efendi karakteri örneklemesinde; bilinçsiz, ezberci ve şiddete müstenit terbiye biçimini eleştirir.

Yedi, sekiz yaşlarında iken okulunu değiştiren Memduh Şevket Bey, Rehber-i Maarif isminde bir mektebe devam eder. Rehber-i Maarif Mektebini bitirdikten sonra Çorlu’ya döner ve Çorlu Rüştiyesinde eğitim hayatını sürdürür. Memduh Şevket Bey’in eğitimi ile ilgili bilgilere, anı özelliği taşıyan Rüştiye isimli hikâyesinde yer verilir. Hoca Ömer Efendi’nin müdürü olduğu Çorlu Rüştiyesinde daima sınıf birincisi olduğunu dile getiren Memduh Şevket Bey; iki katlı olan okulun elli kadar öğrencisinin bulunduğunu, iki geniş ders odasının olmasına rağmen birinin kapalı olduğunu ve üç sınıfın da bir ders odasında öğrenim gördüğünü belirtir.

Memduh Şevket Bey, rüştiye yıllarından bahsederken dönemin ezberciliğinden ve okuma yazma bilmeyen öğretmenlerin çokluğundan yakınır. Bununla beraber Memduh Şevket Bey, hafızaya kazınan bazı bilgileri ise okul müdürü Hoca Ömer Efendi’ye bağlamaktadır. Hoca Ömer Efendi’nin temel vasıflarından biri de bildiğini ezberleten değil, iyice okutan olmasıdır.

Memduh Şevket Bey, sınavlara birkaç ay kalmasına rağmen ailesinin işleri dolayısıyla rüştiyeyi bitiremeden okulu bırakmak zorunda kalır. Memduh Şevket Bey’in kendi kaleminden çıkan hatırat niteliğindeki yazılarında, rüştiyeden sonra Çorlu’da bir Yahudi mektebine gittiği, daha sonra Edirne İdadisinde öğrenim hayatına devam ettiği belirtilir.

Çocukluk yıllarında, içinde yetiştiği ortamın elverişli olmadığını belirten Memduh Şevket Bey; kendi gayretleri sonucunda okuma yazma öğrenir. Kızı Emine’ye yazdığı 12 Eylül 1938 tarihli mektubunda da Rusçayı, Frenkçeyi ve Farsçayı kendi gayretleri ile çalışıp öğrendiğini; tarihten, coğrafyadan ne biliyorsa bunları okula borçlu olmadığını tekrar eder.

Memduh Şevket Bey, sistemli bir eğitim hayatı görmemesine rağmen kendisini geliştirmeyi başarmış, bürokratik ve siyasi yaşamında önemli görevlerde bulunmuş; ön plana geçmeyi başarmış bir şahsiyettir.

Memduh Şevket Bey’in siyasi hayatı, 1906’da İttihat ve Terakki Cemiyetine girmesiyle başlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile başlayan siyasi hayatı, ölümüne kadar devam eder. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Esnaf Odaları Temsilciliği, cemiyetin İstanbul Kâtib-i Mesulu ve cemiyet müfettişliği gibi görevler ifa eder. Mezkûr görevlerinden dolayı Anadolu’nun birçok şehrini görme imkânı bulur. 1915’te, cemiyetin Ankara mümessili olur.

Mondros Mütarekesi’ni müteakip, İttihat ve Terakki erkânı yurt dışına kaçar. İttihat ve Terakki Fırkası kendisini feshedince İttihatçılar, İstanbul hükûmetince takibe uğrar. Takibe uğrayanlardan biri de Memduh Şevket Bey’dir. Memduh Şevket Bey, bir süre İstanbul’da muhtelif evlerde saklandıktan sonra İtalya’ya kaçmak zorunda kalır. Birkaç ay İtalya’da kalmasının ardından Antalya üzerinden Ankara’ya döner ve Millî Mücadele Dönemi’nde ulusal hareket saflarında yer alır.

Ölümüne kadar devletine hizmet edecek olan Memduh Şevket Bey’in, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil göreviyle yurt dışında bulunduğu yıllar, hayatının önemli bir bölümünü teşkil eder. 1920’de başlayan hariciye görevleri, aralardaki bazı kesintilerle birlikte 1941 yılına kadar sürer.

1920’de Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti Bakü’ye mümessil olarak atanan Memduh Şevket Bey’in bu görevi 1924 yılına değin devam eder. Memduh Şevket Bey, TBMM’nin hariciyeye gönderdiği ilk temsilci olmasının yanı sıra görev sahası bütün Kafkasya olur. Henüz o tarihte Kafkasya’da, Orta Asya’da ve Rusya’da TBMM’nin başka bir temsilcisi yoktur. 1924 yılında Rusların Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına son vermesi üzerine Memduh Şevket Bey, Bakü’den ayrılarak İstanbul’a döner.

Azerbaycan’daki darbe sonucunda Bakü’den ayrılan Memduh Şevket Bey, bir yıl aradan sonra Tahran’a atanır. 1925-1930 yılları arasında Tahran Büyükelçiliği görevini yapar. 1931-1933 yılları arasında Elaziz (Elazığ) Milletvekili olur. 1933-1941 tarihleri arasında ise Afganistan’ın başkenti Kâbil’de büyükelçi olarak hizmet ettiği sekiz sene boyunca, Türk-Afgan ilişkilerinin gelişme seyrine etki eder. 1941 yılına gelindiğinde kendi isteği ile memlekete avdet eder. Memduh Şevket Esendal; 25 Nisan 1941’de vefat eden Bilecik Milletvekili Salih Bozok’tan boşalan yere, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Bilecik Milletvekili olarak seçilir. Dâhiliye Bakanı Faik Öztrak, sağlık problemleri sebebiyle bakanlık vazifesinden affını rica edip ayrılınca bu görev, Esendal’a önerilir fakat Esendal, bu öneriyi kabul etmez. Bunun üzerine 1942 Mayıs’ında, CHP Genel Sekreteri Fikri Tüzer Dâhiliye Vekili olarak atanınca Esendal da CHP Umumi İdare Heyeti Azalığı ve CHP Genel Sekreterliği görevlerini üstlenir.

Parti teşkilatına hareketlilik kazandıran Esendal; Genel Sekreterliği dönemindeki siyasi faaliyetleri yanında, kültürel çalışmalara da ehemmiyet verir. Özellikle halkevleri ve halkodaları ıslahı için yoğun çaba içerisinde olur. Esendal, halkevlerini teftiş etmek ve yol göstermek amacıyla Halkevleri Yüksek Danışma Kurulunu kurar. Halkevleri ve halkodalarının memlekette yaygın bir hâl almalarını sağlar. Muhtelif şehirlerdeki halkevlerini ziyaret ederek eksiklerini gidermeye çalışır. Esendal’ın dikkat ettiği en önemli unsurlardan biri de kütüphanelerdir. Haziran 1942’de Eminönü Halkevini teftiş ederken ilk teftişi, halkevinin kütüphanesi olur. Bu duruma şahit olan İskender F. Sertelli şu ifadede bulunur:  “Ben devlet adamlarının bu gibi müesseseleri ziyaretlerinde işe ve teftişe, kütüphanelerden başlamalarına ilk defa rastladım.”

Esendal, Türkiye genelinde konferanslar yapılması yönünde uğraşlar vermiş; 1943 yılında sadece Ankara Halkevinde 1.724 konuşma ve konferans verilmesini sağlamış; bu etkinliklerde bir milyona yakın dinleyici kitlesi bulunmuştur. 1942-1943 yılı içinde halkevleri ve halkodaları kütüphaneleri için 230 çeşit eser alınarak halka ulaştırılmasını sağlamıştır.

Esendal, 1945’in başında Mihver Devletleri ile münasebetlerin kesilmesi, Almanya ve Japonya’ya savaş ilanı hususlarında TBMM’ye sunulan takrirlere imza atmış; 1942 yılında başladığı CHP Genel Sekreterliği görevini 1945 yılında bırakmıştır.

Esendal, 1946’da VIII. Dönem TBMM Genel Seçimlerinde tekrar Bilecik Milletvekili seçilir. Bu dönemde siyaseten geri planda kalmayı yeğleyen Esendal; milletvekilliği yanında, 1945-1950 yılları arasında çeşitli görevlerde de bulunur. 1946-1948 yıllarında Kızılay Yönetim Kurulunda yer alan Esendal, Kızılay İkinci Başkanlığı görevini yürütür. Dil Kurumu Bilim Heyeti ile 1947-1950 yılları arasında Birleşmiş Milletler Türk Derneği Başkanlıklarını yapar. 1949’da kurulan Avrupa Parlamentolar Birliği Türk Gurubu Başkanı olur. Yine 1949’da ilk genel kurul toplantısını yapan UNESCO Türkiye Millî Komisyonunun Başkan Vekili seçilir. 1950 Genel Seçimlerinde meclise giremeyen Esendal’ın Dil Kurumu Bilim Heyeti Başkanlığı hariç olmak üzere, siyasi hayatıyla birlikte belirtilen diğer bütün görevleri de sona erer.

Soyadı Kanunu kabul edildiğinde Memduh Şevket Bey, Kâbil Büyükelçisi’dir. Memduh Şevket Bey’in, aileye uyumlu bir soyadı vermek gayesiyle bu duruma kafa yorduğu ve çocuklarıyla sürekli istişare hâlinde olduğu görülür. Oğlu Ahmet’e yazdığı 7 Aralık 1934 tarihli mektubunda, soyadı konusunda bir türlü karar veremediğini belirterek kendisine yardımcı olmalarını istediği bilinir. Esendal’a göre ad; uzun olmalı, insan onu kısaltmak isteyince kısalmalı ve adın kendine göre bir dalgalanması, bir çetinliği de olmalıdır.

Türkçe karakter kullanımına önem veren Memduh Şevket Bey, Karakâhya ve Nişastacıoğlu gibi kendi soylarını ifade eden kavramların tam olarak Türkçe kökenli olmaması sebebiyle başka arayışlara yönelir.

Memduh Şevket Bey, nasıl bir isim bulmak istediğini bilir. Ona göre isim, özenmiş gibi Frenk adına benzemeyecektir. İçinde “Ö”, “Ü” harfleri olmayacak; sonu “U”, “İ”, “A”, “N”, “E” harflerinden biri ile bitecektir. Ermeni ve Rum adlarına benzemeyecek, kadın adına yakışacak, manası çok açık olmayacak lakin manasız da olmayacaktır. Okumuşların koydukları moda ve şehirli isimlerden çok köylü isimlerine benzeyecektir. Fakat istediği o ismi bir türlü bulamamıştır. Kâğıtlara yazdığı onlarca ismin kalabalığı ve kargaşası, içinden çıkamaz bir hâl alınca “Eski Türklerde ismi büyükler verirdi.” anlayışıyla İsmet Paşa’dan (İnönü) yardım almaya karar verir. Sonunda yıllık izin münasebetiyle Ankara’da bulunduğu sıralarda, bir gün konu ile alakalı söz açılınca vaziyeti İnönü’ye arz eder. Bunun üzerine İnönü de “Günden” soyadını uygun görür. Ancak nüfus idaresinde “Günden” soyadı başkasına verilmiştir. Memduh Şevket Bey, ikinci defa İnönü’ye durumu anlatınca İnönü bu sefer “Esendal” soyadında karar kılar.

Memduh Şevket Esendal, birçok bakımdan önemli vasıflara sahip bir değerdir. Devlet adamı kimliğinin yanı sıra, Türk edebiyatının da önemli şahsiyetlerinden biridir. 1950’lere kadar diplomatlık kariyerini de içeren siyasetçi ve devlet adamı kimliklerine sahip olan Esendal, 1950’lerden sonra ise daha çok edebî kişiliği ile hatırlanmaktadır. Esendal sırasıyla çiftçi, siyasetçi, diplomat, öğretmen ve hikâye yazarıdır. Uzun bir siyaset kariyerine sahip olmakla birlikte, hikâyeciliğe olan tutkulu bağlılığı ve kendisini milletin hikâyecisi olarak gördüğü bilinmektedir.

Türk hikâyeciliğinin gelişim çizgisinde kendine özgü bir yeri olan ve bu alana yeni bir tarz getiren Esendal, Çehov tarzı hikâyenin edebiyatımızda tanınmasına öncü olmuş aydınımızdır. Bununla beraber edebî kişiliği ve sanat hayatının birçok yönü, uzun bir süre karanlıkta kalmıştır. Bu durum, Memduh Şevket Esendal’ın çoğu zaman imzasız yazılarının yanında birden çok müstear isimler kullanması, yaşamı boyunca eserlerinin çok az bir bölümünü yayınlayabilmesi ve belki de politikadaki tanınırlığını sanat çalışmalarına karıştırmak istememesine bağlanabilir.

Çocukluğunda hekim olmak isteyen Esendal’ın edebiyata olan ilgisi ve sanat hayatının başladığı süreçlerle alakalı edebiyat çevresinde muhtelif görüşler söz konusudur. Yazı yazmaktan hoşlandığını ve çocukluğunda bile uzun mektuplar kaleme aldığını belirten Esendal’ın ölümü üzerine 18 Mayıs 1952 tarihli Ulus gazetesinde verilen Esendal biyografisinde, 17 yaşında iken Çorlu’nun mahallî gazetesinde yazı yazmaya başladığı belirtilir. İsmail Çetişli ve Muzaffer Uyguner, Esendal’ın sanat hayatının II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra başladığı konusunda hemfikirlerdir. Söz konusu yazarlara göre Esendal’ın ilk eseri; “M.Ş.” imzasıyla 17 Aralık 1908’de, Tanin gazetesinde yayımlanan Veysel Çavuş hikâyesidir. Ancak Esendal’ın bilinen ilk edebî eseri “M. Memduh” mahlasıyla Reşaşe-i Garam adıyla 1902’de İrtika gazetesinde ve Musavver Fen ve Edeb dergisinin 1318 (1902) tarihli nüshasında çıkar. Tahir Alangu da ilk yazılarının İrtika (20 Mart 1889-14 Mart 1902) ve Muzavver Fen ve Edeb (31 Ağustos 1899-1900) gazete ve dergilerinde çıktığını belirtmekte ancak verilen bilgiyi ispatlayacak herhangi bir detay vermemektedir. Mustafa Şerif Onaran ise Esendal’ın bilinen ilk hikâyesinin El Malının Tasası adıyla 1912’de çıktığını, bu hikâyenin 31 Mart 1925’te Meslek gazetesinde Vapur Davası adıyla yayımlandığını ve son olarak Temiz Sevgiler adıyla yeniden işlendiğini belirtmektedir.

Esendal’ın ilk hikâyesi Veysel Çavuş’tur. Mezkûr hikâye, 17 Aralık 1908’de Tanin gazetesinde neşredilmiştir. Bununla birlikte aynı gazetede Rüyada ve Mevla Kavuştursun isimli hikâyeleri de neşredilmiştir. Esendal’ın, Tanin gazetesindeki hikâyeleri yanında Kara Mehmed: Kandiye Muhasarası Vekayiinden, Ziraate Dair ve Geçen Lakırdılar adlı yazıları da neşredilmiştir. Esendal’ın, 1912 ve 1913 tarihlerinde Gödeli Mehmet hikâyesi dâhil olmak üzere sekiz hikâye yayımladığı bilinmektedir. Ancak bu tarihten 1924 yılına değin bir suskunluk dönemine girerek eser yayımlamaz. Dönemin konjonktürü göz önüne alındığında meydana gelen siyasal ve toplumsal hadiseler ile İttihat Terakki içindeki aktif görevlerinin, Esendal’ı bu tür bir tavır sergilemekten alıkoyduğu muhtemel sebepler dâhilindedir. Ancak Esendal’ın eser yayımlamayışı, onun söz konusu dönemde eser yazmadığı anlamına gelmemektedir. Çetişli’nin ifade ettiğine göre mezkûr dönemde yazdığı ve şartların düzelmesi için bir kenara koyduğu hikâye sayısı elli beştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Bakü Mümessili olarak Azerbaycan’a gönderilen Memduh Şevket Bey, burada hayatın bir parçasının konu edindiği ve “Durum Hikâyeciliği” denilen Çehov tarzı hikâyeden etkilenerek Türk hikâyeciliğine yeni bir tarz getirir. Memlekete döndüğünde 1924-1925 yıllarında arkadaşlarıyla çıkardıkları Meslek gazetesinde 35 hikâyesi ve Miras romanı yayımlanır. Bu süreçle beraber Esendal’ın sanatçı kişiliğinin ortaya çıktığı ve Türk edebiyatında yavaş yavaş yer edinmeye başladığı görülmektedir.

1925-1930 tarihleri arasında Tahran Büyükelçiliği yapan Esendal, bu süre zarfında bir suskunluk dönemine daha girerek eser yayınlamaz. 1932’de, Vakit gazetesinde 4 hikâyesi yayımlanır. Daha sonra Kâbil Büyükelçiliği (1933-1941) sırasında yine aynı gazetede Ayaşlı ve Kiracıları adlı romanı yayımlanır. Ayaşlı ve Kiracıları, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1942’de düzenlediği CHP Roman Yarışması’nda beşincilik alır. Esendal; söz konusu elçilik yıllarında, bahsedilen roman haricinde eser yayımlamamıştır. Rauf Mutluay, Esendal’ın eser yayımlamayışını; onun, yazdıklarını bekletme yoluyla hem onlar üzerinde yeni zamanlar beğenisiyle durarak düzeltmesine hem de dilini özleştirme olanaklarına kavuşmasına bağlamaktadır.

Esendal’ın siyasi hayatının, sanat hayatını etkilediği ve ürün vermesinin önüne geçtiği muhtemeldir. Siyasi kimliğini ve önemli görevlerini sanatçı kimliğinden ayırmak isteyen Esendal’ın İttihat ve Terakki disipliniyle yetiştiği perspektifinden bakıldığında bu suskunluk dönemini, onun yaptığı dış görevlerin ehemmiyet ve önceliğinde, devlet geleneğine olan hassasiyetinde aramak gerekir. Bununla birlikte sanat hayatı, siyasi hayatına göre ikinci planda kalmasına rağmen yazdığı 300’ü aşkın hikâye ve 3 romanla Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olacaktır.

Esendal, dış görevlerinden döndükten sonra Ülkü (1942-1945), Sanat ve Edebiyat gazetesi (1947), Seçilmiş Hikâyeler (1951-1952), Türk Dili (1951) dergileri ve özellikle Ulus gazetesinin pazar eklerinde yayımlanan hikâyeleriyle şöhretini genişleterek edebiyat hayatının en verimli dönemini, CHP Genel Sekreterliği’nden ayrıldıktan sonraki son 7 yılında geçirdiği söylenebilir.

Esendal’ın bilinen bir özelliği de birden çok isim kullanmış olmasıdır. Bunlar: M.Ş.E., M.Ş., Mustafa Memduh, Mustafa Yalınkat, M. Oğulcuk, İstemenoğlu, Esendoğlu, Esli, Meşe gibi müstear isimlerdir. Hikâyelerine neden ismini koymadığı sorusuna şu cevabı verir:

“Hâlbuki sanata ehemmiyet vermezsem yazılarıma imzamı koymamazlık yapar mıyım? Onlara imzamı koymamam, ehemmiyet verdiğimi göstermez mi? Yazılarımın altına imzamı koymuyorsam onların imza koyacak kadar değerli olduğunu kabul etmememden ileri geliyor... Nitekim namı müstearla yazılmış daha nelerim var. İnandığım hikâyeyi yazdığım zaman, bakın imzamı nasıl şakır şakır atacağım.”

1949 Mart’ında Esendal’ı evinde ziyaret eden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, söz arasında Esendal’a, niçin adını açıkça yazmadığını sorar. Esendal da: “Artık böyle tanındı, şimdi değiştirmek istemiyorum” cevabını verir.

Esendal’ın birden çok isim kullanması, edebiyat çevresinde muhtelif yorumlara sebebiyet verir. Şengil ve Uyguner; Esendal’ın birden çok imza kullanmasını, politikada kullandığı adını sanatına karıştırmak istememesine bağlarlar. Mehmet Başaran; Esendal için imzadan ziyade okuru anlatılana, hikâyeye yöneltmek istemesine yorar. Sait Faik de bu durumu, Esendal’ın edebiyata olan saygısına yorar.

Esendal, asıl ününü romanlarından ziyade hikâyeleriyle kazanır. Sıradan insanların hayat dramını çözmeyi kendine iş edinmiş ve çözmüş usta bir gözlemcidir. Çetişli, Esendal’ın hikâyeciliğini birincisi “arayış”, ikincisini de “ustalık” olmak üzere iki devreye ayırmaktadır.

Esendal, 1908-1920 yıllarını kapsayan arayış döneminde ele aldığı hikâyeleri ve Miras romanında, Türk edebiyatının genel karakteristik çizgisine bağlı kalır. Harici dünya ile ruhsal hâlin söylemini temel olarak ele aldığı devirde; eleştirici, betimleyici, çözümleyici olmasıyla göze çarpan toplumsal realizm anlayışı ön plandadır. İletmek istediği vurguyu belirgin bir şekilde tasvir eder ve böylece okuyucuyu kendi görüşlerine ortak etmeye çalışır. Bazı hikâyelerinde ferdiyetçi ve duyguludur. Kuvvetli bir mekân-insan, mekân-konu münasebetinin mevzubahis olduğu mezkûr öyküler; okurun merak hissini pekiştirecek olay örgülerine sahiptir. Genellikle alt katmandan seçilmiş olan karakterler idealize edilmiştir. Sait Faik, Esendal’ın kahvelerde oyun oynayan, kimseye zararı olmayan, kendi hâlinde bulunan insanları, pansiyonlarda ilgiden uzak kalan şahısları merak ettiğini; onların yaşayışından hikâyeler yapıp bize sunduğunu ifade etmektedir.

Esendal, daha çok Edebiyât-ı Cedîde hikâyesi geleneğine bağlı olmak ve Millî Edebiyat hareketinin ortaya koyduğu sonuçlardan bazı unsurları taşımakla birlikte, aynı zamanda kendine has bir hikâye yapısı arayışı içindedir.

Esendal, Bakü Mümessilliği sürecinde başlayan ve sanat hayatının ustalık devresini kapsayan 1921-1952 yılları arasında yukarıda da belirtildiği gibi Çehov tarzı hikâyeyi benimsemiştir. Bu dönem hikâyelerinde ve romanında yine gerçekçi sanat telakkisine sahip olmakla beraber, harici dünyayı hikâyeye konu ederken önemli derecede doğallığı temel alır. Kişilerin karakterlerine, mizaçlarına özgü durumlar; abartı ögelerine başvurulmadan işlenir. Yepyeni bir tarzın mahsulü olan hikâyeleri; hayatı gerçek taraflarından yakalar, gösterir. İlk etapta çok basit kaleme alındığı hissini veren hikâyelerinin, üzerinde biraz durulduğu zaman aslında yoğun bir düşüncenin ve emeğin ürünü olduğu anlaşılır. Genellikle giriş, gelişme ve sonuç döngüsünün dışına çıkarak doğrudan olayla başlayan hikâye örgüsü, belli bir sonuca varmadan nihayete erer. Haldun Taner’in ifade ettiği gibi, bizde klasik hikâye kalıplarına yüz çeviren ilk hikâyeci Esendal’dır.

Hem ele aldığı konular hem de konu edindiği insanlar bakımından Esendal’ı, sosyal realitenin öncüsü kabul etmek gerekir. Kendisi, Ayaşlı ve Kiracıları romanını o günkü toplumun şiddetli bir tenkidi olarak yorumlar.

Memduh Şevket Esendal alışılmışın dışına çıkarak yeni bir nizamın, yeni bir toplumsal ahengin, yeni bir neslin temsilcilerinden biri olmuş; Türk hikâyeciliğine yeni bir tarz getirmiş ve değeri sonradan anlaşılmış bir aydınımızdır. Onun belki de en önemli özelliği; Anadolu insanının yalınlığını, dolaysızlığını ve iyimserliğini güçlü bir gözlemle yakalaması ve hikâyelerine işlemesidir. Karakterlerinin çoğu fakir ama canlı insanlardır. “Ben, insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım. İnsanları yuğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve umutsuzluğa düşüren yazılardan hoşlanmam. Zaten tam bir refah içinde yaşamıyoruz. Bir de karanlık, kötü şeylerden bahsederlerse bize, onları okursak... Bu, insanları bir havana koyup ezmeye benzer... Hâlbuki insanların içlerinde bir umut olmalı... Yaşama umudu, neşe vermeli insanlara okudukları.” der. “Benim dilim kısa” diyen Esendal, eserlerinde yalın bir dil ve kısa cümleler kullanır. Esendal’a göre, sade ve anlaşılır bir lisan kullanmak, daha çok halkçı olmak manasına gelmektedir. Esendal’a göre eserin iyisi, kendi kendisini yazdırandır. Eserlerindeki kişiler canlıdır ve onları çevremizde görmek muhtemeldir. Sıkı bir gözlemcidir ve eserleri âdeta tasarlanmış birer senaryo gibidir. Onun sanatında okuma zahmeti diye bir şey yoktur. Sinemanın en canlısı ve başarılısı bile, onun yazısı kadar sinici değildir. Cahit Sıtkı Tarancı, Esendal’ın sanat hayatındaki mütevazılığına vurgu yaparak Esendal’ın anlatmak istediğini, şaşılacak bir doğallıkla konuştuğumuz Türkçenin en güzeliyle anlatan ve kendini beğenmiş, bilgiç hikâyeci edası olmadığını belirtmektedir. M. Şerif Onaran, Esendal hakkında şu analizi verir: “Yaptıklarının gerisinde durmaya çalışan alçak gönüllü bir insandı o! Siyasette de edebiyatta da sessiz bir gülümsemenin arkasına çekilmek istedi. Siyaset çığırtkanlarıyla edebiyat çığırtkanlarının ortalığı sardığı durumlarda, o gene kendi köşesine çekilmekle yetindi.”

1950 seçimlerinde Başbakan Şemsettin Günaltay başta olmak üzere birçok eski mebus, meclise giremez. Bunlardan biri de Memduh Şevket Esendal’dır. Partisinin iktidardan düşmesini, kendi adına iyi bir tesadüf olarak gören Esendal; böylece siyasi defterini de kapatmış olur.

Türkiye’de 1945’te tek parti rejiminden çok partili sisteme geçişin yaşanmasından beş yıl sonra iktidarın seçim yoluyla devredilmesi, demokrasi tecrübesi bakımından önemli bir ivme olarak değerlendirilmelidir.

Esendal’ın, yüksek tansiyon hastası olduğu ve bu hastalığın başına bir iş açmasından daima korktuğu bilinir. Tabii Esendal’daki bu korku, ölüm korkusu değil; insanlara yük olma, sevgilerini kaybetme korkusudur. Nitekim yüksek tansiyon sebebiyle beyin kanaması geçiren Esendal, 17 Mayıs 1952’de sabaha doğru vefat etmiştir.

 Şahsına münhasır bir yaşam tarzı ve hayatı algılaması olan Esendal, çok yönlü bir kişilikti. Devlet adamı kimliği yanı sıra Türk edebiyatına da önemli hizmetleri oldu. Esendal, memleketi her şeyin üstünde görürdü. Vatan sevgisi ve ideallerinden ödün vermedi. Mütevazı bir karaktere sahipti ve dolayısıyla ön planda olma hırsı taşımadan bir görev adamı sorumluluğuyla memleketine hizmet etti. Genel Sekreterliği zamanında makam koltuğunda değil, bir köşeye attığı tahta sandalyede otururdu. Onun elde ettiği tek maddi zenginliği, üzerine atılan vatan toprağıydı. Ölümü de hizmetleri gibi sessizce oldu.

 ESERLERİ

Roman:

Miras, 1924-1925 (Meslek gazetesinde tefrika edilir. İlk Baskı 1984)

Ayaşlı ile Kiracıları, 1934

Vassaf Bey, 1983

Hikâye:

Hikâyeler I, 1946 (23 Hikâye)

Hikâyeler II, 1946 (25 Hikâye)

Otlakçı, 1958

Mendil Altında, 1959

Temiz Sevgiler, 1965

Ev Ona Yakıştı, 1972

Sahan Külbastısı, 1983

Veysel Çavuş, 1984

Bir Kucak Çiçek, 1984

İhtiyar Çilingir, 1984

Hava Parası, 1984

Bizim Nesibe, 1985

Kelepir, 1986

Gödeli Mehmet, 1986

Güllüce Bağları Yolunda, 1992

Gönül Kaçanı Kovalar, 1993

Mutlu Bir Son, 2005 

Mektup:

Kızıma Mektuplar, 2001

Oğullarıma Mektuplar, 2003

Anı:

Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar, 1999

Kaynak: Türk Siyasi Hayatında Memduh Şevket Esendal, Cevdet TEKE, Doktora Tezi, 2021.