Nadide Kenter

Nadide Kenter

Asıl adı Olga Cynthia'dır. Ailesi, turneden turneye dolaşan ve bu süreçte kızları Olga'yı anneannesinin yanına bırakan tiyatrocular idi. Babasının vefatı üzerine annesi bir adamla Avusturalya'ya kaçtı ve Olga yine anneannesiyle kaldı. Anneanne, ne yapacağını bilemeyerek torununu acilen evlendirdi; Olga henüz 16 yaşında olduğu sırada eşi savaşa gitti ve uzun süre geri dönmedi. Olga bu sırada hamile idi ve Jack adını verdiği oğlunu dünyaya getirdi. 

Olga yaşamını bu şekilde sürdürürken Çamlıca’da, uşaklı, bahçıvanlı, muhteşem bir köşkte yaşayan, oturmasını kalkmasını, ecnebi lisanları bilen, yakışıklı bir delikanlı; yüksek tahsil için İskoçya'ya gönderildi. Olga, Londra'da düzenlenen bir partide bu genç ile karşılaştı. Genç adam, gördüğü ilk anda Olga'ya gönlünü kaptırdı ve bu hisleri karşılıklıydı. Olga, sohbetleri esnasında zaman zaman Hyde Park’ta at gezintisi yaptığını dile getirdi ve genç adam, sonraki günlerde soluğu Hyde Park’ta aldı. Böylece birlikte at bindikleri, yemekler yedikleri ve muhabbet ettikleri günler geçirdiler. Ancak bir süre sonra genç adam tahsilini tamamladı, Türkiye'ye geri dönmesi gerektiğinde Olga'ya birdenbire kendisiyle evlenip Türkiye'ye gelip gelmeyeceğini sordu. Olga sevinç çığlıkları ile bu teklifi kabul etse de genç adama oğlu Jack'ten bahsederek sevincini yarıda bıraktı. Ancak genç adam bunun sorun olamayacağını dile getirerek, "Oğlumuzla gideriz." dedi. 

Orient Express ile İstanbul'a geldiler. İstanbul bu dönemde işgal altındaydı. Faytona binip köşke geldiklerinde güzel bir karşılama bekleseler de genç adamın ailesi tarafından "Nereden bulup getirdin bu gâvuru?" tepkisiyle karşılaştılar. Zira memleket İngiliz işgali altındaydı ve onlara göre İngiliz gelin olacak iş değildi. Olga ve sevgilisi, aşklarına güvenerek her türlü zorluğa göğüs germeye karar verdiler.

Olga; sevdiği adam uğruna kara çarşafa girdi, Müslüman oldu ve Nadide ismini aldı. Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken İstanbul’a inen bu genç kadının nüfus kâğıdına, doğum yeri olarak Bandırma yazıldı. Çünkü nüfus memuru doğum yerinin Londra olduğunu gördü, "Londra-Mondra olmaz, olsa olsa Bandırma’dır!" diyerek kendi bildiği şekilde kaydetti. 

İşgal bitip Cumhuriyet kuruldu, Nadide'nin eşi Ahmet Naci Bey; Lozan’da İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü oldu. Bu dönemde, hariciyecilerin eşlerinin ecnebi olamayacağına dair bir kanun çıktı. İnönü, pek beğendiği delikanlıya kıyamadı: "Boşan, birlikte yaşa, mesleğine devam et." dedi. Delikanlı ise bu teklifi bir hakaret olarak kabul ederek: "Benim için ailesini, memleketini, dinini terk eden eşime bunu yapamam; mesleğimden vazgeçerim, aşkımdan asla!" dedi. Bunun üzerine istifa etti ve ufak tefek işler yaparak evinin geçimini sağlamaya çalıştı. Memur olmayanlara hayatın çok zor olduğu bir dönemde biriktirmiş oldukları paraları, gümüşlerini kaybettiler ve ardından köşkü satmak zorunda kaldılar. Bir gecekonduda yaşamaya başladılar. Çocukları olduğunda altlarına saracak bez bulamadıkları için çarşaflarını yırtarak bez yaptılar. Nadide, oldukça iyi şartlarda yetişen eşinin kendisi için katlandığı koşulları ve dimdik duruşunu gördükçe ona yeniden âşık olsa da Ahmet Naci, kahrından alkole başladı. 

Nadide, birkaç kuruşa muhtaç oldukları dönemde bile sokakta bulduğu yardıma muhtaç hayvanları evine getirip bakıyor, besliyordu. Bir keresinde hastaneden atılmış iki çocuklu bir kadına evini açtı; sokakta dilenen bir nineye kendi yatağını verdi, aylarca baktı, yıkadı, pakladı; komşuların dedikodusuna aldırmadan kaçak olarak yaşayan, dara düşmüş bir Fransız’ı sofrasına oturttu ve çocuklarına kuru ekmeği paylaşmayı öğretti.

Bir gün, İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi ve kendisine: "Çocuklarını al, İngiltere’ye dön, eğitimlerini üstlenelim, sosyal güvencen olsun.” teklifinde bulundular. Nadide onları evinden kovdu ve: "Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim! Benim için hayatını feda eden eşimi paraya değişmem!" dedi. 

Müşfik Kenter ve Yıldız Kenter'in annesi olan Nadide Kenter, zatürreden vefat etti.