Rasim Özdenören

Rasim Özdenören

Rasim Özdenören, 1940 yılında Maraş’ta ikinci dünya savaşının olduğu yıllarda, Anadolu’da memurluk yaparak geçimini temin eden bir ailenin ikiz çocuğu olarak doğdu. İkiz kardeşinin adı Alâeddin’dir. Yazarın babasının anne tarafı Çankırı, babasının baba tarafı ise Gönenlidir. Yazarın anlattığına göre dedeleri 350-400 yıl önce İstanbul’a, Eyüp’e göç etmiştir. Anne tarafı ise Maraşlıdır. Annesi, anne tarafından Necip Fazıl Kısakürek ile akrabadır.

Babası Hakkı Bey, çocuklarının okumasını teşvik etti, hanımının istemesine rağmen, “paranın tadını alırlarsa okuma hevesleri gider.” diyerek çocuklarını yaz tatillerinde hiçbir zaman çalıştırmadı. Yazarın babası, annesiyle nişanlı olduğu dönemde bir hastalık, ruhi bir sıkıntı geçirdi. Fransız Hastanesinde tedavi olan babası, hastaneden taburcu olacağı esnada ilginç bir olay yaşandı. Hastanenin bir Rum hemşiresi kendisini taburcu etmeye gelen kardeşi Basri Bey ve yengesi Rukiye Hanıma, Hakkı Beyin bekâr olup olmadığını sordu. Yengesi Rukiye Hanım, nişanlı olduğunu, iyileşince evleneceğini söyledi. Rum hemşire bunun üzerine ‘eğer Hakkı Bey evlenirse çocukları hep ikiz olur’ dedi. Neye dayanarak bunu söylediği belli olmayan Rum hemşirenin dedikleri doğru çıktı. 

Annesinin anlattıklarına göre, altı aylıkken yürümeye, dokuz aylıkken de konuşmaya başladı. 

Ninesinin anlattığı masalların kişiliklerinin oluşması, hayal dünyalarının genişlemesi ve edebiyat zevki kazanmalarında büyük etkileri oldu. 

Özdenören; 1945 yılında, daha sonra kendisi için büyük bir tutkuya dönüşecek olan sinemayla tanıştı. 

İkiz kardeşiyle ilişkisi çok derin ve yakın oldu. Birbirlerini hiç kıskanmayan ve birbirlerine hiç küsmeyen iki dost oldular. Özdenören, kardeşini sadece bir kez kıskandı: “Alâeddin’i, bir, o son günde kıskandım: yıkanmak üzere teneşire uzatılmış gördüğümde. Vakur ve muhteşem bir durusu vardı orda. 63 yıllık hayatımız esnasında, onu, yalnızca, o teneşirin üstünde uzanmış yatarken görünce kıskandım, niye ben de orada değilim diye için için yanarak…”

Lise yıllarında Hamle dergisi ile tanıştı. Bu, lisenin yayın organı olarak edebiyat öğretmenlerinin gözetiminde, Nuri Pakdil adındaki mezun olmuş bir öğrenci tarafından çıkarılan edebiyat dergisiydi. 

Lisede sınıf arkadaşları arasında Cahit Zarifoğlu ve ağabeyi Sait, Erdem Bayazıt, Ali Kutlay, Hasan Seyithanoğlu, Özcan Tamer ve İhsan Özkan gibi sonradan adlarını Türkiye’nin duyacağı kişiler de vardı. Özdenören, yazı yazmaya o dönem, birlikte okuduğu bütün arkadaşlarının aksine şiirle değil de öyküyle başladı. Maraş’taki Hizmet gazetesinde sürekli ve düzenli olmamakla birlikte yazı yazmaya başladı. “Akarsu” adlı öyküsü, 1 Ocak 1957 tarihinde Varlık dergisinde yayımlandı. Bu, yazarın basılan ilk öyküsü oldu.

Özdenören, 1958 yılının Eylül ayında Hukuk Fakültesi’ne kaydolmak üzere İstanbul’a gitti. Aynı fakültenin son sınıfında beklemeli olan Nuri Pakdil’i de daha yakından tanıma fırsatı buldu. Dostoyevski, Özdenören’in en çok etkilendiği yazarlardan oldu. Ona göre Dostoyevski, 20. yüzyıl romanını, felsefesini, psikolojisini etkilemiş bir yazardı. Dostoyevski, yazara göre Freud’tan önce bilinçaltının derinliklerine gitmiş bir yazardı.

İstanbul’da Sezai  Karakoç’la tanışan Özdenören, artık ondan ayrılmadı. Aralarındaki yaş farkına rağmen çok iyi dost oldular. Hatta bu, dostluktan da öte bir yakınlıktı. Özdenören’e göre bu yakınlık, “Kelimenin isabetli anlamıyla bir şeyh-mürit ilişkisidir.” Erdem Bayazıt’a göre ise bu ilişki, Mevlâna ile Şems arasındaki ilişkiye benzer bir ilişkidir. 

Karakoç, Özdenören’in fikri yapısını en çok etkileyen kişi oldu. Hatta bu etkileyiş öyle bir noktaya vardı ki Özdenören, Karakoç’la tanıştıktan belli bir süre sonra yazı yazmayı bıraktı. Özdenören, Necip Fazıl ile tanıştıktan sonra yayımlandığı dönemlerde Büyük Doğu dergisine de gidip gelmeye başladı. Birçok yazar ve şair için okul vazifesi görmüş olan Büyük Doğu dergisinde üstadın kendisine verdiği görevleri yerine getiren yazar, Necip Fazıl’ın yanında bulunduğu sürece fikir ve sanat bakımından daha da olgunlaştı. 

Özdenören, Hukuk Fakültesi’ne devam ederken 1962 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü’nün sınavını kazanarak oraya kayıt yaptırdı ve iki fakülteyi aynı anda okumaya başladı. Fakat lisedeki öğrenciliğinin aksine dersten başka her şeyle ilgilendi. 

1964 yılında Karakoç’un da teşvikleriyle, biraz farklılık arz eden bir çalışmasıyla okurların karşısına çıktı. George Orwell’ın ünlü eseri, Hayvan Çiftliği’ni Türkçeye çevirdi. Kitap, Bedir Yayınları tarafından basıldı. Özdenören, böylece ilk kez bir çeviri kitapla okurların karşısına çıkmış oldu. 

1964-1965 yılları arasında Ahmet Kutlay adlı arkadaşıyla haftalık Yeni İstiklâl gazetesinin sanat-edebiyat sayfasını yönetimini üstlendi. Ancak gazetenin bünyesinde yer almadı, çalışmalarını dısarıdan yürüttü. Yazar, gazetenin sanat- edebiyat sayfasını yönetirken asıl adını kullanmayarak Celil Kahvecioğlu, müstear adını kullandı. 

Cahit Zarifoğlu ile Mağara adında bir dergi çıkarmak istediyse de Sezai Karakoç’un reddetmesi üzerine bu fikir başlamadan son buldu.

Mart 1966’da, Diriliş dergisi 6 yıllık aradan sonra tekrar çıkmaya başladı. Dergi çıkmaya başlayınca Karakoç, Özdenören’in de katkılarını istedi. Dergi teknik sıkıntılarına rağmen Türkiye çapında büyük bir ilgi gördü. Özdenören, ilk sayısından itibaren öyküleriyle dergide yer almaya başladı. “Yıkıntı, Dönüş, Profil, Yankı, Kundak” gibi öykülerle, “Romanın Çıkmazı” adlı denemesi Diriliş’te yayımlandı. Özdenören, yazı ve tercümelerinin yanında derginin mutfağında da bulunarak Karakoç’a yardım etti.

1967’de Ebu’l A’la El- Mevdûdi’nin İslam’da Devlet Nizamı adlı eserini Hilal Yayınları’nın talebi üzerine Türkçeye kazandırdı. Kitap, aynı yayınevi tarafından Ankara’da basıldı.

1967’de hukuk fakültesinden mezun oldu. Özdenören, Karakoç’un tavsiyesine uyarak Ankara’ya gitti ve İstanbul’da başladığı avukatlık stajına orada devam etti. Turgut Özal’ın müsteşarlığını yaptığı Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman yardımcısı olarak işe başladı. 

İlk kitabı, Hastalar ve Işıklar adıyla Fatih Yayınevi tarafından basıldı.

Özdenören’in bu ilk kitabıyla kendine ait bir hikâye dili kurmayı başardığı görülmektedir. Hastalar ve Işıklar’da bireyi merkeze alarak toplumsal bağlarından kopartılmış insanın trajedisini anlatan Özdenören, daha sonraki öykülerinde de çatışma, kendine ve çevresine yabancılaşmış, kişilerin kendileriyle ve çevreleriyle yaşadıkları sorunları anlatmaya devam etti. Yazar, ilk kitabından bin lira telif ücreti aldı. Kitap, o yıllarda Özdenören’e göre hak ettiği ilgiyi görmedi; ancak Karakoç’un tespiti daha en başta ortaya çıktı. Kitabı değerlendiren hiçbir eleştirmen, “Kan Otları”na değinmeden eleştirisini tamamlamadı.

1969’da Nuri Pakdil, M. Akif İnan, Erdem Bayazıt’la birlikte Edebiyat isimli bir dergisi çıkardılar. Böyle bir derginin çıkarılması Sezai Karakoç’u çok üzdü. Derginin çıkışını kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak algıladı. Büyük tepki gösterdi. Karakoç, o günden sonra Edebiyat dergisinin kadrosuna bir daha dostluk göstermedi. Özdenören dışındaki ekiple ilişkisini kesti. Hatta Özdenören’le de eski dostluğu kalmadı. 

Özdenören, 29 yaşında Ayse Hanım’la sözlendi. Ancak DPT’den izin alamadığı için kendi nişanına gidemedi. 

O sıralarda burs talebi kabul görünce yurt dışına, Amerika’ya gitti. Kalkınma ekonomisi yüksek lisansına başladı. 

Özdenören, Amerika’da bulunduğu süre içinde hiç yazı yazamadı; ancak sık sık mektup yazdı. Bu mektuplar en az 3-5 sayfaydı. Mektuplaştığı kişiler, başta anne babası, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu ve kardeşiydi. Özdenören, mektuplarında kendini anlatmaktan çok Amerika’da şahit olduğu, mektubu okuyan kişinin ilginç bulacağı şeyleri anlattı. Özdenören, Nuri Pakdil’e yazdığı mektuplardan birinde Amerika’yı şöyle anlattı: “Amerika; servet, israf ve fuhuş kelimelerinin çevresinde özetlenebilir.” 

Özdenören, 1972 yılında tercüme ettiği üçüncü kitabını yayımladı. İslam Devletinde Mali Yapı adıyla Prof. Dr. Selim A. Sıddıkî’den çevirdiği kitap, İstanbul’da Fikir Yayınları tarafından basıldı. 

Nuri Pakdil, Özdenören askerdeyken elindeki öyküleri toplayıp Edebiyat dergisi yayını olarak bir kitap haline getirdi. Özdenören’e Kitabın adı ise Çözülme olarak belirlendi. Böylece yazarın ikinci telif eseri de yayımlanmış oldu. Özdenören, Çözülme’de günümüz insanının değerlerinden kopmuş olması nedeniyle içine düştüğü bunalımlar ve çözülmeyle birlikte gelen sorunların aileye yansıması üzerinde durdu. 

1974’te Üçüncü öykü kitabı Çok Sesli Bir Ölüm, Edebiyat Dergisi Yayınları tarafından basıldı. Bireyin bilinçaltına, ruhsal sorunlarına ilişkin açılımlarıyla dikkat çeken Çok Sesli Bir Ölüm, insanın yasadığı sorunları kültürel ve ekonomik temelleriyle anlatması bakımından dikkat çekici bir eser oldu. 

1975 yılında Rasim Özdenören, Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki görevinden istifa etti. Özdenören’in yeni görevi Kültür Bakanlığında Bakanlık Müşavirliği oldu.  

Mavera adıyla 1976’da yeni bir dergi yayımladılar. Mavera’nın edebiyat dergilerinde az görülen özelliği  yayın hayatına hiç ara vermeyişidir. Kendilerini takip ettiği Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergileri çeşitli nedenlerle yayınlarına sık sık ara vermelerine rağmen

Mavera, müesseseleşmesiyle de alakalı olarak, istikrarlı bir şekilde yayınına son verdiği 164. sayıya kadar çıkmaya devam etti. Mavera dergisi genç yazar ve şairler için bir okul vazifesi gördü. 

Özdenören’in Çok Sesli Bir Ölüm adlı öyküsünden Yücel Çakmaklı ve Tuncay Öztürk’ün yönetiminde TRT adına çekilen televizyon filmi, Uluslararası Prag TV Filmleri yarışmasında jüri özel ödülü aldı. Özdenören’in bu öyküsünün filme aktarılmasından 5-6 ay sonra bu kez Çözülme adlı öyküsü yine TRT adına Yücel Çakmaklı tarafından sinemaya uyarlandı. 

Kültür Bakanlığındaki müfettişlik görevinden 1978’de istifa etti. 

Özdenören için 1978 yılı belki de Sezai Karakoç’la tanıştıktan sonraki en önemli dönemeçlerden oldu. Özdenören, 1978 yılında tasavvufla tanıştı. 

Yeni Devir gazetesinde tefrika edilmiş olan Gül Yetiştiren Adam adlı romanını da aynı yıl yayımlandı. Özdenören, Gül Yetiştiren Adam romanında Batılılaşma süreciyle birlikte ülkede ortaya çıkan yeni durumu ve meselenin yeni kuşaklara yansımasını ele aldı. Roman ilgiyle karşılandı. Yazarın en çok okunan, üzerinde durulan eserlerinden biri oldu. Romanın adı, daha sonraları çeşitli çevrelerce yazarın adının yerine kullanıldı. 

Özdenören, 1984 yılında önemli bir ödül aldı. Türkiye Yazarlar Birliği, kendisine Denize Açılan Kapı adlı öykü kitabıyla Yılın Hikâyecisi ödülünü verdi. 

Özdenören, farklı üslûbuyla olaylara getirdiği değişik açılımlar neticesinde okuyucudan büyük bir ilgi görmeye başladı. Deneme türündeki eserleriyle âdeta bir neslin yetişmesinde önemli görevler üstlenmeye başladı. Özdenören’in okuyucudan gördüğü ilginin farkında olan yayınevleri peş peşe, yazara kitaplarını yayımlama teklifi götürdü. Özdenören de zaten kimseyi kırmayan bir özellikte olduğu için yayınevlerinin tekliflerini kabul etti. 

1995’te Yeni Şafak gazetesinde yazmaya başladı. 

Özdenören, 26 Haziran 2003 tarihinde hayatındaki en büyük acılardan birini daha yaşadı. İkiz kardeşi Alâeddin Özdenören’i ebedî âleme uğurladı. 

Özdenören, 1967 yılında girdiği, bir dönem ayrıldığı ama sonra tekrar girdiği Devlet Planlama Teşkilatından 2005 yılında emekli oldu. 

Özdenören, 2006 yılına gelindiğinde 50. sanat yılını kutladı. Yazarın 50. sanat yılı tüm ülkede ses getirdi. Çok sayıda yazar, Özdenören’i anlatan yazılar kaleme aldı. Görsel medyada da yazarın 50. yılını unutulmadı, çeşitli programlarla Özdenören’in Türk edebiyatındaki yeri gündeme getirildi. 

Özdenören, 23 Temmuz 2022'de tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybetti.

Geleneksel anlatının imkânlarıyla ilk öykülerini yazmaya başlayan Rasim Özdenören, yetiştiği toplumun ve medeniyetin değerlerinden hareketle, yaşadığı çağın sorunlarına sergilediği duyarlı tavır gereği, öykülerinde mensubu bulunduğu medeniyete has geniş kültürel bakış açısını etkin kılmaya çalışarak evrenselliği yakalamaya çalıştı. Böylece yeniliğe açık öyküleriyle kendine has bir dil ve üslup geliştirerek yeni bir anlatım biçimine yönelen, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri oldu. 

Tanzimattan beri Batılılaşma kavramı etrafında, edebî eser yazmanın düstur edildiği ve Cumhuriyet dönemine kadar geçen süreçte, özellikle ideolojik dayatmaların etkisiyle toplumun temel dinamiklerinden uzak bir anlayışla edebî eser meydana getirmenin yazarlıkla eşdeğer kabul edildiği dikkate alındığında Özdenören; Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi önemli beslenme kaynaklarının etkisiyle yerli düşünceyi, sanatının hareket noktası olarak seçti ve sanatı, Anadolu medeniyetine has değerlerin estetik düzlemde ifadesine hizmet eden bir araç olarak algıladı.

ESERLERİ:

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

Kafa Karıştıran Kelimeler

Müslümanca Yaşamak

Yaşadığımız Günler

Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı

Çarpılmışlar, Çözülme

Çok Sesli Bir Ölüm

Gül Yetiştiren Adam

Hastalar ve Işıklar

Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti

Ruhun Malzemeleri

Ben ve Hayat ve Ölüm

Yeniden İnanmak

Denize Açılan Kapı

Red Yazıları

Acemi Yolcu

İpin Ucu

Çapraz İlişkiler

Kent İlişkileri

Kuyu

Edebiyat ve Hayat

Yüzler

Köpekçe Düşünceler

Düşünsel Duruş

Toz

Aşkın Diyalektiği

Eşikte Duran İnsan

Yazı, İmge ve Gerçeklik

Ansızın Yola Çıkmak

Hışırtı

İki Dünya

İmkânsız Öyküler

Siyasal İstiareler

Açık Mektuplar

Kaynak: Rasim Özdenören Hakkında Bir Monografi Çalışması, Doktora Tezi, Ayhan Bulut, Ankara, 2013.

Rasim Özdenören - Hayatı, Sanatı, Eserleri- Yüksek Lisans Tezi, Mehmet Nezir Eryarsoy, İstanbul, 2008.