Zeyd bin Harise

Zeyd bin Harise

575 yılında Yemen’de doğdu. Sekiz yaşında ailesinin yanından kaçırılarak Mekke’ye götürüldü. Burada köle olarak satıldı. Hakim bin Hizam onu alarak halası Hatice’ye hediye etti. Hazreti Hatice, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’le evlendikten sonra, onu Peygamber Efendimiz’e hediye etti. Yıllar sonra Zeyd bin Harise’nin izine ulaşan ailesi, onu geri almak istedi. Peygamber Efendimiz’in kendisine, dilediği gibi davranmasını söylemesi üzerine, onun yanından ayrılmak istemedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onu evlat edindiğini bildirdi. Müslüman olan ilk dört kişiden biridir. 622 yılındaki hicrete katılarak, Mekke’den Medine’ye göç etti. İslam’ı tebliğ için Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’le birlikte Taif’e gitti. Taifliler onları kovarak, taşa tuttu. Zeyd bin Harise’nin, Peygamber Efendimiz’i taşlardan korumak için kendini siper etti. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldı. Bizans Ordusu’yla yapılan Mute Savaşı’nda İslam Ordusu’nun kumandanı olarak görevlendirildi. 629 yılında Mute Savaşı’nda şehit edildi. HAKKINDA YAZILANLAR Azad istemeyen köle Zeyd bin Harise Düşmanlıkların ayyuka çıktığı ve ortalığın eşkıya kaynadığı cehalet devri. Evlerin soyulduğu, kervanların basıldığı, insanların tutsak edildiği yıllar... Yemenli bir ana oğul, sevdiklerinin hasretini dindirmek için yola çıkarlar. Ancak hasım kabilenin cengaverleri Suda Hatun ile oğlu Zeyd’i yakalar, esir tüccarlarına satarlar. İnsan tacirleri bunları hayvan gibi bağlar ve Ukaz Panayırına getirip satılığa çıkarırlar. Mekke eşrafından Hakim bin Hizâm mahzun bakışlı Zeyd’e kıyamaz. Onu satın alır ve şefkatle kucaklanacağı bir eve (halası Hazret-i Hatice’ye) bırakır. Hatice (radıyallahü anha) bu sevimli çocuğu çok sever, onu kocasına hediye eder. Hazret-i Muhammed köle kullanmaktan hoşlanmaz, boynu bükük yavrunun başını okşar ve hürriyetini bağışlar. Evet Zeyd’in yaşı küçüktür ama saf değildir. Uğruna Kâinatın yaratıldığı Server’in farkını fark edecek kadar akıllıdır. Hakiki hürriyetin “ona köle olmaktan” geçtiğini çok iyi anlar. Azad edilmesine rağmen bu kapıdan ayrılmaz. Hoş, ona ne annesi Hazret-i Hatice’den daha iyi bakabilir, ne de babası Muhammed Aleyhisselam kadar ilgilenebilir. Zeyd, fıtraten temizdir ama bu kutlu eşikte tevazu, merhamet, cömertlik, ahde vefa gibi güzel huylarla donanır. Güleryüzlüdür, tatlı dillidir, efendiliği ile göz kamaştırır. İnsana güven verir, görenin içi ısınır. Eh adı “emin”e çıkan bir Resul’ün terbiyesinden geçen biri başka nasıl olabilir ki. Aradan yıllar, uzun yıllar geçer. Efendimiz İslâmı duyurmakla vazifelendirildiğinde Zeyd seve seve iman eder ki, Hatice, Ebû Bekir ve Ali’den (radıyallahü anhüm) sonra dördüncü Müslümandır. Karar kendisinin Bu arada evlad hasreti ile yanıp tutuşan Harise deli divane olmuş, köşe bucak oğlunu aramaktadır. Hani öldüğünü bilse koşup mezarına kapanacaktır ama habersizlik daha acıdır. Nerede bir çocuk görse yüreği yanar, sabah rüzgarlarına, aya, güneşe haber sorar. Oğulları Kays, Amr, Yezid ve Cebel’e “vasiyetim olsun” der “Zeyd’imi bulun ve ona iyi bakın”. Olacak bu ya o yıl Kâbe’ye gelen Yemenlilerden biri Zeyd’i tanır ve babasına çıtlatır. Adamcağız büyük bir heyecan ile Efendimizin kapısını çalar. Bir kucak dolusu dirhemi önüne döker ve “siz ikram ve ihsan sahibisiniz. Gönül almasını bilir, misafiri seversiniz, n’olur oğlumu bana satın” der. Efendimiz adamcağıza yer gösterir ve dirhemlerini yine ona uzatırlar. “tercih Zeyd’indir” buyururlar, “eğer sizinle gelmek isterse tek kuruş vermeden onu götürebilirsiniz, şayet yanımda kalmayı arzu ederse yanımda kalır. Allaha yemin ederim ki ben, beni tercih edeni terk edemem!” Harise bu cevaba memnun kalır, yanındakilere dönüp “işte adalet budur” diye mırıldanır. Efendimiz Zeyd’e misafirlerini gösterip sorar: “Bunları tanıyor musun?” -Evet. Biri babamdır, öbürü amcam. -Seni almaya gelmişler, onlarla gitmek ister misin? Zeyd iki göz iki çeşme ağlamaya başlar. “Siz benim hem babam hem amcamsınız” diye hıçkırır, “n’olur beni götürmelerine izin vermeyin, ölene kadar yanınızda kalayım!” Harise’nin şaşkınlığı, kızgınlığa döner, “yazıklar olsun sana” der, “demek köleliği hürriyete, sahibini ebeveynine tercih ediyorsun öyle mi?” -Bunu anlayamazsınız baba. Dünya bir yana, Allah’ın Resulü bir yana... O benim oğlumdur Efendimiz çok hislenir onu elinden tutup Kabe-i muazzama’ya götürürler. Hacer-ül esved’in yanıbaşında durur ve “şahid olunuz ki” buyururlar, “Zeyd benim oğlumdur. O bana varis, ben ona varisim.” İşte o günden sonra onu Muhammed oğlu Zeyd diye çağırmaya başlarlar. Ta ki “Evladlarınızı babalarının ismiyle çağırın, Allah katında böylesi daha doğrudur” ayeti gelene kadar. Hazret-i Zeyd Efendimizle bir çok tebliğ seferine çıkar. Taif’te Serveri Kâinat’la birlikte taşlanırlar. Hicret emir buyurulduğunda düşünmeden Medineye koşar, Efendimiz onu Useyd bin Hâfız’la din kardeşi yaparlar. Zeyd’in ömrü mücadeleyle geçer bütün harblere iştirak eder ve sayısız seriyyeye katılır. Sadece Müreysi gazasında Efendimizin vekili olarak Medine’de kalır. Mute cengi öncesi Efendimiz 100 bin kişilik Bizans ordusunun üzerine üç bin kişilik bir kuvvet yollar ve “komutanınız Zeyd’dir” buyururlar, “O şehid olursa yerine Ca’fer geçsin, o da şehid olursa komutayı Abdullah bin Revaha alsın! O da şehit olursa...” Üçünün de şehadeti açıktır ve öyle de olur. Efendimiz harbin bütün şiddeti ile sürdüğü demlerde mimberdedirler. Birden yüzleri değişir gözlerinden yaşlar boşanmaya başlar “İşte Zeyd şehit oldu, bayrağı Ca’fer aldı. O da şehid oldu, bayrağı Abdullah aldı. O da şehid oldu bayrağı Halid bin Velid aldı. Cenab-ı Hak zaferi Halid’e müyesser kıldı” buyururlar. Bir defasında da Zeyd bin Harise’nin cennette deve derisinden yapılmış tulumlar gibi iri narlar arasında bulunduğunu haber verir Cennette, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hatır ve hayalinize gelmeyecek nimetler vardır buyururlar. Efendimiz defalarca Zeyd’i meth ederler, ancak Kur’ân-ı kerimde adı açıkça zikredilen tek sahabe odur.