I. Ahmet
Osmanlı Devleti’nin 14. hükümdarı olan I. Ahmet, babasının Manisa sancak beyliği sırasında 28 Nisan 1590 tarihinde doğdu. 1596’da kazanılan Haçova Savaşı’ndan sonra mevsim şartları nedeniyle Habsburg Hanedanı liderliğindeki haçlı kuvvetlerine bitirici darbe indirilemediği için Macaristan cephesinde yıllarca süren savaşların hazineye bindirdiği yükten olumsuz etkilenen Anadolu’da, Celali isyanlarının çıkması yüzünden, Topkapı Sarayı’ndan çıkma imkânı bulamadı. Babasının 20 Aralık 1603’te vefat etmesi üzerine, 14 yaşında hükümdarlık tacını giydi.
Celali İsyanlarını Kucağında Buldu
Tahta çıktıktan 33 gün sonra sünnet olan I. Ahmet, öncelikli olarak devlet işlerinden elini çekmeyen babaannesi Safiye Sultan’ı, Eski Saray’a göndermek suretiyle Topkapı Sarayı’ndan uzaklaştırdı. Ardından bütün dikkatini Avusturya ve İran ile bitmeyen savaşlara verdi. Zira iki cephede savaşan ordu hazinenin yükünü artırmış ve bir türlü bastırılamayan Celali isyanları baş göstermişti. Bu nedenle Cığalazade Sinan Paşa’yı İran cephesindeki savaşı yönetmesi için Kars’a gönderdi. Zira Safevî Devleti Hükümdarı Şah Abbas, Ermenistan’ın başkenti Revan’ı almış, Kars’a kadar ilerlemişti. Aynı şekilde Başvezir Malkoç Yavuz Ali Paşa’yı da Macaristan’a gönderdi. Sinan Paşa, Safevîler’e karşı yapılacak taarruzu altı ay geciktirdiği için askerler arasında huzursuzluk çıkmasına neden oldu. Çünkü 1604 yılının Haziran ayında İstanbul’dan yola çıkan ordu, ancak Kasım ayında Kars önlerine ulaşabilmişti. Tabii mevsim şartları elvermediği için kışı Van’da geçirmek zorunda kalmıştı. Şahın taarruzu üzerine Erzurum’a geçti. 1605 yılında havalar uygun hâle gelince Tebriz’i almak üzere yola çıkan Sinan Paşa, Şah Abbas’ın ani baskınıyla Osmanlı ordusuna büyük bir hezimet yaşattı. Tebriz planı suya düşen Sinan Paşa, Diyarbakır’a kadar çekildikten sonra, bu durumdan esas ordudan ayrı hareket edip esir düşen Erzurum Beylerbeyi Köse Sefer Paşa’yı sorumlu tuttu. Ayrıca beklediği sürede yardım ulaştırmadığı suçlamasıyla Halep Beylerbeyi Canbulatoğlu Hüseyin Paşa’yı da idam ettirdi. Onun bu davranışı orduda büyük bir isyana sebep oldu. Sinan Paşa, kısa süre sonra Diyarbakır’da vefat ederken Osmanlı’nın elindeki Gence, Şamaha ve Şirvan da Safevîler’in eline geçti.
Başvezir de Belgrat’ta Öldü
Osmanlı sarayında ahir ömründeki paşaların üst görevlere gelmesi, beklenmedik vefatlarla devletin sarsılmasına neden oluyordu. Nitekim Başvezir Malkoç Ali Paşa da 3 Haziran 1604’te Avusturya cephesine gitmek için İstanbul’dan hareket ettikten iki ay sonra, Belgrat’ta vefat etti. Onun yerine başvezirliğe Lala Mehmet Paşa tayin edildi. Lala Mehmet Paşa, Anadolu’da moralleri yerine getirecek zaferler elde etti ve önce Peşte, ardından Vaç kalelerini geri aldı. Mevsim şartları elvermediği için Estergon kuşatmasından 1604 yılında sonuç alınamadı. Estergon’un geri alınmasında Protestan Macar halkı üzerinde Katolik Avusturya baskısının artmasının yardımı oldu. Zira Erdel’in bağımsızlığı için mücadele eden Erdel Beyi Bocskai (Boçkay) İstanbul’dan yardım istedi. Osmanlı Devleti, Avusturya’dan bağımsızlaşmak isteyen Boçkay’a Erdel krallığı için yardım sözü verdi. Boçkay da Lala Mehmet Paşa’ya kuvvetleriyle destek verdi. Böylece 1605 yılının yaz mevsiminde önce Vişegrat ve Tepedelen ele geçirildi. Ardından 4 Kasım 1605 tarihinde de Estergon Kalesi teslim alındı. Kazanılan bu zaferlerden sonra günümüzde Slovakya sınırlarında kalan Uyvar’ı ele geçirmesi için Erdel Kralı Boçkay’a destek verildi. Bu desteğe paralel, Tiryaki Hasan Paşa da Veszprâm ve Polata’yı ele geçirdi. Kazanılan zaferler İstanbul’da coşkuyla kutlanırken Etienne Boçkay’a Erdel ve Macar kralı tacı giydirildi. Gerileme Zitvatorok’ta Başladı Bir türlü bitmeyen savaşlar, devlet gelirlerinin savaş harcamalarına gitmesine neden olurken Celali İsyanları da iç güvenliği tümüyle tehlikeye düşürdü. Ayrıca İran cephesinden müjdeli haberler gelmeyişi de saray yönetiminde strese yol açtı. Avusturya kuvvetlerine karşı önemli zaferler elde eden Lala Mehmet Paşa, İran üzerine serdar tayin edildi. Onun Macaristan hududundan alınması, yürütülen harekâtın yarım kalmasına neden oldu. Ancak Lala Mehmet Paşa, daha İran üzerine sefere çıkamadan 1606 yılında vefat etti. Onun ani ölümü, Osmanlı Devleti’ni her iki cephede de barış arayışına itti. Konuyla ilgili olarak Kuyucu Murat Paşa görevlendirildi. Budin’de temaslarda bulunan Kuyucu Murat Paşa, Avusturya heyeti ile Zitvatorok’ta 23 gün süren müzakerenin ardından 17 maddelik bir anlaşma imzaladı. 11 Kasım 1606’daki Zitvatorok Antlaşması ile Avusturya hükümdarının, Osmanlı padişahı ile eşitliği kabul edildi. İmparatorun bundan böyle “kral” yerine “Roma sezarı” adıyla anılması kararlaştırıldı. Ayrıca Kanuni’den beri Avusturya’dan alınan yıllık 30 bin altınlık haraçtan vazgeçildi. Buna karşılık 200 bin kara kuruş tazminat alındı. Ayrıca her iki tarafın da birbirlerine zarar vermekten kaçınmaları kabul edildi. Zitvatorok Antlaşması’nın hükümleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki mutlak egemenliğinden taviz vermesi anlamına geliyordu. Avusturya hükümdarıyla eşitlik prensibinin kabul edilmesiyle Avrupa devletleri karşısındaki mutlak Türk üstünlüğü ortadan kalktı. Ayrıca Erdel Kralı Boçkay’ın imparatorla Viyana’da yaptığı eski bir antlaşmanın muahede hükümleri arasında zikredilerek benimsenmesi de hatalı olmuş ve Boçkay’ın ölümünden sonra imparator bu maddeye göre Erdel’de hak iddia etmiştir. Bundan sonra Erdel bir ihtilaf konusu hâline geldi. Böylece Osmanlı Devleti’nin büyümesinin sona erdiği tescillenmiş oldu. Celali İsyanlarını Körükledi Zitvatorok Antlaşması’nın hükümleri, 1608, 1615 ve 1616 yıllarında ayrı ayrı gözden geçirilse de etkileri günümüze kadar ulaşan ve Anadolu’yu yeniden isyanlarla anılır hâle getiren Celali isyanlarında büyük etkisi oldu. 10 yıl süren Macaristan cephesindeki savaş, halktan toplanan vergilerle finanse edildiği için, iç huzuru bozucu bir etki yarattı. Vergi oranlarındaki artış tımarlı sipahi sisteminde zaafa yol açtı. Bu durum çıkan isyanları iyice körükledi. Böylece Anadolu’da saltanatını ilan eden ilk Celali olarak tarihe geçen Karayazıcı Abdülhalim’in 1598’deki isyanından sonra Celali isyanları yayılarak arttı. I. Ahmet’in hükümdarlık tacını giymesinden sonra isyan eden Tavil Ahmet, Celali serdarı Nasuh Paşa ile Anadolu Beylerbeyi Kecdehan Ali Paşa’yı yendi. Tavil Ahmet’e 1605’te Şehrizor beylerbeyliği verilerek isyanı önlenmek istendi fakat o bir süre sonra yeniden isyan ederek Harput’u ele geçirdi. Tavil’in oğlu Mehmet de sahte bir fermanla Bağdat valiliğini elde etti ve üzerine sevk edilen Nasuh Paşa’yı da yenilgiye uğrattı. Bağdat, 1607 yılında isyancıların elinden kurtarılabildi. Diğer yandan isyancılardan Canbulatoğlu Ali Paşa da Lübnan’da Dürzi şeyhi Manoğlu Fahrettin’le birleşerek güçlenmiş ve Trablusşam Emiri Seyfoğlu Yusuf’u yenerek etkisini Adana’ya kadar yaymıştı. Hatta kendisine bağlı bir ordu kurup kendi adına para da bastırdı. Aynı dönemde Halep beylerbeyiliğine atanan Hüseyin Paşa da Canbulatoğlu’nun adamı Cemşit tarafından bozguna uğratılmıştı.
Anadolu Kan Gölüne Döndü
II. Selim’den itibaren bozulan Osmanlı saray yönetiminin geldiği nokta, Anadolu’nun isyancıların eline geçmesi olmuştu. Bu isyanların bastırılmasında Başvezir Derviş Paşa’nın yetersiz kalması, 1606 yılında idam edilmesiyle sonuçlandı. Ardından Zitvatorok Antlaşması’nı imzalayan Kuyucu Mehmet Paşa, başvezirlik görevine getirilerek, isyanları bastırması için Anadolu’ya gönderildi. Kuyucu Murat Paşa, Tiryaki Hasan Paşa’yı da yanına alarak önce Suriye üzerine yürüdü. Suriye’ye giderken Manisa ve Bursa çevresinde ortaya çıkan Kalenderoğlu’na Ankara sancak beyliğini verdiğini ilan ederek Anadolu’da isyanın yayılmasını durdurdu. Böylece etkisini Adana’ya kadar yayan Lübnan merkezli Canbulatoğlu üzerine endişesiz hareket etti. Hatay yakınlarındaki Oruç Ovası’nda Canbulatoğlu’nun kuvvetleriyle çarpışan Osmanlı kuvvetleri, 24 Ekim 1607’de önemli bir zafer elde ettiler. Bunun üzerine Manoğlu Fahrettin, kendisine bağlı kabileleri de yanına alarak Lübnan’a kaçtı. Celalilerden Canbulatoğlu ise Kuyucu Murat Paşa’nın elinden kaçarak İstanbul’da I. Ahmet’e sığındı. I. Ahmet, Canbulatoğlu’nu önce günümüzde Romanya sınırlarında kalan Temeşvar eyaletine, sonra Belgrat eyaletine vali olarak gönderdi. Fakat gittiği yerlerde Celali âdetlerini devam ettirip halkı canından bezdirince boynu vuruldu. Ankara sancak beyliğini ele geçiren Kalenderoğlu ise Ankara halkı tarafından şehre sokulmayınca yeniden isyan etti. Fakat Alaçayır’da Murat Paşa’nın ordusu karşısında yenilgiye uğrayarak yanındaki asilerle birlikte İran’a kaçtı. Kuyucu Murat Paşa, Kalenderoğlu’ndan da kurtulduktan sonra, Anadolu’da büyük çaplı bir asi avı başlattı. Bu harekât sırasında lakabını aldığı kuyular kazdırarak halka ibret olması için isyancıları bu kuyulara atarak cezalandırdı. Böylece Anadolu’ya derin bir korku salarak İstanbul’a döndü. Anadolu’da yakalayamadığı Celali reislerini de İran’a sefer düzenleme bahanesiyle orduya katılmaya davet etti. Orduya katılmak için İstanbul’a gelen Celali reislerinden de bu şekilde kurtuldu. Kuyucu Murat Paşa, Anadolu’yu isyancılardan temizleyince 1610 yılında Tebriz üzerine sefere çıktı. Fakat Şah Abbas, Osmanlı ordusu karşısına çıkmadığı için kışı geçirmek için geldiği Diyarbakır’da 1611 yılında vefat etti.
Allah Devlete Zeval Vermesin
Celali isyanları döneminde Anadolu’da büyük bir otorite boşluğu meydana geldi. Bu boşluk meydanı eşkıyaya bırakırken halk devletin varlığına ne kadar muhtaç olduğunu daha iyi anladı. Bu nedenle “Allah devlete zeval vermesin!” duası yaygınlaştı. Zira çok sayıda köy harap olduğu için, pek çok insan bu dönemde köylerini terk etmek zorunda kaldı. Boşalan köyleri de bazı askerî sınıflar, “mülk-i mevrûs”ları gibi tasarrufları altına aldılar. Bu yüzden hazine, avarız denilen olağanüstü hâllerde halka yüklenen mali, ayni ve bedenî vergilerden mahrum kaldı. Ayrıca nüzul adı verilen zahireden alınan vergiler de toplanamadı. I. Ahmet, halkın boşalan köylere iskân olması için 30 Eylül 1609’da bir adaletname çıkardı. Ancak Anadolu’da düzenin kurulması uzun yıllar aldı.
İran’la da 1612’de Anlaşma İmzalandı
Osmanlı hazinesine ağır yük getiren İran cephesindeki savaşlar da 20 Kasım 1612’de imzalanan Osmanlı-Safevî antlaşmasıyla sona erdi. Başvezir Nasuh Paşa tarafından imzalanan antlaşma doğrultusunda Şah Abbas, yıllık 200 yük ipek vergi ödemeyi kabul etti. Tarihe Nasuh Paşa Musalahası olarak da geçen antlaşma doğrultusunda 1555’teki sınırlara dönüldü. İran’la yapılan antlaşma, Şah Abbas’ın söz verdiği ipekleri göndermemesi ve elçi olarak giden İncili Mustafa Çavuş’un alıkonulması üzerine üç yıl sonra bozuldu. Başvezir Öküz Mehmet Paşa komutanlığında 22 Mayıs 1615’te İran üzerine sefer kararı alınmasına rağmen, Mehmet Paşa bu sefere ancak bir yıl sonra çıkabildi. Bu süre zarfında Şah Abbas ordusunu güçlendirdi ve Gence’yi işgal ederek tahrip etti. Öküz Mehmet Paşa, Nisan 1616’da Halep üzerinden büyük bir ordu ile yola çıkıp Kars’ta savaş karargâhını kurdu. Ardından Revan (Erivan) ile günümüzde İran’ın Hamedan eyaletinde kalan Nihavend şehrine kuvvetler gönderdi. Kısa bir süre sonra da asıl büyük kuvvetini alarak Revan’a hareket etti. Burada İran ordusunu yense de Revan surlarını aşacak kuşatma topları olmadığı için sonuç alamadı ve Erzurum’a dönmek zorunda kaldı. Böylece Revan seferinden sonuç alınamadı. Bu durum Öküz Mehmet Paşa’nın azledilmesiyle sonuçlandı. Ardından, I. Ahmet, Mehmet Paşa’nın kabul ettiği anlaşma hükümlerini kabul etmeyerek sefere devam etmesi için başvezirlik görevine Halil Paşa’yı getirdi. Ancak bu sefer de Osmanlı’nın karşısına Kırım Hanı Canbek Giray çıktı. Canbek Giray Han, Gence, Nahçıvan ve Culfa üzerine saldırılar yaptı. Donanmaya Önem Verildi Bu arada Osmanlı kıyıları, denizden gelen saldırılara karşı son derece korunaksızdı. Bu nedenle İspanya Krallığı ile müttefikleri Toskana Büyük Dükalığı ve Malta Şövalyeleri, Akdeniz’i korku denizine çevirdiler. 1611’de bir Malta filosu Mora Yarımadası’nda Gördüs’e (Korint) hücum ederek 500 esir aldı. 1612’de de bir Toskana filosu İstanköy’den (günümüzde Yunanistan’a ait olan Kos Adası) 1200 esir götürdü. Bu korsanlıklara en sert cevabı, Halil Paşa komutasındaki Osmanlı donanması verdi. Halil Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Kıbrıs sularında on kadar Malta korsan gemisiyle karşılaştı; bunları mağlup ederek devrin en büyük gemisi olan “Karacehennem”i tahrip etmeyi başardı. Yine bu sırada Memi Kaptan ve Lala Cafer adlarındaki denizciler de düşmanı ağır kayıplara uğrattılar. Denizlerdeki üstünlüğünü kaptırmamak için donanmanın güçlendirilmesine önem veren I. Ahmet, Halil Paşa’yı ikinci defa kaptanıderyalığa getirdi. Halil Paşa, önce korsanlara gözdağı vermek için Malta’ya asker çıkardı. Ardından Trablusgarp’ta mahallî leventlerin reisi olan Sefer Dayı’yı ortadan kaldırdı. Tabii Osmanlı donanmasının Akdeniz’de olmasından yararlanan Rusların akıncıları denebilecek Kazaklar, Sinop’a baskın düzenleyerek şehri tamamen yağmaladılar. Ancak Osmanlı kuvvetleri daha sonra Güney Sibirya ve Ukrayna’da yaşayan Kazakları şiddetli şekilde cezalandırdı.
Lehler de Saldırıya Geçti
Osmanlı Devleti’nin İran sınırındaki tacizleri ortadan kaldırmaya çalıştığı yıllarda, Leh asilzadesi Samuel Korezky, Kazaklardan meydana gelen bir orduyla günümüzde büyük kısmı Moldova’da bulunan Boğdan’ı ele geçirdi. I. Ahmet, kendisine bağlı Boğdan’ı korumak için Bosna Beylerbeyi İskender Paşa’yı görevlendirdi. İskender Paşa, Boğdan üzerine hareket etti ve Korezky’yi yenerek aldığı 500 Kazak esiriyle İstanbul’a döndü. Ancak Osmanlı Devleti sınırlarında Kazaklar büyük bir sorun olduğu için, İskender Paşa bu sorunu kökünden halletmekle görevlendirildi. İskender Paşa, Lehistan ordusu (Polonya) ve Eflak (günümüzde Prut Nehri’nin batısında kalan Romanya toprakları), Boğdan (Moldova), Erdel (Romanya’nın batı ve orta bölgeleri) voyvodalarının kuvvetleriyle karşılaşmak üzere tarihte Turla olarak da geçen ve günümüzde Ukrayna ile Moldova arasındaki sınırı teşkil eden Dinyester Nehri’ne doğru hareket etti. Leh ordusu ile karşılaşacağı sırada Lehlerin isteğiyle barış masasına oturdu ve 27 Eylül 1617’de anlaşma şartları tespit edildi. Bu şartlara göre Kazaklar Dinyester Nehri’ni geçmeyecekleri gibi Karadeniz’e de inmeyecekler, buna karşılık Kırım Tatarları da Lehistan’a akın yapmayacaklardı; Lehistan ise ödemekte olduğu vergiyi vermeye devam edecekti.
Anlaşmalar Yenilendi
I. Ahmet, tahta çıktıktan sonra Osmanlı Devleti’nin bütün anlaşmalarına sadık kaldı ve İngiltere, Fransa ve Venedik’le olan anlaşmaları yeniledi. Ayrıca Fransa ile yapılan anlaşma hükümlerini genişleterek İspanyol, Portekiz, Katalan, Raguzalı, Cenevizli, Ankonalı ve Floransalıların Fransız bayrağı altında Osmanlı Devleti ile ticaret yapmalarına izin verdi. Ayrıca Temmuz 1612’de de Hollanda ile ilk ticari anlaşma imzalandı. Bu arada Osmanlı Devleti topraklarında ilk tütün, I. Ahmet döneminde kullanılmaya başlandı. İngilizlerle yapılan anlaşma sonucunda 1601-1605 yılları arasında İngiliz, Venedik ve İspanyol gemici ve tacirleri tarafından Anadolu tütün ile tanışmış oldu. Böylece tütün Avrupa’ya gelişinden 50 yıl sonra Anadolu’ya girmiş oldu. I. Ahmet, aynı zamanda ülke genelinde içki yasağı uygulatmıştır.
Dindar Bir Padişahtı
Yaşı genç olmasına karşın dindar bir kişiliğe sahip olan I. Ahmet, özellikle kendisine ve devlete ihanet edenlere karşı sert tutumuyla tanınmış bir padişahtı. Kendinden önceki padişahlar gibi avcılığı seven I. Ahmet, aynı zamanda cirit oynamayı, şiir yazmayı seviyordu ve Bahtî mahlasını kullanıyordu. Henüz 27 yaşındayken ağır bir mide rahatsızlığı geçiren ve 51 gün tedavi gören I. Ahmet, 22 Kasım 1617’de vefat etti.
Ekberiyet ve Eşrediyet Sistemi Geldi
I. Ahmet’ten önce yaşanan olumsuz örnekler, Osmanlı tahtına çıkışta daha insani bir sistemi zorunlu hâle getirmişti. Özellikle III. Mehmet’in tahta çıkışında yaşanan dramatik sahnelerin tekrar etmemesi için kardeş katlinden vazgeçilerek I. Ahmet’in vefatından itibaren “ekberiyet” ve “erşediyet” denilen hanedanın en büyük ferdinin tahta geçmesi usulü benimsendi. Bu sistemde, öteki şehzadeler boğdurulmak yerine sarayın özel bir yerinde kafes arkasında tutulmaya başlandı. Bu kurala uyularak I. Ahmet’in ilk halefi büyük oğlu Mustafa oldu.
En Büyük Mirası Sultan Ahmet Camii
İstanbul’un imarına büyük önem veren I. Ahmet döneminden günümüze ulaşan en önemli eser Sultan Ahmet Camii’dir. Mimari özellikleri bakımından sanat tarihinde önemli bir yeri olan Sultan Ahmet Camii’nin temel kazısında I. Ahmet’in kendisi de çalışmıştır. I. Ahmet, döneminde Kâbe’nin bakımını da yaptırmış ve İstanbul’da beyaz mermerden hazırlattığı bir minberi Medine’ye göndererek Mescid-i Nebevi’nin eskiyen minberinin yerine koydurmuştur.