I. Süleyman (Kanuni Sultan Süleyman)
6 Kasım 1494 tarihinde Trabzon’da dünyaya geldi. Döneminde Batılı yazarlar tarafından “Muhteşem” ve “Büyük Türk” unvanlarıyla anılan Sultan Süleyman için Kanuni sıfatı ilk defa çağından yüz yıl sonra kullanılmıştır. Bugün isminden çok Kanuni unvanıyla tanınırsa da bu sıfat ilk defa 18. yüzyılda Dimitrie Cantemir’in Osmanlı tarihinde geçmiş, 19. yüzyılda Osmanlı tarihçileri tarafından benimsenerek yaygınlık kazanmıştır. Çocukluğu Trabzon’da geçti. Evliya Çelebi’ye göre Trabzon’da iken sütkardeşi Kadı Ömer Efendi’nin oğlu Yahya ile birlikte bir Rum’dan kuyumculuk öğrendi. Amcası Ahmet tarafından dedesi II. Bayezid’in baskı altında tutulması nedeniyle, 10 yaşında çıkması gereken sancak beyliğine 15 yaşına geldiğinde babası Şehzade Selim’in sitemi üzerine Temmuz 1509’da Kefe sancak beyi olarak çıkabildi. I. Süleyman, Kefe’de kaldığı dönemde babasının iktidar mücadelesine tanık oldu. Babasının 1512’de tahta çıkması, ona da hükümdarlık yolunu açtı. I. Selim’in hükümdarlık payesini elde etmesinden kısa süre sonra İstanbul’a çağrıldı. Babası, amcalarıyla iktidar mücadelesi yaparken onun yardımcısı olarak bir süre İstanbul’un korumasını yürüttü. Yavuz Sultan Selim, kardeşlerini bertaraf ettikten sonra, Nisan 1513’te Süleyman’ı Manisa’ya sancak beyi olarak gönderdi. Tahta çıkacağı 1520 yılına kadar Manisa’da kalan Şehzade Süleyman, babasının doğuya ve Mısır’a yaptığı seferler sırasında tahta vekâlet ve muhafaza göreviyle Edirne’de de görev yaptı. 21-22 Eylül 1520 tarihinde Yavuz Sultan Selim’in vefat etmesi üzerine, I. Süleyman’ın Manisa günleri sona verdi ve Başvezir Pîrî Mehmet Paşa’nın gönderdiği haber üzerine İstanbul’a hareket etti. 30 Eylül 1520’de İstanbul’da tahta çıktı ve ertesi gün babasının naaşını karşılamak için Edirnekapı’ya kadar gitti.
Divandaki Vezir Sayısını Dörde Çıkarttı
Sultan Süleyman’ın tahta çıktıktan sonra ilk işi, eski lalası Kasım’a vezirlik payesi vermek oldu. Pîrî Mehmet Paşa, Mustafa Paşa ve Ferhat Paşa ile birlikte divandaki vezir sayısı dörde yükselmiş oldu. Sultan Süleyman’ın tahta çıktıktan sonraki ikinci önemli işlerinden biri de Şah İsmail ile çekişmesinden dolayı, Tebriz ve Kahire’yi ele geçirdikten sonra buralardan sürülen yaklaşık 800 kadar sanatkâr ve ileri gelenin memleketlerine dönmelerine izin vererek önemli bir sosyal yarayı tedavi etti. Ayrıca İran ile yapılan ipek ticareti üzerindeki yasağı kaldırdı, bundan dolayı mallarına el konulan tüccarların zararlarını karşıladı.
Son Halife Mütevekkil Alellah’ı Mısır’a Gönderdi
Kamu görevi yapan idarecilerin denetimine büyük önem veren Sultan Süleyman’ın tarihe geçen bir başka icraatı da babası tarafından Kahire’den İstanbul’a getirilen son Abbasi halifesi Mütevekkil Alellah’ı ülkesine göndermek oldu. Böylece bir bakıma halifeyi önemsizleştirdi. Mısır’ın da bir Osmanlı mülkü olması nedeniyle Mütevekkil Alellah’ın Kahire’ye gitmesinden hiçbir endişe duymadı. Çünkü halifelik müessesesi yetkisini iktidardan alan bir müessese idi. Nitekim hükümdarlık yaptığı süreçte, bütün Müslümanların tek sultanı ve halifesinin Sultan Süleyman olduğu fikri yaygınlaştı.
İlk İsyanı Şam Beylerbeyi Çıkarttı
I. Süleyman, hükümdarlığının ilk isyanı ile tahta çıkışından iki ay sonra karşılaştı. Babası Yavuz Sultan Selim tarafından Şam beylerbeyiliğine getirilen eski Memlûk Emiri Canbirdi Gazali, Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etti. Safevîler’in destek vermesi durumunda büyük tehdide dönüşebilecek isyan, Ocak 1521’de bastırıldı. İsyanın kısa sürede bastırılması, I. Süleyman’ın hükümdarlığını perçinledi.
Tahrir Kayıtları İsyanlara Neden Oldu
Yavuz Sultan Selim döneminde İslam dünyasını tek devlet çatısı altında birleştirme hedefine büyük ölçüde ulaşılırken Kanuni Sultan Süleyman döneminde hedef yeniden Batı oldu. Batı’da ilk sefer Belgrat’a yapıldı. Ardından Rodos ve Macaristan seferleri düzenlendi. 1526 ve 1529 yıllarında Macaristan’a düzenlenen ve Viyana’ya kadar uzanan seferler sırasında devletin kaynaklarının tespitini gündeme getirdi. Tahrir denilen bilgi kayıt sistemi ile Osmanlı topraklarında vergiye esas olan varlıklar kayıt altına alındı. Ancak kazanılan zaferlere rağmen, halk kayıt altına alınmaktan dolayı pek memnun kalmadı. Safevî Devleti’nin siyasi-dinî propagandaları da halktaki memnuniyetsizliği körükledi. Sıkı denetimden hoşlanmayan konargöçerlikle geçinen halk arasında isyanlar patlak verdi. Bu isyanlar daha çok Maraş, Adana, Konya, Mersin, Niğde gibi Toros eteklerinde yaşayan Türkler tarafından gerçekleştirildi.
Belgrat Zaferi Hedef Büyüttürdü
Kanuni Sultan Süleyman, Belgrat’a yaptığı ilk seferde kazandığı zafer ile devletin batıdaki hedeflerini büyüttü. Amacı, Belgrat’ı alarak devletin Batı’daki varlığını tahkim etmekti. Aynı dönemde Batı’da hanedanlar arasında çekişmeler söz konusuydu. Belgrat’a hâkim durumdaki Macarlarda dokuz yaşında tahta çıkan II. Layoş henüz otoritesini hissettirecek bir durumda değildi. Yapılan seferlerin coğrafyanın mamur hâle getirilmesinde büyük yararı oluyordu. Nitekim Belgrat seferinde de ordunun güzergâhındaki yolların bakımı, nehir geçişlerinde köprüler yapıldı. 7 Temmuz 1521’de kazanılan zaferden sonra Kanuni Sultan Süleyman, 18 gün Belgrat’ta kaldı. Kanuni’nin Belgrat zaferinden duyduğu sevinci, oğulları Murat ile Mahmut’un vefat haberlerini alması gölgeledi. Rodos’un ele geçirilmesinden sonra Kanuni, büyük dedesi Fatih Sultan Mehmet’in yarım kalan projesini gerçekleştirmek istedi. Bu amaçla, İtalya’ya yönelik planlarının ilk ayağı olan Korfu seferine çıktı. Fakat Roma’yı, dolayısıyla Hristiyanlığın kalbini ele geçirme hülyası sonuçsuz kaldı. Böylece Otranto’ya asker çıkarmayı başaran fakat vefatı nedeniyle amacına ulaşamayan Fatih Sultan Mehmet gibi, Kanuni de İtalya seferinden sonuç alamadı.
Rodos’u Ele Geçirdi
Mısır’ın Osmanlı toprağı olmasından sonra Kahire-İstanbul deniz yolu hattında bulunan Rodos Adası’nın ele geçirilmesi büyük önem taşıyordu. Bu sefer için gerekli donanma Yavuz Sultan Selim tarafından hazırlatılmıştı. 4 Haziran 1522’de çıkılan sefer, 20 Aralık 1522’de adanın Osmanlı toprağına katılmasıyla sona erdi. Kazanılan zaferden sonra Cem Sultan’ın Rodos’ta yaşayan oğlu bulunup katledilirken eşi ve kızları İstanbul’a gönderildi. Kanuni Sultan Süleyman, Rodos seferi dönüşünde çocukluk arkadaşı İbrahim Paşa’yı (Makbul İbrahim Paşa) başvezirliğe getirdi. Başvezirlik görevini bekleyen ikinci vezir Ahmet Paşa, Mısır beylerbeyi unvanıyla İstanbul’dan uzaklaştırılınca devlet beklemediği bir krizle karşı karşıya kaldı. Kanuni Sultan Süleyman, kız kardeşi Hatice Sultan’ı İbrahim Paşa ile evlendirdiği sırada, Ahmet Paşa, Kahire’de isyan bayrağını dalgalandırıp adına hutbe okuttu. Bu isyan, İbrahim Paşa tarafından bastırılsa da devletin bozulan teamülleri gereği uzun süre divanda huzursuzluk devam etti. İbrahim Paşa’nın Mısır’da Osmanlı düzenini oturtmaya çalıştığı sırada Avrupa devletleri arasındaki mücadele de iyice kızışmıştı. 1525 yılında Alman kralı Şarlken’e esir düşen Fransa Kralı I. François’i kurtarmak isteyen annesi, Kanuni Sultan Süleyman’a mektup yazarak yardım talebinde bulundu. Fransa’dan gelen bu mektup, yeni bir Macaristan seferi için fırsat oldu. Macaristan seferi Kanuni için son derece önemliydi. Önündeki ilk hedef Macaristan’ın başkenti Budin idi. Budin’in ele geçirilmesi durumunda Habsburg Hanedanı ile komşu olunacaktı. Bu da Osmanlı Devleti’ni dünyanın en güçlü devleti yapacaktı. Kanuni Sultan Süleyman, bu nedenle Fransa kralına yardım etme sözü verdi. 23 Nisan 1526’da yola çıkan Kanuni, 29 Ağustos 1526’da haçlı ittifakıyla Mohaç Ovası’nda karşılaştı. Tarihin en kısa süren meydan savaşında Macar kralı hayatını kaybederken, Macar Krallığı da tarihe karıştı. Böylece 11 Eylül 1526’da Kanuni, Budin’e girdi. Osmanlı ordusunun Budin’e girişinde büyük yağma yaşandı. Çıkan yangında şehrin önemli biri bölümü yandı. 21 Eylül’e kadar Budin’de kalan Kanuni, bir süre de Peşte’de kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. Dönerken, Peşte’de bulunan kral sarayındaki eşya ve heykellerin gemilere yüklenerek İstanbul’a gönderilmesini emretti. Ayrıca şehrin Yahudi halkını da İstanbul’a gönderdi.
Kalender Şah İsyanı Çıktı
Kanuni, Macaristan seferinden dönerken Anadolu’da Safevî yanlısı Kalender Şah isyanı çıktı. Bu isyan İbrahim Paşa’nın Anadolu’ya düzenlediği sefer ile bastırıldı. Ancak çıkan isyanlar Kanuni’yi endişelendirdi. İsyanların iktisadi nedenlerden çok, Safevîler’in propagandasıyla çıktığına inanan Kanuni, doğu seferine çıkmayı planlasa da Habsburg Hanedanı’nın siyasi tutumu onu ihtiyatlı davranmaya sevk etti. Çünkü Macar Kralı II. Layoş’un vâris bırakmadan Mohaç’ta hayatını kaybetmesiyle Habsburg Hanedanı Macar krallığında veraset iddiasında bulundu. Habsburg Hanedanı’nın iddiasına karşılık, Macar soyluları Erdel bölgesinin beyi olan Yanoş Zapolya’yı 10 Kasım 1526’da kral seçti.
Viyana Seferine Çıktı
Macar soyluları tarafından seçilen Zapolya’nın krallık unvanını, kendine tabi olmayı kabul etmesi şartıyla Osmanlı Devleti de tanıdı. Ancak Habsburg Hanedanı tarafından desteklenen Ferdinand, 23 Eylül 1527’de Zapolya’yı Budin’den çıkarınca yeni bir Macaristan seferine ihtiyaç duyuldu. Kanuni Sultan Süleyman öncelikli olarak Budin’in kurtarılmasını ve Zapolya’nın desteklenmesini düşünüyordu. 10 Mayıs 1529’da sefere çıkan ordu, kötü hava şartları nedeniyle güçlükle yol aldı, Ağustos ayının ortalarında Mohaç Ovası’na ulaştı. Ağustos ayının sonlarında kuşatma altına alınan Budin, 8 Eylül’de tekrar ele geçirildi. 14 Eylül’de de Zapolya’ya yeniden krallık tacı giydirildi. Ardından Avusturya topraklarına sefere çıkıldı ve 27 Eylül 1529’da Viyana önlerine ulaşıldı. Viyana 17 gün kuşatma altında tutuldu. Ancak mevsim şartlarının kötüleşmesi ve alınsa dahi elde tutmanın güç olacağı düşüncesiyle kuşatmaya son verilerek geri dönüldü. Nitekim erken gelen kış nedeniyle ordu dönüş yolunda büyük zorluklar çekti. Viyana seferinden istenilen sonucu alamayan Kanuni, saraydaki moral bozukluğunu gidermek için 18 Haziran 1530’da başlayan ve haftalarca süren şenliklerle oğulları Mustafa, Mehmet ve Selim’in sünnet düğünlerini yaptırdı. Törenlerde, kazanılan zaferlerin nişanları sergilendi. Ele geçirilen büyük çadırlar, eşyalar ve Budin’den getirtilen heykeller meydanda sıralandı. Tabii, Macaristan topraklarındaki hâkimiyet mücadelesi, Avusturya ile Osmanlı ilişkilerini hep gergin tuttu. Habsburg Hanedanı Kralı V. Şarl, Avrupa’nın tek egemeni olmak iddiası taşıyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ne karşı sürekli ittifak arayışına girişiyordu. Kanuni Sultan Süleyman da V. Şarl’ın tehdidini savuşturmak için 25 Nisan 1532’de yeni bir Avrupa seferine çıktı. Avusturya ordusu ile karşılaşmadığı bu seferde Osmanlı ordusu Gratz’a kadar ilerlerken herhangi bir çarpışma yaşanmadı. Tarihe Alman Seferi olarak geçen bu sefer, Avrupa topraklarında Osmanlı hâkimiyetini pekiştirme amacı taşıyordu. Bu seferden sonra Macaristan’ın statüsü önemli ölçüde çözüme kavuşmuş oldu.
Akdeniz’de Güçlü Bir Donanmaya İhtiyaç Duyuldu
Karada Osmanlı ordusunu yenecek güç kalmazken denizlerde hâlâ Avrupa devletlerinin hâkimiyeti devam ediyordu. Nitekim Andrea Doria idaresindeki haçlı donanması, Mora sahillerine gelerek Koron’u almış, Patras ve İnebahtı’ya çıkarma yaptı. Bu durum Akdeniz’de Osmanlı donanmasının güçlendirilmesi ihtiyacını doğurdu. Bu dönemde Kanuni, Akdeniz’in meşhur korsanı Barbaros lakaplı Hayrettin Reis’i, donanmanın başına getirdi.
Şia Tehdidine Karşı Halifeliğe Sarıldı
Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı Devleti’nin sınırları Tebriz’e kadar genişletilse de Şiilik sorunu ortadan kaldırılamamıştı. Safevî dailerinin Türkmenler üzerindeki etkisi devam ediyordu. Devlet güvenliğini tehdit eden bu duruma karşı dinî ve siyasi alanda da önlem alınması gerekiyordu. Şiileşme tehdidine karşı Kanuni, kendini İslam’ın koruyucusu gibi görüyordu. Nitekim Başvezir Lütfi Paşa tarafından kaleme alınan halifelik risalesinde yüzyılın imamı ve halife unvanlarıyla nitelendirilmiştir. Türkmenlerin Şiileştirilmesi tehdidine karşı, Hanefilik devletin temel doktrini olarak benimsendi. Hazırlanan veya mevcut olan kanun derlemelerinde örfi uygulamalar şeri zeminde izah edilmeye başlandı. Bu arada zındıklıkla suçlananlara takibatlar arttı. Kanuni Sultan Süleyman, bu sorunu tamamen ortadan kaldırmak için Safevîler’e ağır bir darbe indirmeye karar verdi. Bu amaçla 21 Ekim 1533’te İbrahim Paşa’yı İran üzerine gönderdi. Bu arada annesi Hafsa Sultan’ı 19 Mart 1534’te, Şeyhülislam Kemalpaşazade’yi de 16 Nisan 1534’te kaybedince büyük sarsıntı geçirdi. Bu nedenle İran seferine ancak 11 Haziran 1534’te çıkabildi. Tebriz’e giderken Kütahya, Konya, Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum güzergâhını takip etti. Gittiği şehirlerde konaklayan ve kutsal yerleri ziyaret edip, ziyaretçileri kabul eden, Özbek ve Şirvan Şah’ın elçilerinden itaat alan Kanuni Sultan Süleyman, 28 Eylül 1534’te Tebriz önlerinde şehir halkı tarafından karşılandı. Bir süre Tebriz’de kalan Kanuni, daha sonra Bağdat’a yöneldi. Mevsim şartlarının yarattığı zorluklar nedeniyle ağır toplarını ve sefer arabalarını hareket ettirmekte zorlansa da ordusuyla 30 Kasım 1534’te Bağdat’a girdi. Buradayken ilk iş olarak özellikle arayıp buldurduğu İmam-ı Azam’ın türbesini ziyaret etti, eski harabeleri dolaştı, şehir halkının incitilmemesi için emir verdi ve kışı burada geçirdi. Dört ay Bağdat’ta kalan Kanuni, bu süre zarfında şehri imar ettirdi ve İmam-ı Azam’ın türbesini yaptırdı. Ayrıca Abdülkadir-i Geylani’nin mezarı üzerine bir türbe, etrafına medrese, tekke hücreleri ve imaretle yanına bir cami inşa ettirdi. Necef ve Kerbela’ya gitti, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin makamlarını ziyaret edip onların soyundan gelenlere altın dağıtarak Safevîler’e karşı dinî bir mesaj verdi.
Yeniden Tebriz’e Döndü
Şiilerin gönlünü almak için bütün kutsal mekânları tamir ettiren Kanuni, Safevî ordusunun Van’a saldırdığı haberini alınca 21 Nisan 1535’te yeniden Tebriz’e yöneldi. 24 gün Kerkük’te kalan Kanuni, 3 Temmuz 1535’te Tebriz’e ulaştı. İki ay kadar Şah Tahmasb’ı yakalamak için Tebriz çevresinde dolaşıp 27 Ağustos’ta İstanbul’a dönmek için Tebriz’den ayrıldı. Kanuni, İstanbul’a dönerken Ahlat, Diyarbekir, Urfa, Halep, Antakya, İskenderun, Adana güzergâhını takip etti. 1536 yılının başlarında İstanbul’a ulaşan Kanuni, düzenlediği seferlere rağmen Safevîler’in kolaylıkla ortadan kaldırılamayacağını anladı. Düzenlenen Irakeyn seferinin tek kazancı, Bağdat’ın ele geçirilmesi ve Basra hâkiminin Osmanlılara itaat etmesi oldu. Bu arada Kanuni’nin İran seferinden döndüğü yıl, Topkapı Sarayı hüzünlü olaylara sahne oldu. Kanuni, saray içi hizipleşmeler nedeniyle giderek daha da katılaştı. Bu nedenle şehzadeliğinden beri yakınında bulunan Başvezir İbrahim Paşa’yı idam ettirdi. Verdiği bu karar Kanuni’de büyük sarsıntıya yol açtı.
Korfu Seferine Çıktı
Safevîler’e karşı düzenlediği seferden istediği sonucu alamayan Kanuni, aynı zamanda eniştesi olan Başvezir İbrahim Paşa’yı idam ettirmenin acısını da unutmak için yedinci büyük seferini Korfu üzerine yaptı. Bu seferde Fransa ve Osmanlı ordusu ilk defa denizde ittifak kurdu. Kanuni, 17 Mayıs 1537’de İstanbul’dan ayrılırken yanında Hürrem Sultan’dan olma oğulları Şehzade Mehmet ile Selim’i de götürdü. Ancak çıkılan bu seferden sonuç alınamadı. Bunun üzerine 15 Eylül’de tekrar İstanbul’a döndü. Arka arkaya uğradığı hüsranların izini silmek isteyen Kanuni, 8 Temmuz 1538’de Osmanlı Devleti’ne bağlı olan Boğdan’da çıkan iktidar sorununu çözmek için yola çıktı. 16 Ağustos’ta bugünkü Romanya sınırlarında kalan Babadağ’a giden padişah buradaki Sarı Saltuk Baba Türbesi’ni ziyaret etti. Avcılığa düşkünlüğü ile bilinen Kanuni, bir süre Babadağ’da avlandıktan sonra 15 Eylül’de 180 Boğdan’ın başşehri Suceava’ya girdi. Asi Voyvoda Petru Rareş kaçmak zorunda kaldı, böylece Boğdan meselesi halledilmiş oldu. Aynı seferde Moldova kıyıları da ele geçirildi. Akkerman’dan Lviv’e uzanan yolların kontrolü sağlandı. Kanuni Boğdan seferinde olduğu sırada, Barbaros Hayrettin Paşa’dan da Preveze’de kazanılan büyük zafer haberi geldi. 28 Eylül 1538’de kazanılan bu zafer ile Andrea Doria’nın amiralliğindeki haçlı donanması Akdeniz sularına gömüldü ve Akdeniz Türk gölü hâline geldi. Bu zaferin ardından Venedik ile olan çatışmalara son veren antlaşma imzalandı. Ege adalarının statüsü belirlendi.
Topkapı Sarayı’ndan Kaçmaya Başladı
Kendisi seferde iken saray içi çekişme ve entrika haberlerinden bunalan Kanuni, Boğdan seferinden döndükten sonra, kış mevsimlerini Edirne’de geçirmeye başladı. Ayrıca İstanbul’da iken Kocaeli’ye kadar uzanan ormanlarda avlar düzenledi. Bir ara Bursa’ya gitti ve ecdadının türbelerini ziyaret etti, oradan Gelibolu’ya geçti, yine avlanarak Eylül 1539’da İstanbul’a döndü.
Zapolya Ölünce Macaristan’ı İlhak Etti
Macar Kralı Zapolya’nın 20 Temmuz 1540’ta ölmesi Macaristan’da hükümdarlık mücadelesine neden oldu. Macar tahtının kendi hakkı olduğunu savunan Ferdinand, Zapolya ölünce kendini hükümdar ilan etti. Kanuni, Ferdinand’ın oldubittisini reddetse de Ferdinand, Mayıs 1541’de Budin’i kuşatma altına alınca Kanuni Sultan Süleyman yeniden Macar seferine çıkarak 26 Ağustos 1541’de Budin önlerine vardı. Bu seferde Macaristan bağlı krallık olmaktan çıkartıldı ve Budin doğrudan doğruya Osmanlı beylerbeyilik merkezi oldu. 2 Eylül’de padişah Budin’e girdi, buranın artık bir Osmanlı şehri olduğunu ifade eden sembolik törenler icra ettirdi ve idaresi için tayinler yaptı. Ardından, Budin merkezli eski Macar topraklarını kendi hâkimiyeti altında birleştirme stratejisini yürürlüğe koydu. Bu harekât bütün Osmanlı ülkesine bir fetih olarak duyuruldu. Kanuni, Macaristan seferinden döndükten sonra Ferdinand boş durmadı ve dengeleri kendi lehine değiştirmek için girişimlerde bulundu. Bu nedenle 1542 yılında yeniden Macaristan seferine çıkma gereği duydu. Çünkü Habsburg Hanedanı Macaristan’ı topraklarına katma emelinden vazgeçmemişti. Bu nedenle oğlu Bayezid’i de alarak Budin beylerbeyiliğini sağlamlaştırmak için sefere çıktı. Bu sefer sonunda Peç, Şikloş ve Estergon kalelerini Osmanlı topraklarına kattı. Böylece Budin’in güvenlik çemberi daha batıya kaydırıldı. Kanuni’nin elde ettiği zaferi gölgeleyen ise Manisa’da şehzadelik yapan oğlu Mehmet’in 6 Kasım 1543’te vefat etmesi oldu. Osmanlı İmparatorluğu’na en muhteşem dönemini yaşatan Kanuni Sultan Süleyman, fırsat buldukça oğullarının şehzadelik yaptıkları şehirleri de ziyaret ediyordu. Nitekim kendi yerine düşündüğü oğlu Selim’i de 1544’te Manisa’da ziyaret etti. Bu arada büyük oğlu Mustafa’yı da iyice gözden çıkarmıştı. Damadı Rüstem’i de 2 Aralık 1544’te başvezirliğe getirdi. Rüstem Paşa’nın başvezir olması, saray içi iktidar mücadelesinde karısı Hürrem’i çok güçlendirdi. Diğer yandan Budin’in ardından Yemen de beylerbeyiliği yapılarak doğrudan İstanbul’a bağlandı.
Yeniden İran’a Yöneldi
Uzun süre dikkatini batıya veren Kanuni, İran’la bir türlü çözülemeyen sorunların üzerine gitmek için tekrar harekete geçti. Şah Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza’nın Osmanlı topraklarına sığınması üzerine, Kanuni bu fırsatı yakaladığını düşündü. Şah Tahmasb’ın Şirvan’ı sıkıştırması, Sünni halkın müracaatları, Özbeklerin yardım istekleri İslam dünyasının koruyucusu olma, hilafet anlayışının kuvvetlenmesi gibi sebeplerle birlikte padişahı ilerlemiş yaşına rağmen yeni bir doğu seferine çıkmaya mecbur bıraktı. İstanbul’dan yola çıkmadan önce Elkas Mirza ile genel bir değerlendirme yaptı ve 29 Mart 1548’de İstanbul’dan hareket etti. Adilcevaz ve Hoy üzerinden 27 Temmuz 1548’de Tebriz’e ulaşan Kanuni, 1 Ağustos’a kadar bu şehirde kaldı. Onun Tebriz’de bulunduğu dönemde ilk seferde olduğu gibi Şah Tahmasb yine Kanuni’nin karşısına çıkmadı. Bu arada Tebriz’den dönüşte Başvezir Rüstem Paşa’yı Van Kalesi’ni almakla görevlendirdi. Van, 24 Ağustos 1548’de ele geçirildikten sonra şehir, beylerbeyilik merkezi yapıldı. Kanuni, İstanbul’a dönmek için mevsimin uygun olmaması nedeniyle kışı geçirmek üzere 29 Eylül 1548’de Diyarbakır’a gitti. Orada iki ay kaldıktan sonra Halep’e geçti. Altı ay kadar burada kaldı ve bu müddet zarfında Yemen’den gelen başarı haberlerini aldı. Bu arada Şah Tahmasb, Erciş, Ahlat, Adilcevaz yöresini yağmalayıp Kars Kalesi’ni inşa eden Osmanlı askerlerini katletmişti. Buna karşılık padişah, Kum ve Kaşan’a kadar olan yerleri yağmalamak ve tahrip etmek için Elkas Mirza’yı gönderdi. Elkas emrindeki kuvvetlerle Şiraz’a kadar uzandı, Van Beylerbeyi İskender Paşa Hoy’u ele geçirdi, Vezir Kara Ahmet Paşa Gürcistan harekâtıyla görevlendirildi. Elkas’ın gönderdiği çok kıymetli hediyeler, tezhipli kitaplar ve değerli kumaşları ondan gelen haberlerle birlikte alan padişah ayrıca oğlu Şehzade Bayezid’i yanına çağırdı, onunla uzun süreli av şenliklerine katıldı, bu vesileyle Hama’ya kadar gitti. Sefer mevsimi geldiğinde yeniden Diyarbekir’e hareket etti ve Safevîler’e karşı yapılan harekâtı izledikten sonra askerin de baskısı üzerine İstanbul’a dönmeye karar verdi. Kanuni, ikinci İran seferinden de istediği sonucu alamayınca sınır boylarında Safevîler’e karşı askerî tedbirleri artırma kararı aldı. Nitekim bu maksatla Hakkâri de Van, beylerbeyiliğine bağlandı.
1550’den Sonra Yaşlılık Belirtileri Başladı
Kanuni, Edirne’yi İstanbul’dan daha çok seviyordu. Bu nedenle, Edirne Sarayı’nda kalmak daha çok hoşuna gidiyordu. İran seferinden planladığı sonucu alamamanın da etkisiyle, İstanbul yerine Edirne’ye gitmeyi tercih etti. 56 yaşına geldiğinde kendini yorgun hissetmeye başladı. Oğulları arasında iktidar çekişmesine paralel, Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa’nın da Kanuni üzerindeki nüfuzları çok artmıştı. En büyük kaygısı dedesi II. Bayezid’in akıbetine uğramaktı. Nitekim Katarolu Vicento Buchia, İspanya Sarayı’na yolladığı bir mektupta padişahı hayli sinirli ve üzgün diye anlatmış, melankolik bir ruh hâli içinde bulunduğunu belirtmiş, Hürrem Sultan’ın onu mutlu edip sakinleştirmek için afyonlu ilaçlar hazırladığını ifade etmişti. Nitekim 1551 tarihli raporlarda padişahın Hürrem Sultan’ın devlet işlerine müdahalesine karışmadığı ve onun etkisiyle donanmayı damadı Rüstem Paşa’nın kardeşi Sinan Paşa’ya emanet ettiği bilgileri yönetimin durumu hakkında bir fikir verir.
Oğlu Mustafa’yı Boğdurdu
Osmanlı Devleti’ni batıda Avusturyalılar, doğuda ise Safevîler yıpratmaya çalışıyordu. Osmanlı’ya kaptırdığı toprakları almak isteyen Avusturyalılar, sınır boylarında saldırılar düzenliyorlardı. Bunun için Macaristan’a yeni bir sefer yapılması söz konusu idi. Ancak Kanuni Sultan Süleyman, ordunun başına geçmedi. Zira doğudaki Safevîler’in saldırısı daha tehdit ediciydi. Aynı şekilde Amasya’daki oğlu Mustafa’nın babasının yerine geçeceği söylentileri de çok yayılmıştı. Mustafa da çevresinin beklentilerini doğrular nitelikte davranışlar sergiliyordu. Babasının hasta olduğunu, devleti yönetebilecek durumda olmadığını o da düşünüyordu. Kardeşlerinin en büyüğü olması nedeniyle tahtın kendi hakkı olduğuna inanıyordu. Bu durum, onu devre dışı bırakmak ve oğullarından birine taht yolunu açmak isteyen Hürrem Sultan ile Rüstem Paşa ekibinin işine geldi ve padişah oğlunu tamamen gözden çıkardı. Yeni bir İran seferine çıkmak için 28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan ayrılan Kanuni Sultan Süleyman öncelikle Mustafa’yı hedef aldı. Yol esnasında sürekli şekilde Mustafa aleyhtarlarının olumsuz propagandalarıyla çeşitli dedikodular kulağına geliyordu. Yanında hastalıklı oğlu Cihangir de vardı. 8 Eylül’de Yenişehir’e vardığında, diğer oğlu Bayezid tarafından karşılandı. 4 Ekim’de Konya Ereğlisi mevkisinde iken Şehzade Mustafa babasının yanına geldi, ertesi gün babasının huzuruna çıkmak için otağa girdiğinde karşısında cellatları buldu. Kanuni, halk ve yeniçeriler tarafından çok sevilen Mustafa’nın katlinin doğuracağı tepkileri dengelemek için İran seferine hız verdi. Sefer yolunda Başvezir Rüstem Paşa’yı da azleden ve yerine Kara Ahmet Paşa’yı getiren Kanuni Sultan Süleyman, 8 Kasım 1553’te Halep’e ulaştı. Fakat buraya ulaştıktan 19 gün sonra da oğlu Cihangir’i kaybetti. İki oğlunu arka arkaya kaybetmek, Kanuni’nin yaşama keyfini yitirmesine neden oldu. Buna rağmen Safevîler üzerine yürüme iradesini kaybetmedi. Beş ay Halep’te kalan Kanuni, 12 Mayıs 1554’te Diyarbakır’a ulaştı. Burada büyük harp divanını topladı, askerin moralini düzeltmek için konuşmalar yaptıktan sonra Kars’a yöneldi ve burada Safevîler’e savaş ilan etti. 13 Temmuz’da, bugün Ermenistan’ın başkenti olan Erivan’a gitti ve etrafı tamamen tahrip ettirdi. Oradan 28 Temmuz’da Nahçıvan’a geçti ve burayı da tahrip ettirdi. Kanuni’nin amacı, Safevîler’in Osmanlı topraklarında yaptıkları yağma ve tahribatların öcünü almaktı. Bu arada Çoruh Vadisi’nden Kerkük’e kadar uzanan güzergâhta da önemli başarılar kazanıldı. Ancak mevsim kışa denk geldiği için İran seferine, 1555’te devam etmek üzere ara verdi. Kışı da İstanbul’a dönmeyerek Amasya’da geçirdi.
Safevîler’le Barış Yapıldı
Kanuni’nin Amasya’da kaldığı 7 aylık dönemde, devletin merkezi de Amasya oldu. Elçi kabullerini burada yaptı. Anlaşmaları burada imzaladı. Safevî Hükümdarı Tahmasb da elçi Kemaleddin Ferruhzad Bey’i göndererek, barış teklifinde bulundu. 1 Haziran 1555’te Osmanlı-Safevî anlaşması imzalandı. Barış anlaşmasının hükümlerinde dinî sorunlar ön planda tutuldu. Kanuni, Tahmasb’a gönderdiği mektupta da Safevîler’den müfrit Şiilerin Hz. Aişe’ye ve üç halifeye karşı olan küfürlerinin yasaklanmasını beklediğini ifade etti. Bu anlaşma ile Osmanlı-Safevî sınırları da belirlendi. Bu arada Şehzade Mustafa’nın boğdurulması, bazı meczupları da harekete geçirmişti. Kanuni, İran seferindeyken Selanik taraflarında Şehzade Mustafa olduğunu iddia eden biri de çıkmıştı. Tarihte kendisine Düzmece Mustafa denilen bu kişi, kendisinin şehzade olduğuna inanan kişileri de etrafında toplamıştı. Kanuni, Düzmece Mustafa isyanını ancak İran seferinden döndükten sonra bastırabildi.
Gut Hastalığından Çok Çekti
Kanuni, hükümdarlığının son on yılında, gut hastalığı olarak da bilinen nikris hastalığından çok sıkıntı çekti. Bazı tarihçiler, Kanuni’nin bu hastalığı nedeniyle Hürrem Sultan’a daha çok bağlandığını ileri sürmüşlerdir. Hatta 29 Eylül 1555’te Kara Ahmet Paşa’yı idam ettirerek yerine tekrar Rüstem Paşa’yı getirmesinde de Hürrem Sultan’a duyduğu bağlılığın etkisi olduğu ileri sürülmüştür. Böylece devlet işlerinde yine Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan ve Rüstem Paşa ekibi öne çıkmıştır.
Süleymaniye Camii 1557’de Tamamlandı
Kanuni’ye hükümdarlık onurunu yaşatan en önemli çalışmalardan biri de Süleymaniye Camii’nin açılışı oldu. İnşaatı altı yıl süren Süleymaniye Camii 7 Haziran 1557’de ibadete açıldı. Açılışta Şah Tahmasb’ın elçisi de hediyeleriyle hazır bulundu. Açılıştan iki ay sonra Kanuni tekrar Edirne’ye döndü. Ancak Hürrem Sultan’ın yakalandığı şiddetli hastalık nedeniyle 1558 yılı Şubat ayında tekrar İstanbul’a geldi. Hürrem Sultan, Nisan ayının ortalarında hayatını kaybetti. Kendisi için büyük bir dayanak olan Hürrem Sultan’ın vefatı, Kanuni’de büyük bir kedere yol açtı. Bu arada oğulları Beyazıt ve Selim arasındaki hükümdarlık mücadelesi de Kanuni’yi devletin geleceğiyle ilgili endişeye sevk etti. Bu nedenle çıkmayı planladığı Macaristan seferini erteledi.
Toplumsal Kriz Baş Gösterdi
Devlet dışarıda zaferler kazanırken içerideki sorunlar da giderek birikti. 1550’li yıllardan itibaren artan sosyal ve ekonomik sorunlar, uzun vadede ortaya çıkacak sosyal krizin de ilk belirtileri oldu. Ayrıca padişahın uzun saltanatı giderek hem halk hem de devlet kademeleri arasında tekdüzelikten kaynaklanan, içten içe alevlenen ancak henüz parlamayan bir bıkkınlığa yol açmıştı. Yeni bir başlangıç beklentisinin kamuoyu üzerinde etkili olduğu, Şehzade Mustafa’nın idamından sonra meydana gelen Düzmece Mustafa hadisesinde kendini göstermişti. Öte yandan tasavvufi çevrelerde de merkeze karşı muhalefet arttı. Bu dönemde yazılan bir risalede toplumun bozuk yapısına, adaletsizlik, rüşvet ve zayıflamış dinî inanca vurgu yapılır. Birgivî’nin benzer görüşleri padişahın çevresini ve sarayı etkilemiş görünmektedir. Nitekim daha katı bir Sünni anlayışın temsilcisi olarak kendini görmekte olan padişah da bu karışık yıllarda sert bir dinî anlayışın takipçisi oldu. Etrafındaki eğlence takımını dağıttı, çalgıları parçalattı, altın ve gümüş tabakları ortadan kaldırdı, genel olarak şarap üretme ve içme yasağı getirdi. Beş vakit namazın cemaatle kılınması için 1546’da yayımladığı ferman da bu konuda takındığı tutumu anlamakta belirleyicidir.
Şehzade Bayezid, İran’a Kaçmak Zorunda Kaldı
Kanuni, kendinden sonra Selim veya Bayezid’in hükümdarlığı konusunda tarafsız kalmayı tercih etti. Hatta onlara eşit mesafede olduğunu göstermek için kendilerini bulundukları yerden daha iç bölgelere yolladı. Selim Konya’nın, Bayezid Amasya’nın yolunu tuttu. Bu durum aslında gizli bir tercihin de habercisiydi. Bayezid, Kütahya’dan Amasya’ya uzaklaştırılmasını kabullenmedi, bunu kendi yerine ağabeyinin tercih edilmesine yordu. Padişah, meselenin halli için Bayezid’e dördüncü vezir Pertev Paşa’yı yolladıysa da şehzade nasihat dinleyecek durumda değildi. Oğlundan çok ağır ve tehdit dolu bir mektup alan padişah giderek Selim’e temayül etti. Ona gönderdiği üçüncü vezir Sokollu Mehmet Paşa’nın söylediklerine yumuşak başlılıkla itaat eden Şehzade Selim babasının takdirini kazandı. Bayezid durumun tamamen kendi aleyhine döndüğünü anlayınca “yevmlü” denilen tüfekli asker toplamaya başladı. Selim de babasının direktifleri doğrultusunda askerî hazırlıklarını sürdürüyordu. İki kardeşin 30 Mayıs 1559 yılında Konya ovasında yaptıkları savaş Bayezid’in aleyhine sonuçlandı. Savaşı kaybeden Bayezid Amasya’ya çekildi. Kanuni, oğlunu cezalandırmak amacıyla ordusuyla üzerine yürümek için 5 Haziran 1559’da Üsküdar’a geçtiğinde durumu haber alan Bayezid, İran’a kaçtı. Bunun üzerine Kanuni, tekrar saraya döndü. Ancak Şah Tahmasb’dan önemli tavizler vererek oğlunun iadesini istedi. Tahmasb, yüklü miktarda para ve Kars Kalesi karşılığında Bayezid’i iade etti. Şehzade 23 Temmuz 1562’de oğullarıyla birlikte idam edildi, cenazeler Sivas’a getirilip defnedildi.
Temel Hobisi Avcılıktı
Kanuni Sultan Süleyman, 1560’tan itibaren yaşlılığı ve hastalığının etkisiyle daha sakin bir hayatı tercih etti. Bayezid’i idam ettirdikten sonra İstanbul’da daha çok vakit geçirmeye başladı. Gününün çoğunu avda geçiriyordu. Av düşkünlüğü ata binemeyecek duruma gelinceye kadar sürdü. Hatta 21 Ağustos 1563’te çıktığı bir av sırasında, yakalandığı sağanak yağmur şiddetli sel meydana getirince Yeşilköy yakınlarındaki İskender Çelebi Bahçesi’nde sel sularına kapılmış ve ölümden son anda kurtarılmıştı. Geçirdiği bu tehlike sonrasında da İstanbul’daki su kemerlerini tamir ettirdi. Çağının diğer hükümdarları gibi avlanma vesilesiyle ihtişamını halka göstererek bunu bir meşruiyet aracı hâline getirmiştir. Gerek bu vesileyle gerekse uzun seferleri dolayısıyla imparatorluğunun çeşitli bölgelerini tanıdı. Doğuda ve batıda pek çok yeri gördü, şehir ve kasabaları dolaştı. Bu bakımdan o, imparatorluğunu bizzat gezerek tanımış son Osmanlı padişahı oldu. Bu arada Rüstem Paşa’nın 1561 yılında vefatından sonra Kanuni’nin yanında sadece çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan kalmıştı ve onun sözüne büyük önem veriyordu. Kanuni’yi İstanbul’daki sakin hayatından çekip alan ise 1565’te uğranılan Malta bozgunu oldu. Bu bozgun Osmanlı’nın batıdaki imajında büyük tahribata yol açtı. Kanuni Sultan Süleyman bunun kötü izlerini gidermek, ayrıca tebaaya hâlâ iktidarın ve gücün kendi elinde bulunduğunu göstermek istedi. Zira halk Selim ile Bayezid’in iktidar mücadelesinden ve Malta kuşatmasından olumsuz etkilenmişti. Bu olumsuzluğu sufi çevrelerin söylentileri de besledi. Kanuni, devletin geleceği adına tehlikeli bulduğu bu söylentiyi boşa çıkartmak için, Sokollu Mehmet Paşa ile bir savaş planı yaptı. Hedef Zigetvar ve Eğri kaleleri idi. 1 Mayıs 1566’da İstanbul’dan yola çıkan ordu, Haziran’ın sonlarında Belgrat’a ulaşabildi. Osmanlı Devleti’ne bağlı olan Erdel Kralı Yanoş Sigismond’u Belgrat’ta kabul etti. Ardından ordusuyla Zigetvar’a hareket ederek kuşatma emrini verdi. Kuşatma sırasında Kanuni’nin otağı da şehrin kuzeyinde yüksekçe bir yere kuruldu. Bu sırada Kanuni’nin hastalığı şiddetini artırdı. Kuşatma devam ederken 6-7 Eylül 1566 gecesi hayata gözlerini yumdu. Ölümü askerden gizlendi. Sıcaktan kokmaması için iç organları çıkarılıp cesedi tahtın altına geçici olarak defnedildi. Kale fethedildikten sonra da Kanuni’nin vefatı gizlendi. İstanbul’a dönmek için yola çıkıldığında cesedi 42 gündür gömülü kaldığı topraktan gizlice çıkartılarak taht arabasına konuldu ve yolculuk esnasında padişah yaşıyormuş gibi davranıldı. Nihayet daha önce kendisine haber gönderilen yeni padişah II. Selim’in Belgrat’a gelişi üzerine vefat haberi resmen ilan edildi. İstanbul’a ulaşıldığında cenaze merasimi üçüncü defa 23 Kasım’da Süleymaniye Camii’nde yapıldı, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin kıldırdığı cenaze namazının ardından cami yanındaki türbesine defnedildi.
Çağına Mührünü Vuran Bir Devlet Yarattı
Kanuni’nin 42 yıllık iktidar dönemi, Osmanlı Devleti’nin en parlak dönemi kabul edilmiştir. Yaşanan bütün sorunlar unutulmuş ve her krizli dönemde Kanuni dönemini altın çağ olarak niteleme eğilimi baş göstermiştir. Hatta 19. yüzyıl Osmanlı tarihçileri, Kanuni çağını bir Asr-ı Saadet dönemi gibi değerlendirmişlerdir. Aslında, Kanuni gerçekten 16. yüzyıla damgasını vurmuş, Osmanlılar, Avrupa’nın cihanşümul anlayışına sahip imparatorluğu hâline gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ideolojik temelleri de bu dönemde atılmıştır. Aynı dönem, modern Avrupa’nın oluşumunda da etkili olmuştur. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin etkisi Kuzey Afrika içlerinden Habeşistan’a, Yemen’den Hindistan’a, Rus steplerinden Polonya’ya kadar uzanmıştır. Babür İmparatorluğu, Orta Asya hanlıkları, Hindistan’ın diğer Müslüman sultanlıkları da gözlerini, Batı’ya karşı tek başına mücadele eden Osmanlı Devleti’ne çevirdiler. Osmanlı Devleti’ne doğuda sürekli sorun çıkartan Şah Tahmasb da Kanuni Sultan Süleyman’a “Hazret-i Hünkâr” diye hitap etmiştir. Hatta batıda Hristiyan dünyasına karşı giriştiği mücadeleler sırasında dinin bir gereği olarak ona karşı herhangi bir düşmanlıkta bulunmadığını dahi belirtmiştir. Bununla birlikte Kanuni’nin yarım asra yaklaşan hükümdarlık döneminde sosyal tansiyon zaman zaman iktidarı zorlayacak dereceye ulaştı ve etkileri ileriki yıllara taşınacak olan türlü olumsuzlukların kaynağını teşkil etti. Ancak bu durum, büyük askerî zaferlerin gölgesinde kaldı. Devletin menfaatini her şeyden üstün tutan Kanuni, bu uğurda kendi ailesini bile feda etmekten çekinmemiştir. Şehzade Mustafa ve Bayezid olayları bunun örnekleri olarak gösterilir. “Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beytinde olduğu gibi “sıhhat” ve “devlet” kavramları onun hayatının temel düsturları olmuştur. Şiire olan merakı da bilinmektedir. 3000 kadar şiir yazan ve bir divanı olan Kanuni, “Muhibbi” mahlasını kullanmıştır. Bu lakap Allah’a derviş samimiyetiyle bağlı olduğunu, ayrıca halkına karşı ince bir sevgi yaklaşımı içinde bulunduğunu ifade eder. Kanuni, döneminin âlimlerini ve sanatçılarını da korumuştur. Kemalpaşazade, Ebussuud Efendi, Celalzade Mustafa ve Salih çelebiler, Taşköprüzade Ahmet Efendi, Kınalızade Ali Efendi, “Mülteka’lebhur” müellifi İbrahim el-Halebî, Muhyiddin Muhammed Karabağî, Abdullah b. Şeyh İbrahim Şebüsterî, Birgivî gibi ilim adamları ve fakihler yanında Türk edebiyatının en tanınmış şairleri Baki, Fuzuli, Zati, Hayali Bey, Taşlıcalı Yahya, Lamii Çelebi, onun döneminde yaşamıştır. Tahta çıktığında adı bilinen üç oğlu hayattaydı ve Mahidevran’dan doğmuştu. Bunlardan ikisi, Murat ve Mahmut 1521’de vefat etmiş, geriye sadece altı yaşındaki Mustafa kalmıştı. Hemen ertesi yıl Hürrem Sultan’dan olma çocukları dünyaya geldi. 1522-1531 yılları arasında Hürrem Sultan’dan hayatta kalan biri kız altı çocuğu vardı. Bunlar Mehmet, Mihrimah, küçük yaşta ölen Abdullah, Selim, Bayezid ve Cihangir idi. Böylece 1522’den itibaren Süleyman’ın Hürrem Sultan’a karşı bağlılığı artmış ve onu geleneklere aykırı şekilde resmî olarak nikâhına almıştır. Bir Venedik kaynağı bu durumun halka da duyurulduğunu fakat bundan hoşnut kalınmadığını ve Hürrem Sultan’a karşı duyulan nefretin sebebinin bu olduğunu belirtir. Söz konusu vaziyet Osmanlı tarihinde cariye iken sultan eşi hâline gelmenin ilk uygulaması idi. Saraydaki bu durum giderek siyasi hizipleşmenin kaynağını teşkil etmiştir. Damat sadrazamlar dönemini başlatan da Kanuni olmuştur. Başvezirler İbrahim, Lütfi ve Kara Ahmet paşalar kız kardeşleri Hatice, Şah Sultan ve Fatma Sultan’la; aynı şekilde Rüstem Paşa kızıyla, son iki sadrazamı Semiz Ali ve Sokollu Mehmet paşalar torunları Hümâşah ve İsmihan ile evli idi. Yine oğlu Selim’in dört kızını, Mehmet’in bir kızını vezirlerle evlendirerek iktidarını perçinlemeyi tercih etmiştir. Bu uygulama sonraki dönemlerde çok eleştirilmiştir. Çünkü zamanla devlet üzerinde aile üyelerinin siyasi ağırlığı artmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mimar Sinan çok sayıda eser inşa etmiştir. Süleymaniye Camii ve Külliyesi bu eserlerin tipik bir örneğidir. Kanuni, ayrıca babası Selim adına yapımını başlattığı Sultan Selim Camii’ni tamamlatmıştır. Oğulları Mehmet ve Cihangir için yaptırdığı cami ve tesisler de bu hareketin önemli bir parçasıdır. Buna kızı Mihrimah Sultan’ın Edirnekapı ve Üsküdar camileri, Hürrem Sultan adına inşa ettirdiği Haseki Sultan Camii ve Külliyesi eklenebilir. İstanbul’un Kırk Çeşme denilen su yolları onun eseridir. Mimar Sinan’a yaptırdığı Büyükçekmece Köprüsü bir mimari şaheser konumundadır.