Bon Jovi
Bon Jovi, ABD’nin New Jersey eyaletinden çıkmış bir rock müzik grubudur. Tüm dünyada günümüze dek 120 milyonluk albüm satışı yakalayan grup, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Asya, Afrika ve Avusturalya’da çeşitli şehirlerde toplam elli ülkede 2600 konser vermiştir ve 34 milyon kişi canlı performanslarına tanıklık etmiştir.
Bon Jovi 2006 yılında İngiltere’de UK Music Hall of Fame tarafından onurlandırıldı, İngiliz Q dergisinin 2004 yılında hazırladığı Tüm Zamanların En Büyük Elli Grubu sıralamasında 14. sırada yer aldı. Grup, 2004 yılında Amerikan Müzik Ödüllerinde Yaşam Boyu Onur ödülü, 2005 yılında ise Dünya Müzik Ödüllerinde tüm dünyada 100 milyonu aşan albüm satışları nedeniyle Elmas Ödülü ile onurlandırıldı.
Müziklerinin, melodik rock yada hard rock şeklinde kategorize edilmesine "biz sadece rock n roll yapıyoruz" diyerek yanıt veren grup, 90’larda MTV’nin gerçekleştirdiği MTV Unplugged serisine ilham kaynağı olmuştur.
on Jovi’nin kuruluşu, grubun vokali John Bongiovi’nin lise zamanında başlayan rock’n’roll tutkusuna kadar uzanmaktadır. John, New Jersey’de ufak yerlerde çeşitli gruplarla birlikte konserler veriyordu. Kuzeni Tony’nin New York’ta Power Station adını taşıyan bir kayıt stüdyosu vardı. Bu stüdyoda E Street Band ve Aldo Nova gibi tanınmış isimlerle demolar kaydeden Jon, bunlardan 1982’de bir yaz gecesi kaydedilen Runaway adını taşıyan tek parçalık demosuyla bir anda New York Long Island’daki WAPP radyo istasyonun dikkatini çekti. Daha sonra ise Runaway tüm Amerika’daki radyolarının en çok çalınanları arasında yer alacaktı.
Plak şirketleri vakit kaybetmeden John Bongiovi adıyla, grubu olmadan tek başına Runaway gibi bir hiti yaratan bu gencin peşine düştü. 1983 yılında Polygram/Mercury Records ile yapılan albüm anlaşmasından sonra John ilk olarak o yıllarda "Julliard" isimli müzik okulunda eğitim almakta olan lise arkadaşı David Bryan’ı grupta çalması için ikna etti. Sıra davul setine oturacak uygun adamı bulmaktaydı. John New Jersey’deki gruplarda bas gitar çalan Alec John Such ile tanıştı. Alec’in vasıtasıyla Franke&The Knockouts isimli grupta baget sallayan Tico Torres’i saflarına kattılar. Gitarda ise John’un çocukluktan beri arkadaşı olan "Dave Sabo" yer almaktaydı. John, Tico, David, Alec ve Dave küçük topluluklar önünde kulüp konserleri vermeye başladılar. Bunlardan birinde izleyiciler arasında grup adına önemli bir şahsiyet oturuyordu. O sıralar "Message" isimli grupta çalan ama başka planları olan bir gitarist; Richie Sambora.
Richie Sambora izlediği konserden sonra Jon Bon Jovi’nin yanına giderek birlikte çalmayı teklifi etti. Jon Bon Jovi bunu onayladı fakat asıl amacı onun hakkında bilgi toplamaktı. Dave Sabo henüz deneyimli değildi ve John’da yeni bir gitarist arıyordu. Birkaç gün sonra onu arayıp beraber çalmayı önerdi. Richie Sambora ilk çalışmada grup üyelerini tatmin etmişti. Böylece gelecekte grubun Jon Bon Jovi’den sonraki en popüler elemanı olacak olan gitarist Richie Sambora gruba katılmış oldu.
John plak şirketinin tavsiyesi ile ismindeki "H" harfini attı ve Bongiovi olan soyadını da daha anlaşılır bi şekle sokarak Bon Jovi’ye dönüştürdü. Grubun ismi olarak da "Bon Jovi"de karar kılındı.
Grup ilk provalarını New Jersey, Perth Amboy’da balıkçıların mesken tuttuğu bir birahanede yaptı. Şişe kırıklarıyla dolu paspal birahanede üzerlerine sinen balık kokusu ile müzik yapmaya uğraşan beş genç geçimlerini sağlamak için limandaki balık boşaltma görevini üstleniyodu. Bir defasında 40 bin dolarlık müzik aletlerini çaldırmışlardı. Sigortadan paralarını alamayan grup yeniden müzik aletlerini alabilmek için normalin iki katı çalışmak zorunda kalmıştı.
Grubun menajerliğini Glam Metal devi Mötley Crüe’nun menajerliğini yürüten Doc McGhee üstlenmişti. Doc McGhee, Bon Jovi ile anlaştıktan sonra tüm enerjisini Bon Jovi’yi dünyanın en büyük gruplardan biri yapmaya adadığı için ilerleyen yıllarda Mötley Crüe ile arası açılacaktı ve görevine son verilecekti. Doc McGhee ilk iş olarak Bon Jovi’nin 1983’ün Eylül ayında New York Madison Squere Garden’da gerçekleşen ZZ Top konserinde alt grup olarak çıkmalarını sağladı.
Bon Jovi’nin kendi adını taşıyan ilk albümü 21 Ocak 1984’te yayımlandı. Tekli olarak yayınlanan Runaway Bon Jovi’ye kariyerinin ilk hitini kazandırdı. Runaway’in başarısı tatminkar olsa da albüm müzik marketlerde fazla tutunamamıştı. Grup Avrupa’da Kiss ABD’de ise Scorpions’ın alt grubu olarak sahneye çıkarken, Japonya’da Super Rock Fstival kapsamında verdikleri konserler ise beklenmedik derecede büyük ilgi gördü. Yıl sonunda "Cream" dergisinin ilk onunda yer alan grup, İngiliz rock müzik dergisi "Kerrang" tarafından yılın en iyi yeni grubu Japonya’da ise yılın grubu seçildi.
1985’in Nisan ayında grubun ikinci albümü 7800° Fahrenheit yayımlandı. Albümün ismi kayanın erime derecesini simgeliyor ve Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 adlı romanına bir gönderme taşıyordu. Albümden In And Out Of Love ve Only Lonely gibi orta düzeyde başarılı olmuş birkaç hit çıkarmasına rağmen Bon Jovi bu albümle de istediği çıkışı gerçekleştirememişti. Grup Amerikayı dönemin popüler Glam Metal gruplarından Ratt’in alt grubu olarak turlarken, Avrupa ve Japonya’da ana grup olarak sahne aldı ve turne esnasında İngilterede düzenlenen Donnington Monsters of Rock festivalinde, ve Amerikalı çiftçiler yararına verilen Farm Aid konserlerinde yer aldı.
Jon Bon Jovi bu günlerde bir barda dinlediği Philadelphia’lı hard rock gurubu Cinderella’yı menajerleri ile tanıştırıp albüm kapısını aralamıştır. Cinderella’nın Somebody Save Me adlı şarkısında söz yazarı olarak yer alan Jon Bon Jovi ve Richie Sambora şarkının video klibinde de rol aldı.
1986 başlarında Vancouver’a üçüncü albümlerini kaydetmek üzere gittiler. Albüm için yapımcı Bruce Fairbain ve o zamanlar bir ses teknisyeni olan Bob Rock ile Little Mountain Stüdyoları’nda 6 ay albüm üzerinde çalıştılar. Üçüncü albüm grup için ya tamam ya devam albümüydü. Ünlü söz yazarı ve besteci Desmond Child şarkı sözü yazımı ve besteleme aşamalarında Bon Jovi ile ilk kez bu dönemde çalışmaya başlamıştı.
18 Ağustos 1986’da Slippery When Wet adı altında yayımlanan albüm, Bon Jovi’nin kariyeri için bir dönüm noktası niteliğindedir ve Bon Jovi’yi zirveye taşıyan albüm olmuştur. Günümüzde bir rock klasiği olarak anılan albümde yer alan You Give Love a Bad Name, Livin’ on a Prayer, Wanted Dead or Alive ve Never Say Goodbye unutulmaz Bon Jovi şarkıları olarak akıllara kazınacaktı. 2006 yılında Robert Dimery tarafından hazırlanan 1001 Albums You Must Hear Before You Die(Ölmeden önce dinlemeniz gereken 1001 albüm) kitabında yer alan Slippery When Wet Bon Jovi’nin ticari açıdan en başarılı albümüdür. Albüm birçok ödülü de beraberinde getirdi.Slippery When Wet, 1987’de Billboard dergisi tarafından yılın en çok satan albümü olarak belirlenirken,[9] Bon Jovi People’s Choice tarafından Yılın Rock Grubu seçildi.[10] Ayrıca MTV Video Müzik Ödülleri’nde Livin’ on a Prayer ile En İyi Sahne Performansı Videosu ödülünü alırken Amerikan Müzik Ödülleri’nde de Yılın Grubu ödülünü aldılar.
Slippery When Wet albümünün yayımlanışının ardından 38 Special isimli grubun alt grubu olarak sahneye çıkması planlanan Bon Jovi albümün büyük başarısının ardından Aralık 1986’da ana grup olarak çıktıkları kariyerinin ilk dünya turnesi ile gittikleri her şehirde büyük ilgiyle karşılandılar ve verdikleri her konser kapalı gişe olmayı başardı. Yine turne esnasında, New York’ta yayın yapan özel bir radyo istasyonu, şanslı dinleyicilerine Bon Jovi’yle bir gün geçirme vaadinde bulundu ve bu yarışmaya toplamda 22 milyon mektup başvurusu geldi. Daha önce hiç bir radyo yarışmasına bu kadar büyük bir katılım gerçekleşmemişti.
Ağustos 1987’de yine İngiltere’de düzenlenen Donnington-Monsters of Rock’a katıldılar. Ama bu sefer ana grup onlardı; altlarında ise Dio, Metallica, WASP, Anthrax ve Cinderella gibi ünlü gruplar vardı. Grubun biste söylediği We Are an American Band şarkısına Kiss grubunundan Gene Simmons ile Paul Stanley, Twisted Sister grubundan Dee Snider ve Iron Maiden grubundan Bruce Dickinson eşlik etti. 70,000 kişinin katılımıyla konser Bon Jovi kariyerinin doruk noktalarından biriydi.
Jon Bon Jovi turne esnasında sesi ile ilgili sorunlar yaşamaya başladı. Yoğun turne programı ve canlı performanslar esnasında çıktığı yüksek notalarında etkisi ile sesi ciddi şekilde hasara uğramıştı. Sahneye çıkıp şarkı söylemeye devam etmesini sağlayabilmek için enjekte edilen steroid iğneleri de bir süre sonra işe yaramamaya ve sesine daha çok zarar vermeye başladı. Hem biletleri satılmış konserlerin iptal edilmesinden hiç hoşlanmayan hem de grubun kariyerinin zirve noktalarından biri olan bu dönemde durmak istemeyen Jon Bon Jovi konserlere devam kararı aldı ve turnenin son birkaç ayını bir vokal koçunun yardımı ile geçirmeyi başardı. Jon Bon Jovi bu tarihten itibaren doktorunun da tavsiyesi üzerine ve uzun turnelerde sesini muhafaza edip tekrardan aynı sorunları yaşamamak için canlı performanslarda biraz daha düşükten söylemektedir ve çok fazla yüksek notalara çıkmaya yeltenmemektedir.
Çıktıkları geniş kapsamlı dünya turnesi 1987 Ekim ayında Hawaii’de sona erdi. On altı ay süren turne boyunca 200 konser vermişlerdi.
Grup geldikleri yerin tesadüf olmadığını ve son albümlerinin rastlantılarla gelen bir başarı olmadığını kanıtlamak için hiç vakit kaybetmeden yeniden Bruce Fairbain ve Bob Rock ile stüdyoya girdi.
Slippery When Wet albümünün ardından iki sene sonra yayımlanan dördüncü albüm New Jersey 13 Eylül 1988’de raflardaki yerini aldı. Hem ticari açıdan hemde müzikal açıdan Slippery When Weti aratmayan bir başyapıt olarak görülen New Jersey beş hit şarkı çıkararak Bon Jovi’nin başarısının tesadüf olmadığını kanıtladı. Arka arkaya piyasaya sürülen Bad Medicine, Born To Be My Baby, I’ll Be There For You, Lay Your Hands On Me ve Living In Sin teklilerinin beşide önemli liste başarılarına imza attı. Erotik sahneler içeren Living In Sin’in klibinin Mtv sansürüne takılması grubu ana haber bültenlerine kadar çıkardı fakat daha sonra yeniden kurgulanan klip sıkça müzik kanallarında gösterildi.
Bu dönemde,daha önce Cinderella’yı keşfetmiş olan Jon Bon Jovi, yeni bir gurubu basına tanıttı. Skid Row, Bon Jovi’nin de desteğini alarak başarılı bir albüme imza attı ve Bon Jovi’nin "New Jersey" albümü için çıktıkları 16 ay süren uzun dünya turnesinde alt grup olarak tüm dünyayı dolaştılar.
Ağustos 1989’da 160,000 kişinin katılımı ile gerçekleşen Moscow Peace Festival’da ana grup olarak sahne aldılar. Lenin Olimpiyat Stadı’nda yapılan iki günlük etkinliğin iki amacı vardı; Rus gençleri arasında hızla artış gösteren alkol ve uyuşturucu bağımlılığına dikkat çekmek ve yıllarca kapılarını Amerikan tarzı hayata kapatan Rusya’nın kapılarını Amerikan tarzı rock n roll’a açmaktı. Bu amaçlar için en uygun ismin Bon Jovi olduğu düşünüldü ve nitekim Rus hükümetinin Rusya’da konser vermesi için izin verdiği ilk batılı grup Bon Jovi oldu. New Jersey albümü ise Sovyet Rusya’da devlete bağlı bir şirketten yayımlanan ilk yabancı albüm oldu; daha önce ne Beatles’ın ne de Rolling Stones’un albümleri Rusya’da yayınlanmamıştı.
Aynı yıl Jon Bon Jovi ve Richie Sambora’nın MTV Video Müzik Ödülleri’nde gösterdikleri performans uzun yıllar konuşulacaktı. Sadece akustik gitarlarla sahne alan ikili Livin’ on a Prayer ve Wanted Dead or Alive şarkılarını çaldılar ve bir bakıma MTV’nin gelecekte yapacağı Unplugged serisine ilham kaynağı olmuşlardı. Jon Bon Jovi’ye göre ise bu çok büyük bir mesele değildi şarkılarını zaten akustik gitarla yazıyolardı bu yüzden doğallıklarını bozmadan şarkılarını akustik şekilde çalabilirlerdi. Büyük gürültü kopartan bu performansın Unplugged serisinin başlangıcına yapmış olduğu etki kadar akustik şarkıların artışının esas kaynağı olarakta gösterilmektedir.
1988 yılının Ekim ayında başladıkları turne ise 1990 yılının Şubat ayında Meksika’nın Monterrey şehrinde aynı gün içerisinde verdikleri iki stat konseri ile sona erdi. Turne boyunca yirmi iki ülkede 232 konser veren grubun büyük başarılara imza attığı iki yıla yakın süren uzun dünya turnesi iyi geçmesine iyi geçmişti ama Jon, Richie, David, Tico ve Alec hem bedenen, hem zihnen, hem de duygusal olarak iflasın eşiğine gelmişlerdi. Turne esnasında sık sık kavga etmişler ve kopma noktasına gelmişlerdi. Turne bittiğinde grubun geleceği belirsizdi. Grup üyeleri birbirine hosçakal bile demeden farklı uçaklara binip kendi yollarına gittiler.
u arada Jon Bon Jovi hiç hesapta yokken kendini bir anda Young Guns II filminin müziklerini hazırlarken buldu. Young Guns II filminin müziklerini içeren Jon Bon Jovi’nin ilk solo albümü Blaze of Glory, 1990 yılında yayımlandı. Jon Bon Jovi albümde Jeff Beck, Elton John ve Aldo Nova gibi çok önemli isimlerle çalıştı. Jon Bon Jovi, Blaze of Glory şarkısı ile en iyi film müziği dalında Altın Küre Ödülü’nü, Amerikan Müzik Ödülleri’nde ise En iyi Pop/Rock Şarkısı ödülünü aldı ve Grammy ile Oscar’a aday oldu. Jon Bon Jovi her ne kadar Oscar’ı alamadıysa da törende sahne alarak bir hayalini daha gerçekleştirmiş oldu.
Jon Bon Jovi’nin grubu olmadan büyük başarılara imza atması grubun dağıldığı söylentilerine sebep olmuş ve grubun geleceği hakkında soru işaretleri uyandırmıştır. Menajer Doc McGhee 31 Aralık 1990’da Japonya’da gerçekleşecek bir yeni yıl konseri için grubu tekrardan bir araya getirdi. Amerikan medyası bu konsere büyük ilgi gösterdi ve sırf Jon Bon Jovi ve Richie Sambora’nın arasındaki soğukluğu ve grubun içinde bulunduğu karışıklığı daha yakından takip edebilmek için Japonya’ya kadar gittiler. Jon Bon Jovi ve Richie Sambora bu konser için üçer milyon dolar almışlardı fakat o günlerde grup üyelerinin bir birleri ile konuşmaması ve sahne arkasında beşinin de farklı odalarda oturması gibi sebeplerden dolayı Jon Bon Jovi konserden sonra "para için bile olsa bir daha bu işi yapmayacağım" diyerek grubu dağıttı ve herkes kendi yoluna gitti.
1991 yılında Richie Sambora ilk solo albümü Stranger in This Town’ı yayımladı. Richie Sambora’nın ilahım dediği Eric Clapton’ın da bir şarkıda Richie’ye eşlik ettiği albüm satış bazında büyük rakamlara ulaşmasa da eleştirmenlerden olumlu puanlar alırken grubun diğer elemanları üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Netherworld filminin müziklerini hazırlayan David Bryan Güney Amerika’daki bir gezintisi esnasında parazit kaptı ve aylarca hastanede yattı. Alec John Such ise geçirdiği motosiklet kazasının ardından bas tutuşundaki kritik bir sinirini zedeledi. Alec bu sebepten dolayı bas tutuşunu ve gitar çalış pozisyonunu değiştirmek zorunda kaldı.
Başarılı albümler turneler ve gelen ödüllere rağmen Jon Bon Jovi mutlu değildi, bunalıma girmişti. Ünlü olmanın hayal ettiği gibi bir şey olmadığını ve rock’n’roll yaşam tarzının kendisine zarar verecek bir yönü olduğunu anlamaya başladı. Gruptan ayrı kaldığı süre boyunca fiziksel ve duygusal olarak kendini onarmaya çalışan Jon Bon Jovi kafasını dinlemek için 1991 yazında tüm ABD’yi kapsayan bir motosiklet turuna çıktı. Daha önce gitmediği yerlere giderek değişik insanlarla tanışarak yapacağı yeni besteler için değişik ilham kaynakları aradı. Bu gezi onun içinde bulunduğu karanlık dönemden çıkmasında büyük rol oynadı.
Jon Bon Jovi kritik bir kararla grup 1991’in Eylül ayında MTV Video Müzik Ödülleri’nde Yaşam Boyu Onur ödülü [17]ile ödüllendirildikten sonra grubun başarısında büyük rol oynamış olan ve grubun sekiz yıldır menajerliğini sürdüren Doc McGhee’nin işine son verdi. Bu tarihten itibaren kendi menajerlik sistemi ile yola devam eden Jon Bon Jovi, Bon Jovi Manegement’ı kurdu. Eski albümlerinde başarısına güvenerek geleceğe umutla bakıyodu ve tek yapmak istediği yeniden bir garaja girip beş kişi ile müzik yapmaktı. Bon Jovi Management’ı kurduktan sonra ilk işi Ocak 1992’de grubu yeniden toplamak oldu. Grup üyeleri uzun bir aradan sorna tekrar bir araya gelip yüzleşip aralarındaki sorunları çözdükten sonra vakit kaybetmeden yeni albümün hazırlıklarına başladılar. Dört sene aradan sonra yayınlanacak ilk Bon Jovi albümünün yapımcılığını Bob Rock üstlendi ve albüm çok kısa bir sürede Vancouver Little Mountain Stüdyoları’nda kaydedildi.
Grubun New Jersey albümünün ardından müzik dünyasından uzak kaldığı süre içerisinde rock müzik cephesinde büyük değişiklikler olmuştu. ABD’nin Seattle eyaletinden çıkan gruplar yeni bir akım olarak kabul edilen Grunge’ın doğmasına sebep olmuşlardı. 1991 yılının sonundan itibaren başta Nirvana ve Pearl Jam olmak üzere Grunge akımının temsilcileri müzik listelerini domine etmişlerdi. 1991 ve 1992 yıllarında alternatif müziğin yükselişi, sadece hair bandleri değil Michael Jackson ve Madonna gibi 80’lerin pop ikonlarınıda olumsuz etkilerken Metallica gibi daha sert ve gürültülü grupların önünü açmıştı. Medya tarafından klasik hard rock ve heavy metal müziği dışlanırken, artık kabarık saçlar gösterişli kıyafetler ve eski tarz rock n roll yaşam tarzı dinleyicilere hoş görünmemeye başladı. Bon Jovi’ninde mensubu olduğu pop metal akımının temsilcileri veya glam metal tarzındaki gruplar grunge fırtınası ile mücadele edemeyip silinmeye başladılar. Tam böyle bir dönemde yeni albümlerinin hazırlıklarına başlamış olan Bon Jovi’nin de işi zora girmişti.
Grubun dört sene aradan sonra yayımlanan ilk albümü Keep the Faith, 2 Kasım 1992’de müzik marketlerdeki yerini aldı. Albümün tanıtımı MTV ve Amerika’daki 130 radyo tarafından aynı anda yayınlanan bir konser ile yapıldı. Yarı akustik yarı elektrik ve yer yer cover şarkıların yer aldığı bu unplugged tadındaki konser 1993 yılında Keep the Faith: An Evening with Bon Jovi adında bir video kaset olarak yayınlanmıştır.
Grubun geçirmiş olduğu değişim ilk başlarda hayranların tepkisine yol açmıştı. Jon Bon Jovi saçlarını kısaltmış yeni bir görünüm edinmiş, grup olarak ise ise seksenler hard rock müziğinden uzaklaşıp daha çok rock n roll kökenli ballad ve arena rock tarzı şarkılara yönelmişlerdi. Müzik medyası grubun müzikal açıdan değişimini ön plana çıkarırken magazin basını Jon Bon Jovi’nin saçlarını manşetlere taşımıştı. Dünyaca ünlü haber kanalı CNN Jon Bon Jovi’nin saçlarını kestirmesini ana haber bültenine taşımıştı.
Grubun kariyerinin bu dönüm noktasını belgelemek adına Ekim 1994’te grubun derleme albümü Cross Road yayımlandı. Albüm çıkmadan önce başarılı olacağı tahmin edilmişti fakat hit şarkılar çıkarıp büyük satış rakamlarına ulaşacağı düşünülmemişti. Daha önce hiç bir albümde yer almayan Always ve Someday I’ll Be Saturday Night şarkıları büyük ilgi topladı. Always, Amerikan müzik listesinin ilk onunda tam altı ay yer alıp bir çok ülkede bir numara oldu ve Bon Jovi kariyerinin en büyük hiti olmayı başardı. Bon Jovi Manegemant’ın ilk önemli kararı olan Cross Road’un yaptığı etki ile grubun yeni hayranları eski albümleride edinerek guruba tüm dünyada satış bazında beklenmedik bir ivme kazandırmıştı. Cross Road, İngilterede 1994 yılının en çok satan albümü olurken Bon Jovi o sene Dünya Müzik Ödüllerinde "Yılın En Çok Satan Rock Grubu"; ödülünü kazandı.
Cross Road grubun hayranlarına hayran katmıştı ama her şey iyi gitmiyordu. Bon Jovi kariyeri çok önemli bir sınavdan geçiyordu. Grubun 11 yıllık bas gitaristi Alec John Such gruptan ayrıldı. Alec John Such grubun canlı performanslarındaki hataları ve Cross Road albümünün stüdyo kayıtlarındaki yetersizliği nedeniyle 1994 yılının sonunda gruptan çıkarıldı. Alec John Such’ın yerine gruba resmi olarak yeni bir bas gitarist alınmamıştır. 1995’ten beri albümlerde ve konserlerde Hugh McDonald basları çalmaktadır. Alec John Such grubun 2001’de New Jersey Giants Stadyumu’nda verdiği konserde sahneye çıkmış ve Wanted Dead or Alive şarkısında grupla beraber çalmıştır.
Alec John Such’tan sonra grup dışı bir basçıyla yola devam kararı alan Bon Jovi, Hugh Mc Donald ile birlikte tamamen yeni şarkılardan oluşacak olan albümlerini kaydettikten sonra 1995 yılının Nisan ayında kariyerinin en başarılı turnelerinden birine başlangıç verdi. Grup Cross Roads To The East adı altında Uzak Doğuda, Hindistan, Malezya, Endonezya ve Güney Korede ilk kez sahneye çıkarak hayranlarıyla buluştu ve konser için bulundukları Tayland’da yeni çıkacak olan albümlerinin ilk teklisi olacak olan This Ain’t a Love Songun video klibinin çekimleri gerçekleştirdi. Grup, Asya konserleri Japonyada sonlandıktan sonra Avrupa’ya gelerek kıtanın her yerinde büyük ilgi gören stadyum konserlerine başladı. Yeni albümlerinin yayımlandığı günlerde grup kariyerinin en başarılı konser serilerinden birini gerçekleştirdi ve Londra’nın tarihi stadyumu Wembley’de üç gece kapalı gişe çaldı. Konser biletleri beş ay önceden tükenmişti ve toplamda 216 bin bilet satılmıştı. Grubun kariyerinin zirve noktalarindan olan bu konserler filme çekildi ve Live From London adı altında video olarak satışa sunuldu. Video o yılın en iyi müzik videoları dalında Grammy’ye aday olmuştur.
Grup Avrupa turu esnasında kariyerinin en olgun albümü olan These Days’i yayımladı. These Days ile eleştirmenler tarafından ogüne kadarki en olumlu eleştirilerini alan grup, o sene BRIT Ödülleri’nde "En İyi Uluslararası Grup", ödülünü kazanırken, Hey God’ı seslendirdikleri MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde ise "En İyi Rock Grubu" ödülünü kazandı. Turneye Aralık ayında yine kariyerlerinde ilk kez konser için gittikleri Güney Afrika Cumhuriyetinde gerçekleşen iki konserden sonra bir süreliğine ara verildi. Bu beş aylık ara esnasında Jon Bon Jovi başrol oynadığı The Leading Man filminin çekimlerinde yer aldı. Grup 1996 yılının Mayıs ayında turneye tekrardan kaldıkları yerden devam etmeye başladı ve o yaz Volkswagen’in sponsorluğunu üstlendiği Japonya ve Avrupa turu esnasında 30 kapalı gişe stad konseri verdikten sonra turne sona erdi. Grup tüm turne boyunca 35 ülkede 70 tanesi kapalı gişe stad konseri olmak üzere toplam 126 konser vermişti.
These Days turnesinden sonra grup bir kez daha mola verdi ama karar bu defa biliçliydi grup üyeleri arasındaki her hangi bir olumsuz ilişkiden kaynaklanmıyodu. Her eleman kendi solo projelerine ağırlık vereceği üç senelik bir döneme giriyordu. İlk solo albüm, Jon Bon Jovi’den geldi. 17 Haziran 1997’de Jon Bon Jovi ikinci solo albümü Destination Anywhere’i yayımladı. Albümden yayınlanan tekliler Queen of New Orleans, Janie Don’t Take Your Love to Town, Midnight in Chelsea ve Ugly ile Jon Bon Jovi solo kariyerine artı puanlar ekliyordu. O sene Jon Bon Jovi MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde "En İyi Erkek Sanatçı"; BRIT Ödülleri’nde ise "En İyi Uluslararası Erkek Sanatçı" ödüllerini aldı. Jon Bon Jovi tüm bu müzik çalışmaları arasına sinema projelerinide sıkıştırmayı ihmal etmedi ve çeşitli filmlerde rol aldı.
1998’de Richie Sambora da ikinci solo albümü Undiscovered Soul’u yayımladı. Tico Torres ise müzik dışı hobilerinde ciddi bir aşama kaydediyor sanat çevrelerinde saygıdeğer bir ressam/heykeltraş olarak boy gösteriyordu. David ise çeşitli film müziği çalışmalarında bulunuyordu. David Bryan’ın 1999 yılında evinde geçirdiği bir testere kazası sonucu nerdeyse parmakları parçalanıyordu. Bir yıl süren terapi ve rahabilitasyonun ardından parmaklarını haraket ettirme yetisini geri kazandı klavyesine geri döndü. David Bryan bu dönemde Ed Tv filminin film müziği çalışması olan grubun Real Life şarkısının kaydında ve klibinde yer alamamıştır.
Bon Jovi beş sene aradan sonra çıkacak ilk albümleri için 2000 yılının başlarında stüdyoya girdi. 60 şarkı kaydeden grup bunlardan on iki tanesini albüme koymak için karar kıldı. Albüm önce "Sex Sells" ismi ile anıldı fakat daha sonra Crush isminde karar kıldılar. 13 Haziran 2000’de Crush yayımlandı. Albümde yer alan It’s My Life şarkısı büyük bir ilgiye neden oldu. VH1 Ödüllerinde yılın videosu ödülünü kazanan Its My Life, bir çok ülkede lsitebaşı olmasının yanı sıra Bon Jovi’nin yıllar süren kariyeri boyunca eğilimlerin sürekli değişmesine rağmen müzik dünyasındaki kalıcılığının simgesi oldu.
Gruba "En İyi Rock Albümü" ve "En İyi Rock Şarkısı" dallarındaki kariyerinin ilk Grammy adaylıklarını getiren Crush, iyi bir ticari başarı elde edip Bon Jovi’ye bu dönemde genç ve yeni bir hayran kitlesi kazandırmıştı. Bu hayran kitlesi ilerleyen yıllarda "Crush Generation" (Crush Nesli) olarak adlandırılmıştır.
Grup albüm sonrası geniş çaplı bir dünya turuna çıktı. Londra’nın tarihi stadı Wembley’de iki kapalı gişe konser verdiler. Bu konserlerin önemi Wembley Stadı yıkılmadan önceki yapılan son etkinlik ve konserler olmasıydı. Grup turnedeyken İsviçre’nin Zürih kentinde verdikleri konseri The Crush Tour adında DVD olarak yayımladı, 1985’ten bu yana verdiği konserlerin kayıtlarını derledi ve kariyerinin ilk konser albümünü One Wild Night Live 1985-2001 adı altında yayımladı. Turne ise evleri New Jersey’de Giants Stadium’da verilen iki kapalı gişe konserle sona erdi. VH1 bu konserleri canlı yayınladı ve o gece Amerika genelinde en çok izlenen ikinci program olarak izlenme rekorları kırdı. Crush ve One Wild Night turneleri boyunca yirmiden fazla ülkede iki milyon kişiye çaldılar. Jon Bon Jovi ve Richie Sambora, yıl sonunda gruba verielcek olan en iyi canlı performans ödülünü almak için bulundukları VH1 Ödülleri’nde, sahnede George Harrison’ın anısına Here Comes The Sun’ı çalarak seyircileri şaşırtmıştı.
2002 yılına gelindiğinde grubun yeni albümü Bounce için çalışmak üzere stüdyoya kapandığı sırada patlak veren 11 Eylül Olayları’ndan sonra Jon Bon Jovi ve Richie Sambora daha çok 11 Eylül trajedisini anlatan ve yaraları sarmak amacı taşıyan şarkılar bestelediler. Bir önceki albüm Crush’a göre daha sert şarkılar içeren albüm 23 Eylül 2002’de müzik marketlerdeki yerini aldı. Bounce, bir önceki albüme göre daha sert şarkılar içerdiği için hayranları biraz olsun rahatlatmış olsada eleştirmenler grubun başarı formüllerini uyguladığını ve kendini tekrar ettiğini düşünüyordu.
Bounce, New Mexico’da oldukça olumsuz hava şartlarında çekilen video klibyle dünya listelerinde iyi bir başarı elde eden ve gruba bir Grammy adaylığı daha kazandıran "Everyday" e rağmen albüm önceki albüm Crush kadar ses getirmedi. Grup albümün promosyonu için çıktıkları oldukça başarılı geçen büyük dünya turnesi esnasında bir çok şehirde kariyerlerinde ilk kez akustik konserler verdi. Philadelphia’daki Veterans Stadyumu yıkılmadan önceki verdikleri son konser, Londra Hyde Park’ta 92.000 kişi önünde verdikleri tarihi konser ve evleri New Jersey Giants Stadyumu’nda verdikleri konserler turnenin doruk noktalarıydı.
Grup Bounce albümü için çıktıkları turnenin hemen ardından 2003’ün Kasım ayında eski hitlerinin akustik sürümlerinini yer aldığı This Left Feels Right’ı yayımladılar. 2004 yılının Kasım ayında grubun yirminci yılının şerefine dört cd ve bir dvd’den oluşan 100,000,000 Bon Jovi Fans Can’t Be Wrong adında daha önceki albümlerde kullanmadıkları şarkılardan oluşan bir kutu seti yayımlayan grup, 2004 yılında Amerikan Müzik Ödülleri’nde sahne alıp "Yaşam Boyu Onur"; 2005 yılında Dünya Müzik Ödülleri’nde de "Diamond Award" (100 milyonun üzerinde albüm satanlara verilen bir ödül) ödüllerine layık görüldü. 2005 Temmuzu’nda politikacıların dikkatini Afrika’daki yokluğa çekmek ve büyük bir bağış toplamak için düzenlenen Live 8’te sahne aldılar.
Grubun dokuzuncu stüdyo albümü Have a Nice Day 19 Eylül 2005’te yayımlandı. Tıpkı Bounce gibi yüksek tempo şarkılardan oluşan fakat daha önceki albümlere nazaran şarkı sözleri açısından Bon Jovi’nin daha öfkeli yüzünü gösteren albüm müzik olarak son yıllardaki alışılagelmiş Bon Jovi albümlerinden biriydi. It’s My Life ile benzerliği nedeniyle eleştirşlen ilk tekli "Have A Nice Day"’in ardından yayımlanan "Who Says You Can’t Go Home"’un albümün ABD’de yayınlanan sürümde bonus track olarak yer alan Sugarland grubunun vokalisti Jennifer Nettles ile yapılmış olan düet sürümü Amerika’da Country listelerinde bir numaraya yükseldi ve gruba Billboard Country listelerinde bir numara olan ilk rock grubu ünvanını kazandırdı. Şarkının düetsiz rock sürümü 2007 yılında Peoples Choice Ödülleri’nde Yılın Rock Şarkısı seçilirken gruba Grammy Ödülleri’nde En İyi Country İşbirliği ödüllerini kazandırdı ve grubu Amerikan Country müzik endüstrisinin en önemli ödülleri olan CMT Ödülleri ve CMA Ödülleri sahnelerine taşıyıp çeşitli ödüller kazandırdı.
Kasım 2005-Ağustos 2006 arası süren iki milyon biletin satıldığı "Have a Nice Day Turnesi" toplamda 130 milyon dolar hasılat yaparak Rolling Stones’un A Bigger Bang ve Madonna’nın Confessions Tour turnelerinin ardından 2006 yılın en çok hasılat yapan üçüncü turnesi olmayı başardı. Ancak grup Wembley Stadyumu’nun inşaatının yetişmemesi sebebi ile yeni Wembley’nin ilk konserini verme şansını iki konserin de biletlerin tükenmiş olmasına rağmen kaçırdılar. Konserler aynı tarihte Londra’da başka bir konser alanı olan Milton Kyenes’te gerçekleşti.
Grup bu arada hayırseverlik işlerinide aksatmadı. Have a Nice Day albümünün satışlarından elde edilen gelirden 1 milyon dolarlık bölümü Amerika’da Katrina Kasırgası’nda evlerini kaybeden ailelere bağışladılar. Bu bağışla yapılan otuzdan fazla evin bulunduğu bulvara "Bon Jovi Bulvarı" adı verilmiştir.
Grup 14 Kasım 2006’da daha önce Beatles, Rolling Stones, U2, Madonna ve Elvis Presley gibi efsane isimlerin yer aldığı UK Music Hall of Fame tarafından onurlandırıldı ve 7 Temmuz 2007’de Küresel Isınma’ya karşı mücadelede dünya insanlarını bilinçlendirmek, durumun ciddiyetini vurgulamak amacıyla düzenlenen Live Earth’ün New York sahnesinde yer aldılar.
Grup,Have a Nice Day albümünde yer alan Who Says You Can’t Go Home şarkısının country müzik dünyasındaki başarısından sonra baştan sona Country etkileşimli bir Bon Jovi albümü yapmaya karar verdi. Jon Bon Jovi ve Richie Sambora Amerikan country müzik endüstirisinin kalbi olan Nashville’e gittiler ve bu tarz şarkılar bestelediler.
(You Want To) Make a Memory’nin ilk tekli olarak yayımlandığı, grubun country-rock tarzını benimsediği onuncu stüdyo albümleri Lost Highway 19 Haziran 2007’de yayımlandı. Grubun rock ile country’yi birleştirme denemesi beklenenden daha büyük bir başarı ile sonuçlandı hem gruba yeni bir dinleyici kitlesi kazandırdı hemde yeniden büyük bir dünya turunun kapısını araladı. Albüm klasik Bon Jovi müziğini zedelemeyecek derecede country öğeleri barındırsa da grubun azda olsa bu türe yönelmiş olması eski Bon Jovi hayranlarının büyük bir kesiminin tepkisine yol açmıştır.
Have a Nice Day turnesinin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen gerçekleşen ve dokuz ay süren Lost Highway turnesi boyunca grup Kuzey Amerika, Yeni Zelanda, Avusturalya, Birleşik Arap Emirlikleri, Japonya ve Avrupa’daki bir çok şehirde yüze yakın konser verdi. Grubun 2,157,675 hayranıyla buluştuğu Lost Highway turnesi 210.6 milyon dolarlık kazançla 2008 yılının en büyük turnesi olmayı başardı.Grubun bu turne esnasında konser verdiği Londra’da yeni inşa edilen O2 Arena’nın açılış konserinin biletleri 30 dakika içinde tükendi. 2007 Ekim ve Kasım ayları içerisinde New Jersey, Newark’ta açılan Prudential Center’da verdikleri on konser 2007 yılının en çok hasılat yapan olayı olurken ABD tarihinin en çok hasılat yapan altıncı etkinliği olmayı başarmıştır.
Grup 2009’un ilk aylarında John Schanks’in yapımcılığını üstlendiği yeni albümleri için stüdyoya kapandı. Grup Nisan ayında, grubun 25. yılına ithafen yayımlanacak olan, When We Were Beatiful adındaki belgeselin Tribeca Film Festivalindeki prömiyerine katılırken, Jon Bon Jovi ve Richie Sambora Haziran ayında şarkı sözü yazarları ve bestecilerin onurlandırıldığı Songwriters Hall Of Fame tarafından ödüllendirildiler. Grubun, 25. yılının ithafen hazırlanan When We Were Beatiful isimli belgesel ve 197 sayfalık kitap ile birlikte country denemesi Lost Highway albümünün ardından rock & roll’a geri dönüş olarak nitelendirdikleri 11. stüdyo albümü The Circle Kasım ayı içerisinde yayımlandı. Albüm Amerikan Billboard listesi başta olmak üzere bir çok ülkede listelere 1 numaradan giriş yaptı. 18 Ağustos 2009’dan itbaren radyolarda çalınmaya başlayan albümden yayımlanan ilk tekli We Weren’t Born To Follow u gurup 52. Grammy ödüllerinde sahne alarak canlı olarak seslendirdi. 11 Şubatta Hawai’de başlayan, The Circle albümü için çıktıkları 135 konserlik dünya turnesi ile grup Keep The Faith turnesinden beri kariyerinin en geniş kapsamlı dünya turlarından birini gerçekleştirmekte. Gurup turne esnasında Nrew Jersey’de yeni inşa edilen New Meadowlands stadının açılışını verdiği 3 konserle gerçekleştirirken Londrada O2 Arenada 12 kapalı gişe konser verdiler. Gurup 2010 yılının sonunda The Circle turnesi kapsamında Güney Amerika ve Avusturalyaya gideceklerini açıkladı.