Hale Asaf
1905 yılında, İstanbul Kadıköy’de Baklatarlası civarında yer alan Dr. Rasim Paşa Konağı’nda doğdu. Meşrutiyet Dönemi ilk kadın ressamlardan Mihri Müşvik Hanım’ın yeğenidir. Resim eğitimine Almanya’da başladı ve Namık İsmail’in de orada bulunduğu yıllarda Berlin Akademisinde öğrenim gördü.
İstanbul’a geldiğinde, ressam Adil Bey’in müdürlük yaptığı İnas Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisinde, Feyhaman Duran Atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. 1924 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Almanya’ya gönderildi. Burada bir yıl araştırma ve uygulamalar yaptı ve ardından Paris’e gitti. Bu yıllarda Paris’te bulunan sanatçıların (Mahmut Cûda, Muhittin Sebati, Cevat Dereli, Refik Epikman, Şeref Akdik) arasına katıldı. Bir süre sonra da İsmail Hakkı Oygar ile evlendi. 1928 yılına dek resim çalışmalarını Grande Choumiere atölyesinde sürdürdü.
1928 yılında İstanbul’a döndü. Aynı yıl içinde kurulan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kurucu üyeleri arasında yer alan tek kadın sanatçı oldu. Sanatseverler, resimlerini ilk kez Müstakillerin Ankara ve İstanbul’da 1928 yılında açtıkları sergilerde tanıma olanağı buldular. Almanya, İstanbul ve Paris’te geçirdiği öğrenim yıllarını kapsayan çalışma dönemlerini yansıtan bu sergilerden sonra sanatını Bursa’da sürdürdü.
Ardından, Bursa Kız Öğretmen Okuluna resim öğretmeni olarak atandı. Çok iyi Fransızca, Almanca ve İtalyanca bilen sanatçı Bursa’da, Necatibey Kız Sanat Enstitüsünde Fransızca öğretmenliği görevini de üstlendi. Uzun yıllar İtalya, Almanya ve Fransa’da yaşadığı için Bursa’nın yaşam özelliklerine alışmak güç oldu. Batılı tavrı, giysileri, görünümü ve konuşma biçimi ile o yılların mutaassıp Bursa’sında yadırgandı. Bir çarşıda resim yaparken saldırıya uğradığı ve bayıldığı bilinmektedir. Kadın olma olgusuna katılan sanatçı niteliği de daha fazla yadırganmasına ve yalnız kalmasına neden oldu. Bu nedenle Bursa dönemi çalışma tutkusuna ve yalnızlığına çözümler aradığı gerilimli günlerle geçti. Paris’te yaşadığı sanat ortamından yeni ayrılan sanatçı, bireysel sanat anlayışını uygulayıp sürdürebileceği bir ortamın arayışı içindeydi.
Tüm resimlerinde, mekân olgusu, renk lekelerinin dengeli dağılımı, ritmik bir yapılanmada özenli kompozisyonlara ulaşmaktadır. Renkte, lekede, biçimde ve kuruluştaki araştırıcı uygulamalarına karşın, sanatının en çarpıcı özelliği; doğal, kendiliğinden ve lirik bir anlatım yüklenmesidir.
Bursa yaşamının güçlüklerini, İstanbul gezilerinde yakın çevresinde bulunan arkadaşlarına aktarmaktaydı. Mahmut Cûda, bu duruma yardımcı olmaya çalıştı. Mahmut Cûda, Müstakil Ressamlar Birliği’ndeki görevini ve amaçlarını sarsması nedeniyle ile akademideki görevinden ayrılmaya karar verirken, arkadaşı Asaf’ın da sorunlarına çözüm getirdi. Akademideki görevini Asaf’a bırakarak Bursa’ya gitti.
Yine de İstanbul’da, akademide görev almasına ve eşinin yanında bulunmasına karşın mutlu ve memnun olamadı. 1933 yılında akademideki görevini bırakarak Paris’e gitti. Bu dönem içinde de eşi İsmail Oygar’ın desteğini esirgemedi. 1934 yılında çiftin ekonomik durumu gittikçe bozuldu. Sıkıntılı günler, Asaf’ın Arnavutluk Kralı Ahmet Zogu'nun bir portresini yapıp göndermesine kadar sürdü. Birkaç ay sonra 5000 franklık bir çek ve övgü dolu mektup gelince ferahlayan sanatçı, çocukluğundan kalma hastalığın nüksetmesi ve kansere dönüşmesi ile sıkıntılar yaşadı. 31 Mayıs 1938 tarihinde, Paris’te vefat etti. Cenazesi Thiasi Mezarlığı’na defnedildi.