II. Süleyman
15 Nisan 1642 tarihinde İstanbul’da doğdu. Padişah İbrahim’in oğlu olan ve Topkapı Sarayı’nın en istikrarsız döneminde gençliğini yaşayan II. Süleyman, abisi IV. Mehmet’ten sonra tahta çıktı. IV. Mehmet’in hükümdarlığının ilk yıllarında büyük valide Kösem Sultan ile küçük valide Hatice Turhan Sultan arasındaki nüfuz mücadelesinin cezasını II. Süleyman çekti. Süleyman’ın adının taht için geçmesi üzerine, kardeşleriyle birlikte sarayın Şimşirlik denilen özel bölümüne kapatıldı ve gençlik yılları kontrol altında geçti. Abisi IV. Mehmet, zaman zaman av partilerine götürdü. Bazen de Edirne Sarayı’na gönderdi. 1683 yılında Viyana’da uğranılan büyük bozgun, II. Süleyman’ın taht yolunu açtı. Savaşta uğranılan hezimet sonrasında IV. Mehmet’in tahttan indirilmesi gündeme gelince 40 yıl, kafes anlamına gelen ve babası ölmüş şehzadelerin kapatıldığı saraydaki bölme olan Şimşirlik’te öldürülmeyi bekleyen II. Süleyman, “İzâlemiz emrolunduysa söyle, iki rekât namaz kılayım. Kırk yıldır her gün ölmektense bir gün evvel ölmek yeğdir.” demiştir. Ancak öldürülmek yerine, ödüllendirileceğini öğrenince şaşırmıştır. Kardeşi II. Ahmet’in yardımıyla tahta çıkartılacağına ikna edilmiş ve 8 Kasım 1687’de Osmanlı Devleti’nin 20. padişahı olarak tahta oturmuştur.
Onun da İlk Sorunu Cülus Bahşişi Oldu
Osmanlı Devleti’nde hükümdarlar için tahta çıkmanın en büyük maliyeti, askere dağıtılan cülus bahşişi idi. Hazine kaynaklarının sınırlı olduğu durumlarda, devlet borçlanmak zorunda kalıyordu. II. Süleyman hükümdar olduğunda da karşılaşılan ilk sorun cülus bahşişinin nasıl dağıtılacağı oldu. Bu durum birtakım tasarruf tedbirlerini de gündeme getirdi. Bu nedenle yapılan işlerden ilki, 1667’de teşkil edilen tören birliği anlamındaki şatırlar ve rikap solaklarının dağıtılması oldu. Devleti eski ananesine döndürmek için saray işleri kapı ağasına sipariş edilirken 16. yüzyıldan beri değişmiş olan iç oğlanları ve zülüflü baltacıların kıyafetleri eski şekline getirildi. Bu arada Süleymaniye Camii vaizi Arapzade Abdülvehhab Efendi padişahın hocalığına getirildi ve her gün huzurda ders vermesi sağlandı. Tahta çıkış cülusunun gecikmesi orduda homurdanmalara neden oldu. At Meydanı’nda toplanan sipahilerin istekleri üzerine, Enderun Hazinesi ve ıstabl-ı amire denilen, padişah ve yakın hizmetindekilerin atlarının bulunduğu ahırdaki gümüş ve altın kap kacak, kılıç vb. ile bazı eşyalar darphaneye gönderilip para kestirildi. Bu da yeterli olmayınca varlıklı insanlardan imdadiyye adı altında vergi alınması kararlaştırıldı. Askerin istediği bahşişi güç bela tedarik eden II. Süleyman ancak 22 Aralık 1687’de normal bir divan toplantısı yapabildi.
İlk Büyük Kargaşa ve Sancak Olayı
II. Süleyman, 1688 yılının ilk aylarında sefer hazırlıklarına başladı. Yeniçeri Ağası Harputlu Süleyman Ağa’nın sadrazama rağmen, cülus bahşişi istemek için gösteri yapan sipahilerin ileri gelenlerini 22 Ocak 1688’de cezalandırmaya kalkışması ve Fetvacı Ahmet Çavuş’u öldürtmesi aleyhine döndü. Hacı Ali Ağa’nın kışkırtmasıyla ayaklanan zorbalar yeniçeri ağasını öldürdükten sonra görevinden azletmek için Siyavuş Paşa’dan sadrazamlık mührünü istediler. Siyavuş Paşa ise evine kapanarak mührü Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendi’ye teslim etti. Zorbalar, sonunda padişaha giderek Siyavuş Paşa’yı azlettirdiler ve ertesi gün konağını basıp kendisini öldürdüler. Zorbaların yarattığı kargaşa İstanbul’un huzurunu kaçırmıştı. Halk ve esnaf, zorbaların üstesinden gelmek için bir bahane arar hâle gelmişti. Bu konuda büyük fırsat 1 Mart 1688’de doğdu. Eşkıyadan bazı kişilerin Yağlıkçılar Çarşısı’nı yağmalamak istemesi, esnafa kepenk kapattırdı. Ardından herkes Yağlıkçı Emir denilen bir esnafın dükkânında toplanarak saraya doğru yürüyüşe geçtiler. Gösterici esnaf, padişahtan eşkıyanın bertaraf edilmesi için sancak-ı şerifi çıkarmasını talep etti. Revan Köşkü’nde yapılan danışma görüşmesinden sonra sancak-ı şerif, Topkapı Sarayı’nın Babüsselam denilen iki kulesi arasına asıldı. Çıkarılan fermanda Müslüman olanın sancak altında toplanması istendi. Sancak Vakası olarak bilinen bu olay üzerine yeniçeri ileri gelenleri padişaha itaat ettiklerini ilan ettiler. İstanbul’da talan eylemlerinde bulunan zorbalar ise kendilerini kurtarmak için II. Süleyman’ı tahttan indirmeyi planladılar. İçlerinden bazıları bütün Osmanlı Hanedanı’nı yok edip yerlerine Kırım hanını getirmeyi önerdi. II. Süleyman, zorbaların ileri gelenlerinden bazılarını taşrada görevlere tayin ederek, onları lidersiz bıraktı. Bu arada eski Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendi de Siyavuş Paşa’nın kendisine teslim ettiği sadrazamlık mührünü, II. Süleyman’a teslim etti. Yeniçeri Ocağı’ndaki bazı görevlerde yapılan değişiklik, orduda sükûneti sağlarken bölükbaşılarında yapılan değişiklikle tehdit tamamen ortadan kaldırıldı. Sonunda zorba bölükbaşılar ve yandaşlarının öldürüleceği yolunda çıkan fetva ve ferman üzerine bunlar dağıldı. Böylece II. Süleyman’ın tahta çıkışından itibaren dört ay süren karışıklıklar sona ermiş oldu.
Sınır Boylarında Kaleler Düşmanın Eline Geçti
İstanbul’da iktidar mücadelesi verilirken, 1683’ten itibaren Orta Avrupa’daki topraklarını süratle kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti, Kuzey Macaristan’ı da elinde tutamadı. Avusturya kuvvetleri, Eğri, İstolni Belgrat, Lipova, İlok, Varad ve Lugoş; Kuzey Karpatlar’da bulunan Munkacs ile Sava Nehri’nin güney ve kuzeyinde bulunan Derbend, Gradişka, Seddülislam ile Eski ve Yeni Obraca kalelerini ele geçirdi. Yunanistan’daki İstefe ile Bosna’daki Knin ve civardaki kaleler ise Venediklilerin eline geçti.
Devlet, Eşkıyadan Paşa Yaparak Kurtuldu
Zorbalığın İstanbul’u bunalttığı bu yıllarda, Osmanlı Devleti’ni uğraştıran önemli bir eşkıya da Serçeşmelikten paşalığa yükseltilen Türkmen kökenli ünlü eşkıyalardan Yeğen Osman Paşa oldu. İstanbul’a girmeyip bir süredir kalabalık beraberindekilerle Davut Paşa Sahrası’nda bekleyen Yeğen Osman Paşa’dan önce Rumeli beylerbeyliği ve Belgrat muhafızlığı, ardından Macaristan serdarlığına tayin edilerek kurtulundu. Ancak Yeğen Osman Paşa, paşalık unvanını kaptığı bu yerlerde halkı haraca bağladı. Ayrıca saraydan kendisine sancak-ı şerif ve sadaret (bakanlık) mührünün gönderilmesini, kethüdasına Karaman beylerbeyiliği verilmesini ve Anadolu’dan yeni leventler gönderilmesini talep etti. Onun bu istekleri görevinden alınıp yakalanması için emir çıkartılmasına neden oldu. Yerine de Hazinedar Hasan Paşa getirildi. Anadolu âdeta eşkıya yatağı olmuştu. Bu konuda kararlı bir tutum takınan Başvezir Nişancı İsmail Paşa, Anadolu’daki eşkıyanın ortadan kaldırılması için talimat verdi. Zorbaların maiyetinde bulunan sarıca ve sekbanların katledilmesi hakkında fetva ve fermanlar gönderildi. Ancak aldığı önlemlerin çok kan dökücü olduğunu ileri süren şeyhülislam ve padişah hocası ve darüssaade ağasının telkiniyle II. Süleyman tarafından görevinden alındı. Yerine de 2 Mayıs 1688’de Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa getirildi. Yeni sadrazam döneminde isyanlar uzlaşma yoluyla çözülmeye çalışıldı. Eşkıya liderlerinden Gedik Bölükbaşı Sivas valiliğine gönderilirken diğerlerine de bazı sancaklar verildi. Bu arada yakalanması için emir çıkartılan Yeğen Osman Paşa’nın suçu da bağışlandı ve Bosna’ya gitmesi istendi. Fakat Osman Paşa görev yerine gitmeyip Belgrat Muhafızı Hasan Paşa’nın üzerine yürüyerek kendisini Macaristan seraskeri ilan edince (9 Temmuz 1688) merkezî idare de onu serdar olarak tanımak zorunda kaldı.
Vergi Geliri Elde Etmek İçin Meyhaneler Yeniden Açıldı
Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa’nın başvezirliği sırasında Avusturya ve müttefikleriyle barış yapılması söz konusu oldu. Ancak devlet büyük bir mali krize girmişti. Avusturya ile anlaşma imzalamak için Viyana’ya elçi olarak göndereceği Zülfikar Efendi’ye destek olmak üzere II. Süleyman da Edirne’ye hareket etti. Bu sırada Temmuz 1688’de sefer tuğları saray kapısına dikildi. Ama sefer için hazinede para yoktu. Üstelik başta Mora Yarımadası olmak üzere Avusturya karşısındaki büyük toprak kayıpları devleti mukataat, cizye, avarız ve nüzül gibi vergilerden de mahrum bıraktı. Aynı şekilde Anadolu’daki eşkıyalıklar da vergi toplanmasını güçleştirdi. Gelir kaybına uğrayan devlet, hazineye kaynak yaratmak için Defterdar Fındık Mehmet Paşa’nın girişimleriyle değişik adlar altında yeni vergiler koydu. Konulan yeni vergiler, halkı iyice bezdirdi. Artan hayat pahalılığı karşısında, bir süre sonra bakırdan “mangır” adı altında para basılıp piyasaya sürüldü. Altın ve gümüşe göre değeri iyice düşen mangırı beğenmeyen Anadolu’daki üreticiler, İstanbul’a mal sevkiyatını durdurdu. Bu durum İstanbul’da hayatı iyice pahalılaştırdı. Devletin parasal darboğazı aşmak için başvurduğu bir başka yöntem de vergi almak için meyhanelerin tekrar açılmasına izin vermek oldu. Daha önce Fazıl Ahmet Paşa zamanında yasaklanan hamr eminliği yeniden kuruldu. Tütüne de gümrük vergisi konuldu.
Avusturyalılar, Bosna’ya Kadar İlerledi
Osmanlı Devleti, Anadolu’da eşkıyalar ve mali sıkıntılarla boğuşurken Avusturya kuvvetleri de Sava Nehri’ni aşarak Bosna’ya kadar ilerlemişti. Bütün cephelerde Avusturya liderliğindeki haçlı koalisyonuna karşı kaybeden Osmanlı Devleti’ni, Lehistan cephesinde Kırım kuvvetlerinin Selim Giray’ın idaresindeki muzafferiyetleri ve 110 gündür kuşatma altında bulunan Eğriboz’da Venedik kuvvetlerine karşı kazanılan başarılar avuttu. Selim Giray, büyük bir ordu ile Kırım üzerine yürüyen Rusları, Orkapı’da (Perekop) durdurarak 30 Mayıs 1689’da büyük bir hezimete uğrattı. Bu haber, arka arkaya alınan yenilgileri teskin edici bir etki yaptı. Mali zorluklar nedeniyle bir buçuk ay kaldığı Edirne’den bir yere gidemeyen II. Süleyman için esas önemli tehditlerden biri de Yeğen Osman Paşa idi. Ordu kışı Edirne’de geçirirken ilkbaharda yapılacak sefer için asker toplanmaya çalışıldı. Yeğen Osman Paşa, en az Avusturyalılar kadar tehdide dönüşmüştü. Yeğen Osman Paşa, yerleştiği Sofya’nın adını Yeğenabad’a çevirirken, halktan da çok fazla vergi toplayarak zulmediyordu. Kendi yönetimindeki yerlerin bir nevi bağımsızlığını ilan etmişti. Osmanlı sarayının emirlerini yerine getirmiyordu. Bunun üzerine önce Macaristan serdarlığı unvanı alındı. Bu göreve Arap Recep Paşa atandı. Osman Paşa, üzerine gelen kuvveti görünce Niş taraflarına çekildi. Ardından Prizrenli Mahmut Paşa’ya sığındı. Sonunda yakalanarak idam edildi. Sarıca-sekban adı da kaldırıldı, paşaların sadece beşli askeri yazmalarına izin verildi. Yeğen Osman Paşa’nın Anadolu’daki arkadaşlarından Sivas Beylerbeyi Gedik Mehmet Paşa ile Çorum sancağının başında bulunan Ceridoğlu da ortadan kaldırıldı.
Tahtırevanla Sefere Çıktı
Anlaşma yapmak üzere Viyana’ya gönderilen Elçi Zülfikar Efendi, ağır hakaretlere uğrayıp tutuklanınca II. Süleyman, Macaristan seferine çıkmaya karar verdi. Anadolu ve Rumeli’ye gönderilen fermanlarla asker toplandı. Ancak asker padişahın sağlığından endişeliydi. Çünkü II. Süleyman gerçekten rahatsızdı ve tahtırevanla yola çıkarılmıştı. Şiddetli yağmurlar nedeniyle ordu ancak Sofya’ya kadar gidebildi. Macaristan Başkomutanı Recep Paşa’dan Belgrat’a sefer düzenlemesi istendi. Bu arada Avusturya kuvvetleri ile cepheleşilen hatlardan iyi haberler geliyordu. Bosna’da Drina Nehri kıyısındaki Vişegrad’ı kuşatma girişimi sonuçsuz bırakılmış, Banaluka ve Dupniçe’ye yapılan saldırılar durdurulmuş, Valievo, Berçka ve İzvornik işgal kuvvetlerinden arındırılmış, Tuna’nın kilidi durumunda olan Fethülislam ve İrşova geri alınarak Temeşvar yolu açılmıştı. Böylece Avusturya ile Eflak’ın bağlantısı kesilmiş, Tuna’daki Avusturya donanmasının büyük kısmı ele geçirilirken karaya çıkardığı askeri de bozguna uğramıştı. Venedik cephesinde ise özellikle denizlerde Rodos önlerinde ve Mora’da Anabolu Körfezi’nde zaferler kazanılmıştı. Ancak Belgrat’ı almak için görevlendirilen Arap Recep Paşa’dan müjdeli haber alınamadı. Kararlarını müneccimine danışarak alan Arap Recep Paşa, 20.000 kişilik süvari kuvvetiyle Semendire ve Belgrat taraflarında akınlarda bulundu. Ancak asker komutanına güvenmediği için istekli savaşmadı. Bunun üzerine Recep Paşa, Batoçine’de yenilgiye uğradı, bütün ağırlıklar ve toplarını Avusturyalılara kaptırdı. Bu hezimeti haber alan II. Süleyman, üzüntüsünden ağladı ve durumu doğru haber verecek sadık bir komutanı olmadığından yakınarak ihanet içinde olanlara beddua etti. Batoçine’de alınan yenilgiyi 25 Eylül 1689’da Niş’in düştüğü ve Eflak’ın istila edildiği haberleri izledi. Çıkılan seferden sonuç alma ihtimali kalmayınca II. Süleyman, 29 Eylül 1689’da Sofya’dan ayrıldı ve 26 gün sonra Edirne’ye ulaştı. Macaristan’ı yeniden almak için çıkılan seferde, Sofya’nın da kaybedilmesi tehlikesi baş göstermişti. Bu sebeple Sadrazam Mustafa Paşa şehrin etrafında hendekler kazdırıp toplar koydurdu ve 2000 muhafız bırakarak halkın şehri boşaltmasını istedi, ardından kendisi de Edirne’ye döndü. Bu arada yenilginin sorumlusu olarak gördüğü Arap Recep Paşa’yı padişahın iznini almadan öldürttü ve Mora Muhafızı Arnavut Koca Halil Paşa’yı Macaristan seraskeri tayin etti. O sırada Kosova’ya kadar sokulan Avusturya birlikleri Kırım hanının yardımıyla bertaraf edildi.
Güçlü Sadrazam Olarak Köprülüzade Mustafa Paşa Bulundu
Osmanlı Devleti’nin üzerine çöken karanlık bulutlar bir türlü dağılmıyordu. Kaht-ı rical döneminde, dirayet sahibi devlet adamı bulunması sıkıntısı yaşanıyordu. Edirne’de toplanan divanda bu durum değerlendirildi. Fransa ve Avusturya arasında başlayan savaşın, kaybedilen toprakları geri almak için fırsat yaratıp yaratmayacağı görüşüldü. Avusturya ile avantajlı bir barış anlaşması yapacak devlet adamı arandı. Nihayetinde Şeyhülislam Debbağzade Mehmet Efendi’nin tavsiyesiyle, Köprülüzade Mustafa Paşa başvezirlik görevine getirildi. 8 Kasım 1689’da göreve başlayan Mustafa Paşa, önce halkın üzerindeki vergi yükünü kaldırdı. Haksız yere alınan vergileri mağdurlara iade etti. Adaletnameler yayımlayarak olağanüstü vergileri ve narhı kaldırdı. İçkiden alınan vergileri tahsil eden maliye dairesi olan hamr eminliğini ortadan kaldırdı. II. Süleyman’a olumsuz telkinlerde bulunan darüssaade ağasını saraydan uzaklaştırdı. Balkanlar’dan Anadolu’ya Göç Başladı Avusturya kuvvetlerinin Sava Nehri’ni sınır yapacak şekilde Osmanlı topraklarında genişlemesinin yanı sıra, Sırbistan’ın güneyindeki Niş’in de düşmesi üzerine Müslüman halk, kitleler hâlinde Anadolu’ya göçe başladı. Karargahını Niş’te kuran Avusturyalı general II. Veterani, Müslümanlara karşı geniş bir katliam başlattı. Bu katliamda Sırpları da cüretlendiren II. Veterani, Komanova Kralı unvanı verilen Karpos adlı eşkıyanın Üsküp’e yürüyerek büyük katliam yapmasına ve şehri yağmalayıp ateşe vermesine göz yumdu. Bu arada başka eşkıya grupları tarafından İştip ve İpek işgal edildi. İşgal edilen bölgelerdeki Türklerin sadece üçte biri İstanbul ve Anadolu’ya ulaşabildi. Osmanlı ordusu dağılmış durumdaydı. Devlete soluk aldıran, Selim Giray’ın Ruslara karşı kazandığı başarı idi. Selim Giray’ın da katıldığı Sofya’daki danışma toplantısında Avusturyalıların kış harekâtına devam edecekleri vurgulanıp Koca Mahmut Paşa Üsküp’ün yardımına gönderildi. Bu arada Eğridere’yi yakıp Komanova’ya çekilen Karpos yakalandı ve Üsküp Köprüsü üzerinde idam edildi. Mahmut Paşa’yı Üsküp muhafazasında bırakan yeni serasker Koca Halil Paşa sancak-ı şerifi Edirne’ye gönderdi. Ardından Kaçanik palankasının imdadına gelen 12.000 kadar Avusturya askeri Selim Giray’ın desteğiyle imha edildi. Prizren’e yürüyen 7000 kadar Avusturyalı, Macar ve Hayduk, Kalgay Sultan ve Hasanbeyzade Mahmut Paşa tarafından bozguna uğratıldı; silah araç ve gereçleri ele geçirildi. Niş ve Belgrat dışındaki bütün şehirler geri alındı. Fakat soğukların artmasıyla harekâta ara verildi.
Eski Topraklar Geri Alındı
II. Süleyman, kazanılan başarılardan duyduğu güvenle, ordunun bir an önce sefere hazırlanmasını istiyordu. Hazırlıklarını tamamlayan Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa’yı da 1690 yılında bu sebeple kendisi cepheye yolcu etti. Osmanlı ordusu, Avusturya kuvvetlerine karşı önemli başarılar kazandı. Öncelikle Şehirköy (Pirot), Musapaşa Palankası, Pasarofça ve Güvercinlik alınıp Niş kuşatıldı. Erdel muhafazasındaki General Heissler esir alındı. Tuna’daki ince donanmanın kumandanı olan Mezemorta Hüseyin Paşa’nın gayretleriyle birkaç günlük muhasaradan sonra Vidin, ardından Niş ve asıl önemlisi sekiz gün gibi kısa bir süre içinde 8 Ekim 1690’da Belgrat ve Böğürdelen (Sabac) geri alındı. Bu haberler II. Süleyman’ın moralini düzeltti. İstanbul’a dönmek istiyordu. Ancak Harem’deki bazı kadınlar ve harem ağaları, abisi IV. Mehmet’in de bu şekilde İstanbul’a götürülerek hal edildiğini söyleyip onu vehim içine düşürdüler. Ancak yapılan danışma toplantılarında, İstanbul’da herkesin kendisinden memnun olduğu ve dedikoduların asılsız olduğu belirtilerek İstanbul’a gitmeye ikna edildi. Nihayet Edirne’den hareket eden padişah 26 Kasım 1690’da İstanbul’a girdi.
Yeni Sefer İçin Hazırlık Yapıldı
Halk, yaşanan hezimetin boyutunu Sırbistan, Makedonya, Kosova ve Bosna’dan Anadolu ve İstanbul’a göç eden Türklerden öğrendi. Bu durum devlete ve orduya duyulan güveni sarsarken tedbir olarak eski toprakların alınmasından başka bir şey düşünülemedi. Bunun için kış boyunca savaş hazırlığı yapıldı. Sadrazam Köprülüzade Mustafa Paşa’nın Macaristan seferine çıkmasına kadar geçen sürede hazinenin mali yapısı düzeltilmeye çalışıldı. Mart 1691’de Venediklilerin işgal ettiği Arnavutluk’taki Avlonya ve Kanina gibi kaleler geri alındı. Köprülüzade Mustafa Paşa’nın Mayıs 1691’de ikinci Macaristan seferine çıkma hazırlıklarını tamamladığı sırada, II. Süleyman’ın uzun zamandır sıkıntı çektiği hastalığı iyice arttı. İstiska hastalığı denilen, böbrek yetmezliği nedeniyle vücudu iyice şişmiş, tedavisinden ümit kesilmişti. Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa’nın Macaristan seferine çıkmasından önce, II. Süleyman’ın vefatı durumunda yerine kimin geçeceği merak konusu oldu. Sarayda gözetim altında tutulan IV. Mehmet’in tekrar tahta çıkartılması gündeme geldi. Bunun üzerine güvenlik amacıyla II. Süleyman’ın tekrar Edirne’ye getirtilmesi kararlaştırıldı. II. Süleyman, abisinin tekrar tahta çıkartılacağı söylentisinden büyük rahatsızlık duydu. Söylentilerin kaynağı olarak görülen IV. Mehmet’in imamı, eski Rumeli kazaskerlerinden İbrahim Efendi’nin başını çektiği medrese bilginleri grubu Kıbrıs’a sürüldü. Hastalığının iyice ilerlemesi sebebiyle artık II. Süleyman, karar alacak durumda değildi. Bu esnada devletin başına kimin geçeceğine Başvezir Fazıl Mustafa Paşa karar verdi. Fazıl Mustafa Paşa’ya göre, IV. Mehmet, 40 yılda ülkeyi kötü duruma sürüklemişti. Çekilen sıkıntıların sebebi oydu. Oğulları da babaları gibiydi. Ama kardeşi Ahmet, hükümdarlık koltuğuna oturmak için daha ehliyetli idi. 1 Haziran’da tahtırevanla Edirne’ye doğru yola çıkartılan II. Süleyman, 9 Haziran’da Edirne’ye ulaştı. Bu arada tedbirli olmak için kardeşi Ahmet’in de hazırlanması talimatı verildi. Üç yıl sekiz ay hükümdarlık yapan II. Süleyman, Edirne’ye ulaştıktan 13 gün sonra, 22 Haziran 1691’de vefat etti. Kardeşi II. Ahmet’in tahta çıkartılmasından sonra, teçhiz ve tekfini yapılan II. Süleyman, Silivri’ye kadar arabayla, oradan gemiyle İstanbul’a getirilerek Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinde, onun sağ tarafına defnedildi. Altı kadını bulunan fakat çocuğu olmayan veya yaşamayan II. Süleyman, iyi niyetli ve sefahatten uzak, ikramı seven bir padişah olarak anlatılmıştır.
Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.