Hz. Muhammed
Arabistan Yarımadası sıcak iklime sahip, geniş çöllerle kaplı bir bölge olduğundan, tarım ve hayvancılığa elverişli yerleşim yerleri azdır. İslamiyet öncesi Arap Yarımadası’nda göçebe olarak hayatlarını süren Araplar, atalarının âdetleri ve inançları üzere yaşıyorlardı. Ticaretin şehirlerde yaşayanlar için geçerli olduğu bölgede, çölde yaşayan büyük çoğunluk çapulculuk yapardı. Yağma ve çapulculuk, özellikle yoksulluktan bunalan bedeviler için normal rızık yollarından biri idi. Birçoğu da fuhuş yaptırarak, özellikle de diğer kabilelerden esir aldıkları kadın ve kızları bu çirkin işlerde çalıştırarak para kazanıyorlardı.
İslam öncesi örgütlenme biçimleriyse aile bağlarını önceleyen kabile sistemi idi. Kabile, bir Arap’ın her şeyi idi. O nedenle soyculuk aralarında çok yaygındı. Kabile, diğer kabilelere karşı üyelerinin her
türlü eylemlerinden sorumluydu. Bu nedenle, kendisine kimlik veren, güvenliğini sağlayan kabilesi için bir Arap hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı. Birbirlerine karşı kabileleriyle övünürlerdi. Kabile; fertlerini
aşırı gittikleri zaman cezalandırır, gerekirse kabile dışı ilan ettiği gibi, başka kabileden kendilerine sığınan birisini de himayesi altına alabilirdi.
Özel mülkiyetin olmadığı bu sistemde kabilenin ileri gelenlerinden oluşan bir meclis vardı. Önemli kararlar bu mecliste alınırdı. Mekke’yi, kabilelerin temsilcilerinden oluşan bir meclis yönetiyordu.
Mecliste, yetkileri babadan oğula geçen on kabile lideri bulunuyordu.
Genelde en çok mal ile çocuğa sahip bulunan ve kabilenin yaşça da en büyüğü olan kişi kabilenin başkanı olurdu. Otlaklar, su başları, hatta yer yer sürüler kabilenin ortak malı durumundaydı.
Coğrafi konumu gereği, Mekke’de oturanlar çoklukla ticaretle, Medine gibi yerleşim merkezlerinde oturanlar ise ziraatla uğraşırlardı.
Kervan yolları üzerinde olması nedeniyle Mekke’nin stratejik bir önemi vardı. Bu nedenle Mekke’de hatırı sayılır zenginler oluşmuştu.
Kışın Yemen’e, yazın Şam’a ticari seyahatler yapılırdı. Mekke’nin en canlı olduğu dönem, kabileler arası savaşın yasaklandığı ve günümüzde üç aylar denilen dönem idi. Bu dönemde kabileler hac
görevini ifa etmek için Mekke’ye geliyor ve ticaret yapıyorlardı. Bu dönemde Arap Yarımadası’nda suç oranları en düşük seviyeye iniyordu.
Kölelik sisteminin olduğu bu dönemde köleler üretimden çok ev işlerinde, kervanların korunmasında çalıştırılıyor ve cariye olarak kullanılıyordu.
Tüccarlar vasıtasıyla Yahudilik ve Hristiyanlık gibi semavi dinlerin girdiği Arabistan Yarımadası’nda, yaygın olan inanç biçimi puta tapıcılıktı. Bunların yanı sıra, kayda değer ağırlıkları olmasa da Yemen’de ve Şam çevresinde yıldızlara tapınanlar vardı. Bahreyn, İran ve Irak’ta Mecusi denilen, ateşe tapan insanlar yaşıyordu.
Taştan, ağaçtan veya yiyecek maddelerinden yaptıkları putlarından, sıkıntılı durumlarda yardım isteyen Araplar, Kâbe’yi de onların etrafında tavaf etmek, onlara secde etmek, kurban kesmek için ziyaret
ederlerdi. Önemli bir işe başlamadan veya bir yolculuğa çıkmadan önce Kâbe’yi ziyaret edip, onlara kurban keser ve başladıkları işin nasıl sonuçlanacağını öğrenmek için fal okları çekerlerdi.
Yahudiler, Hristiyanlar ve Hanif inancında olanlar dışında o dönemin Arapları, öldükten sonra hayata inanmazlardı.
Kadının adının olmadığı o dönemde bir erkek istediği kadar kadınla evlenir, istediği zaman onu boşardı. İki kız kardeşle aynı anda evlenme, üvey anne ile evlenme gibi âdetlerin olduğu o dönemde, kocası ölen kadın, üvey oğullarına miras olarak kalırdı. O dönemde yaşayan Arap, karısını boşar veya ölürse, bu adamın büyük oğlu bu kadınla evlenmek istediği zaman elbisesini kadının üzerine atar, bu suretle mehir vermeye lüzum kalmadan, o kadın onun karısı olurdu.
Ekonomik ve sosyal nedenlerle kadının adının olmadığı o dönemde kız çocukları da ayıplı görülür, doğumlarından utanç duyulurdu.
Bir aile, erkek çocuğunun çokluğu oranında kendini güçlü hissettiği için kız çocukları tüketici ve zayıflatıcı bir birey olarak görülürdü.
Erkekler gibi çalışıp kazanamadığı, bir saldırı anında düşman kabilelerin eline esir düşecekleri, tecavüze uğrayıp fuhuş yaptırılacakları gibi düşüncelerle kız çocukları olunca çok kızarlardı. Bedevi Araplar, yaşamasını istedikleri kızlarına yünden örülmüş bir cübbe giydirerek onlara deve, koyun sürülerini güttürürlerdi. Öldürmek istedikleri kızlarını ise bazen doğar doğmaz öldürürler, bazen de altı yaşlarına geldiğinde onu, güzel elbiseler giydirip akrabalarına götüreceklerini
söyleyerek, çölde önceden hazırladıkları çukura atar, üstünü toprakla
örterlerdi. Doğar doğmaz öldürecekleri zaman da doğum yapmak
üzere olan kadın bir çukur kazar, orada doğum yapar, doğan
çocuk kız ise o çukura gömer, erkek ise alır büyütürdü.
İslam öncesinde Arap toplumunda kumar düşkünlüğü ve alkol
tüketimi çok yaygındı. Herkes kumar oynayamazdı. Kumar oynamak
için kabilenin ileri geleni ve zengini olmak gerekiyordu.
Asabiyesi yüksek olan Arap toplumunda cömertlik, yardımseverlik,
yiğitlik, komşu haklarını gözetme gibi iyi âdetler olsa bile kan
davası da çok yaygındı. Bazen sudan sebeplerle başlayan kabile savaşları
kırk yıl boyunca devam edebiliyordu.
Ebedî Işık 571’de Doğdu
İnsanlara gönderilen peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Mu14
hammed böyle bir toplumun içinden çıktı. Kur’an’da da anlatılan Fil
olayından elli beş gün sonra, 571 yılında, 20 Nisan gününe karşılık
gelen Rebiyülevvel’in 12’sinde, pazartesi günü Mekke’de dünyaya
geldi.
Soyu, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’e nispetle İsmailîler diye de anılan
ve iki büyük Arap topluluğundan birini teşkil eden Adnaniler’e
dayanmaktadır.
Dedesi Abdülmuttalib, Mekke’nin en değerli su kaynağı olan Zemzem
Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkarıp onardığı sırada Kureyş’in bir
kısım eşrafı tarafından hakarete uğrayınca, Allah’a yemin etti ve on
oğlu olduğu takdirde birini kurban etmeyi adadı. Çocukları dünyaya
gelip verdiği sözü yerine getirmek istediğinde aralarında kura çekti
ve kura en küçük oğlu Abdullah’a çıkınca onu kurban etmek istedi.
Kararını uygulamak için harekete geçtiğinde yakınlarının tepkisiyle
karşılaştı. O da sözüne diyet olarak oğlunun yerine yüz deve kurban
etti. Hz. Muhammed, bu olayı ve büyük dedesi Hz. İbrahim’in oğlu
İsmail’i kastederek kendisini, “Ben iki kurbanlığın çocuğuyum.” diye
tanıtmıştır.
Abdullah da babası gibi ticaret ile uğraşan bir insandı. On sekiz
yaşına geldiğinde Amine ile evlendi. Amine, Kureyş kabilesi’nin
Beni Zühre koluna mensup Vehb b. Abdümenaf’ın kızıdır. Abdullah,
Amine ile evlendikten kısa bir süre sonra ticaret yapmak için gittiği
Şam’dan dönerken Medine’de vefat etti.
Dünyaya gelmeden önce babasını kaybeden Hz. Muhammed’in
adı, annesine rüyasında telkin edilmiştir. Doğumu öncesinde görülen
olağanüstü olaylar dışında sünnetli bir şekilde dünyaya gelmesi
nedeniyle onun özel bir kişi olduğu konuşulmuştur. Abdülmuttalib
torununun doğumu şerefine bir ziyafet vermiştir.
Araplar arasında yeni doğan çocukları süt anneye verme âdetine
Amine de uymuş ve emzirmesi için oğlunu önce Ebu Leheb’in cariyesi
Süveybe’ye vermiştir. Daha sonra çölün sağlıklı havasında büyüyüp
fasih Arapça öğrenmesi için Hevazin kabilesi’nden Halime’ye verildi.
Hz. Muhammed’e iki yıl süreyle bakan Halime, iki yılın sonunda
annesine teslim etmek üzere onu Mekke’ye getirir. O sırada
Mekke’de veba salgını olduğu için oğlunu korumak isteyen Amine,
oğlunun bir süre daha Halime’de kalmasını ister. Hz. Muhammed’i
yanına aldıktan sonra bolluğa kavuşan Halime, beş yaşına kadar
ona bakar.
Hz. Muhammed altı yaşına girdiğinde cariyesi Ümmü Eymen’le
birlikte onu yanına alan Amine, akrabalarını ve eşinin kabrini ziyaret
etmek üzere Medine’ye gitti. Eski adı Yesrib olan Medine’de bir ay kadar
kalan Amine, Mekke’ye dönmek için yola çıktığında Medine’nin
190 kilometre dışında kalan Ebva mevkisinde hastalanıp hayatını
kaybetti. Böylece Hz. Muhammed, yetim olarak geldiği dünyada altı
yaşında öksüz kaldı.
Torununun sorumluluğunu üstlenen Abdülmuttalib, ona öksüzlüğü
hissettirmemeye çalıştı. Abdülmuttalib, Hz. Muhammed sekiz
yaşına geldiğinde hayata gözlerini kapadı. Ölmeden önce de torununu
oğlu Ebu Talib’e emanet etti. Ebu Talib, çocukları çok seven
biriydi. Muhammed’i de kendi çocuklarından ayrı tutmadı.
Mensubu olduğu Kureyş Kabilesi’nden olan kişiler ticaretle uğraşıyordu.
O da kumaş ve tahıl ticareti yapan amcası Ebu Talib’e
yardım ederek ticaret hayatına başladı. Mekkeli diğer erkekler gibi
ilk ticaret seferine dokuz yaşında çıktı. Suriye’ye giden bir kervan ile
yola çıkan Hz. Muhammed, burada Busra denilen köyde konakladı.
O konaklama esnasında kendisindeki olağanüstü özellikleri fark
eden Bahira adındaki rahibin, Şam’da bulunan Yahudilerin ona zarar
verebilecekleri uyarısıyla Busra’dan daha ileri gitmedi.
Büyüdüğü ortamda Ebu Talib’in işlerine yardım etti. On yaşında
iken onun koyunlarını da güttü. Peygamber olduktan sonra kendisine
yöneltilen bir soru üzerine her peygamberin koyun güttüğünü
söylemiştir.
Mekke, coğrafi konumu yanında toprak yapısı ve bitki örtüsü
yönünden ziraat ve hayvancılık yapmaya uygun değildi. Aşırı sıcak
oluşu ve yeterli su kaynağı bulunmaması nedeniyle tarım ve hayvancılık
yapmak mümkün değildi. İnsanlar, bu nedenle ticaret yaparak
geçimlerini temin etmek zorundaydı. Tarım, daha çok güneyde, doğuda
ve Hicaz’ın Medine, Hayber, Taif ve Vadilkura gibi vahalarında
yapılabiliyordu.
Arabistan’da ticaretin en canlı olduğu dönemler, fuar zamanları
idi. Habeşistan ve Yemen gibi Mekke’den uzak bölgelerde yapılan
fuarlara katılmak için o da yolculuklar yaptı. Böylece bir yandan ticaret
ile uğraşırken, diğer yandan Arabistan’ın ekonomik, sosyal ve
kültürel yapısını öğrenme imkânı buldu.
Yaşı yirmiye geldiğinde büyük mal sahiplerinden, kendi malını işletmesi
için ona teklifte bulunanlar oldu. Dürüstlüğü, samimiyeti ve
emaneti koruması ona olan güveni giderek arttırdı. Onun Hz. Hatice
ile evlenmesine de ticaret vesile oldu.
Hz. Hatice, önceki iki kocasını kaybetmiş, dul bir kadındı. Zengin
ve soylu bir hanım olan Hz. Hatice, çevresindeki insanların tavsiyesi
ile Hz. Muhammed’e malını işletmesi karşılığında ortaklık teklifinde
bulundu. Aralarında yaptıkları anlaşma sonrasında Suriye’ye
götürdüğü kervanla kârlı bir ticaret yaptı. Sonuç Hz. Hatice’nin ona
olan güvenini arttırdı. Hz. Muhammed 25 yaşına girdiğinde Hz.
Hatice’den, Nefise binti Ümeyye adlı kadın aracılığı ile evlilik teklifi
aldı. Evlendikten sonra Hz. Muhammed, bir rivayete göre kendisinden
15, diğer bir rivayete göre 3 yaş büyük olan Hz. Hatice’nin evine
taşındı.
Hz. Muhammed, kendisine peygamberlik görevi verilene kadar
adına leke getirmeden yaşamış bir insandı. Hep doğruyu söylemesi
sebebiyle “Emin” lakabını alan Hz. Muhammed’in hayatında peygamberlikten
önceki en önemli olaylardan biri 605 yılında meydana
geldi. O yıl, Kâbe, Kureyşliler tarafından yeniden inşa edilmeye
başlandı. İnşaat tamamlanınca Hacerülesved denilen siyah taşı
yerine kimin koyacağı konusunda anlaşmazlık çıktı ve bu nedenle
kabileler birbiriyle çatışma noktasına geldi. Kureyş Kabilesi’nin önde
gelen isimlerinden Ebu Ümeyye b. Mugire, Beni Şeybe kapısından
Kâbe’ye ilk girecek kimsenin vereceği karara uyulmasını teklif etti.
Beni Şeybe kapısından ilk giren kişi Hz. Muhammed oldu. Hacerülesved
ona verildi. O da taşı bir örtü içine koyup, bütün kabile üyelerine
örtünün bir ucundan tutturarak kaldırdıktan sonra taşı bugünkü
yerine koydu. Böylece anlaşmazlığı sona erdirmiş oldu.
“Yaradan Rabb’inin Adıyla Oku!” Emri Geldiğinde Çok
Korktu
Ünlü İslam bilginlerinden Muhammed Hamidullah, Hz.
Muhammed’e ilk ayet indirilmeden önce Mekke ortamını şöyle anlatmıştır:
“İslam’ın ortaya çıkışından önce Mekkeliler putperest olmakla birlikte,
aslında mutlak kudret sahibi, yüce ve tek bir Allah düşüncesine
de sahiptiler. Putlar ise Allah’la aralarında aracı durumundaydılar.
Merak duygusu, tabii olarak çok az sayıda insanı kendisine çeken
Hristiyanlık, Zerdüşt ateşperestliği gibi ‘yabancı’ dinlerin ve ateizm
vb. felsefi düşüncelerin girişini kolaylaştırıyordu. Ne tuhaftır ki bu
insanlar arasında hiç beklenmeyen bir hoşgörü vardı. Nitekim aynı
aile farklı dinlerden bireyleri barındırabiliyordu. Dahası Kâbe’nin
çevresinde, Arabistan’ın çok sayıda kabilesini temsil eden yüzlerce
put bulunuyordu. Kâbe’nin iç duvarlarına işlenmiş resimler arasında
İbrahim’i (a.s.), İsmail’i, (a.s), İsa’yı (a.s), Hz. Meryem’i tasvir eden
resimler de bulunmaktaydı.”
Kâbe’de Arabistan’daki her bir kabileye ait üç yüz altmış put bulunmaktaydı
ve o, hiçbir putun önünde eğilmedi. Bu putların en
büyükleri, Lat, Uzza, Menat ve Hubel idi. Menat’a; Ensar kabileleri,
Sa’d ve Huza kabileleri tapardı. Lat putu Taiflilerindi. Uzza; Gatafan,
Gânî ve Bahîle kabilelerine aitti. Kırmızı akikten yapılmış Hubel ise
Kureyş Kabilesi’ne aitti. Bunların dışında İs’af, Naile, Vedd, Suva,
Yağûs ve Ya’ûk vb. adlarla meşhur başka putları da vardı.
O, Hz. İbrahim’in dini üzere yaşamaya çalışan az sayıdaki Hanif
inancına mensup insan gibi inanıyordu. Hanifler, Allah’ın birliğine
inanırlar, putlara ibadeti reddederler, hesap gününe itikat ederler,
cahiliye âdetlerini kabul etmezlerdi. O nedenle ibadet etmek için
çoklukla Mekke dışına çıkarlardı. Hz. Muhammed de ibadet etmek
istediği zaman Hira Dağı’nda kendisiyle baş başa kalıyordu. Peygamberlik
görevinden birkaç yıl önce Hira Dağı’na daha sık çıkmaya
başladı. Yiyeceği tükenince Mekke’ye iniyor, Kâbe’yi tavaf ediyor ve
yiyecek alarak mağaraya dönüyordu. Bazı zamanlar Hz. Hatice’yi de
yanına alıyordu.
610 yılının Ramazan ayında, Kadir Gecesi ilk vahiy indirildi. Vahiy
meleği olan Cebrail, Hira Dağı’nda bulunduğu gün, “Yaratan
Rabb’inin adıyla oku!” anlamındaki ilk ayeti ona tebliğ etti. Bu olay
onda korku, endişe ve heyecan uyandırdı. Hira Dağı’ndan inip Hz.
Hatice’nin yanına gitti ve yatağa girerek Hz. Hatice’den üstünü örtmesini
istedi. Kalktığında sakinleşti ve başına gelenleri teker teker
anlattı. Ona ilk inanan Hz. Hatice oldu.
Hz. Hatice’nin amcası Varaka bin Nevfel, kutsal inançları bilen,
bilge bir kişiydi. Hz. Hatice, Hz. Muhammed’i ona götürdü. Hira
Dağı’nda başından geçenleri dinledikten sonra kendisine gelen meleğin
bütün peygamberlere vahiy getiren melek olduğunu söyledi.
Varaka bin Nevfel’in açıklamalarıyla gönlü sakinleşen Hz. Muhammed,
Cebrail’in ikici kez gelişini beklemek için sık sık Hira
Dağı’na gitmeye başladı. Uzun süre Cebrail’in gelmeyişinden ümitsizliğe
kapılan Hz. Muhammed, bir gün Hira’daki mağaradan dönerken
Cebrail’i tekrar görünce korku ile evine gitti. Cebrail evinde
karşısına çıkarak ona Müddessir suresi’nin ilk ayetlerini okudu. Bu
ayetlerde artık ilahi tebliğleri insanlara ulaştırma zamanının geldiği
haber verildi.
Hz. Peygamber, o andan itibaren insanları gizli gizli İslam’a davet
etmeye başladı. Üç yıl süren bu davet sırasında İslam’a ilk inananlar,
eşi Hz. Hatice, ardından yakın dostu Ebu Bekir, amcası Ebu Talib’in
oğlu Ali, Zeyd b. Harise, kızları Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm
oldu.
Üç yıl süren gizli davet sırasında cennetle müjdelenen sahibiler de
ona inandılar. Bu dönemde kendine inananlarla evinde veya Mekke
dışındaki tenha yerlerde buluşan Hz. Muhammed, kendisine gönderilen
ayetleri de onlara izah ediyordu.
İslam inancının gizli gizli yayılışı Ömer b. Hattab’ın Müslüman olmasına
kadar devam etti. Hz. Ömer’in Müslüman oluşu ile birlikte
İslam’a davet açıktan yapılmaya başlandı. Müslümanlar ile müşriklerin
ilk çatışmaları da bu aşamada başladı.
Mekke bir ticaret merkeziydi. Kâbe, Mekke dışındaki kabilelerin
putlarını sakladıkları merkez idi. Kureyşliler, Hz. İbrahim ve İsmail’den
beri devam eden hac ve umre ibadetlerini idare ediyor ve bu faaliyetten
dolayı ciddi bir gelir elde ediyorlardı. Hz. Muhammed’in Allah’a
şirk koşulmamasını tebliğ etmesi, Mekke’nin iktisadi gelir kapısına
bir darbe anlamına da geliyordu.
Hz. Muhammed hakikat sözcülüğüne, akrabalarını davet ile başladı.
Kureyş kabilesi’nden Haşimoğulları ve Muttaliboğulları’ndan
kırk beş kişiyi bir davette buluşturdu ve peygamberliğini tebliğ etti.
Amcası Ebu Leheb, “Kabilesine senin getirdiğin gibi kötü şey getiren
birini görmedim!” diyerek ortamı terörize edip daha fazla konuşmasına
fırsat vermedi. Hz. Muhammed’in bu davetini, Mekke’nin
diğer ileri gelenlerine verdiği davetler takip etti. Bu davetlerde her
seferinde karşısına amcası Ebu Leheb çıktı. Onu amcasının muhalefetine
karşı koruyan ise diğer amcası Ebu Talib oldu.
Kur’an’da da anlatıldığı üzere Ebu Leheb karısıyla birlikte Resul-i
Ekrem’e daima muhalefet etti. Mekke’ye dışarıdan gelen kişilerin
onunla temasını engellemeye çalıştılar. Onlar karşı çıktıkça insanların
Hz. Muhammed’in anlattıklarına ilgisi giderek artıyordu. İnsanların
artan ilgisi, Kureyş’in ileri gelenlerini iyice endişeye sevk ediyordu.
Puta tapıcılığın ortadan kalkması, Araplar arasındaki saygınlıklarının
ve ticari gelir kapılarının yitirilmesi demekti. Onlar ısrarla atalarının
dininde yaşamak istiyorlardı.
Dönemin Arap toplumunda maddi güç ve kabile asabiyesine dayalı
bir üstünlük anlayışı hâkimdi. Fakirlerin emeğinin sömürüldüğü
adaletsiz bir düzen vardı. Hz. Muhammed, toplumun ezilen kesimlerinin
sözcüsü gibi ortaya çıkınca, değişim için bir umut ışığı doğmuştu.
Alkolizmin, kadın istismarının yaygın olduğu toplumdaki bu
davranışları yeni peygamber eleştiriyordu. Bütün insanların doğuştan
birbirlerine eşit oldukları söylemi Arap toplumundaki dengeleri
sarsacak nitelikteydi. Bu nedenle statükoyu korumak isteyenler yeni
dine inananlara eziyet etmeye başlamışlardı. Öncelikle onu hakaret
ve alay yoluyla sindirmeye çalışanlar, süreç içinde tepkilerinin dozunu
şiddet boyutuna ulaştırdılar.
Kureyşliler, yaptıkları eziyetlerden sonuç alamayınca bir çare olarak
Ebu Talib’den yardım istediler. Ebu Talib, yardım taleplerinin ilkini
gönül alıcı sözlerle geçiştirdi. Yardım talebinde bulunanlar ikinci
seferde tehdit edici ifadeler kullandılar. Bunun üzerine Ebu Talib,
Hz. Muhammed’i yanına davet etti ve baskılara daha fazla direnemeyeceğini
söyledi. Amcasının da kendisini yalnız bıraktığı hissine
kapılan Hz. Muhammed o an, “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ
elime, ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini
üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim!” dedi.
Yeğeninin sözlerinden etkilenen Ebu Talib, ona hak verdi ve “Git
istediğini söyle, Allah’a and olsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim!”
dedi.
Ebu Talib’e son gelişlerinde Hz. Muhammed’i kendilerine teslim
etmesini isteyen Kureyşliler, “Yeğenini bize teslim et, onun yerine
Velid b. Mugire’nin oğlu Umare’yi sana evlat olarak verelim.” dediler.
Tabii Ebu Talib, bu öneriyi de reddetti. Bunun üzerine Kureyşliler
Hz. Muhammed’e doğrudan öneride bulunup, Mekke’deki
düzeni bozmaması karşılığında her türlü imkânı kendisi için seferber
edecekleri sözünü verdiler. Yaptıkları tüm bu girişimlerden sonuç
alamayınca Müslümanlara karşı tavırlarını sertleştirmeye başladılar.
Sertleşen tavırların başında Müslümanlarla her türlü temasın kesilmesi,
onların tecrit edilmesi ve yaşadıkları mahallenin ablukaya alınıp
aç bırakılması da vardı.
Hz. Muhammed, kendisine inanan kimselere yapılan işkencelerin
dozu artınca, Hz. Osman ve eşi Rukiyye’nin de aralarında bulunduğu
on beş kişilik grubun 615 yılında Habeşistan’a göç etmesine
izin verdi. İslam’da ilk hicret olarak önem taşıyan bu olay üzerine
İslam inanışının ilk mesajları da Afrika’ya ulaşmış oldu. Hz. Osman
bir yıl sonra Mekke’ye döndükten sonra karşılaştıkları durumu Hz.
Muhammed’e anlattı. Bunun üzerine yüz sekiz kişilik ikinci bir grup
Habeşistan’a göç etti.
Kureyşliler, maddi ve manevi işkencelerle Hz. Muhammed’e inananların
önünü kesmeye çalışırken, diğer yandan Habeşistan’a göç
edenleri geri almak için Kral Necaşi’ye elçi gönderdiler. Necaşi’nin
kendisine sığınanları iade etmemesi üzerine hayal kırıklığına uğrayan
Mekkeliler, bir süre sonra Ebu Talib’in mahallesindeki ablukayı
gevşettiler. Müslümanlara karşı boykotun gevşemesi üzerine
Habeşistan’a giden göçmenlerden otuz üçü 620 yılında Mekke’ye
döndü. Habeşistan’daki göçmenlerin kalan kısmı da 628 yılında
Medine’ye döndü.
Hz. Hamza ile Hz. Ömer’in Müslüman olması ile Mekkelilerin
morali çok bozulmuştu. Bu nedenle Hz. Muhammed taraftarlarına
karşı daha şiddetli mücadele kararı aldılar. Gözlerini iyice karartan
Mekkeliler, Hz. Muhammed’in mensup olduğu Haşimoğulları ve
Muttaliboğulları ailelerini de düşman ilan ettiler. Hz. Muhammed’in,
inadından ötürü peygamberlik iddiasında bulunduğunu düşünen
Mekkeliler, akrabalarına baskı yaptıkları takdirde sonuç alabilecekleri
vehmine kapıldılar. Mekkelilerin ilan ettiği düşmanlık çerçevesinde
Ebu Leheb ve ailesi dışında bütün Haşimoğulları ve Muttaliboğulları
ablukaya alındı. 616 yılında başlayan abluka döneminde
Hz. Hatice’nin ve Ebu Talib’in bütün serveti tükendi. Hac mevsimi
dışında onlarla her türlü ticari ilişki yasaklandı. Büyük yokluk ve aç22
lığa sebep olan abluka, 619 yılında kaldırıldı.
Amcasını ve Eşini Aynı Yıl Kaybetti
Hz. Muhammed’in hayatının en sıkıntılı yılı, vahyin gönderilişinin
onuncu yılı oldu. O yıl, Hz. Hatice ve amcası Ebu Talib üçer gün
arayla vefat etti. “Hüzün Yılı” denilen 620 yılında Kureyşlilerin Hz.
Muhammed’e karşı tavırları giderek sertleşti. Mekke içinde tebliğ
imkânının kalmaması üzerine Hz. Muhammed, Mekke dışındaki kabilelere
İslam’ı anlatmaya başladı. Zeyd b. Harise’yi yanına alarak
önce Taif’e giden Hz. Muhammed, burada saldırı ve hakarete uğradı.
Mekke’ye döndüğünde Nevfeloğulları’nın reisi Mut’im b. Adî’nin
himayesiyle Mekke’ye girebildi.
İslam’da üç aylar denilen recep, şaban ve ramazan ayları aynı
zamanda haram ayları olarak kabul ediliyordu. Araplar arasında bu
üç aylık dönemde savaş yapılması yasaktı. Aynı zamanda bu aylar
alışverişin arttığı panayır aylarıydı. Arabistan’ın dört bir yanından
insanlar Mekke’ye geliyor, ticaret yapıyor, Kâbe’deki putlarına
tapınıyorlardı. Hz. Muhammed’in de Arabistan dışından gelenlerle
en yoğun temas ettiği dönem bu aylarda oluyordu. Bu temaslarının
en verimlisini 620 yılında Medine’den gelenlerle kurdu. Hazrec
Kabilesi’ne mensup altı kişilik bir grup İslam inancını benimsedi.
İçlerinden Es’ad b. Zürare, Yesrib’e dönerek bu yeni dini anlatıp
bir yıl sonra tekrar Akabe’de Resul-i Ekrem’le buluşma sözü verdi.
Yardım edenler anlamına gelen ensar toplumunun nüvesini oluşturan
bu altı kişinin faaliyetleri neticesinde 621 yılında onu Hazrec
Kabilesi’nden, ikisi Evs Kabilesi’nden olmak üzere on iki Medineli
Hz. Muhammed ile gizlice Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Biatı
denilen bu buluşmada Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed’e
Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına,
çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftirada bulunmayacaklarına,
Resulullah’ın emirlerine uyacaklarına dair söz verdiler. Hz.
Muhammed, Medinelilere İslam’ı öğretmesi ve namaz kıldırması için
Mus’ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab bin Umeyr’in
çalışmaları neticesinde Medine’deki Müslümanların sayısı arttı.
Medine’ye Göç Etmek Zorunda Kaldı
Vahyin on üçüncü yılı, İslam tarihinde bir dönüm noktasını teşkil
etti. 622 yılında Medine’den Mekke’ye gelen Müslümanların sayısı
25’i buldu. Onlar, Akabe’de buluştukları Hz. Muhammed’e yeniden
biat ettiler. İkinci Akabe Biatı denilen bu buluşma sırasında Medineli
Müslümanlar Hz. Muhammed’i kendi şehirlerine davet ettiler.
Artık Mekke’den göç etmenin zamanı gelmişti. Bunun için önce
Mekke’deki Müslümanların emniyetli bir şekilde Medine’ye göç ettirilmeleri
gerekiyordu. Bunun toplu bir göç olduğunun anlaşılmaması
için belirli aralıklarla yola çıkıldı. Buna rağmen Mekkeli müşrikler
Müslümanların kendilerini terk ettiklerini anladılar. Gidenleri durdurmak
için hapis dâhil her türlü engeli çıkartmaya çalıştılar. Yine
de engel olamadılar. Geride sadece Hz. Muhammed, Ebu Bekir ve
ailesi, Hz. Ali ve annesi, ayrıca göç etmeye gücü olmayanlar ile hapsedilerek
göç etmeleri engellenenler kaldı.
Müslümanların Medine’ye göç etmeleri, müşrikleri geleceğe ilişkin
iyice endişeye sevk etti. Medine’ye göç eden Müslümanların
gün gelip orada çoğalacağını ve kendileri için tehdide dönüşeceğini
düşünüyorlardı. Bu nedenle Darünnedve’de toplanıp Ebu Cehil’in
teklifiyle Hz. Muhammed’i öldürmeye karar verdiler. Bu son çare
olarak görüyorlardı. Allah, onların bu planını vahiy yoluyla Hz.
Muhammed’e bildirdi.
Kendisine ilişkin planlardan haberdar olan Hz. Muhammed, Hz.
Ebu bekir ile göç hazırlıklarını sürdürdü. Bir gece sabaha karşı, yatağına
Hz. Ali’yi bırakarak mucizevi bir şekilde Mekkelilerin arasından
geçerek Mekke’den ayrılıp Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya ulaştı.
Mekkelilerin aramalarından kurtulmak için burada üç gün saklandı.
Üç gün sonra kılavuzlarının getirdiği develere binerek 13 Eylül 622
tarihinde Medine’ye doğru yola çıktı.
Kureyş Kabilesi’nin mensupları, Hz. Muhammed’in başına yüz
deve ödül koysalar da sonuç alamadılar. Hz. Muhammed ve Ebu
Bekir, sekiz gün süren yolculuktan sonra Medine’ye bir saat mesafedeki
Kuba’ya ulaştılar. Burada Mekke’den gelecek Hz. Ali’yi ve diğer
muhacirleri beklediler. Peygamber birkaç gün kaldığı Kuba’da bir
mescit yaptırdı. 24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye hareket eden
Hz. Muhammed, Ranuna Vadisi’nde ilk cuma hutbesini okudu ve
cuma namazını kıldırdı. Medine’ye vardığında büyük bir coşku ile
karşılandı.
Göç anlamına gelen hicret olayı dünya tarihini etkileyecek önemli
gelişmelerin önünü açtı. Hz. Muhammed’in amacı tevhit inancını
bütün insanlara ulaştırmaktı. Bu amaçla bazı düzenlemelerin yapılması
gerekiyordu. Bu düzenlemeleri yapmak için Medine’de uygun
bir ortam oluşmuştu. Mekke’deyken müslümanların birlikte ibadet
etme ve Hz. Muhammed ile sohbette bulunma imkânları çok kısıtlıydı.
Medine’de endişelerinden arınan Müslümanlar, önce kendilerine
bir mescit yaptılar. Peygamber Mescidi anlamına gelen ve kıblesi
Kudüs olan Mescid-i Nebevi’de cemaat ile namaz kılmaya başladılar.
İnşaatı yedi ay süren mescit, Hz. Muhammed’in karargâhı gibiydi.
Müslümanların bütün işlerini, Mescid-i Nebevi’den veya bitişiğindeki
evinden yürütüyor, yeni indirilen Kur’an ayetlerini burada
tebliğ ediyordu. Kimsesiz Müslümanlarla ilim tahsil etmek isteyen
sahabilerin barınması için Mescid-i Nebevi’nin arka kısmında Suffe
inşa edildi. Hz. Muhammed, Medine dışına gönderilecek tebliğ heyetlerini
Suffe’de yetiştirdi.
Hz. Muhammed, Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk işlerden biri de
Mekkeli göçmen Müslümanlar ile Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan
Medineli Müslümanları kardeş ilan etmek oldu. İnançları uğruna
bütün varlıklarını Mekke’de bırakan muhacirlerin yeni hayata uyum
sağlamaları için maddi ve manevi desteğe ihtiyaçları vardı. Medineli
Müslümanlar muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul ettiler. Hz. Muhammed,
ilan ettiği bu kardeşlik ile “bütün inananlar kardeştir.”
düsturunu hayata geçirmiş oldu.
Arabistan’daki İlk Devlet Örgütü Medine’de Ortaya Çıktı
Araplar Hz. Muhammed’den önce Himyeriler, Gassaniler, Petra
Krallığı gibi bazı devletler kurmuşlardı. Ancak coğrafi, kültürel
ve sosyolojik şartlar gereği genelde kabileler hâlinde yaşamışlardır
ve her kabilenin başında şeyh, emir benzeri liderler bulunmaktadır.
Hz. Muhammed’in Medine’ye göç etmesinden sonra Arap
Yarımadası’nda yeni bir devletin ışığı görülmeye başlandı.
Yeni devlet yapılanması için öncelikle Müslümanların bütün güçlerini
Medine’de toplamaları gerekiyordu. Hz. Muhammed, Medine’yi
iyice tahkim etmek ve güçlü bir sosyal yapı ortaya çıkartabilmek
için kendisine biat eden bütün Müslümanların Medine’ye göç etmesini
istedi. Zira o dönemde Medine’de Evs ve Hazrec kabilelerinin
yanı sıra Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza olmak üzere
üç Yahudi kabilesi vardı. Bu sosyal yapının altıncı kanadı muhacirler
oldu. Ayrıca Evs ve Hazrec kabileleri sürekli çatışma içinde
idi. Üstelik o dönemde Arabistan Yarımadası’nda örgütlü bir devlet
yoktu. Her kabile kendi başkanının yönetiminde yaşıyordu. Hz.
Peygamber, Mekkeli muhacirler ile ensar arasında birlik sağladıktan
sonra Yahudi kabileleri ile henüz Müslüman olmamış Arapların ve
Müslümanların barış ve güven içinde yaşaması için bir şehir devleti
hâlinde teşkilatlanmanın şartlarını bir metinle belirledi. Günümüzde
yazılı ilk anayasa olarak nitelendirilen bu anlaşma, şehrin asayişinin
sağlanması, dış tehditlere karşı savunulması, bireyler arasındaki anlaşmazlıkların
giderilmesi ve bazı ekonomik faaliyetlerin yürütülmesi
gibi konuları içeriyordu. Bu noktada öncelik Medine’nin savunmasında
idi. Mekkelilerin her an Medine’ye saldırması söz konusu idi
ve bu noktada Yahudilerden, Müslümanlarla iş birliği yapmaları ve
düşmana yardım etmemeleri istendi.
Aynı anlaşmada savaş giderlerinin, fidye ve diyet gibi giderleri
her inanç grubunun kendi imkânlarıyla karşılaması, her inanç grubunun
yargı görevini kendi içinde bağımsız olarak yürütmesi, farklı
inançlara mensup kişilerin anlaşmazlıklarında ise son karar verme
yetkisinin Hz. Peygamber’e ait olması kararlaştırıldı. Böylece Hz.
Muhammed’e, Medine’de inşa edilen yeni devletin başkanı statüsü
tanındı. Yahudilerle Müslümanların din ve vicdan hürriyetine sahip
bulundukları da açıkça belirtildi. Bu arada Medine’nin sınırları da
tespit edildi ve bundan sonraki siyasi ve askerî faaliyetler bu sınırlara
göre yürütüldü. Ayrıca bir kamu hizmeti olarak Medine’de Müslümanlar
için bir pazar yeri yaptırıldı ve günümüzde de defin işlemlerinin
yapıldığı Baki mevkisi mezarlık olarak kararlaştırıldı.
Mekke dönemi Müslümanlar için sabır ve tahammül dönemiydi.
Hz. Muhammed, kendisine yapılan kötülüklere karşılık vermedi. Bu
dönemde indirilen ayetler de sabrı tavsiye ediyordu. Medine’ye gelindiğinde
ise yeni şartlar ortaya çıktı. Mekke’de kim Müslüman, kim
müşrik bilinirken, Medine’de münafık denilen bir grup ortaya çıktı.
Şehirde yaşayanların çoğunluğu İslam inancını benimsemiş olsa da
şehrin dış mahallelerinde yaşayan Yahudi kabileleri her fırsatta sorun
çıkartıp ihanete varan davranışlarda bulunuyorlardı.
Yahudilerin Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dini benimsememelerinin
önemli bir nedeni, Tevrat’ta müjdelenen yeni peygamberin
İsrailoğullarından çıkmamış olmasıydı. Bu nedenle Müslümanları
inançlarından vazgeçirmek için çeşitli faaliyetler yürütüyor, müşrikler
gibi şiddete başvurmadan Hz. Muhammed’i insanların gözünde
küçük düşürmeye çalışıyorlardı. Evs ve Hazrec kabileleri arasına çeşitli
fitneler sokuyor ve münafıklara cesaret veriyorlardı. Beni Kaynuka
kabilesi’nin ileri gelenlerinden bazıları İslamiyete girdiklerini
söyleyip münafıklar arasına katıldılar.
Hz. Muhammed’in Medine’ye göç ederek Tevhit inancını yeni
bir evreye taşımasına engel olamayan Mekkeliler, yeni sürece karşı
kendilerini nasıl koruyacaklarını düşünmeye başladılar. Akıllarına
ilk gelen çözümlerden biri, Medine ileri gelenlerine mektup yazarak
Hz. Muhammed’e sahip çıkmamalarını istemek oldu. Ebu Süfyan ve
Ubey b. Halef, yazdıkları mektupta Hz. Muhammed’e yardım etmenin
utanılacak bir davranış olduğunu, şayet yardım edecek olurlarsa
aralarında savaş çıkabileceğini söylediler. Aynı zamanda karşı hamle
yaparak ekonomik tedbirler almaya başladılar.
Bedir Zaferi Bir Başlangıçtı
Arap yarımadası büyük bir islam hareketine hazırlanırken, bütün
kabileler gelişmeleri sıcağı sıcağına takip ediyorlardı. Mekke’nin bütün
zenginliklerini elinin tersi ile iten Çölün Efendisi, yeni bir çekim
merkezi yaratmıştı. Medine artık kendini koruyabilecek bir örgütlenmeye
doğru gidiyordu. Hz. Muhammed, hicretten yedi ay sonra hazırladığı
müfreze ile Mekke kervanlarına gözdağı verdi. Bu gözdağını
daha sonra takip ve gözetleme şeklinde yapılan diğer sekiz harekât
izledi. Bu harekâtlarla birlikte Medine ile Mekke arasında savaş hükümlerinin
yürürlükte olduğu bir dönem başladı ve bu durum Hudeybiye
Antlaşması’na kadar devam etti.
Mekke’nin can damarı ticaret kervanları idi. Ticaret yapamayan bir
Mekke, bütün zenginliğini yitirirdi. Mekke’nin can damarına ilk darbe,
hicretten on yedi ay sonra Batn-ı Nahle’de vuruldu. Yemen’den
dönen Kureyş kervanına yapılan baskın ile Kureyşli müşriklere gözdağı
verildi. Bunu, Ebu Süfyan’ın idaresinde Suriye’den dönen bir
başka ticaret kervanına Bedir’de düzenlenmek istenen baskın takip
etti. Ancak Ebu Süfyan, baskın teşebbüsünü fark edince Mekke’den
yardım istedi. Ebu Süfyan, Bedir mevkisinin uzağından geçerek kervanını
baskından kurtarırken, Mekkeliler, Ebu Cehil kumandasında
oluşturdukları bin kişilik kuvvetle Bedir’de ticaret kervanına baskın
yapmak için bekleyen Müslümanların üzerine yürüdüler. 13 Mart
624 Cuma sabahı üç yüz beş kişilik Müslüman kuvvetiyle müşrik
ordusu arasında geçen savaşta Ebu Cehil dahil yetmiş kişi öldürüldü,
yetmiş kişi esir alındı. Müslümanlar ise on dört şehit verdi. Bedir
Savaşı, Müslümanların moralini yükseltirken, itibarlarını da arttırdı.
Hz. Muhammed, zalime karşı zafer kazanmış bir komutan olarak
yeni dini anlatmaya başladı.
Bedir Savaşı öncesinde Yahudilerin ikili davranışları sabırla ön28
lenmeye çalışılırken, Bedir Savaşı sonrasında kesin önlem alma
yoluna gidildi. Buna neden olan olay ise Beni Kaynuka çarşısına
giden Müslüman bir kadının tacize uğraması oldu. Tacize uğrayan
kadına yardım için gelen sahabinin tacizci Yahudi’yi öldürmesi ve
kendisinin de şehit edilmesi üzerine Medine’deki barış hükümleri
terk edilmiş oldu. Hz. Muhammed, Bedir zaferinden bir ay sonra
Beni Kaynuka’nın üzerine yürüdü ve onları İslam’a davet etti. Onlar
daveti reddedip kalelerine çekildiler. Bunun üzerine Hz. Muhammed
kaleyi ablukaya aldı ve Müslüman olmayı kabul etmeyen Yahudilerin
üç gün içinde Medine’yi terk etmelerini istedi.
Bedir Yenilgisi Mekkelileri Öfkelendirdi
Bedir’de uğradıkları kayıpları hazmedemeyen Mekkeliler, yeni bir
savaş için hemen hazırlığa giriştiler. İntikam duygularını kamçılayan
önemli bir neden de Müslümanların Suriye-Mısır ticaret yolunu
kesmeleri ve kervanlarına baskın düzenlemeleri idi. Bu sebeple,
Bedir’de topladıkları askerin üç katını donatarak 625 yılında yeniden
Medine’nin üzerine yürüdüler.
Hz. Muhammed, bin kişilik bir ordu ile onları Uhud mevkisinde
beklemeye başladı. Fakat Mekke ordusu gelmeden Abdullah b.
Ubey’e bağlı üç yüz kişilik münafık grup ordudan ayrıldı. Abdullah
b. Ubey, Medine’nin başkanı olma hayalini kuran bir kişi idi. Hz.
Muhammed’in Medine’ye gelişiyle bu hayali suya düşmüş, o da
yaptığı bozgunculukla hayatı boyunca peygambere zarar vermeye
çalışmıştı.
23 Mart 625’te Müslümanlar ve müşrikler bir kez daha karşı karşıya
geldiler. Müslümanlar başlangıçta Kureyşlileri çekilmeye mecbur
ettiyse de Resulullah’ın stratejik önem taşıyan bir tepeye yerleştirdiği
okçuların talimata uymayarak burayı terk etmeleri üzerine Halit
b. Velid komutasındaki müşrikler arkadan saldırıp savaşın seyrini
değiştirdiler. Başta Hz. Peygamber’in amcası Hamza olmak üzere
yetmiş Müslüman Uhud’da şehit oldu. Müslümanları büyük korkuya
sevk eden bu savaşta Hz. Muhammed de yaralandı. Dişi kırılan
ve vücuduna yara alan Hz. Muhammed’in öldüğü haberleri Müslümanların
savaşma azmine darbe indirdi. Müslümanlar, aldıkları büyük
darbe ile Uhud Dağı’nın eteklerine çekilirken, müşrikler de Ebu
Süfyan’ın etrafında toplandılar, böylece iki ordu birbirinden ayrılarak
savaşı sona erdirdi.
Savaşta beklemedikleri bir yenilgi alan Müslümanlar, müşriklerin
Medine’ye de saldıracakları haberini alınca yeniden toparlanarak
beş yüz kişilik bir kuvvetle Medine’ye birkaç kilometre mesafedeki
Hamraülesed mevkisine giderek beklemeye başladılar. Müslümanların
kendilerini beklediğini öğrenen müşrikler, Medine’ye gitmekten
vazgeçip Mekke’ye geri döndüler.
Tebliğciler Şehit Edildi
Müslümanlar, Uhud Savaşı’ndan moralsiz bir şekilde ayrılsalar
da Arabistan Yarımadası’nda güçlerini arttıran olaylar devam etti.
Birkaç ay sonra Adal ve Kâre kabilelerinden bir heyet Medine’ye gelerek
Resulullah’tan kendilerine İslamiyeti öğretecek sahabiler göndermesini
istedi. Aslında bu bir tuzaktı. Nitekim Temmuz 625’te Hz.
Muhammed’in gönderdiği on kişilik tebliğ heyeti Recî Suyu yanında
konaklarken Lihyânoğulları’ndan yüz kişilik bir grup Müslümanlara
baskın düzenledi. Baskında tebliğcilerden sekizi şehit edildi. İkisi de
köle olarak Kureyş’e satıldı. Mekkeli müşrikler bir müddet sonra bu
iki sahabiyi de şehit ettiler.
Aynı tarihte Amir b. Sa’saa Kabilesi’nin reisi Ebu Bera Amir b. Malik
de kabilesine İslam inancını anlatması için tebliğciler istedi. Hz.
Muhammed, bu sefer tebliğcilerin can güvenliği teminatını aldıktan
sonra Suffe ehlinden bir grubu Münzir b. Amr el-Hazrecî başkanlığında
yolladı. Heyet, Medine-Mekke yolu üzerinde Amir b. Malik’in
öldüğünü haber aldı ve orada bir süre bekledi. O esnada çevredeki
kabilelerden oluşan bir grup, üç kişi hariç bütün heyet mensuplarını
öldürdü.
Müslümanların yetişmiş insanlarına karşı girişilen bu katliamlar
Hz. Muhammed’de büyük bir keder yarattı. Hatta daha önce kendisini
Taif’te taşlayanlara etmediği bedduayı bu olaya sebep olanlara
ettiği söylenir.
Medine Yahudilerinden Nadiroğulları da aynı dönemde kışkırtıcı
hareketlerde bulunuyorlardı. Uhud Savaşı öncesinde başladıkları
tahriklerini savaş sonrasında daha da arttırmışlardı. Hz. Muhammed,
Medine’ye geldiğinde, yaptıkları anlaşmaya uymalarını istese
de olumlu bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Ömer
ve Ali ile beraber onların yerleşim merkezine gitti. Nadiroğulları kendilerini
iyi karşılamakla birlikte oturdukları yerin üstünden taş yuvarlamak
suretiyle onları öldürmeye teşebbüs ettiler. Durumu fark
eden Hz. Peygamber şehre döndü ve onlardan on gün içinde şehri
terk etmelerini istedi. Nadiroğulları göç hazırlıklarına başlamışken
Abdullah b. Ubey onlara yardımcı olacağını söyleyerek gitmelerini
önledi. Resulullah da onları ablukaya alıp Ağustos 625’te anlaşmaya
davet etti. Bir süre direnen Yahudiler on beş gün süren ablukanın
ardından Medine’den ayrıldılar.
Yanlış Anlamadan Doğan Şüphe Üzerine Ayet Gönderildi
Nadiroğulları’ndan başka Müslümanlara karşı düşmanca tavır takınan
kabilelerden biri de Mustalikoğulları idi. Kabilenin reisi Haris
b. Ebu Dırar, Medine’ye saldırmak amacıyla asker toplamaya başlamıştı.
Kendisine karşı yürütülen hazırlığı haber alan Hz. Muhammed,
Şubat 627’de yedi yüz kişilik bir kuvvetle Mustalikoğulları üzerine
yürüdü. Güç oyunu bozar misali, Hz. Muhammed’in üzerlerine
sefer düzenlemesi, Mustalikoğulları’nın yanında savaşa hazırlanan
kabileleri dağıttı. Yalnız kalan Müstalikoğulları, girdikleri savaşta
yenildiler. Çarpışmanın sonunda Müslümanlar birçok esir ve ganimet
ele geçirdiler. Hz. Muhammed, esirleri ve ganimetleri sefere
katılanlar arasında paylaştırdı. Bu sırada Haris b. Ebu Dırar’ın kızı
Cüveyriye Müslümanlığı kabul ettiğini söyledi. Bunun üzerine Hz.
Muhammed, kendisini azat edip onunla evlendi. Bunu gören Müs31
lümanlar ellerindeki esirleri serbest bırakınca Mustalikoğulları İslam
dinini kabul ettiler.
İslam tarihine Cemel Vakası olarak geçen olay da bu seferin dönüşünde
yaşandı. Hz. Ayşe de bu sefere Hz. Muhammed ile birlikte
katılmıştı. Sefer dönüşü konakladıkları bir yerde sabaha karşı hareket
emri verildiğinde Ayşe ihtiyaç için ordugâhtan uzaklaştı, dönüşte
gerdanlığını düşürdüğünü fark ederek aramaya koyuldu ve konakladıkları
yere geldiğinde kafilenin hareket ettiğini görüp beklemeye
başladı. Ordunun artçılarından Safvan b. Muattal, Ayşe’yi devesine
bindirip kafileye yetiştirdi. Başlangıçta kimsenin dikkatini çekmeyen
bu olay, münafıkların başı Abdullah b. Ubey ve adamlarının dedikodusu
yüzünden önemli bir soruna dönüştü. Hz. Muhammed, yapılan
dedikodulardan etkilenerek Hz. Ayşe’ye kırıldı ve onu, babası
Hz. Ebu bekir’in evine gönderdi. Hz. Muhammed, Ayşe ile birlikte
geçirdiği sıkıntılı günlerden, indirilen ayet ile kurtuldu.
Müşrikler Son Saldırılarından da Sonuç Alamadı
Mekkelilerin Medine’ye karşı son saldırısı Hendek Savaşı olmuştur.
Bu sefere, Kureyşliler dışında çeşitli Arap kabileleriyle
Medine’den çıkarılan Beni Nadir ve o sırada Medine’de kalan Beni
Kurayza Yahudilerinden oluşan kalabalık bir grup katıldı. Hayber
Kalesi’nde yaşayan Nadiroğulları’nın tahriki ile Mekkelilerin topladığı
asker sayısı on bin kişiye ulaştı. Ebu Süfyan’ın komutasında harekete
geçen Mekkelilere karşı Hz. Muhammed daha önce Arabistan
yarımadası’nda hiç kullanılmamış bir savunma yöntemine başvurdu.
Azatlı kölelerden Selman-ı Farisi, memleketi İran’da gördüğü
savunma yöntemini Hz. Muhammed’e anlattı. Bu yöntemi uygulayan
Hz. Muhammed, Medine’nin kuzey kesiminde büyük hendekler
kazdırdı. Üç bin kişinin katıldığı bu çalışma kısa sürede tamamlandı.
O tarihe kadar Arabistan Yarımadası’nda toplanmış en büyük ordu
ile hendeklerin önüne gelen müşrikler, ilk defa karşılaştıkları bu savunma
yöntemi karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Yirmi gün
boyunca sürdürdükleri kuşatmaya daha fazla dayanamayarak çıkan
şiddetli bir fırtınanın ardından Nisan 627’de Mekke’ye döndüler.
Bu savaş sonrasında Medine içinde yeni bir hesaplaşma yaşandı.
Medine’de kalan son Yahudi kabilesi Kurayzaoğulları, Hendek
Savaşı’nda şehrin savunmasına yardımcı olmadıkları için anlaşma
hükümlerini ihlal etmeleri nedeniyle kendi topraklarına gittiler. Hz.
Muhammed, önce onları Müslüman olmaya davet etti. Reddetmeleri
üzerine teslim olmalarını istedi. Onlar bu teklifi de reddedince
bulundukları yeri kuşattı. Bir aya yakın süren kuşatmadan sonra
Kurayzaoğulları eski müttefikleri Evs kabilesi’nden Sa’d b. Muaz’ın
vereceği hükme razı olacaklarını açıkladılar. Sa’d savaşacak gücü
bulunanların öldürülmesine, kadın ve çocukların esir edilmesine ve
mallarının ganimet olarak alınmasına karar verdi. Hz. Muhammed
de ihanetin cezasının ölüm olduğunu bildiren Yahudilerin kutsal kitabı
Tevrat’a uygun düşen bu kararı uyguladı.
Müşrikler Müslümanları Tanıdılar
Muhacirlerin sekiz yıldır uzak kaldıkları vatanlarına özlem duymaya
başladıkları bir dönemde, Hz. Muhammed rüyasında Kâbe’yi tavaf
ettiğini gördü. Mekke’ye duyduğu özlemi gidermek isteyen Hz.
Muhammed, sahabeden hazırlık yapmasını istedi. Yaklaşık bin beş
yüz kişilik kalabalık bir grupla Mart 628’de yola çıkan Hz. Muhammed,
Mekke’ye on yedi kilometre mesafedeki Hudeybiye’de konakladı.
Mekkeliler bu gelişi bir saldırı hazırlığı zannederek Halid bin
Velid komutasında iki yüz kişilik bir süvari birliğini Müslümanların
üzerine gönderdiler. Hz. Muhammed, amacının Kâbe’yi tavaf etmek
olduğunu anlatmak için Hz. Osman’ı, Halid bin Velid’e gönderdi.
Kureyşliler Müslümanların Mekke’ye girmesine izin vermeyeceklerini,
ancak Osman’ın Kâbe’yi tavaf edebileceğini söylediler. Hz. Osman
bu teklifi reddedince kendisini hapsettiler. Bu gelişme ortamın
gerilmesine neden oldu. Hz. Muhammed, Hz. Osman’ı iade etmedikleri
takdirde Mekkeliler ile savaşacaklarını açıklayınca Mekkeliler
tedirgin olup Hz. Osman’ı serbest bıraktılar. Daha sonra da Süheyl
b. Amr başkanlığında bir heyet yolladılar. Yapılan müzakerelerden
sonra Hudeybiye Antlaşması imzalandı. Müslümanların aleyhine
hükümler içerdiği düşünülen antlaşmaya göre Müslümanlar o yıl
Mekke’ye girmeden geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelip şehirde
üç gün kalabileceklerdi. Bir Mekkeli Medine’ye kaçarsa iade
edilecek, Medine’den biri Mekke’ye kaçarsa iade edilmeyecekti. Anlaşmanın
geçerlilik süresi on yıl olarak kabul edildi. Bu süre içinde
taraflardan biri bu ittifaka dâhil olmayan bir kabile ile savaşa girerse
diğeri karışmayacaktı. Diğer Arap kabileleri istedikleriyle ittifak yapabilecek,
bu şartlara, tarafların dışında kendileriyle müttefik olan
kabileler de uyacaktı. Müslümanların çıkarlarını göz ardı eden antlaşma
ile Kureyşliler ilk defa Müslümanları kendilerine denk kabul
etmiş oldular. Yapılan antlaşma İslam’ın yayılmasını önleyemedi.
Mekke’nin fethine kadar geçen iki yıllık süreçte Müslümanların sayısı
çığ gibi arttı.
Hükümdarları İslam’a Davet Etti
İnsanlara gönderilen son kurtarıcı olarak görevi sadece Arabistan
Yarımadası’nı aydınlatmak değildi. Ona gönderilen mesajların muhatabı
bütün insanlık olduğu için çağdaşı olan hükümdarları İslam’ı
kabul etmeye davet etti. Bu doğrultuda Hudeybiye Antlaşması’nı yapıp
Medine’ye döndükten sonra Mayıs 628’de Arabistan’daki birçok
kabile reisi ile birlikte Sasani Hükümdarı II. Hüsrev Peşrev’e, Habeşistan
Hükümdarı Necaşi Ashame’ye, Mısır Hükümdarı Mukavkıs’a,
Gassani Hükümdarı Haris b. Ebu Şemir’e, Bizans Hükümdarı
Heraklios’a ve Beni Hanife Kabilesi’ne, “Muhammed Resulullah”
mühürlü birer mektup gönderdi.
Mektuplarda hükümdarlar ve kabile reisleri, unvanları ile muhatap
alınmış, davet dili kullanılmıştır. Allah’ın tekliğinin kabul edilmesi
istenen mektuplarda, Hz. Muhammed’in onun elçisi olduğuna
inanılması istenmiştir. Kabile başkanlarına gönderilen mektuplarda
İslam inancına girmeleri hâlinde can ve mal emniyetinin güvence
altına alınacağına dair söz verilmiş, bazı kabilelere de toprak imtiyazı
vadedilmiştir. Ayrıca yapılan daveti kabul edenlerin namaz kılmaları,
zekât vermeleri gerektiği belirtilmiştir.
Sasani hükümdarı kendisine yapılan daveti hakaret kabul ederek
yırtıp atarken, onun Yemen valisi Bazan ise İslamiyeti öğrenmek
için Medine’ye iki elçi gönderdi. Hz. Muhammed’den dinlediği İslam
inancını beğenen Vali Bazan, İslam’ı benimsedi. Onun Müslüman
olması Yemen’de de etkisini gösterdi. Halk da vali ile birlikte
İslam inancını tercih etti. Vali Bazan, Müslümanlığı kabul edince
Medine’nin ilk valisi olarak Yemen’deki görevine devam etti.
Daha önce Mekke’den kendisine sığınan Müslümanları himaye
ederek sağduyulu bir hükümdar olduğunu gösteren Habeşistan Hükümdarı
Necaşi de aldığı mektuptan etkilenerek Müslüman olmayı
kabul etti. Kendisine mektubu getiren elçi ile birlikte Habeşistan’da
kalan son sığınmacıları da Medine’ye gönderdi.
Mısır Hükümdarı Mukavkıs ise Müslüman olmayı kabul etmemesine
karşılık Hz. Muhammed’e karşı açık bir düşmanlık göstermedi.
Aksine, gelen elçiyi hediyelerle Medine’ye gönderdi.
Bizans İmparatorluğu’na tabi olarak Suriye’de hüküm süren
Gassaniler’in hükümdarı Haris b. Ebu Şemir de getirilen mektubu
yırtıp yere atmakla kalmadı, Medine’yi de tehdit etti.
Hanifeoğulları kabilesi’nin reisi Hevze b. Ali de yapılan daveti kabul
etmedi.
Bizans İmparatoru Heraklios da kendisine yapılan daveti kabul
etmemiş, ancak gelen elçileri dinleyip onlara iyi davranmıştır.
Hz. Muhammed, yaptığı bu davetleri peygamberliğinin dokuzuncu
yılında da devam ettirmiş ve o yıl kendisine gönderilen cizye ayetinden
sonra Müslüman olmayı kabul etmeyen Yahudi, Hristiyan ve
Mecusilerden cizye alınacağı uyarısında bulunmuştur.
Egemenlik Sınırlarını Genişletme Harekâtı Başlatıldı
Hz. Muhammed’in daha önceki ikazlarına bir süre uymuş gibi
görünen Nadiroğulları, yerleşik bulundukları Hayber Kalesi’nde
düşmanca faaliyetlerini devam ettirdiler. Yaptıkları faaliyetler tehdit
boyutuna ulaştığında Hz. Muhammed, bin beş yüz kişilik bir
kuvvet ile Haziran 628’de Hayber Kalesi’ne sefer düzenledi. Burada
Yahudilerin yaşadığı yedi kaleden dördü savaş yoluyla, üçü de
teslim ol çağrısına uyulmasıyla ele geçirildi. Teslim olduktan sonra
Hayber’de yaşamaya devam etmek isteyen Yahudiler, topraklarında
yarıcı olarak kalma teklifini kabul ettiler. Hayber’den sonra Vadilkura
ve Fedek halkı ile de Müslüman olmayı kabul etmedikleri için benzer
anlaşmalar yapıldı.
629 yılı, Müslümanların dünya siyasetinde dikkate alınmaları
gerektiğinin ilan edildiği yıl oldu. O yılın başında Hz. Muhammed,
Bizans’a bağlı Busra valisine İslam’a davet mektubu gönderdi.
Bizans’ın Suriye’deki vassalı Gassani Devleti’nin hükümdarı Şürahbil
b. Amr kendi topraklarından geçen elçiyi öldürttü. Böylece Haris
b. Umeyr, İslam’a davet mektubu götürdüğü ülkelerde şehit edilen
tek elçi oldu.
Bizans’la İlk Çarpışma Mute’de Oldu
Bizans Devleti ile Müslümanlar arasında yüzyıllar boyu sürecek
olan silahlı mücadeleler Mute Savaşı ile başladı. Hz. Muhammed,
Medine’ye göç edişinin sekizinci yılının ilk aylarında, aralarında
Ka’b b. Umeyr el Gıfari’nin de bulunduğu on beş kişilik bir heyeti
Belkâ’ya bir gecelik mesafedeki Zatu Atlah’a, İslam’a davet için
gönderdi. Ancak heyet üyeleri oka tutularak hepsi şehit edildiler.
Saldırıdan sadece Ka’b b. Umeyr yaralı olarak kurtuldu. Bu saldırı
Hz. Muhammed’i çok üzdü. Saldıranlara gözdağı vermek için bir
ordu hazırlamayı düşündü. Ancak saldıranların göç ettiklerini haber
alınca üzerlerine ordu göndermekten vazgeçti. Ancak kurduğu genç
devletin onurunu zedeletmemek için Zeyd b. Harise kumandasında
üç bin kişilik bir ordu kurarak bölgede güç gösterisi yaptırmak istedi.
İslam ordusu Gassani Devleti sınırlarında güç gösterisi yaparken,
Belka’nın köylerinden biri olan Mute’de, o sırada bölgede bulunan
Bizans ordusu ile Hristiyan Arap kabilelerinin de katıldığı, Şürahbil
b. Amr kumandasındaki yaklaşık yüz bin kişilik büyük bir ordu ile
karşı karşıya geldi. 629 yılının eylül ayında yapılan savaştan, Halid b.
Velid komutasındaki İslam ordusu en az kayıpla ayrıldı. Bu savaş, bölge
dengelerinde Müslümanların da bir güç unsuru olduğunun kabul
edilmesine yol açtı.
Mekke’ye Muzzaffer Komutan Olarak Döndü
Hz. Muhammed’i İslam’ın yayılışında en çok yoran unsur, Arabistan
Yarımadası’ndaki kabileler oldu. Bu kabilelerden Beni Bekir, cahiliye
devrinden beri kan davalı olduğu Huzaa Kabilesi’ne bir gece baskını
düzenlemiş ve başkanlarını öldürmüştü. Beni Bekir Kabilesi’ni Kureyş
Kabilesi destekliyordu. Huzaa Kabilesi ise Hz. Muhammed ile ittifak
yapıyordu. Bu saldırı üzerine Huza Kabilesi Medine’ye bir heyet gönderip
yardım istedi. Hz. Muhammed, Hudeybiye Antlaşması hükümlerine
dayanarak Kureyşlilere bir mektup yazdı ve Beni Bekir Kabilesi
ile ittifaktan vazgeçmelerini veya öldürülen Huzaa Kabilesi mensuplarına
karşılık diyet ödemelerini istedi. Aksi takdirde antlaşmanın ihlal
edilmesi sebebiyle kendilerine savaş açabileceğini bildirdi. Kureyşliler
bu isteği reddettikleri gibi, Hudeybiye Antlaşması’nın hükümlerini
yenilemek üzere Ebu Süfyan’ı Medine’ye gönderdiler. Ebu Süfyan,
Medine’deki teşebbüslerinden olumlu bir sonuç alamadan Mekke’ye
döndü.
Geçerlilik süresi on yıl olan Hudeybibe Anlaşması hükümleri, Mekkeliler
tarafından ihlal edildiği için Hz. Muhammed, Mekke’nin fethi
için gizli bir hazırlık içine girdi. On bin kişilik İslam ordusunun Mekke’ye
yaklaştığını öğrenen Kureyşliler, Ebu Süfyan başkanlığındaki bir heyeti
Hz. Peygamber’e gönderdiler. Görüşmeye gelen heyet mensupları
İslam’ı kabul etmiş olarak Mekke’ye döndükten sonra Mekkelilere tes37
lim olmaktan başka çarelerinin olmadığını anlattı.
Artık Mekke’nin kapısı sonuna kadar açılmıştı. Hz. Muhammed,
Mekke’de kan dökmek istemiyordu. Bunun için komutanlarına, mecbur
kalmadıkça savaşmamalarını, kaçanları takip etmemelerini, yaralıları
ve esirleri öldürmemelerini emretti. Teslim olmalarına rağmen
Mekkelilerden direnenler oldu. Bunlara karşı yapılan harekâtta yirmi
kadarı öldürüldü. Hz. Muhammed, can emniyeti kalmadığı için on
yıl önce gizlice çıktığı Mekke’ye muzaffer bir komutan olarak girdi. 11
Ocak 630 tarihinde Mekkelilere Kâbe kapısının önünde hitap eden Hz.
Muhammed, genel af ilan etti. Kâbe’nin içini ve etrafını putlardan temizlendikten
sonra Kureyşliler, Hz. Muhammed’e biat ederek topluca
Müslüman olduklarını ilan ettiler. Böylece Hz. Muhammed yirmi yıllık
mücadelesinde önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmış oldu. Ardından
şehre yakın kabileleri İslamiyete davet etmek için küçük birliklerle
seferler düzenledi. Bu davetler esnasında puta tapmakta ısrar
edenler oldu ve zaman zaman gerilimli anlar da yaşandı. Bu anlardan
biri de Cezime b. Amir Kabilesi ile Halid b. Velid komutasındaki kuvvetler
arasında yaşandı. Halid b. Velid, Cezime b. Amir Kabilesi’nin
silah bırakıp Müslüman olduklarına inanmadığı mensuplarından otuz
kadarını öldürttü. Hz. Muhammed, olayı haber alınca çok üzüldü. Hz.
Ali’yi Cezime Kabilesi’ne gönderip öldürülenlerin diyetlerini ödetti ve
uğradıkları maddi zararı tazmin ettirdi.
Allah, Hevazin Kabilesi’yle Ders Verdi
Şirkin merkezi Mekke’nin ele geçirilmesi yeterli değildi. İslam’ın
âlemşümul mesajının bütün dünyaya ulaşmasının ve vahdet inancının
Arabistan Yarımadası’nda yayılışının önünde engel teşkil eden kabilelerin
de hizaya getirilmesi gerekiyordu. Mekke’nin fethinden önce
Hudeybiye Antlaşması’nın yol emniyetiyle ilgili hükümlerini ihlal eden
Hevazin kabilesi’nin çeşitli kolları üzerine 627 yılından itibaren üç yıl
arka arkaya askerî birlikler gönderilmişti. Mekke’nin fethinden sonra
Hz. Muhammed, 27 Ocak 630 tarihinde on iki bin kişilik bir orduyla
yola çıktı. Hevazin kabilesi’nin ileri gelenleri, Hz. Muhammed’in büyük
bir ordu ile üzerlerine yürüdüğü haberini alınca silahlanmaya başladılar.
Kabilenin önemli bir kolunu oluşturan Sakifliler de Kâbe’deki Uzza
putunun yıktırılması üzerine kendi putları olan Lâtin’in de tahrip edileceğinden
korkup Evtas mevkisinde toplanan Hevazin Kabilesi’ne katıldılar.
1 Şubat 630 tarihinde Evtas mevkisine yönelen Müslümanların
öncü birliği, Huneyn Vadisi’nde pusuya düştü. Ortaya çıkan kargaşa
Müslüman askerlerin dağılmasına neden oldu. Hz. Muhammed’in etrafında
az sayıda asker kaldı. Dağılan ordu Hz. Muhammed’in uyarılarıyla
toparlanıp Hevazinlilerin üzerine yürüdü. Şiddetli geçen çarpışmanın
ardından önemli bir zafer elde edildi. Burada ele geçirilen
ganimetler ve esirler Ci’râne’ye götürüldü.
Tabii Huneyn’de yenilen Hevazinliler, İslam’a karşı olan diğer kabilelerle
birleşerek yeni bir güç oluşturdular. Yeni muhalefet merkezi bu
sefer de Taif oldu. Hz. Muhammed, kendilerine tebliğe geldiğinde onu
taşlayarak canını yakan Taifliler, İslam karşıtlarının toplanma merkezine
dönüşmüştü. İslam’ı ve Hz. Muhammed’i aşağılayan, alaya alan,
hicveden şairler, İslam inancını benimsemeyen kişiler Taif’te toplanıyordu.
Gelecekte tehlike teşkil etmesi muhtemel olan bu merkezin
dağıtılması gerekiyordu. Hz. Muhammed, burayı düzene sokmak için
yeni bir ordu hazırladı. Resulullah, Huneyn Gazvesi’nin ardından Taif
üzerine yürümeye karar verdi. Hz. Muhammed, Taif kalelerine sığınan
Sakiflileri ve Hevazinlileri bir ay kadar kuşatma altında tuttu. Haram
ayların yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırıp Ci’râne’ye döndü ve Huneyn
Savaşı’nda elde edilen ganimetleri paylaştırdı.
630 yılının ekim ayında Bizans İmparatoru Heraklios, İslam
Devleti’ne karşı savaş hazırlığına başladı. Yapılan hazırlığı haber alan
Hz. Muhammed, otuz bin kişilik bir ordu hazırladı ve Medine’ye 700
km uzaklıktaki Tebük’te karargâhını kurdu. Bir aya yakın o mevkide
ordusuyla beklemesine karşılık Bizans ordusuna rastlanmadı. Hz. Muhammed,
bu süreçte Cerbâ, Eyle Limanı, Ezruh, Maknâ ve Maan’a
askerî birlikler gönderdi. Bu şehirlerdeki halk ve kabileler İslam’ı kabul
etmeleri teklifini reddederken, cizye ödemek şartıyla teslim olmayı kabul
ettiler. Aynı süreçte Halid b. Velid komutasındaki askerî birlik de
Irak yolu üzerinde Dûmetülcendel’i ele geçirdi.
Elçiler Yılı
Arabistan Yarımadası aydınlanma çağını yaşıyordu. Yaratıcının tekliği
ve Hz. Muhammed’in onun elçisi olduğu mesajı bütün Arabistan’a
ulaşmıştı. Sadece Kâbe değil, kalplerdeki putlar da temizlenmeye
başlayınca, dünyanın yeni çekim merkezi Mekke ve Medine olmuştu.
Bu nedenle 630-31 yılı “Elçiler yılı” diye meşhur oldu. 630 ve 631
yıllarında Medine’ye gelen heyetlerin sayısı yetmişe ulaştı.
Mekke’nin fethedilmesi, ardından Hevazinlilerin İslamiyeti benimsemesi,
bir yıl sonra Sakiflilerin Medine’ye gelerek biat etmesi ve Kuzey
Arabistan’ın Tebük Seferi ile İslam hâkimiyetinin altına girmesi üzerine
Arap kabileleri Medine’ye heyetler yollayıp Müslüman olduklarını
bildiriyor, dini bizzat tebliğcisinden öğrenmek istiyor, bazen de kabile
mensuplarına öğretmen gönderilmesini talep ediyorlardı. Bu arada
Necranlı bazı kabilelerle Tağlib’e bağlı Hristiyanların yaptığı gibi cizye
ödeme şartını kabul ederek İslam hâkimiyeti altına girenler de oldu.
Hz. Muhammed, Medine’ye gelen heyetleri hoşgörü ile karşılıyor,
onlara Kur’an okumayı öğretiyor, İslam’ın temel esaslarını anlatıyordu.
Medine’den ayrılırken onları onurlandıracak hediyeler takdim ediyor
ve gönüllerini hoş tutarak yolcu ediyordu.
Artık Mekke’nin sahipleri el değiştirmişti. Değişen şartlar yeni bir
çekim merkezi yaratırken, oluşan statüye muhalefet etmeye devam
edenler de az değildi. Onların arasında Gatafan, Hanife ve Esed olmak
üzere bazı bedevi kabileleri de vardı. Onlar cizye ödememek için her ne
kadar Müslüman olduklarını söyleseler de eski inançlarınca yaşamaya
devam ediyorlardı. Zaten kentli olmayan Araplar, geleneklerine ve
atalarının inançlarına daha bağlıydılar. Bedeviler Hendek Savaşı’ndan
itibaren Müslümanlara karşı tutum geliştirmeye başlamışlardı. Hz.
Muhammed, 628 yılında umre yapmak için Mekke’ye doğru yola çıktığında
Medine çevresindeki bedevilere haber göndererek kendisine
katılmalarını istemiş, onlar bu talebi geri çevirmişti. Benzer bir du40
rum Tebük Savaşı sırasında da olmuştu. Beni Esed kabilesi, Uhud
Savaşı’ndan sonra güç kaybettiklerini düşünerek Medine’ye saldırmayı
planlamıştı. Benzer durum Hendek Savaşı sırasında da oldu. Bu
kabileleri itaat ettiren gelişme ise Mekke’nin fethedilmesi oldu. Beni
Esed kabilesi’nin mensupları 630 yılında Medine’ye gelerek Müslüman
görünmek zorunda kaldılar ve mali ya