VI. Mehmet (Vahdettin)

VI. Mehmet (Vahdettin)

Türk tarihinin en çok tartışma konusu olan Vahdettin, 4 Ocak 1861’de doğdu. Abdülmecit’in tahta çıkan dördüncü oğlu olan ve henüz yaşına girmeden babası, dört yaşında iken annesi öldüğünden üvey annesi Şayeste Hanım tarafından büyütülen Vahdettin, padişah oluncaya kadar ağabeyi II. Abdülhamit tarafından hediye edilen Çengelköy’deki köşkte yaşadı. Veliaht Yusuf İzzettin Efendi’nin 1 Şubat 1916’da intihar etmesi üzerine resmen Osmanlı tahtının vârisi ilan edildi. 1916 yılında Avusturya-Macaristan imparatorunun cenaze törenine katılmak için Viyana’ya ve 1917 yılında Alman imparatorunun daveti üzerine Sultan Reşat’ı temsilen Berlin’e gitti. Ağabeyi Reşat vefat edince 3 Temmuz 1918’de, VI. Mehmet unvanıyla tahta oturdu. Ancak unvanından çok, adıyla anıldı. Aşiretten imparatorluğa giden Osmanlı Devleti’nin Anadolu’dan başka tutunacak bir karış toprağının kalmadığı dönemde Millî Meclis huzurunda yemin ederek göreve başlayan Vahdettin, henüz Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmadığı günlerde padişahlık koltuğuna oturduğu için, Talat Paşa hükûmetinin görevine devam etmesini istedi. Ancak Talat Paşa hükûmeti 8 Ekim 1918’de istifa kararı aldı. Bunun üzerine Vahdettin yeni hükûmeti kurma görevini Ahmet İzzet Paşa’ya verdi. 14 Ekim 1918’de yeni hükûmeti kuran Ahmet İzzet Paşa, harbiye nazırlığını kendi üstlenirken kabineye Rauf Orbay ve Fethi Okyar’ı da aldı. Hükûmetin kuruluşundan 15 gün sonra da Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmak zorunda kalındı. Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda Agamemnon Zırhlısı’nda 30 Ekim 1918 akşamı antlaşmaya imza attı. Antlaşmanın hükümleri, Anadolu’yu işgal etmeye uygun hâle getirmek ve buna meşruiyet kazandırmak için, ordunun dağıtılmasını ve silahsızlandırılmasını öngörüyordu. Böylece Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık tarih yolculuğunun sonuna gelindiği de kabul edilmiş oldu. Tahta çıkışının dördüncü ayında İstanbul’da rehin alınmış bir padişah hâline gelen Vahdettin, içine düşülen zor durumdan çıkış yolunun, İngiltere ve Fransa’nın dostluğunu kazanmaktan geçtiğini düşünüyordu. Bu nedenle İtilaf Devletleri’nin taleplerini reddetmeden yerine getirmeye çalışıyordu. 

İlk İşi Savaş Suçluları Mahkemesi Kurdurmak Oldu 

Birinci Dünya Savaşı’nın galibi devletler, imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra ilk iş Osmanlı Devleti’nden savaş suçlularının cezalandırılmasını istedi. Suçlu olarak gösterilenlerin başında 1915 yılında yapılan Ermeni Tehciri’nde görev alan İttihatçı kadrolar geliyordu. Vahdettin, hesap sorulmasını istediği suçları İttihat Terakki Cemiyetinin üzerine yıkması durumunda, İtilaf Devletleri’nin gözüne gireceğine inanıyordu. Böyle yaptığı takdirde barış anlaşmasının şartlarını yumuşatabileceğini düşünüyordu. Ancak İttihat Terakki Partisi’nin liderleri Enver, Talat ve Cemal paşalar, 2-3 Kasım 1918 tarihinde ülke dışına kaçtılar. Bu durumdan hükûmeti sorumlu tutan Vahdettin, Ahmet İzzet Paşa kabinesindeki diğer İttihatçı nazırların da değiştirilmesini istedi. Vahdettin’in bu müdahalesine tepki gösteren Ahmet İzzet Paşa, kabinesiyle birlikte 8 Kasım 1918’de istifa etti. 

İstanbul İşgal Edildi 

Vahdettin, başka kimseyi bulamadığından hükûmeti kurma görevini 73 yaşındaki dünürü Tevfik Paşa’ya verdi. Hükûmetin kuruluşundan iki gün sonra, 13 Kasım 1918’de İngiliz ve Fransız donanması, hiçbir direnişle karşılaşmadan İstanbul’a girdi. Vahdettin, işgalden İttihat Terakki yönetimini sorumlu tutarak, İngiltere ile dostluğun devamı için bütün gücüyle çalışacağını söyledi. Ardından İttihatçıları yargılamak üzere hemen olağanüstü bir mahkeme kurulmasını istedi. Vahdettin, tahta oturduğunda kaldırdığını açıkladığı sıkıyönetim mahkemeleri yerine, “Divan-ı Harb-i Örfi”lerin kurulmasını onayladı. Bu durum daha önce abisi tarafından feshedilen Meclis-i Mebusan ile arasında ihtilaf çıkmasına neden oldu. Anayasa’ya göre olağanüstü mahkeme kurma yetkisinin kendisine ait olduğunu savunan Meclis-i Mebusan’ı 21 Aralık 1918’de feshetti. Anayasaya göre dört ay içinde yenilenmesi gereken seçimleri de ülkenin işgal altında olduğu gerekçesiyle barıştan sonraya erteledi. Artık, işgal altındaki devlette tek söz sahibi Vahdettin oldu. Zira Bulgaristan, Almanya ve Avusturya-Macaristan’da tahtlar yıkılmıştı. Savaştan yenik çıkması üzerine Bulgaristan kralı, oğlu lehine tahtını terk etti. Alman imparatoru da tahtından feragat etti ve cumhuriyet kuruldu. Avusturya-Macaristan imparatoru da tahtından çekildiği için Avusturya ve Macaristan cumhuriyetleri ortaya çıktı. Vahdettin de tahtından feragat edebilirdi. Ancak onun endişesi, hilafet ve saltanatın kaldırılması idi. İstanbul’daki İngiliz temsilcilerinin raporlarında ifade edildiğine göre İngiltere’den Türkiye’nin yönetimine el koymasını bile talep etmişti. İngilizlerin talepleri doğrultusunda İttihat Terakki Cemiyeti üyelerini yargılamak istese de bir darbe ile devrilmekten korkuyordu. Bu nedenle, dünürü Tevfik Paşa’ya hükûmetini istifa ettirerek 13 Ocak 1919’da ikinci defa hükûmet kurmakla görevlendirdi. İkinci Tevfik Paşa hükûmeti Hürriyet ve İtilaf Partisi üyelerinden oluşuyordu. Böylece İttihat Terakki Cemiyeti üyelerine karşı daha kapsamlı bir operasyon yapabilirdi. Nitekim Dâhiliye Nazırı İzzet Bey tarafından İngilizlere verilen 60 kişilik listedeki 30 kişi tutuklandı. İngilizler, bunlardan 23’ünün kendilerine teslim edilmesini istediler. Fransızlar da 36 kişilik bir liste vererek tutuklanmalarını talep ettiler. Böylece hem İngiltere hem Fransa, Birinci Dünya Savaşı’nda kendilerine karşı savaşan Osmanlı komutanlarından intikam alıyordu. Bu şartlarda hiçbir hükûmetin çalışması mümkün değildi. Nitekim kurulduktan 3,5 ay sonra Tevfik Paşa hükûmeti istifa etmek zorunda kaldı. Yeni hükûmeti de 4 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa kurdu. 

Damat Ferit Hükûmeti, İttihatçı Avına Çıktı 

Damat Ferit Paşa, hükûmet üyelerini, Hürriyet ve İtilaf Partisi üyelerinden seçti. Yeni hükûmetin ilk işi, İngilizlerin isteklerine uygun şekilde eski sadrazamlardan Sait Halim Paşa dâhil İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini tutuklamak oldu. Ayrıca Nemrut Mustafa veya Kürt Mustafa Divanı da denilen Divan-ı Harbi Örfi’de devam eden mahkemede, 1915 Ermeni Tehciri’nden sorumlu tutulan 13 komutan ve mülki amir gıyabında, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey, Yozgat’ın Boğazlıyan kaymakamı olarak görev yapan Kemal Bey ve Erzincan’da otelcilik yapan Hafız Abdullah Avni vicahi olarak idama mahkûm edildi. Nusret Bey, Kemal Bey ve Hafız Abdullah Avni’nin cezaları Vahdettin’in onayı ile Beyazıt Meydanı’nda infaz edildi. Yabancıları memnun eden infaz kararı, halkın büyük tepkisine neden oldu. Halkın tepkisi, İngiltere’ye güvenen Vahdettin’in tutumunda değişikliğe neden olmadı. Bu arada İngiliz ve Fransızların işgali, Anadolu’daki Rum ve Ermeni azınlıkları iyice şımartmıştı. Onların şımarıklıklarına karşı Rize, Trabzon, Samsun ve yakın çevresinde yaşayan Türk halkın, Rumlara karşı aldıkları korunma tedbirleri, Rumların katliama uğradıkları iddialarını gündeme getirmişti. Anadolu’da asayişin temin edilmesini isteyen İtilaf Devletleri, bazı subayların Anadolu’daki birliklerin başına tayinine izin verdiler. Mustafa Kemal Paşa da 30 Nisan 1919’da Dokuzuncu Ordu müfettişliğine tayin edildi. Görevi İngilizlerin şikâyet ettikleri asayişi sağlamaktı. Mustafa Kemal, mülki ve idari personele emir verme yetkisini de aldı. Ayrıca yetkileri sadece Dokuzuncu Ordu bölgesiyle sınırlı olmayıp bütün Anadolu’yu kapsıyordu. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gidişini hızlandırdı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal, 22 Haziran 1919’da yayımladığı Amasya Genelgesi ile İtilaf Devletleri’nin her işine müdahale ettiği İstanbul hükûmetinin büyük tepkisini çekti. İstanbul hükûmeti bütün yetkilerini geri alarak Mustafa Kemal’i İstanbul’a çağırdı. Bu arada Vahdettin de Anadolu’nun İngiliz, Fransız ve Yunan kuvvetleri tarafından direnç gösterilmeden işgalini kolaylaştırmak için Anadolu ve Rumeli’ye şehzadelerin başkanlığında nasihat heyetleri göndermişti. 

Damat Ferit Paşa Yeniden Hükûmet Kurdu 

Verilen bütün güvencelere rağmen, İzmir 15 Mayıs 1919’da Yunan askerleri tarafından işgal edildi. Bu durum Türkler üzerinde büyük sarsıntıya sebep oldu. Yüzlerce yıl Türklerin yönetiminde kalan Rumlar, Anadolu’nun yeni hâkimi olmak istiyordu. Bu işgal Damat Ferit hükûmetinin istifasına neden oldu. Ancak Vahdettin, Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün ona ikinci kez hükûmet kurma görevi verdi. Kurulan yeni hükûmette partilere ve saraya bağlı olmayan, milliyetçi 10 kişi hükûmete alındı. Damat Ferit hükûmetinin yeni işi, tutuklu bulunan 23 milliyetçiyi serbest bırakmak oldu. Bu arada 26 Mayıs 1919’da Yıldız Sarayı’nda Saltanat Şûrası toplandı. Şûrada söz alanların tamamı, tam bağımsızlığı ve acilen bir millet şûrası kurularak milletin mukadderatının bu olağanüstü şûraya havale edilmesini savundu. Bundan rahatsız olan İtilaf Devletleri, Bekir Ağa Bölüğü’ndeki 67 tutukluyu 27 Mayıs 1919’da Malta’ya sürdüler. Bu arada Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren barış anlaşması henüz imzalanmamıştı. Bu amaçla, 18 Ocak 1919’da Paris Konferansı düzenlendi. Konferansa 32 devletin temsilcileri katıldı. Savaştan yenik çıkan Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan ile ayrı ayrı anlaşmalar imzalandı. Osmanlı Devleti de 22 Nisan 1920’de konferansa davet edildi. Bu davetten ümitlenen ve İngiltere-Fransa’ya yaranmak isteyen Damat Ferit Paşa hükûmeti, yeniden İttihatçıları yargılamaya ve tutuklamaya başladı. Konferansta Osmanlı Devleti’ni Tevfik Paşa’nın başkanlığındaki heyet temsil etti. Vahdettin, direnişe karış çıksa da Yunan işgaline karşı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Anadolu’da örgütledikleri Millî Mücadele giderek yayılmaya başladı. Giderek güçlenen Millî Mücadele’yi bastırmak isteyen İngilizler de Vahdettin’e ve Damat Paşa hükûmetine baskı yaparak Mustafa Kemal’i İstanbul’a getirtmeye çalışıyorlardı. 

Yıldız Sarayı Yandı 

Osmanlı Devleti’nin Paris’te kurtlar sofrasında pay edildiği günlerde, 8 Haziran 1919’da Yıldız Sarayı’nda büyük bir yangın çıktı. Vahdettin yangından canını zor kurtardı. Veliaht Abdülmecit, Vahdettin’in İngiliz yanlısı siyasetinden rahatsızdı. Bu nedenle Paris Konferansı’ndan önce kendisine bir yazı göndererek onu uyarmıştı. Yazıyı ele geçiren İngilizler, milliyetçilerin padişaha karşı bir darbe hazırlığı içinde bulundukları ve Yıldız Sarayı yangınının da bir suikast sonucu çıktığı şayiasını yaydılar. Bu arada Mustafa Kemal, 22 Haziran 1919’da Amasya’da bir genelge yayımlayarak milletin mukadderatının, milletin örgütlü gücüyle kurtarılabileceğini ilan etmişti. Yapılan bu çağrıdan rahatsız olan işgal kuvvetleri, Mustafa Kemal’in görevinden alınıp İstanbul’a çağrılmasını istediler. İstanbul hükûmeti de 23 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’i görevinden azledip İstanbul’a çağırdı. Azil talebinden sonuç alamayan işgal kuvvetleri, bu sefer Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanması talebinde bulundular. Bu taleplerini bir nota ile hükûmete ilettiler. Bunun üzerine Vahdettin, Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek hemen İstanbul’a gelmesini istedi, İngilizlerin kendisine onur kırıcı bir muamelede bulunmayacakları garantisini verdiklerini iletti. Bu telgrafın ardından 8-9 Temmuz 1919 gecesi ikinci bir telgraf göndererek Mustafa Kemal Paşa’nın Üçüncü Ordu müfettişliği görevinden azledildiğini ve İstanbul’a dönmesi gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa askerlik görevinden istifa ettiğini, vatanın kurtuluşu için görevine sivil olarak devam edeceğini duyurdu. 

İstanbul-Ankara İletişimi Kesildi 

Mustafa Kemal Paşa’nın, Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayıp Ankara’yı Millî Mücadele’nin merkezi yapmak için çabaladığı günlerde, Vahdettin de İngilizlerin esiri gibi padişahlık yapmaya çalışıyordu. Anadolu’nun dört bir yandan kuşatma altında olduğu günlerde, güvenebildiği tek kişi Damat Ferit Paşa idi. Damat Ferit Paşa da İngiliz mandasını savunan bir sadrazamdı. O nedenle Anadolu’daki Millî Mücadele’ye şiddetle karşı çıkıyordu. Millî Mücadele’yi engellemek için her yola başvuran Damat Ferit Paşa, 9 Ağustos 1919’da Vahdettin’e imzalattığı irade ile Mustafa Kemal Paşa’nın bütün nişanlarını geri aldığını ve fahri padişah yaverliği rütbesinin de kaldırıldığını duyurdu. İstanbul hükûmeti, işgal kuvvetlerine teslim oldukça, kendi içinde parçalandı. Hükûmetin İngiliz yanlısı siyasetini eleştiren Tevfik Paşa, hükûmetten istifa etti. 23 Temmuz 1919’da yapılan Erzurum Kongresi’ni engelleyemeyen İstanbul hükûmeti, 4 Eylül 1919’da başlayan Sivas Kongresi’ni dağıtmayı da başaramadı. İstanbul hükûmetinin Anadolu’daki millî hareketi engellemeye çalışmasını bir türlü durduramayan Mustafa Kemal Paşa, 11-12 Eylül 1919 gecesi İstanbul’a çektiği telgraf ile Anadolu’da “meşru” bir hükûmet kuruluncaya kadar İstanbul’la ilişkilerini kestiğini duyurdu. Böylece Ankara ve İstanbul’da birbiriyle irtibatı olmayan iki hükûmet ortaya çıktı. Vahdettin, Damat Ferit hükûmetiyle amacına ulaşamayınca 2 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa’ya yeni bir hükûmet kurdurdu. Yeni hükûmette Millî Mücadele yanlısı bakanlar görev aldı. Erzurum ve Sivas kongrelerinde belirlenen Heyet-i Temsiliye’den Mersinli Cemal Paşa harbiye nazırlığına getirildi. Yeni hükûmetin ilk işi, İstanbul ile Anadolu arasında 20 gündür kapalı bulunan telgraf bağlantısını yeniden kurmak oldu. Ayrıca hükûmet bütün mesaisini Anadolu ile İstanbul’un uzlaştırılmasına harcadı. Nitekim 20-22 Ekim 1919’da Amasya’da yapılan görüşmelerde, başta Meclis-i Mebusan seçimleri olmak üzere, her konuda anlaşma sağlanarak bir protokol imzalandı. Ali Rıza Paşa hükûmetinin Mustafa Kemal Paşa ile ilişki kurmasından rahatsız olan İngilizler, Vahdettin’i tehdit etmek için İstanbul’un geleceğini tartışmaya açtılar. Büyük planları Türklerin İstanbul’dan çıkartılması idi. Paris Konferansı’ndan basına yansıyan haberlere göre, İngilizlerin planı İstanbul’u halifeliğin merkezi olarak bırakmak ve başkenti de Bursa veya Konya’ya taşımaktı. Bu plan Vahdettin’i korkuttu. İngiliz temsilcileriyle görüşmek istediyse de karşısında muhatap bulamadı. Bunun üzerine Amerikalıların desteğini almaya çalıştı. Bir Amerikan ajansına verdiği mülakatta bir an önce barış istediğini, zira gecikmenin savaştan kötü olduğunu söyledi. 

Meclis-i Mebusan Seçimlerini Millîciler Kazandı 

Bu arada yenilenen Meclis-i Mebusan seçimlerinde, parlamentoya girenlerin büyük çoğunluğunu Millî Mücadele yanlıları oluşturdu. İşgal kuvvetleri, İttihatçıların kazandığı iddiasıyla seçimlerin iptal edilebileceği söylentisini yaymaya başladılar. Vahdettin, işgal kuvvetlerinden merhamet beklediği için, Meclisin açılışını geciktirerek kendince bir çıkış yolu aramaya başladı. İstanbul’a gelen milletvekillerinin Vahdettin’i sıkıştırması sonucunda Meclis 12 Ocak 1920’de tekrar açılabildi. Sağlığının bozuk olduğunu gerekçe gösteren Vahdettin, Meclisin açılış toplantısına katılmadı. İngilizler, Vahdettin’e baskı yapsalar da kendisinden memnundular. O nedenle, onun bir darbe sonucunda devrilmesini de istemiyorlardı. Bunun için Osmanlı askerlerinin Topkapı Sarayı ve Ayasofya çevresinden uzaklaştırılmasını, padişahı İttihatçı bir darbeden korumak veya Anadolu’ya kaçmasını önlemek için Yıldız Sarayı’nın gözaltında bulundurulmasını kararlaştırdılar. Millî Mücadele’yi destekleyen Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın görevlerinden çekilmelerini istediler. Padişaha da haber gönderip paşalar istifa etmezse tutuklanacaklarını bildirdiler. Hükûmet ertesi gün paşaların istifalarının padişah tarafından kabul edildiğini bildirmek zorunda kaldı. Tabii bu arada, işgal kuvvetlerinin beklentileri doğrultusunda İstanbul basını da Anadolu’daki millî direnişin İstanbul’un geleceğini tehlikeye soktuğunu ileri sürerek Millî Mücadele’yi eleştiriyordu. 

Misak-ı Millî Kabul Edildi 

Meclis-i Mebusan’daki millîci milletvekillerinin çoğunluğu ele geçirmesinin ardından millî hareketi destekleyen mebuslar, 6 Şubat 1920’de Felah-ı Vatan adıyla bir grup oluşturdular. Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmadan, 17 Şubat 1920’de de Misak-ı Millî’yi kabul ettiler. Ankara’yı üs yapan millîcilerin giderek güçlenmesi sarayı endişelendirmeye başladı. O dönemde yazılan İngiliz istihbarat raporları, milliyetçilerin aslında ihtilalci olduğu görüşünün saray çevrelerinde de hâkim olmaya başladığını haber veriyordu. Bu durum Vahdettin’in Ali Rıza Paşa hükûmetinden rahatsız olmasına neden oldu. Ondan ötürü Damat Ferit Paşa’nın tekrar başbakanlığa getirilmesi gündeme geldi. Zira Meclis-i Mebusan, Damat Ferit Paşa’nın yüce divanda yargılanmasını kararlaştırmıştı. İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin temsilcileri, 1 Mart 1920’de Sadrazam Ali Rıza Paşa’yı ziyaret ederek Damat Ferit Paşa’nın yüce divana sevkini kabul edemeyeceklerini, ısrar edilirse fiilen müdahale edeceklerini bildirdiler. İşgalcilerin aşırı baskısı üzerine Ali Rıza Paşa hükûmeti, 3 Mart 1920’de istifa etti. Bunun üzerine Vahdettin, 8 Mart 1920’de Salih Paşa’nın başbakanlığında yeni bir hükûmet kurulmasını onayladı. İşgal kuvvetleri, daha önce fiilen işgal ettikleri İstanbul’u 16 Mart 1920’de resmen işgal ederek bütün resmî kurumları ele geçirdiler. Bağımsızlık yanlısı milliyetçi milletvekillerini tutuklayıp, Malta’ya sürgün ettiler. Fransız Yüksek Komiserliği müsteşarı, işgale ilişkin Vahdettin’e verdiği notada, amaçlarının sarayın gücünü kırmak olmadığını, aksine güçlendirmek olduğunu belirtiyordu. İşgalin geçici olduğu belirtilen notada, Anadolu’daki gelişmelere göre, bu kararlarının değişebileceği kaydediliyordu. Anadolu’ya gönderilen resmî duyuruda da halkın Millî Mücadele’yi desteklememesi isteniyordu. Vahdettin, işgal kuvvetlerinin temsilcileri ile her zaman iş birliği yapmak istediğini, ileri gelen milliyetçi liderlerin tutuklanmasından rahatlık duyduğunu ifade etti. Ayrıca, duyuruda yer alan kendi yetkileriyle ilgili garantileri takdirle karşıladığını ifade etti. 

Vahdettin, İngilizlerden Korkuyordu 

Vahdettin, İngilizlerin her şeyi yapmaya kudretli olduklarına inanıyor ve onlardan korkuyordu. Onların tehditlerinden ürktüğü için, kabul ettiği milletvekillerine de konuşmalarına dikkat etmeleri tavsiyesinde bulunuyordu. Anadolu halkının kendisine bağlı olduğuna inanan Vahdettin, İngilizlerin isterlerse bir gün içinde Ankara’ya gidebileceklerini düşünüyordu. Ona göre halk koyun sürüsü gibiydi. Bu görüşünü kendisini ziyarete gelen heyette bulunan Rauf Bey’e ifade etmişti. Rauf Bey, Vahdettin’den Meclis-i Mebusan’ın kararı olmadan herhangi bir milletlerarası belgeyi imzalamamasını istediğinde, “Rauf Bey, ortada bir millet var, koyun sürüsü! İdaresi için bir çoban lazım, o da benim!” demişti. 

Damat Ferit Paşa Yeniden Başbakan Oldu 

İşgal kuvvetleri, Salih Paşa başbakanlığındaki İstanbul hükûmeti ile Ankara’nın arasını açmak istiyordu. Bunun için Ankara’dan yürütülen Millî Mücadele’yi kınamalarını istediler. Salih Paşa hükûmeti bu talebi reddetti. Bunun üzerine 2 Nisan 1920’de istifa etti. Meclis-i Mebusan’ın ikinci başkanı Kazım Bey’in, Damat Ferit Paşa’ya hükûmet kurma görevinin verilmesinin sakıncalarını Vahdettin’e hatırlatması üzerine, Vahdettin, “Ben istersem Rum patriğini de Ermeni patriğini de getiririm, hahambaşıyı da getiririm!” diyerek 5 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa’ya dördüncü defa hükûmet kurma görevini vermiştir. Damat Ferit Paşa’nın başbakanlığındaki yeni hükûmet, İngilizlerin gözüne girmek amacıyla Millî Mücadele’yi bastırmak için her yola başvurdu. 11 Nisan 1920’de Meclis-i Mebusan kapatılırken İngiliz uçaklarıyla da bağımsızlık savaşçısı milliyetçilerin “kâfir” oldukları, öldürülmelerinin de “farz” olduğu fetvaları havadan atıldı. Bu arada Anadolu’daki millî kuvvetleri dağıtmak için 18 Nisan 1920’de Yeşil Ordu da denilen Kuva-yi İnzibatiye kuruldu. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Açıldı 

İşgal kuvvetleri ve iş birlikçilerinin bütün engellemelerine rağmen, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türk milletinin yegâne meşru temsilcisi olduğu ilan edildi. TBMM, halkın Millî Mücadele’ye desteğini sağlamak için Anadolu’daki hareketin esir padişahı kurtarmak için yapıldığını açıkladı. Ancak İstanbul’un bu açıklamaya cevabı, 24 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal ve beş arkadaşını sıkıyönetim mahkemesinde idama mahkûm ettirmek oldu. Karar, Vahdettin tarafından da imzalandı. 

Sevr Antlaşması’nı İmzaladı 

Paris Konferansı’na Osmanlı Devleti’ni temsilen katılan ikinci heyetin başkanı olan Damat Ferit Paşa, 11 Temmuz 1920’de kabul edilmesi imkânsız barış şartları ile İstanbul’a döndü. Vahdettin, öne sürülen şartları görüşmek üzere 22 Temmuz 1920’de saltanat şûrasını topladı. Yapılan değerlendirmeler sonunda Topçu Feriği Rıza Paşa dışında herkes antlaşmanın imzalanmasını kabul etti. Sarayın öne sürülen şartları kabul etmesi üzerine, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı. Türklere Anadolu’da bir avuç toprak bırakan anlaşmanın imzalanmasına, Ankara büyük tepki gösterdi. TBMM’nin, 25 Eylül 1920’de yaptığı gizli oturumda, Vahdettin’in meşru halife sayılamayacağı ileri sürüldü. Mustafa Kemal de Vahdettin’i Türk milletine ihanet etmekle suçladı. Bu arada, Ankara İstiklal Mahkemesi, 7 Ekim 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzalayanlarla, Damat Ferit Paşa’yı idama mahkûm etti. 

İşgalciler, Ankara ile Uzlaşacak Hükûmet İstediler 

Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğindeki Anadolu direnişinin kararlılıkla devam etmesi, işgal kuvvetlerini Ankara ile temasa geçmeye zorladı. Bundan dolayı, Vahdettin’den de Ankara ile eş güdüm içinde çalışacak bir hükûmet kurmasını istediler. Bunun üzerine Vahdettin 21 Ekim 1920’de Tevfik Paşa’yı başbakanlığa getirdi. Tevfik Paşa hükûmeti, Millî Mücadele’yi destekleyen isimlerden oluştu. Vahdettin, Anadolu’daki direnişi İttihatçıların yürüttüğüne inanıyordu. İstanbul’u kaybetme korkusu, Millî Mücadelecilerle sıkı ilişkiler kurmasını önlemişti. Ankara’nın, ülke yönetimine el koymasını kendisine karşı bir isyan olarak değerlendiriyordu. İşgal kuvvetlerinin temsilcileri ile sürekli görüşmesine karşılık, Mustafa Kemal Paşa’yı isyancı olarak görüyor ve bir isyancı ile temas kurmayı hükümdarlık unvanına yakıştıramıyordu. Yıllar sonra yayımlanan anılarında Mustafa Kemal’i kendisinin gönderdiğini fakat onun açıkça isyan ettiğini, Damat Ferit Paşa’nın onu görevinden almak ve aklını başına getirmek istediğini ancak başaramadığını, bir uzlaşma sağlanması için Tevfik Paşa’yı göreve çağırdığını, onun da başarılı olamadığını kaydetmiştir. 

Saltanat Kaldırıldı 

Ankara hükûmetinin işgal kuvvetleri karşısında elde ettiği başarılar, zamanla İstanbul hükûmetinin ve Vahdettin’in önemsizleşmesine neden oldu. Vahdettin, hükümdarlık yetkilerini kullanacak güçten yoksunlaşırken sadece bir algıdan ibaret hâle geldi. Nitekim Millî Mücadele zaferle sonuçlanıp Lozan Konferansı’nın toplanması gündeme geldiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. TBMM’nin aldığı kararda, hilafet makamının Türkiye Devleti’ne dayandığı ve halifenin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tayin edileceği ilan edildi. TBMM’nin saltanatın kaldırılmasına karar verdiği sırada, Vahdettin de cariyelerinden 19 yaşındaki Nevzat Hanım’la evlendi. Bu sırada kararı kendisine tebliğ eden Refet Paşa’ya da icra yetkisi olmayan böyle bir hilafetin varlığı kabul edilse bile kendisinin bunu kabul edemeyeceğini söyledi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatı kaldırdığı hâlde padişahın makamından indirilmesine dair bir tebliğde bulunmamıştı. Aynı zamanda halifeye ait makam tahsisatını da kesmemişti. Bu arada padişahın yargılanmasına karar verilmiş fakat yargılama şekli belirlenmemişti. Gazeteler padişahın ihanetine dair haberler yayımlıyordu. Meydanlarda padişah telin edilirken tahtından feragat ettiği hatta kaçtığı dahi söyleniyordu. Saltanatın kaldırılmasından üç gün sonra Tevfik Paşa hükûmeti de istifa etti. Fakat Vahdettin’e iade etmesi gereken mühr-ü hümayunu iade etmedi. Vahdettin, anılarında Tevfik Paşa’yı ikili oynamakla ve istifa ederek en zor gününde kendisini yalnız bırakmakla suçlamıştır. 

Gazeteci Ali Kemal’in Öldürülmesi Korkuttu 

“Peyam-ı Sabah” gazetesinin başyazarı Ali Kemal’in İstanbul’dan alınıp yargılanmak üzere Ankara’ya götürülürken Nurettin Paşa tarafından İzmit’te linç ettirilmesi İstanbul’da bomba tesiri yaptı. Çünkü Ali Kemal, Damat Ferit Paşa hükûmetinde içişleri bakanlığı görevinde bulunmuş ve Millî Mücadele’yi aşağılayan yazılar kaleme almıştı. Aynı zamanda İngiliz Muhipler Cemiyetinin kurucularından olan Ali Kemal’in linç edilmesi Vahdettin yanlılarında büyük bir korkuya sebep oldu. Vize alabilenler kaçtı, alamayanlar İngiliz askerlerine sığındı. Kaçacak parayı tedarik etmek için saraya gelenlerden bunalan padişah hareminden dışarı çıkmıyordu. Saltanatın kaldırılmasından sonra son cuma selamlığına 10 Kasım 1922’de çıkan Vahdettin, basının aleyhinde yayımladığı haberler ve cuma selamlığında yalnız bırakılmasından tedirgin oldu. İstanbul’da kalması durumunda hayatının tehlike altında olduğu kuşkusuna kapılarak yurt dışına çıkmaya karar verdi. Onun ülkeden ayrılmaya karar vermesi üzerine, gelen talep karşısında İngilizler gerekli hazırlıkları yaptılar. 

İngilizler Tarafından Malta Adası’na Götürüldü 

Kişisel geleceğini ülkenin ve halkın güvenliğinden üstün görmesi, onun en büyük zaaflarındandı. İngiliz temsilcilerle yaptığı görüşmelerde, Ankara’nın başarılı olması durumunda kişisel geleceği konusunda güvence arıyordu. Talebi üzerine, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği, Vahdettin’i önce Malta Adası’na götürmeye karar verdi. VI. Mehmet unvanını kullanan Vahdettin, eski kayınbiraderi ve fahri yaveri Binbaşı Zeki Bey vasıtasıyla, Osmanlı saltanatı ve İslam hilafeti üzerindeki meşru ve mukaddes haklarını muhafaza etmek şartıyla hayatının korunmasını en çok Müslüman tebaaya sahip olan İngiltere’den beklediğini belirterek 15 Kasım 1922’de İngiliz işgal kuvvetleri başkomutanı General Harington’a ülkeden ayrılmak istediğini bildirdi. Harington, talebin yerine getirileceğini ancak bunun için yazılı başvuru yapılmasını istedi. İngilizler konuyu bir de padişahın doktoru Reşat Paşa’dan da doğrulattılar. Reşat Paşa da Vahdettin’in İstanbul’dan uzaklaşmak istediğini doğruladı. Harington, hemen Zeki Bey’e haber gönderip hükümdarı aynı gece bir iki saat içinde kaçırabileceklerini bildirdi. Zeki Bey de halifenin en kısa zamanda gitmek istediğini, ancak cuma sabahını tercih ettiğini söyledi. Vahdettin, 16 Kasım 1922’de İngilizlere gönderdiği yazıda şöyle diyordu: “İstanbul’daki işgal orduları başkumandanı General Harington Cenapları’na, İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahall-i ahara naklimi talep ederim efendim.” (16 Kasım 1922) Yazıda padişah sıfatını kullanmayan Vahdettin, “Müslümanların halifesi Mehmet Vahdettin” imzasını attı. 

Şahsi Eşyalarıyla Ülkeden Ayrıldı 

Vahdettin, İstanbul’dan ayrılmadan önceki son gecesini Cihannüma Köşkü’nde geçirdi. Şahsi eşyaları dışında değerli eşya ve mücevherat almamaya özen gösterdi. Döneminde yapılmış pek çok yazışmayı ocakta yaktırırken mukaddes emanetleri Türk milletine ecdadının armağanı olduğu gerekçesiyle sarayda bıraktı. Osmanlı Devleti’nin son hükümdarı olan Vahdettin’i, Yıldız Sarayı’ndan İngiliz işgal kuvvetlerinin başkomutanı Harington aldı. Padişah ve maiyetinde bulunan on kişi sabah erkenden bir İngiliz taburu tarafından törenle yolcu edildi. Vahdettin, Boğaz’da kendisini bekleyen gemiye bindiğinde İngiltere’nin Akdeniz filosu komutanı artık İngiliz toprağında ve güvende olduğunu söyledi. Komutan, özellikle gitmek istediği bir yer olup olmadığını sordu. Vahdettin’in herhangi bir tercihte bulunmaması üzerine, Malta Adası’nın uygun olup olmadığı soruldu ve uygun olduğu cevabı üzerine gemi Malta’ya hareket etti. Vahdettin, İstanbul’dan ayrılırken yayımlanacak bildiride gidilen yerin Malta olduğunun belirtilmemesini istedi. General Harington, öğleden sonra yayımladığı resmî bildiride Vahdettin’in hayatını tehlikede gördüğünden bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve başka bir yere naklini talep ettiğini, arzusunun sabahleyin yerine getirildiğini duyurdu. Saltanat ve hilafet hakkından hiçbir zaman feragat etmediğini belirten Vahdettin’i, Malta Adası’nda, İngiliz genel valisi karşıladı. Adada, Pini Kışlası’nda kendisi ve beraberindekiler için 8 odalı bir daire hazırlandı. 

Yeni Halife Seçildi 

Vahdettin’in Anadolu’dan ayrılıp İngiliz himayesine girmesinden bir gün sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 19 Kasım 1922’de, Vahdettin’in halifelikten indirildiğini ve yerine Abdülmecit Efendi’nin seçildiğini belirten bir karar aldı. TBMM’nin aldığı bu kararı tanımadığını belirten Vahdettin, “Beni ancak müvekkil-i zişanım hal edebilir!” dedi. Abdülmecit Efendi’yle ilgili haberleri gazetelerde okuyunca, “Mecit Efendi nihayet muradına erdi. Zavallıya bir imam postu gönderdiler. O hâlâ bilmezden gelerek ve cübbesini sürükleyerek tahta oturmaya yelteniyor!” diye tepki gösterdi. Abdülmecit Efendi ise 20 Kasım 1922’de basına verdiği demeçte, Vahdettin’den “hain” diye söz etti. 

İngilizler Çabuk Sıkıldılar 

Vahdettin’in yurt dışına kaçışı bir süre sonra bir drama döndü. İngilizler, geçici konuk gözüyle baktıkları Vahdettin’in harcamalarından sıkılmaya başlayınca ondan kurtulmanın yolunu aramaya başladılar. Ancak sahip olduğu halifelik unvanı çok değerli idi. O nedenle onu kendi kontrollerindeki bir yere göndermek istiyorlardı. Vahdettin’i en çok isteyenlerin başında Arabistan Kralı Şerif Hüseyin geliyordu. Şerif Hüseyin, Vahdettin’i Mekke’ye davet etti. Vahdettin, Şerif Hüseyin’in davetini kabul ederek İngiliz savaş gemisiyle 5 Ocak 1923’te Malta’dan ayrılarak Hicaz’a gitti. Vahdettin’i Port Said limanında Kral Hüseyin’in oğlu karşıladı. Oradan başka bir gemiyle Süveyş’e, ardından da 15 Ocak 1923 tarihinde Cidde’ye ulaştı. Arabistan Kralı Şerif Hüseyin, Vahdettin’e bir hükümdar gibi karşılama yaparak 101 pare top atışı yaptırdı. Ardından birlikte Mekke’ye geçtiler. Vahdettin, şubat ayı sonuna kadar Mekke’de kaldıktan sonra, Kral Hüseyin’e Kıbrıs veya Hayfa’ya gitmek istediğini söyledi. Durumu Cidde’deki İngiliz temsilciliğine bildiren Şerif Hüseyin’e, Londra’dan gönderilen emirde, Vahdettin’in Taif’te tutulması istendi. Vahdettin’in, Şerif Hüseyin’in teklifini kabul ederek Hicaz’a gitmesi, yoğun eleştirileri de beraberinde getirdi. Hint Müslümanlarından Mevlâna Ebü’l-Kelam, Vahdettin’in Anadolu’daki bağımsızlık yanlısı kahramanları idama mahkûm ettirdiğini, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının İngiliz düşmanlığıyla devlet ve milleti kurtarırken Vahdettin’in Müslümanlar arasına fitne sokmak için İngilizler tarafından kullanıldığını, padişahın fitneyle İslam’a zarar verdiğini ve Hicaz kralıyla birleşmesi hâlinde ümmet ve millet düşmanı kesileceğini yazdı. Vahdettin, kendisine yöneltilen eleştirilere karşı, İslam dünyasına bir bildiri yayımladı. Bu bildiri Şerif Hüseyin tarafından engellense de kısa özeti 16 Nisan 1923’te “el-Ehram” gazetesinde yayımlandı. Vahdettin, bildiride, kendisine yapılan eleştirilere cevap verirken, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Anadolu’ya kendisinin gönderdiğini, sonradan hükûmetini tanımadığı için cezalandırılması maksadıyla üzerine güç gönderilmesini gerekli gören kabineye göz yumduğunu söyledi. Halifeliğin saltanattan ayrılmasına karşı çıkmasından ötürü vatan haini olmakla suçlandığını, ülkesinden geçici olarak ayrıldığını ve halifelik unvanının alınmasına ilişkin TBMM’de alınan kararı kabul etmediğini ilan etti. 

Cem Sultan’ın Kaderini Yaşadı 

Vahdettin, birkaç ay kaldığı Taif’te sıkılınca Mekke’ye, oradan da Filistin’e geçmek istedi. Bu istekleri şüpheli bulan İngilizler, parasını kendisi karşılaması karşılığında onu İsviçre’ye götürebileceklerini söylediler. Bunun üzerine Vahdettin, Kıbrıs’a gitmek istedi. İngilizler bu isteği de geri çevirdiler. Vahdettin de zorunlu olarak önce Cidde’ye, oradan da deniz yoluyla Süveyş’e ve ardından tren yoluyla İskenderiye’ye gitti. İngilizler, Vahdettin’den 72 saat içinde Mısır’ı terk etmesini istediler. Artık Vahdettin’in yolu zorunlu olarak İsviçre’ye yöneldi. Ancak Lozan Konferansı’nın devam ettiği bir dönemde onun İsviçre’ye gitmesini de sakıncalı gören İngilizler, geminin rotasını İtalya’ya yönlendirdiler. İtalya, yeni Türk hükûmeti ile ilişkilerini iyi tutmak istiyordu. Vahdettin’in beklediği itibarı göstermeleri iki ülke ilişkilerine zarar verebilirdi. Bu nedenle 2 Mayıs 1923’te Cenova Limanı’na ulaşan Vahdettin’e resmî olmayan bir karşılama töreni düzenlendi. İki kader ortağı Damat Ferit Paşa ile Vahdettin’in de son görüşmeleri burada, Cenova Limanı’nda oldu. Vahdettin, İtalya’nın San Remo şehrinde Villa Nobel’e yerleştikten sonra, bir Müslüman ülke toprağına yerleşmek için İngiltere’den ve diğer ülkelerden talepte bulundu. Ama yaptığı başvurulardan hiçbir karşılık alamadı. Bu nedenle 16 ay boyunca San Remo’da yaşamak zorunda kaldı. 

Ailesi de Yanına Geldi 

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 3 Mart 1924’te önemli kanunlar kabul etti. Kabul edilen kanunlardan en önemlisi tarihsel sonuçları da olan halifeliğin kaldırılması oldu. Resmî adıyla “Hilafetin ilgasına ve Hanedan-ı Osmani’nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine çıkarılmasına dair 3 Mart 1340 (1924) tarih ve 431 numaralı kanun” kabul edildi. 13 maddelik kanunun 3. maddesinde “İkinci maddede mezkûr kimseler işbu kanunun ilanı tarihinden itibaren azami on gün zarfında Türkiye Cumhuriyeti arazisini terke mecburdurlar.” dendi. Bu kanunla 156’sı hanedan üyesi olmak üzere, aralarında saray görevlileri de bulunan yaklaşık 250 kişi Anadolu dışına çıkmaya mecbur kılındı. Böylece resmî kuruluş tarihi 1299 kabul edilen Osmanlı Devleti’ni kuran hanedan üyeleri, 625 yıl sonra vatanlarından uzaklaştırılmış oldular. Vahdettin de Yıldız Sarayı’ndan ayrıldıktan 1,5 yıl sonra yeniden ailesine kavuşmuş oldu. Osmanlı Hanedanı’nın büyük çoğunluğunun Vahdettin’in yanına gelmesi, onun Villa Mamolya’ya taşınmasına sebep oldu. Ayrıca, yeni kurulan Cumhuriyet’ten kaçan diğer devlet görevlileri de San Remo’da toplandıkları için, burada küçük bir İstanbul oluştu. 

Mısır’da Hilafet Kongresi Toplanmadan Vefat Etti 

TBMM’nin hilafeti ilga edip kendi uhdesine almasından sonra, İngiltere’nin nüfuzu altındaki İslam ülkelerinde yeni halife arayışları başladı. Mısır’da hilafet kongresi toplayacağı haberleri üzerine, Vahdettin, Mısır Ulema Birliği başkanına bir mektup göndererek hâlâ halife olduğunu, şeriatı savunabileceği bir yer bulabilmek için İstanbul’u terk ettiğini bildirdi. Mısırlı din âlimleri Kral Fuat’ı halife ilan etmek istiyordu. Bundan dolayı Vahdettin’e yazdıkları cevapta, Müslümanların hilafetin kaderini belirlemek ve hatayı düzeltmek için Türkiye Cumhuriyeti ile anlaşmak üzere kongre düzenlemeye karar verdiklerini açıkladı. Ardından Vahdettin aleyhine basında yoğun bir kampanya başlatıldı. Ezher Üniversitesinin şeyhi vekili, Vahdettin’in bağımsızlık yanlısı milliyetçi mücahitleri şeriata aykırı davranmakla suçladığını, sonra da gidip İngilizlere sığındığını yazdı. Mustafa Kemal’i 400 milyon Müslüman’ın örnek alacağı kişi olarak ilan etti. Vahdettin, kendisine yapılan suçlamaya karşılık yeni bir mektup göndererek, hilafetten feragat etmediğini, halife seçimiyle vakit geçirme yerine var olan halifeye Müslüman memleketlerden birinde kalabileceği bir yer bulmalarını istedi. Hilafet kongresine bir bildiri gönderip yapılan hazırlıkları protesto etti, hiçbir zaman saltanat ve hilafet haklarından feragat etmediğini ve etmeyeceğini bildirdi. Buna rağmen 13 Mayıs 1926’da Hilafet Kongresi toplandı. Ancak Vahdettin kongrenin toplanma haberini almadan 16 Mayıs 1926 tarihinde vefat etti. 

Çok Sıkıntı Çekti 

Osmanlı Devleti’nin son padişahı İstanbul’dan 20.000 İngiliz sterlini ile ayrılmıştı. Bu paranın bir kısmını, Anadolu’da yeni bir hareket başlatıp kendisinin hükümdar olarak yeniden İstanbul’a döneceğini vadeden hayal tacirlerine kaptırdı. Bir kısmını da eski kayınbiraderi ve yaveri Zeki Bey kumarhanelerde yedi. Bu nedenle şiddetli sıkıntılar çekti. Sıkıntıdan kurtulmak için elinde para edecek nesi varsa sattı. En son padişahlık nişanını da satışa çıkarmış, madalyanın sahte olduğunu öğrenince daha tahta çıktığı günlerde kendisine bu oyunu oynayanları hatırlayarak üzülmüştü. Vahdettin’in ölümü üzerine, kapısını ilk çalanlar alacaklılar oldu. Çünkü San Remo esnafına 60.000 liret borcu birikmişti. Borcun tahsil edilmesi haciz memurları vasıtasıyla olduğu için Vahdettin’in cenazesi de borca karşılık rehin alındı. İtalyanlar, borçların tamamı ödeninceye kadar cenazenin defnine izin vermediler. Alacaklılara verilecek para ancak bir ayda temin edilebildi. 

Cenazenin Defnedileceği İslam Ülkesi Arandı 

Vahdettin’in cenazesi bir ay boyunca San Remo’da rehin kalırken, bir yandan da defnedilebileceği İslam ülkesi arandı. Sonunda, Şam’daki Selimiye Camii’ne gömülmesi kararlaştırıldı. Bunun için Fransa’dan gerekli izin alındı. Borçların tamamı ödenip haciz kalktıktan sonra, 15 Haziran 1926’da cenazesi bir at arabasıyla tren istasyonuna, oradan da trenle Trieste’ye götürüldü. Burada gemiye yüklenen naaş, Şehzade Ömer Faruk Efendi nezaretinde Beyrut’a, oradan trenle Şam’a ulaştırılıp 3 Temmuz 1926 tarihinde defnedildi.

Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.