Hz. Ömer
584 yılında Mekke’de doğdu. İslam öncesi hayatına ilişkin detaylı bilgi olmamakla birlikte gençliğinde babasının develerini güttüğü, içkiye ve kadına çok düşkün olduğu, iyi ata bindiği, iyi silah kullandığı ve pehlivan yapılı olduğu bildirilmiştir. Pek çok Arap gibi köken ve akrabalık ilişkilerini iyi bilen, şiire meraklı bir kişi idi. Okuma yazmayı bilen, güzel konuşmaya özen gösteren bir insandı. Mekke’nin sosyal yaşantısına uygun olarak ticaret yaptığı, bu maksatla Suriye, Irak ve Mısır’a gittiği, Kureyş kabilesi adına elçilik görevinde bulunduğu bilinmektedir. İslam’ın ilk yıllarında Kureyş’in diğer putperestleri gibi Müslüman olan kişilere karşı düşmanca tavırlar sergileyen Hz. Ömer, 616 yılında Müslüman oldu. Onun Müslüman olmasına ilişkin birkaç rivayet vardır. Kuvvetli rivayete göre onun Müslüman olmasına kız kardeşi vesile olmuştur. Hz. Muhammed’in amcası Hamza’nın Müslüman olması sebebiyle büyük bir öfkeyle evinden çıkıp Hz. Muhammed’i öldürmeye giderken yolda karşılaştığı Nuaym b. Abdullah’tan, kız kardeşi Fatma ile kocası Said b. Zeyd’in Müslüman olduğunu öğrenince onların evine gider. Onları Kur’an okurken bulan Ömer, okuduklarını kendisine vermelerini istemiş, ancak bu isteği reddedilince kız kardeşini ve eniştesini dövmüş ve kardeşi, kendilerine Kur’an öğreten ve Ömer’den saklanan Habbâb b. Eret’i de çağırarak Müslüman olduklarını Ömer’in yüzüne karşı haykırmıştır. Onların korkudan azade bir şekilde, cesaretle inançlarını haykırmalarından etkilenen Ömer, o anda Müslüman olmaya karar verir ve kendisini Hz. Muhammed’e götürmelerini ister. Hz. Ömer’in Müslüman oluşunun, Hz. Muhammed’in, “Ya Rabbi! İslamiyeti Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişam (Ebu Cehil) ile teyit et.” şeklindeki duasının bir tezahürü olduğu belirtilmektedir. O, İslam’ı kabul eden kırkıncı kişi olunca Müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar. Hz. Ömer’in Müslüman olması Mekkeli müşriklerin moralinin bozulmasına neden oldu. O, malıyla ve gücüyle her zaman İslam’a inananların sayısını arttırmaya çalıştı. Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başlayınca Ömer de yanında ağabeyi Zeyd, karısı ve oğlu Abdullah başta olmak üzere akraba ve arkadaşlarından oluşan yirmi kişilik bir kafileyle Mekke’den ayrılıp Kuba’ya gitti. Hz. Muhammed’in hicret etmesinden sonra birçok muhacir gibi Kuba’da oturmaya devam eden Ömer, gün aşırı Medine’ye giderek Hz. Muhammed ile görüşürdü. Hz. Ömer, seriyye olarak adlandırılan, İslam’ı yayma ve Medine’nin otoritesini kabul ettirme seferlerinin dışında Hz. Muhammed’in çevresinden hiç ayrılmadı. Komutanlığını Hz. Muhammed’in yaptığı bütün savaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, kaza umresi ile veda haccında bulundu. Hz. Muhammed, Hayber Kalesi’nin fethedilmesinden sonra, 628 yılının aralık ayında Hevâzin kabilesi’ne karşı gönderdiği otuz kişilik askerî birliğin başına Hz. Ömer’i komutan atadı. Mekke’nin fethinden sonra erkeklerden biat alan Hz. Muhammed, kendisi adına Kureyşli kadınlardan biat almasını ona emretti. Öte yandan Kâbe’deki resimleri yok etme görevini de o yaptı. 630 yılında Bizans’a karşı Tebük seferine çıkan ordunun ihtiyaçları için mallarının yarısını bağışladı. Hz. Peygamber, rahatsızlığı sırasında oluşturduğu orduya Üsame b. Zeyd’i kumandan tayin etti ve Ömer’i onun emrinde görevlendirdi. Mayıs 632’de namaza çıkamayacak kadar rahatsızlığı artınca namazı Hz. Ebu Bekir’in kıldırmasını emretti. Hz. Muhammed, hastalığının şiddetlendiği bir sırada kâğıt ve kalem getirilip söyleyeceklerinin kaydedilmesini istemişti. Hz. Ömer’in de aralarında bulunduğu sahabeden bazı kişiler buna gerek olmadığını, Hz. Muhammed’in rahatsızlığının şiddetlenmesi yüzünden böyle bir talepte bulunduğunu, Allah’ın kitabı ve Hz. Muhammed’in sünnetinin yeterli olduğunu söylemiş, bazıları ise aksi kanaat belirtmişti. bunun üzerine Hz. Muhammed, yanında tartışmamalarını söyleyerek kendisini yalnız bırakmalarını istemiştir. Tarihe “Vasiyetname” veya “Kırtâs Vakası” diye geçen bu olay bilhassa Şiiler tarafından Hz. Ömer aleyhine kullanılmıştır. Hz. Muhammed’in ahirete göç etmesi sahabiler arasında büyük bir kedere yol açmış, Hz. Ömer, Mescid-i Nebevi’de, “Resulullah ölmemiştir! Allah onu muhakkak ki tekrar gönderecek ve böyle söyleyen kimselerin ellerini ve ayaklarını kestirecektir!” sözleriyle duygularını ifade etmiş, onu sakinleştiren kişi Hz. Ebu bekir olmuştur. Hz. Muhammed’in vefatının ardından ilk halife seçiminde de Hz. Ömer etkili olmuştur. Halife seçimi için ensarın Sakifetü Beni Saide’de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenen Ömer, yanına Ebu Bekir ile Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı da alıp oraya gider. Hz. Ebu Bekir onlara Ömer’i veya Ebu Ubeyde’yi halife seçmelerini önerir. Ancak Ömer ve Ebu Ubeyde, o varken bu görevi üstlenemeyeceklerini belirterek Ebu Bekir’e biat ederler. Hz. Ömer ertesi gün Mescid-i Nebevi’de bir konuşma yaparak Müslümanlardan Kur’an-ı Kerim’e sarılmalarını ve Ebu Bekir’e biat etmelerini ister. İslam’ın İlk Kadısı Oldu Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti döneminde ona müşavirlik ve kadılık yaptı. Halife olunca Üsame b. Zeyd kumandasındaki orduya hareket emri veren Ebu Bekir, Ömer’in Medine’de kalmasını istedi ve bunun için Üsame’den izin aldı. Peygamberlik iddiasında bulunanlarla savaşma konusunda bir ihtilaf olmamasına rağmen zekât vermek istemeyen kabileler hakkında ashap arasında farklı görüşler ortaya çıktı. “La ilahe illallah!” diyenlerle savaşmanın doğru olup olmayacağı hususunda Hz. Ömer’in başlattığı tartışma, Hz. Ebu Bekir’in namaz kılmayı kabul edip zekât vermek istemeyenlerle savaşmanın şart olduğu konusunda farklı düşünenleri ikna etmesiyle son buldu. Hz. Ömer, Medine’ye saldırmak isteyen asilerin dağıtılmasını sağlayanlar arasında yer aldı. Peygamberlik iddia eden Tuleyha b. Huveylid’in üzerine bizzat yürümeye hazırlanan halifeyi, Hz. Ali ile birlikte bu kararından vazgeçirdi ve ordunun başına Halid b. Velid’in getirilmesini sağladı. Halife seçildikten sonra ticaret yaparak geçimini sağlamaya çalışan Hz. Ebu Bekir’e maaş bağlatan da o oldu. Ebu Bekir’in müellefe-i kulûbdan iki kişiye tahsisat ayırmasına karşı çıkarak artık onlara ihtiyaç kalmadığını söyledi. Sahte peygamber Müseyleme ile 632 yılında yapılan Akrabâ savaşı’nda hafız sahabelerden bir kısmının şehit düşmesi üzerine Kur’an’ın toplanması konusunu Hz. Ebu Bekir’e açtı. Resul-i Ekrem’in yapmadığı bir işi yapma hususunda tereddüt gösteren halifeyi ikna edip vahiy kâtiplerinin yazdığı, dağınık hâldeki ayet ve surelerin Zeyd b. Sabit başkanlığında bir heyet tarafından bir araya getirilmesini sağladı. Hz. Ebu Bekir, Medine’den ayrıldığında ve hastalandığında kendisine vekâlet etti; 633 yılı hac mevsiminde emir-i hac olarak görevlendirildi. Hz. Ebu Bekir namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Ömer’e bıraktıktan sonra kendinin ardından Ömer’in halife olması için Abdurrahman b. Avf, Said b. Zeyd, Osman b. Affân, Üseyd b. Hudayr gibi sahabilerle değerlendirme toplantısı yaptı. Yaptığı görüşmeden sonra Hz. Osman’ı çağırdı ve kendisine bir belge yazdırıp mühürledi. Daha sonra Ömer ile Osman’ı yanına alıp Mescid-i Nebevi’ye giderek halka hitap etti ve “Sizin için halife seçtiğim kişiye razı olur musunuz? Bir yakınımı tayin etmedim. Allah’a and olsun ki bütün dirayetimle düşünüp taşındım ve Ömer b. Hattâb’ı uygun buldum; onu dinleyin ve ona uyun.” diye çağrıda bulundu ve halk onun davetine olumlu tepki verdi. Devletin Sınırlarını Hızla Genişletti 23 Ağustos 634’de biat alan Hz. Ömer, ilk iş olarak bin kişilik bir askerî birlik kurarak Irak cephesinde Sasaniler’le çarpışan İslam ordusuna yardım gönderdi. Sasaniler’e karşı arka arkaya zafer kazanan İslam orduları, hızla sınırlarını genişletmeye başladı. Devletin sınırlarının genişlemesine paralel olarak, fethedilen toprakların güvenliği için karargâh şehirlere ihtiyaç duyuldu. Bu aşamada Kufe ve Basra’yı ordu merkezi olarak kurdurdu. Irak topraklarında tahkimatını tamamlayan İslam orduları, Sûs, Huzistan ve Musul’u da ele geçirerek Irak topraklarının tamamında egemenlik kurdu. Aynı dönemde Suriye topraklarında da Bizans’a karşı cepheler açıldı. Hz. Ebu bekir döneminde kazanılan Ecnâdeyn zaferinden sonra Hz. Ömer devrinde yapılan Fihl Savaşı’nda Müslümanlar Bizans kuvvetlerine büyük kayıp verdirdiler. Daha sonra yürütülen seferlerle Ba’lebek, Humus ve Hama şehirlerini İslam topraklarına kattılar. Müslümanlara karşı süratle tedbir alma ihtiyacı duyan Bizans İmparatoru Heraklios, Hristiyan Arapların ve Ermenilerin de desteğini alarak ordusunu Yermük Vadisi’nde topladı. Müslümanlar, 636 yılında yapılan Yermük Savaşı’nda Bizans ordusunu ağır yenilgiye uğrattı. Bu zaferle birlikte Bizans’ın Suriye’deki egemenliği sona erdi. Şeyzer, Kınnesrın, Halep ve daha sonra Antakya, Urfa, Rakka ve Nusaybin şehirleri Müslümanların eline geçti. Hz. Ömer için en önemli hedeflerden biri de Kudüs idi. Çünkü Kudüs, Müslümanların kıblesiydi. Bu nedenle Filistin bölgesinde İslam toprağı olmayan yer bırakmak istemiyordu. Hz. Muhammed’in vefatından sadece dört yıl sonra İslam orduları Kudüs’ün kapısına dayandı. Patrik Sophronios şehrin anahtarlarını o sırada inceleme ve görüşmelerde bulunmak için Suriye’ye gelen ve Cabiye’de bulunan Hz. Ömer’e teslim etmek istediğini belirtti. Halife bizzat Kudüs’e giderek halka aman verip kendileriyle bir antlaşma yaptı. Daha sonra Filistin’in sahil şehirleri başta olmak üzere diğer yerleşim yerleri fethedildi. Kıbrıs’ın fethi, askeri güçlükler dikkate alınarak ertelenirken, Mısır’ın fethedilmesiyle coğrafi bütünlüğün sağlanması hedeflendi. Mısır’ın fethi üç yıl sürdü. Böylece Irak, İran, Azerbaycan, Suriye, Filistin ve Mısır, Medine’den yönetilir hâle geldiler.
Toplumsal Zenginlik Arttı
Yapılan savaşlarda elde edilen ganimetler ve ele geçirilen toprakların halklarından alınan vergiler devletin zenginliğini büyük ölçüde arttırdı. Gelirlerin artmasına paralel olarak bu gelirlerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin ilkelerin de belirlenmesi gündeme geldi. Bu amaçla 637 yılının mart ayında Suriye’nin Cabiye şehrinde bütün valilerini toplayan Hz. Ömer, gelirlerin paylaşımında göz önünde bulundurulacak esasları ortaya koydu ve Müslümanların gayrimüslimlerle münasebetlerinde dikkat edecekleri konuları hatırlattı. 638 yılında Kudüs yakınlarındaki Amvas köyünde çıkan ve buradan Suriye’ye hızla yayılan veba salgını, o dönemin en büyük felaketine dönüştü. Yirmi beş bin insanın hayatını kaybettiği bu salgın, Hz. Ömer’e halifelik görevinin en zor günlerini yaşattı. 641 yılında Hayber Kalesi ve çevresinde önemli düzenlemeler yaptı. Öncelikle Yahudileri Arap yarımadası’nın dışına çıkartan Hz. Ömer, daha sonra onlardan alınan toprakları sahabiler arasında taksim etti. Bu taksimatta da toprağın barış veya savaş yoluyla alınması ilkelerini gözetti. Topraklardan beytülmal hissesi olarak Hz. Muhammed’in eşlerine düşen paylar konusunda kendilerini serbest bıraktı. Hz. Muhammed’in eşlerinin bir kısmı toprak istedi, bir kısmı da toprağın gelirini almaya karar verdi. Hayber toprakları gibi Fedek toprakları da Hz. Muhammed döneminde alınmıştı. Toprakların yarısı Hz. Muhammed’e aitti. Hz. Ömer, önce bu toprakların fiyatını tespit ettirdi. Daha sonra Fedek topraklarının yarısının bedelini Fedek Yahudilerine ödeyerek onları da Arabistan toprakları dışına çıkarttı. Aynı tarihte Necranlı Hristiyanları da Kufe taraflarındaki Necraniye’ye gönderdi ve mallarını satın alarak mağdur olmalarını önledi. Ayrıca gittikleri yerde kendilerine geniş topraklar verilmesini, bu topraklardan bir süre vergi alınmamasını valilerine emretti.
Yoktan Bir Sebeple Öldürüldü
Hz. Ömer, 644 yılında adalet arayan Ebu Lü’lüe adında bir kişi tarafından öldürüldü. Ebu Lü’lüe, efendisi ve Basra eski valisi Mugire b. Şu’be’nin kendisinden fazla ücret aldığını ileri sürerek Hz. Ömer’e şikâyette bulundu. Hz. Ömer, Ebu Lü’lüe’nin şikâyet ettiği konuyu incelediğinde Mugire b. Şu’be’nin demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını, bu nedenle aldığı ücretin fazla olmadığını tespit ettiğini söyledi. Efendisini şikâyetten sonuç alamayan Ebu Lü’lüe, bunun üzerine ertesi gün sabah namazında Hz. Ömer’i hançerledi ve olay yerinde intihar etti. Hz. Ömer, ölüm döşeğinde iken yerine birini bırakması önerildi. O da altı kişilik bir heyet toplanmasını ve aralarından birini halife seçmelerini tavsiye etti. Oğlu Abdullah’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dâhil etti. Heyet, yaptığı değerlendirme sonucunda Hz. Osman’ı üçüncü halife olarak seçti. Hz. Ömer, 3 Kasım 644’te vefat etti. Uzun boylu, gür sesli ve cüsseli bir kişi olan Hz. Ömer, yaşamı boyunca çok sayıda kadınla evlendi. İlk evliliğini Zeyneb binti Maz’ûn el-Cumahiyye ile yaptı. Abdullah ve Hafsa, bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Cahiliye döneminde evlendiği Müleyke binti Amr ve Kureybe binti Ebu Ümeyye’yi İslamiyeti kabul etmedikleri için müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklayan ayet doğrultusunda boşadı. Başka evlilikler de yapan Hz. Ömer son evliliğini, Hz. Muhammed ile akrabalık kurmak amacıyla 638 yılında Hz. Ali ve Fatma’nın kızı Ümmü Gülsüm ile yaptı. Hz. Ömer, aynı zamanda vahiy kâtipliği de yaptı. Kızı Hafsa’yı 625 yılında Hz. Muhammed ile evlendirerek onunla dostluğunu pekiştirdi. Hz. Ömer’in en meşhur lakabı “hak ile batılı birbirinden ayıran” anlamında “Faruk”tur. Emir el-Mü’minin tabiri ilk defa onun için kullanılmıştır. Sünni âlimler, onun Hz. Ebu Bekir’den sonra müslümanların en faziletlisi ve hilafet makamına en uygun sahabi olduğunda ittifak etmiştir. Şii âlimler ise Hz. Ömer’in, Ebu Bekir ile birlikte, Hz. Muhammed’in cenazesi henüz ortada iken hilafeti Hz. Ali’den gasp ettiğini ileri sürmüşlerdir. Şii din bilginlerinin iddialarının aksine Hz. Ali, Hz. Ömer’in halifeliğine ilk gün biat etmiş ve onun yardımcısı olmuştur. Hz. Ömer de “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.” diyerek aralarındaki güveni ifade etmiştir. Kadınlara karşı çok sert olan Hz. Ömer, halifeliği döneminde adalete verdiği önem ile tarihteki yerini almıştır. Hz. Ebu Bekir döneminde edindiği tecrübeden kendi halifeliği döneminde fazlasıyla yararlanmıştır. Hz. Ayşe’nin, “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner.” dediği rivayet edilmiştir. Görev yaptığı müddetçe devlet hazinesinden, ihtiyacından fazlasını almamaya özen gösteren Hz. Ömer, kul hakkına riayet konusunda büyük titizlik göstermiştir. O, kendisinden sonra gelecek halifeye, zimmilerin hukukuna riayet edilmesini ve onlara verilen sözlerin tutulmasını vasiyet ederek kul hakkı konusundaki titizliğini göstermiştir. Hz. Ömer toplumu ilgilendiren konularda toplumun görüşüne başvururdu. Bu amaçla halkı Mescid-i Nebevi’ye çağırır, iki rekât namaz kılındıktan sonra minbere çıkıp konuyu halka açardı. Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. İyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak anlamına gelen ve İslam’ın en temel öğretilerinden olan “emri bi’lma’rûf nehiy ani’l-münker” esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük dikkat gösteren Hz. Ömer bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında ve ailesinde uygulardı. Toplumun her ihtiyacını yakından takip eden Hz. Ömer, divan defterlerini yanına alarak Medine çevresindeki insanların ihtiyaçlarını, evlerine gidip kendi eliyle verirdi. Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmaldan yiyecek taşırdı. Her cumartesi günü Medine’nin dışında Âliye yöresine gider, ağır işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlardı. Öte yandan hayvanlara fazla yük taşıtılmasına izin vermezdi. Valilerine yazdığı mektup ve emirnamelerden birer nüshanın saklanmasını istediğinden, İslam Devletinde Divanü’l-inşa denilen arşivin de ilk kurucusu odur. Züheyr, Nâbiga ve Abde gibi Arap coğrafyasının ünlü şairlerinin şiirlerini gençliğinden beri dikkatle dinlediği bilinen Hz. Ömer’in bunları okuduğu, birçoğunu ezberlediği, halifeliği döneminde kabilelere ait divanların derlenmesini istediği bilinmektedir. Onun bu şiirlerden bestelenmiş şarkıları dinlemeyi sevdiği ve “Şarkı, yolcunun azığı cümlesindendir.” dediği nakledilmektedir. Kur’an-ı Kerim’in mushaf hâline getirilmesi hususunda Hz. Ebu Bekir’i ikna eden Hz. Ömer, bütün İslam beldelerinde valilere, cami ve mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’an’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla çeşitli vilayetlere Medine’den bazı sahabileri göndermiş, onlara maaş bağlamıştır. Hz. Ömer hadislerin rivayetine çok dikkat eder, Resul-i Ekrem’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden sahabilerden bunu Resulullah’ın söylediğine dair şahit getirmelerini isterdi. Bunun nedeni, Hz. Muhammed adına yalan söylenmesinin önünü kesmek idi. Kendi döneminde hadisleri bir araya getirmeyi düşünen Hz. Ömer, bu konu etrafında hayli düşünüp sahabilerle istişare ettikten sonra, “Size bir sünnet kitabı yazmaktan bahsetmiştim. Fakat sonradan düşündüm ki sizden önce ehlikitap, Allah’ın kitabından başka kitaplar yazmış ve o kitaplar üzerine düşerek Allah’ın kitabını terk etmişti. Yemin ederim ki Allah’ın kitabını hiçbir şeyle gölgelemem!” diyerek bundan vazgeçtiği rivayet edilir. Diğer taraftan onun Irak yöresinde görevlendirdiği Karaza b. Kâ’b’a, gittiği yerde az hadis rivayet etmesini istediği ve insanları Kur’an okumaktan alıkoymamasını söylediği ve çok hadis rivayet eden birkaç sahabinin Medine dışına çıkmasını yasakladığı kaydedilir. Bazı kimselerin rivayette gevşeklik göstermesi yüzünden peygamberin sözlerini yanlış anlaması muhtemel kişilerden hadis alınmasına da karşı çıkmıştır. “Kütüb-i Sitte”de rivayet ettiği 539 hadis bulunmaktadır; bunların çoğu fıkha dairdir. Buhari ve Müslim’in eserlerinde toplam 81 rivayeti yer alır. Buhari ve Müslim bunların 26’sında ittifak etmiş, Buhari 34, Müslim 21 hadisi ayrıca eserine almıştır. Diğer hadis kitaplarında da rivayetlerine yer verilmiştir. Hz. Ali’nin teklifi üzerine Nisan 637’de hicri takvimin kullanılmaya başlanmasını kabul etmiş ve hicri takvimin ilk ayı olarak muharrem ayı kabul edilmiştir. Onun devlet idaresindeki dirayetini gösteren bu uygulamalara kaynaklarda geniş yer verilmiş ve bunlar bazı teliflere konu olmuştur.
Vergi ve Toprak Sistemini Düzenledi
Hz. Ömer döneminin başlarında Müslüman olmayanlardan alınan cizye, Medine’deki Müslümanlara dağıtılmaya devam edildi. Ayrıca ticaret mallarına vergi konuldu ve yeni fethedilen toprakların dağıtılmamasına, bu topraklardan alınan haraç vergisinin vakıf olarak kalmasına karar verildi. Bu toprakların gelirlerinin de Haşr suresi’nin 7 ila 10. ayetleri gereğince bütün Müslümanlara dağıtılması için 636 yılında divan teşkilatı kuruldu. Aynı dönemde nüfus kayıt sistemi de oluşturuldu. Böylece Medine’den başlanarak Kufe, Basra, Suriye ve Mısır’da yaşayan bütün Müslümanlar, üç kişilik bir heyet tarafından divan defterlerine kaydedilerek, Hz. Peygamber’in mensup olduğu Kureyş Kabilesi’nin Beni Haşim kolundan hareketle beytülmal denilen hazine gelirlerinin harcamaları bir sisteme bağlandı. Divan defterlerinde ayrıca kimlere hangi miktarda yardım yapılacağı da kayda alındı. Yapılacak yardımlarda, kişinin ne zaman Müslüman olduğu, Müslümanlığa yaptığı hizmetler ve Hz. Muhammed’e yakınlığı gibi ölçütler dikkate alındı. Medine’de Hz. Ömer’in, taşrada ise valilerinin dağıttığı yardımlardan yararlanmanın öncelikli şartı Müslümanlarla bütünleşmek ve cihada katılmak idi. Aksi takdirde yardım yapılmıyordu. Hz. Ömer, fetihle ele geçirilen toprakları eski sahiplerine bırakmıştır. Bu topraklarda tarıma devam edilmesini, arazilerin ekilip verimli hâle getirilmesini, üç yıl üst üste ekilmeyen toprakların geri alınmasını istemiş, ziraatın gelişmesi için tedbirler almış, kıraç bir araziyi tarıma elverişli hâle getiren kişinin bu toprağın sahibi olacağını belirtmiştir. Devletin, Müslüman olmayanlardan aldığı vergi karşılığında onları koruma yükümlülüğü söz konusu idi. 630 yılında gönderilen cizye ayeti, geniş bir coğrafyada yaşayan Yahudi, Hristiyan ve Mecusiler gibi gayrimüslim halka uygulanmıştır. Ayrıca çocuklardan, kadınlardan, fakirlerden, mabet gelirleriyle geçinen din adamlarından ve sonradan Müslüman olanlardan da cizye alınmamıştır. Devletin koruma görevini yerine getiremediği durumlarda toplanan vergi iade edilmiştir. Bunun bir örneğini, Suriye Valisi Ebu Ubeyde b. Cerrah vermiştir. Humus halkını Bizans’a karşı koruyamayacağını anlayan vali, şehri terk etmek zorunda kaldığında, halktan topladığı cizyeyi iade etmiştir. Aynı uygulama Suriye’nin diğer şehirlerinde de yapılmıştır. Bu durum, halkın Bizans’a karşı Müslümanlara yardım etmesine yol açmıştır. Cizye miktarı kişilerin ve bölgenin gelirine göre belirlenmiştir. Örneğin Irak’ta 12, 24 ve 48 dirhem, Suriye ve Mısır’da önceleri 20 dirhem, sonraları 40 dirhem ile bir miktar yiyeceği kişi başı yıllık vergi miktarı olarak kararlaştırmıştır. Bazı yerlerde de halktan ayrı ayrı vergi toplamak yerine, yıllık olarak müşterek cizye alınmıştır. Cizye ödemek istemediklerini söyleyen Hristiyan Beni Tağlib kabilesi’nden bu vergi yerine iki kat zekât vermeleri istenmiştir. Cizye miktarları, o bölgede geçerli olan para birimiyle belirlenmiştir. Vergiler bazı durumlarda hurma veya buğday olarak toplanmıştır. Fethedilen veya eski sahiplerine bırakılan ekilebilir arazilerden yılda bir kez mutlaka vergi alınmıştır. Böylece toprakların boş bırakılarak verimin düşürülmesi engellenmiştir. Tarıma uygun olmayan arazilerden ve yerleşim yerlerinden ise haraç alınmamıştır. Bu çerçevede Osman b. Huneyf ile Huzeyfe b. Yemân’ın sorumluluğunda arazi tespiti ve ölçümü yaptırılmıştır. Tarıma uygun olmayan yerlerin hesaba katılmadığı tahrir işlemleri sonucunda Irak’ta 36 milyon cerîb (bir cerîb 1366 m2 ’dir) yani 49.176 km² arazi kayıt altına alınmıştır. Hz. Ömer, parada olduğu gibi ölçüde de mahallî hesaplama birimlerini esas almıştır. Irak ve Suriye’de cerîbi esas alırken (1 cerîb=1366 m²), Mısır’da feddanı (1 feddan=4200 m²) esas almıştır. Aynı şekilde vergi miktarlarının belirlenmesinde toprakların verimliliği, sulanabilirliği, tüketim merkezlerine ve pazarlara olan yakınlığı, ürünün cinsi gibi değişkenler dikkate alınmıştır. Bu arada vergi gelirlerinin adil bir şekilde toplanması için halktan güvendikleri bir kişi tespit etmeleri istenmiş, bu kişilerin işlemleri de her yıl Medine’ye davet edilen on kişiye sorulmuştur. Hz. Ömer, Medine merkezli devletin sınırlarını sürekli genişletirken, sistemi de Kur’an’ın koyduğu ölçüleri ve Hz. Muhammed’in uygulamalarını esas alarak baştan başa kurgulamıştır. Devleti komutanlar ve valiler eliyle yönetmiştir. Hz. Ömer fethedilen yerleşim yerlerinde öncelikle cami yaptırılmasını emretmiş, bazen de fethedilen şehirlerdeki eski mabetleri tamamen veya kısmen camiye çevirtmiştir. Diyarbakır’daki Ulu Cami buna bir örnektir. Keza Şam’ın ortasında bulunan Yuhanna Kilisesi’nin yarısı Hristiyanlara bırakılmış, yarısı camiye dönüştürülmüştür. Kudüs gibi barış yoluyla ele geçirilen yerlerde ise eski mabetlere dokunulmamıştır. Burada Mescid-i Aksa’nın yeri tespit edilmiş ve buraya büyük bir cami yaptırılmıştır. Ayrıca ele geçirilen topraklarda yaptırılan camilerin yanına vali evi ve çarşı inşa edilmiştir. Fethedilen topraklarda kolonisazyon çalışması yapılmış ve ele geçirilen şehirlere Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelerek savaşa katılan askerler ve aileleri yerleştirilmiştir. Oluşan mahallelerde mescitler açılmış, böylece iki ayrı şehir profili ortaya çıkmıştır. Kudüs, Şam, Antakya ve İskenderiye gibi gayrimüslimlerin de yaşadığı şehirler dinlere göre mahallelere bölünürken; Basra, Kufe ve Fustat gibi yeni kurulan şehirlere; Arap yarımadası’ndan fütuhat için gelen Müslüman Araplar, kabileler hâlinde yerleştirilmiştir. Hz. Ömer, bir valiyi görev yerine gönderirken günümüzde mal beyanı dedikleri şekilde servetlerini tespit ettirir, görevi esnasında servetlerinde aşırı artış olanların durumlarını araştırtır, artan miktarın gayrimeşru yoldan elde edildiğine hükmederse bu valilerin servetlerinin bir kısmına el koyardı. Bu noktada, bütün görevlileri sıkı bir teftişe tabi tutardı. Bu konuyla ilgili olarak Medine kökenli Müslümanlardan Muhammed b. Mesleme’yi görevlendirirdi. Ayrıca teftiş maksadıyla tanınmayan kimseleri gizlice vilayetlere göndermekteydi.
Savaş Hukukunu Uygulardı
Kurumsal yapısı yeni yeni oluşan İslam Devleti’nde savaş öncesi, savaş esnası ve sonrasında nasıl davranılacağını belirleyen kuralları da Hz. Ömer temellendirmiştir. Savaş onun son tercihi idi. Savaştan önce karşı taraf ile iletişim kurularak onlara elçi heyeti gönderilmesini ve giden heyetin onları İslam’a davet etmesini kurala bağlamıştır. Karşı tarafın Müslüman olmayı kabul etmemesi durumunda cizye ödemelerinin teklif edilmesini, bu teklifi de kabul etmemeleri durumunda aralarındaki sorunun savaş yoluyla çözüleceğinin bildirilmesini istemiştir. Ayrıca savaş esnasında kadınlara tecavüz edilmemesini, katliam yapılmamasını, kadın ve çocuklara dokunulmamasını emretmiştir. Verdiği emirlerin ordu tarafından uygulanıp uygulanmadığını takip edebilmek ve ayrıca ordu komutanlarına süratli bir şekilde haber ulaştırabilmek için yollara menziller yaptırmıştır. Bu menzilleri aynı zamanda valilerinden düzenli rapor almak için de kullanmıştır. Hz. Ömer döneminde ordunun ihtiyacı merkezden karşılanıyordu. Aynı dönemde askerlerin adlarının divan defterlerine yazılması işlemi de başlatıldı. Böylece zorunlu askerlik ve düzenli orduların kurulması sağlandı. Onun döneminde yapılan bir önemli iş ise tarım arazilerinin sulanması için bentler ve kanallar inşa edilmesi olmuştur. Böylece kurak dönemlerde tarlaların sulanması sağlanarak rekolte düşüklüğünün önüne geçilmeye çalışılmıştır. İslam tarihinde ilk hapishane Hz. Ömer zamanında kurulmuş ve bunun ardından ceza çeşitleri ve miktarlarında da değişiklikler yapılmıştır.
Adalet Onun Alametifarikası Olmuştur
Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir döneminde kadılık görevini yürütürken, kendi döneminde de kadılık görevini düzenledi. Önceleri valiler tarafından yürütülen bu görev için Basra, Şam, Filistin, Humus, Ürdün, Mısır ve Bahreyn’e, kendine doğrudan bağlı kadılar tayin etti. İslam tarihinde siyasi ve idari birçok uygulamayı ilk defa hayata geçiren Hz. Ömer , Ebu Musa el-Eş’arî’ye gönderdiği İslam hukuku ve yargılama usulüyle ilgili mektubu ve kendisine intikal eden davaları çözmede takip ettiği usül ile hukukta birçok yeni prensibi hayata geçirmiş, yargılama usulünün temellerini atmıştır. Hz. Ömer, İslam fıkhı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hz. Muhammed’in çevresinde oluşan meclislerde ileri sürdüğü isabetli görüşleri nedeniyle Hz. Muhammed tarafından iltifatla karşılanmıştır. Yirmiye yakın meselede vahyin onun görüşlerine uygun biçimde gelmesi nedeniyle kendisi için “Muvâfakâtü Ömer” tabiri kullanılmıştır. Böylece Allah’ın hükümlerinin ruhunu kavrama konusundaki özelliği vurgulanmak istenmiştir. Fıkıh tarihinde en çok fetva veren yedi sahabeden biri olarak bilinen Hz. Ömer, bir konu hakkında yargı yürütürken önce Kur’an’a, sonra sünnete, ardından da kendi görüşüne başvururdu. Hz. Ömer, sünneti ikinci hüküm kaynağı olarak kabul edip hüküm yürütmede sünnete başvurmasına rağmen çok sayıda hadis rivayet edilmesine taraftar olmamış, değişik bölgelere gönderdiği irşat heyetlerine, Kur’an eğitimine öncelik verip çok fazla hadis rivayet etmemelerini telkin etmiş ve bu arada çok hadis rivayet eden bazı sahabileri de uyarmıştır. Onun bu davranışı, hadis rivayeti konusunda kötü niyetli kişilerin hadis uydurma teşebbüslerini önlemek, Kur’an eğitiminin yerleşmesini sağlamak ve Kur’an ile sünnetin birbirine karıştırılmasını önlemek gibi gerekçelerle açıklanmıştır. Hz. Ömer çoğu fıkhi konularla ilgili olmak üzere beş yüzün üzerinde hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer’in rivayet ettiği hadisleri Ebu Bekir, “En-Neccâd Müsnedü Ömer b. el-Hattâb” ve İbn Şeybe, “Müsnedü emîri’l- mü’minîn Ömer b. el-Hattâb” adlarıyla bir araya getirmiştir. Kur’an ve sünnette hükmü bulunmayan yeni konuları İslam fıkhında rey denilen ilke uyarınca kendi görüşüne başvurararak hükme bağlayan Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eş’arî’ye ve Kâdî Şüreyh’e gönderdiği mektuplarda onları da kendi görüşleriyle karar oluşturmaya teşvik etmiştir. O devirde rey, kitap ve sünnette hükmü açıklanmayan meselelerin naslardan çıkarılan prensipler ışığında çözüme kavuşturulması anlamında kullanılıyordu. Reye verdiği önem sebebiyle Hz. Ömer’in “ehl-i rey’’ adıyla bilinen fıkıh ekolünün oluşmasında çok etkili olduğu kabul edilir. Irak’ta ortaya çıkan bu ekole Hz. Ömer’in etkisi, onun en yakın müşavirlerinden Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ud vasıtasıyla olmuştur. Onun, Kur’an ve sünnette hüküm bulamadığı konularda Hz. Ebu Bekir’in görüşüne başvurduğu, bununla birlikte her zaman onunla aynı görüşü paylaşmadığı bilinmektedir. Nitekim Hz. Ebu bekir, kendisinden sonra halife olacak kişiyi veliaht tayin etmek suretiyle belirlemeyi uygun gördüğü hâlde Hz. Ömer halife olacak kişinin seçimini şura meclisine bırakmıştır. Hz. Ömer’in başta Hz. Ali olmak üzere, Osman, Abdurrahman b. Avf, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b ve Zeyd b. Sâbit gibi sahabenin ileri gelenlerinden oluşan bir istişare meclisi bulunmaktaydı. Şura içtihadı yoluyla ortaya çıkan ihtilafsız hükümler bütün Müslümanların uyduğu kurallar olarak kabul görmüştür. Kendi görüşü ile ulaştığı kararlardan gerektiği zaman dönmekten çekinmeyen Hz. Ömer bu konuyu Ebu Musa el- Eş’arî’ye gönderdiği mektupta şöyle ifade etmiştir: “Bugün verdiğin, daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın bir hüküm seni hakka dönmekten alıkoymasın.” Fıkıh tarihinde ehl-i rey yanında, ehl-i hadis adı verilen ekolün gelişiminde de Hz. Ömer’in katkısı olmuştur. sahabe nesli müçtehitlerinin başında Hz. Ömer bulunduğu için onun hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde yaşayan farklı ekollere mensup müçtehitler üzerindeki tesirleri derin olmuştur. Bazı fakih sahabiler, Hz. Ebu Bekir ile Ömer’in ittifak ettiği görüşleri diğer sahabilerin görüşlerine tercih etmiştir. Fıkıh usulünde de Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in görüşlerinin hüccet olup olmadığı üzerinde durulmuş ve farklı görüşler ortaya konmuştur.
Teravih Namazı Onun Döneminde Camide Kılınmaya Başlandı
635 yılında Mescid-i Nebevi’de ilk defa cemaatle teravih namazı kılınmasını emreden de Hz. Ömer olmuştur. Namaz için kadın ve erkeklere iki ayrı imam tayin etmiştir. Mescid-i Haram’ı da çevredeki bazı evleri istimlak ederek genişletmiş, etrafını göğüs hizasında bir duvarla çevirtmiş, meşalelerle aydınlatmış ve bazı rivayetlere göre sel sularının Kâbe’nin duvarına kadar sürüklediği Makam-ı İbrahim’i eski yerine koydurtmuştur. 638 yılında yaptığı umre sırasında Mekke-Medine arasındaki su kaynaklarında misafirhane yapmak, yeni kuyular açmak ve mevcutları temizlemek isteyen kabilelere, hac ve umre yolcularının öncelikle faydalanmaları şartıyla izin vermiş, Şam-Hicaz arasında da benzer tedbirleri almıştır. Medine’de bir misafirhane yaptırmış, ayrıca Kufe-Hire arasındaki bir konağın misafirhane olarak kullanılmasını istemiştir. Aynı dönemde çocukların eğitimi için öğretmenler görevlendirmiş ve çocuklara Kur’an-ı Kerim, okuma yazma ve Arap dilinin kurallarının yanında, ensab bilgisi, şiir, darbımesel, yüzme, binicilik ve atıcılığın öğretilmesini istemiş, bu konuda valilere emirler göndermiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim öğrenen çocuklara beytülmaldan maaş bağlamıştır. Onun döneminde eğitim öğretim hizmeti açısından köle veya hür ayrımcılığı yapılmamıştır. O dönemde Müslüman olmayanların inançlarına saygı gösterilmiş, Mecusilerin ateşgedeleri, Hristiyanların kiliseleri, Yahudilerin havraları korunmuştur. Diğer taraftan Hz. Ömer, Müslüman olmayanların uyacakları bazı esasları da belirlemiştir. Buna göre gayrimüslimlerin bellerine, kilise rahiplerinin taktıkları kuşak gibi zünnar takmaları, başlarına çizgili başlık giymeleri emredilmiştir. Müslümanlar ile gayrimüslimlerin sokakta ayırt edilmesi için bu zorunluluk getirilmiştir.
Kaynak: Hasan Yılmaz, Hz. Muhammed, Halifelik, Dört Halife ve Hz. Hasan, Elips Kitap, Ekim 2016.