Ubeydullah el-Mehdi
Fatimilerin ilk halifesi olan Ubeydullah El Mehdi, 873 yılında İsmailîlerin kendilerine karargâh yaptıkları Selemiye’de doğdu. Babası bir İsmailiye propagandisti idi ve oğlunu da aynı kültürle yetiştirdi. Henüz 10 yaşına geldiğinde, babası Rüstem b. Hasan b. Ferec b. Havşeb adında bir adamını Fatımiler için propaganda yapmak üzere Yemen’e gönderdi. Rüstem, yaptığı propagandanın etkisiyle Yemen halkını el-Mehdî’nin Ehl-i Beyt’ten olduğuna inandırdı. Ardından Rüstem, Yemâme, Bahreyn, Sind, Hind, Mısır ve Mağrib’e propagandistler gönderdi. Bu arada Rüstem, Kuzey Afrika’daki İsmailî propagandistleri Hulvanî ve Ebû Süfyan’ın öldüğünü öğrendi. Onların yerine bugün Yemen’in başkenti olan San’a’lı Ebû Abdullah eş-Şii’yi onların yerine propagandist olarak görevlendirdi. Vaaz ve hutbelerin yanı sıra özel sohbetlerde yapılan konuşmalardan etkilenen halk, propagandistlere büyük ilgi gösterdi. Rüstem, tarihte İfrikiye diye geçen Tunus’a gelmesi için Ubeydullah el-Mehdî’ye bir elçi gönderdi. Haberi alan Abbasi Halifesi El-Muktedir, Ubeydullah’ın Tunus’a gitmemesi için yakalanması emrini verdi. Abbasi askerlerine yakalanmamak için tacir kılığına giren Ubeydullah, kimliğini fark eden görevlilerden kurtulmak için de rüşvet vererek Tunus’a ulaşmaya çalışsa da Sicilmasa şehrinde yakalanmaktan kurtulamadı. 909 yılına kadar bu şehrin hapishanesinde kalan el-Mehdî, taraftarı bir şii tarafından kurtarıldıktan sonra, Ebu Abdullah el-Şii’nin Ağlebî hâkimiyetini yıkmak üzere olduğu dönemde Tunus’a ulaştı. Halkın mehdi olarak görmesinden dolayı kurtarıcı gözüyle baktığı Ubeydullah’ın gelmesi, Ebu Abdullah el Şii’nin Tunus’taki gücünü pekiştirmesine ve hedef büyütmesine neden oldu. 909 yılında Ağlebî devletinin başkenti Rakkâde’yi ele geçiren Ebu Abdullah, 15 Ocak 910 tarihinde İmam Übeydullah’ı Kayrevan şehrinde halife ilan etti. Böylece Afrika’da Fatımiler dönemi resmen başlamış oldu. Kayrevan’da halktan biat alan Ubeydullah, hutbeleri ismine okutarak Emirü’l-Mü’minîn ünvanını aldı. Ubeydullah, Rakkada’da Fatimî Devleti kurduktan sonra, komşuları Ağlebîler, Midrarî ve Rüstemî devletleri de süreç içinde egemenliği altına aldı. 10. Yüzyılda dünyanın çekim merkezi Ortadoğu idi ve Ubeydullah’ta devletini doğuya doğru büyütmek istiyordu. Bunun için öncelikle devletini reorganize edip, istikrarı tesis etti. Ubeydullah, döneminde Mısır, Abbasilere bağlı bir valilik idi ve Ubeydullah’ın orayı ele geçirmek istiyordu. Aynı dönemde bugünkü Libya’nın bulunduğu topraklarda hüküm süren İdrisîler ve İspanya’da hüküm süren Endülüs Emevileri ile de egemenlik mücadelesi verdi. Ubeydullah’ın başlattığı bu mücadeleyi başarıya ulaştıran ise yaklaşık yarım yüzyıl sonra el-Muizz Lidinillah oldu. Ubeydullah, 910 yılında halife ilan edildikten sonra kendine bağlı illere gönderdiği valileri, kendisine bağlılığını bildiren kabileler arasından seçti. Kendisine halifelik cübbesini giydiren Ebû Abdullah’ın 911 yılında öldürülmesinden sonra iktidarı tek başına üstlendi. Görev yaptığı 24 yıllık dönemde zaman zaman isyanlar çıktı. Bu isyanları kendine sadık valilerin yardımlarıyla bastırmaya başardı. Ubeydullah, kullandığı Mehdilik unvanı ve dai denilen propagandistlerinin etkisiyle İsmailiye inancını benimseyen kabilelerin biatıyla iktidarını Tunus’un dışına kadar yaydı. Unvanının etkisine fazlasıyla güvenen Ubeydullah, bu etkiyi Mısır’ı da ele geçirmek için kullanmak istedi. Bu amaçla ilk askeri birliğini 914 yılında Mısır’a gönderdi. Bu birlik Mısır’ı ele geçirmeyi başaramayınca, 920 yılında ikinci bir birlik daha gönderdi. Ancak, ordusunun ikinci seferinde ülke içinde de karışıklıklar çıktı. Bu nedenle ikinci Mısır seferinde de başarılı olamadı. Ubeydullah el-Mehdî’nin tek hedefi Mısır’ı ele geçirmek değildi. Devletinin sınırlarını Endülüs Emevilerinin egemen olduğu İspanya’ya kadar ulaştırmak istiyordu. Diğer yandan İdrisilerin hakim olduğu Libya’yı da ele geçirmek istiyordu. Onun bu emeli, Sünni-Şii çatışmasını da körükledi. Çünkü 912-961 yılları arasında Endülüs Emevi Devletini yöneten Abdurrahman el-Nâsır, Tunus’tan ülkesine kaçan idarecileri, Fatımî Devletine karşı kullanmaya başladı. Bu konuda da mezhepler arasındaki tartışmaları öne çıkarttı. Bu çatışma, Endülüs Emevilerini de halifelik imtiyazını kullanmaya itti. Bu durum, iki devlet arasında bir çekişme olmaktan çıkıp, sünni ve şii halifeler arasında bir propaganda savaşına dönüştü. Endülüs Emevîleri, şii propagandistlerin sünni Müslümanlar üzerindeki etkisini kırmak için çaba göstermekle kalmayıp, onlar da kendi propagandistlerini Tunus topraklarına gönderdiler. Endülüs Emevileri ile girdiği sünni-şii çekişmesi Ubeydullah’ın başını çok ağrıttı. O dönemde henüz bir millet bilinci olmadığı için, devletler bir nevi kabileler koalisyonu üzerine kuruluyordu. Hükümdar ile inanç ya da çıkar çatışmasına giren kimi kabileler zaman zaman büyük tehdide dönüşebiliyordu. Ubeydullah için en büyük tehlikelerden biri Endülüs Emevilerini destekleyen Miknase kabilesi reisi Musa b. Ebi’l-Afiye olmuştu. Bugünkü Fas sınırlarında kalan Uzak Mağrip denilen bölgelerde de hakim olmak isteyen Ubeydullah, oğlu ve veliahtı Ebu’l-Kasım’ı bu bölgenin fethiyle görevlendirdi. Ubeydullah el-Mehdî, oğlunu bu göreve göndermeyi cihat olarak görmüş ve “Allah’ım, Onu bu harekâta çıkarmakla sadece senin rızanı, dinine yardım etmeyi ve düşmanlarını kahretmeyi düşündüğümü biliyorsun” sözlerini söylemişti. Gücünü Mısır’a ulaştıramayan Ubeydullah, Fas’ı ele geçirerek Kuzey Afrika’nın batısında tek hakim olmaya çalıştı. Ancak, Fas’taki kabilelerin isyanları onun gevşek bir denge üzerinde egemen olmasına imkan verdi. Halkın sünni olması, egemenliğin sık sık el değiştirerek devam etmesine yol açtı. 934 yılında öldü.
Kaynak: Fatimiler ve Fatimi Halifeleri, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, Ankara, Şubat 2016.