Abdülmecit
Babası II. Mahmut’un tahta oturduğu dönemde, 25 Nisan 1823’te doğan Abdülmecit, Avrupalı bir prens gibi yetiştirilen ilk şehzade oldu. Sarayda, iyi düzeyde Fransızca öğrendi. Avrupa’da çıkan gazeteleri takip ettiği için dünyadaki gelişmelere yabancı kalmadı. Babasının vefatı üzerine, 1 Temmuz 1839’da, henüz 17 yaşında iken tahta geçti. Babasının başlattığı yenilikleri devam ettirecek bilgi ve birikime sahip olmadığı için, onun vasiyetine uyarak dönemin saray ileri gelenlerinin önerilerini dinleyeceğine söz verdi. Bu nedenle, yabancı elçilere, babasının başlattığı reformların devam ettirileceği sözünü verdi. Onun reformların devam edeceğine dair söz vermesinin önemli bir nedeni, babasının son günlerinde, 24 Haziran 1839’da Mısır kuvvetlerine karşı Nizip’te alınan mağlubiyet idi. Mısır’a karşı Batı’nın desteğini almak isteyen Abdülmecit, reformların devam ettirileceği sözünü verdi.
Nizip Savaşı’ndan Sonra Ordu ve Donanma Kalmadı
Abdülmecit’in hükümdarlıktaki en zor yıllarını, toyluk döneminde geçirdi. Yönetim tecrübesi olmadığı için, kendisine yapılan tavsiyelerle hareket etti. Devletteki ilk kriz de babasının cenazesinin defnedilmesinden sonra çıktı. Günümüzün Adalet Bakanlığı olan Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye Reisi Koca Hüsrev Paşa, Başvekil Mehmet Emin Rauf Paşa’dan mühr-ü hümayunu zorla alarak 2 Temmuz 1839’da kendisini başvekil ilan ettirdi. O tarihte, Osmanlı ordusunun Nizip’te bozguna uğradığından habersiz olan Abdülmecit, Mehmet Ali Paşa’yı affederek Mısır meselesini çözmek istedi. Orduya ve donanmaya harekâtı durdurmaları için haber gönderdi. Köse Akif Efendi de Kahire’de bulunan Mehmet Ali Paşa’ya padişahın kendisini affettiğini bildirdi. Kaptanıderya Ahmet Fevzi Paşa ise rakibi olan Hüsrev Paşa’nın başvekil olmasından çekinerek Çanakkale Boğazı açıklarında bulunan donanmayı, 3 Temmuz 1839’da Mısır’a götürüp Mehmet Ali Paşa’ya teslim etti. Bu olaydan kısa süre sonra, Osmanlı ordusunun Nizip’te yenildiği haberi geldi. Osmanlı Devleti’nin ordusunu yenen ve donanmasını teslim alan Mehmet Ali Paşa, Abdülmecit’in anlaşma önerisini reddetti. Osmanlı Devleti’nin Nizip’teki yenilgisini fırsata çevirmek isteyen Avrupa devletleri, 27 Temmuz 1839’da verdikleri ortak nota ile Mısır sorununun çözüm masasında kendilerinin de olmak istediklerini bildirdiler. Abdülmecit’in acemiliği sebebiyle bu notanın kabul edilmesi ile Osmanlı Devleti bir bakıma Avrupa devletlerinin vesayeti altına girdi.
Tanzimat Fermanı İlan Edildi
Mısır karşısında eli kolu bağlanan Osmanlı Devleti adına, Londra ve Paris’te temaslarda bulunan Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Mustafa Reşit Paşa, Mısır’a karşı Avrupa devletlerinin desteğini sağlamak için bir reform programı ilan etmek için Abdülmecit’i ikna etti. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanan ve Gülhane Parkı’nda okunmasından dolayı Gülhane Hattı Hümayunu denilen Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839’da okundu. Azınlık liderleri ve yabancı ülke elçilerinin de katıldığı törenle okunan ferman ile Osmanlı tarihinde yeni bir dönem açıldı. Halkın, “Bundan kelli gâvura gâvur demeyecekmişiz!” şeklinde özetlediği yenileşme belgesi ile kişisel hakların korunacağı, azınlıkların haklarına uyulacağı ve devlet ile birey arasındaki ilişkileri tanzim eden yasaların çıkarılacağı sözü verildi. Böylece, devlet yönetiminde keyfîliğe yer verilmeyeceği duyuruldu. Fermanın yayımlanması, Mısır’a karşı Osmanlı Devleti’nin elini kuvvetlendirdi. İngiltere’nin teklifi üzerine, Mısır’ı destekleyen Fransa dışarıda bırakılarak İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında, 15 Temmuz 1840’ta Londra Antlaşması imzalandı. Anlaşma sonucunda Mısır valiliği veraset yolu ile Mehmet Ali Paşa’ya bırakılarak işgal ettiği topraklar ve Osmanlı donanması geri alındı. 13 Temmuz 1841’de yine aynı devletler Londra’da imzaladıkları Boğazlar Sözleşmesi ile Osmanlı Devleti’nin boğazlar üzerindeki hâkimiyetini ve yabancı savaş gemilerinin boğazlardan geçemeyeceği esasını kabul ettiler.
1848 İhtilalleri, Avrupa’yı Dönüştürdü
Fransa’daki aydınlanma hareketinin 1789 İhtilali ile sonuçlanmasından sonra hızlanan milliyetçilik akımları, Sanayi Devrimi ile güç kazanırken; sosyal hak talepleriyle örgütlenmeye başlayan işçi hareketleri de 1848 ihtilallerini doğurdu. İtalya, Avusturya, Prusya, Belçika, Hollanda ve İngiltere’de etkili olan ihtilaller, sosyal hukuk devleti kavramını doğurdu. Fransa’da kral istifa ederken Fransa Cumhuriyeti ilan edildi. Günümüz demokrasilerinin temelini atan ihtilaller sonucunda halka seçim hakkı tanınırken esir ticareti yasaklandı ve ölüm cezası kaldırıldı. Liberalizmin temellerinin atıldığı ve sosyalist akımların yayılmaya başladığı bu ihtilaller, aynı zamanda İtalya ve Almanya’da siyasi birliğin zeminini hazırladı. Avusturya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Macar milliyetçileri Türkiye’ye sığındı. Osmanlı, Avusturya ve Rusya’nın savaş tehditlerine rağmen, sığınmacıları iade etmedi. Bu durum Avrupa halklarında, Osmanlı Devleti lehine büyük yankı uyandırdı. 1848 ihtilallerinin Eflak ve Boğdan denilen bugünkü Romanya ve Moldova’yı da etkilememesi için, Rusya ile 1 Mayıs 1849’da bir anlaşma imzalandı. Anlaşmanın amacı, hürriyet ve istiklal fikirlerinin Memleketeyn denilen Eflak ve Boğdan’da yankı uyandırmasını engellemekti. Eflak ve Boğdan ise Rus hâkimiyetinden kurtulmak ve anayasa sahibi bir devlet olmak istiyordu. Bunun üzerine Rusya, Eflak ve Boğdan’ı istila etti. Osmanlı Devleti, Rusya ile çatışmaktan çekindiği için 1 Mayıs 1849 anlaşmasında Rusya’ya bazı yeni haklar tanıdı ve Eflak ve Boğdan’daki hareketler durduruldu.
“Kutsal Yerler Sorunu” Kırım Savaşı’na Neden Oldu?
Rusya, Osmanlı topraklarını kendi nüfuz alanı kabul ettiği için yapılan anlaşmalar, geçici çözüm olmaktan öteye gitmiyordu. Nitekim “mukaddes mahaller meselesi” iki devleti yeniden savaş durumuna getirdi. Kudüs’teki Katoliklerin koruyuculuğunu üstlenmek için başvuran Fransa’ya karşı, Rusya da Ortodoksların haklarını korumak iddiasıyla harekete geçti. Osmanlı Devleti, Rusya’nın isteklerini reddedince Ruslar, 1849 anlaşmasını bozarak Eflak-Boğdan’ı işgal etti. Bunun üzerine 4 Ekim 1853’te Rusya’ya savaş ilan edildi. Osmanlı Devleti’nin ilk defa dış borç alarak finanse ettiği savaş, tarihe Kırım Savaşı olarak geçti. Üç yıl süren savaş, 30 Mart 1856’da Paris’te imzalanan anlaşma ile sona erdi. Savaşta İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Avusturya ve Prusya ise tarafsız kaldı. İngiltere ve Fransa, verdikleri destek karşılığında, Abdülmecit’e Tanzimat Fermanı’nı teyit eden ve onu tamamlayan bir ıslahat fermanı yayımlatmayı başardılar. Islahat Fermanı’nın maddelerini, Fransız ve İngiliz elçileriyle, Osmanlı Devleti başvekili ve şeyhülislam birlikte hazırlayarak Paris Antlaşması’ndan hemen önce 18 Şubat 1856’da ilan ettiler. Islahat Fermanı ile Osmanlı tebaası gayrimüslimlerin hakları genişletildi. Avrupa sermayesinin Türkiye’de yatırım yapması ve faaliyet göstermesi kolaylaştırıldı. Böylece devletin işlerinde yapılan düzenlemelerde, Batılı devletlere müdahale etme hakkı tanındı. Yapılan anlaşmadan Osmanlı Devleti’ni memnun edecek tek hüküm, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunun kabul edilmesi ve toprak bütünlüğünün korunacağına dair söz verilmesi oldu.
Yenilik Yapmak Kaçınılmazdı
Avrupa’nın devlet şeklini inceleyen Abdülmecit, kamuoyunun desteğini almak için, aldığı her kararın dine uygun olup olmadığı konusunda fetva alırdı. Padişahlık ve hilafet konusunda, kendinden önceki padişahlardan farklı düşünmüyordu. Halifelik ve hükümdarlığın Allah’ın sunduğu bir güzellik olduğuna inanıyordu. Buna karşılık, dönemin şartlarına uygun bir devlet düzeni kurmaktan başka çaresi olmadığı inancındaydı. Yenilikçiliği savunan devlet adamlarını destekleyip koruyordu. O da babasından gördüğü şekilde saraya kapanıp kalmayı benimsemiyordu. Zaman zaman Babıali’ye giderek bakanlar kurulu toplantılarına katıldı. Tanzimat Fermanı ile Mustafa Reşit Paşa tarafından kurulan Danışma Meclisi statüsündeki Meclis-i Vala’yı, her yıl bir nutukla açmayı; kışlaları ve tersaneyi teftiş etmeyi gelenek hâline getirdi. İcazet töreni denilen medrese öğrencilerinin mezuniyet törenlerinde, askeri okullarda ve rüştiyelerde yapılan sınavlarda hazır bulunarak konuşmalar yaptı. Halkın sorunlarını dinlemek ve ihtiyaçlarını öğrenmek için şehir gezilerine çıktı.
İlklerin Padişahı Oldu
Abdülmecit, yabancı ülke elçilerinin siyasi konulardaki görüşme taleplerini kabul ederek eski bir geleneğe son verdi. Abdülmecit’ten itibaren, elçiler randevu alarak padişahla görüşme imkânı buldular. Yalnız İngiliz elçisi Stradford Canning randevu almadan padişahla görüşebiliyordu. Bu elçinin padişah nezdinde nüfuzu o kadar fazla idi ki diplomatlar tarafından kendisine “taçsız sultan” lakabı verilmişti. O zamana kadar Avrupa hanedan mensuplarının ziyaretleri iade edilmezken Abdülmecit Fransız elçiliğine giderek Prens Napolyon’un ziyaretini iade etti. Yine onun zamanına kadar Osmanlı padişahlarınca nişan verilir fakat alınmazken ilk defa o, Fransız İmparatoru III. Napolyon’un “Légion d’honneur” nişanını kabul ederek bu geleneği de bozdu. Yine bu vesile ile Fransız elçisinin 4 Şubat 1856’da verdiği baloya katıldı.
Devleti, Elçiler Yönetmeye Başladı
20 yıllık hükümdarlığı döneminde 22 sadrazam değiştiren Abdülmecit, babası tarafından kurulan başvekillik müessesesini değiştirerek sadrazamlık makamını yeniden getirdi. Nüfuz sahibi sadrazamları sevmeyen ve çevresinin telkinlerine açık olan Abdülmecit, dış etkilere de açıktı. Onun dış tesirlere açık yapısı nedeniyle İngiltere ve Fransa’nın elçileri, akıl hocalığında yarış etmeye başladılar. Her iki devlet elçisinin hükümdar üzerinde etkisini gören Osmanlı devlet adamları da İngiliz ve Fransız taraftarı olarak ikiye ayrıldı. Örneğin, Mustafa Reşit Paşa İngiliz, Ali Paşa, Fuat Paşa, Kıbrıslı Mehmet Paşa ve Serasker Rıza Paşa da Fransız taraftarı idi. Abdülmecit de devlet adamlarını, bu devletlerin baskı derecelerine göre tercih ederdi. Elçilerin Osmanlı Devleti’nin işleyişine müdahalelerinin ileri dereceye varması üzerine, Osmanlı Devleti Fransa ve İngiltere nezdinde şikâyette bulunmak zorunda kaldı. Bu devletler elçilerine talimat göndererek müdahaleden kaçınmaları emrini vermek zorunda kaldılar. Ancak elçiler bu talimata aldırış etmediler.
Şeyhülislamların Nüfuzları Azaldı
Dinî konularda danışılan bir mevkide olan şeyhülislamların siyasi nüfuzları, Abdülmecit döneminde -eski divanın yerini alan Meclis-i Vükela toplantısına katılsalar da- azaldı. Bundan dolayı padişah, sadrazamlar gibi onları da sık sık değiştirme ihtiyacı duymadı. Onun döneminde sadece dört şeyhülislam değişti. Devlette en yüksek maaşı, yüz bin kuruş ile şeyhülislam alıyordu. Nizamiye askerinin başında bulunan serasker, ayrıca kara kuvvetlerinin de komutanı sayıldı. Sadrazamların başkomutan anlamında “serdâr-ı ekrem” unvanıyla sefere gitmeleri ve askere komuta etmeleri usulüne son verildi. Abdülmecit döneminde, günümüzde Savunma Bakanlığı denilen Bâb-ı Seraskeri’nin nüfuzu arttı. Başkomutanlık denilen seraskerlik rütbesi, sadrazamlık ve şeyhülislamlıkla aynı seviyeye getirildi. 1845’te günümüzdeki Jandarma Genel Komutanlığı denilen Zaptiye Müşirliği kurularak İstanbul’un ve diğer vilayetlerin suçla ve suçlularla mücadele görevi bu makama devredildi.
Türk Modernleşmesinin Dönüm Yılları Oldu
Türk modernleşme tarihini anlamak için, baba ve oğul olan II. Mahmut ve Abdülmecit dönemlerinin çok iyi bilinmesi gerekiyor. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra değişim ve dönüşümün önündeki en büyük engelin bertaraf edilmesiyle birlikte, Osmanlı Devleti hızla kendini çağın gereklerine uygun şekilde yenilemeye koyulmuştur. Abdülmecit dönemi, değişimin baş döndürücü bir hız aldığı dönemdir. Abdülmecit döneminde divan-ı hümâyun önemini kaybetti. Onun yerini bakanlardan oluşan Meclis-i Has veya diğer adıyla Meclis-i Vükela aldı. Hükûmet merkezi olan günümüzdeki İstanbul Valiliğinin olduğu binada görevini yürüten ve Babıali denilen hükûmet, sadrazamın başkanlığında Adliye reisi, Hariciye nazırı, Maliye nazırı, Hazine-i Hassa nazırı, Evkâf-ı Hümayun nazırı, Ticaret nazırı, zaptiye müşiri, Sadaret müsteşarı ve valide kethüdasından oluştu. 1850 yılında, Babıali’de görev alan memurların padişaha ve devlete sadakatle hizmet edeceklerine dair yemin etme usulü getirildi. Bu usul giderek diğer memuriyetlerde de yayıldı. 1853 yılında Meclis-i Alî-i Tanzimat kurularak Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliyye’nin kanun yapma yetkisi bu meclise verildi. 1843’te Meclis-i Dar-ı Şûra-yı Askeri genişletildi. Ordudaki topçu sınıfını düzenlemek üzere Meclis-i Tophane-i Amire, eğitim işlerini teşkilatlandırmak, yürütmek ve kontrol etmek için de 1845’te Meclis-i Maarif-i Umumiyye kuruldu. 1856 yılında Maarif Nezaretinin teşkiliyle meclis bu nezarete devredildi. Mali konuları incelemek ve gerekli teklifleri yapmak için de 1846 yılında Meclis-i Maliye kuruldu. Islahat işlerini düzenleme ve kontrol etme görevi 1854’te Meclis-i Ali-i Tanzimat’a verildi. Devletin en yüksek istişare meclisi görevini yapmak üzere, 1855’te Meclis-i Ali-i Umumi adıyla bir meclis oluşturuldu. Bunlardan başka, kaptan paşalığa bağlı Meclis-i Bahriyye, Ziraat Nezaretine bağlı Meclis-i Ziraat ve Meclis-i Maadin, zaptiye müşirine bağlı Meclis-i Zaptiyye gibi meclisler meydana getirildi.
Taşra Teşkilatı Yeniden Düzenlendi
Devlet kurumlarının taşra teşkilatları da yeniden düzenlendi. Bu düzenlemede Fransız idare sistemi esas alındı. Vilayetlerde, valinin etrafında mahallî meclisler kuruldu. Meclislerde gayrimüslimlere de temsil hakkı tanındı. Mülkiye memurları için ilk defa 22 Eylül 1858’de görev ve yetki kanunu çıkarıldı. Bu arada Adalet teşkilatında da önemli yenilikler yapıldı. Tanzimat Fermanı’ndan sonra, şeri mahkemelerin yanında, cemaat ve konsolosluk mahkemeleri ile askerî mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelere Müslüman ve gayrimüslim üyelerin tayin edilmesi esası getirildi. Kanuni döneminden kalma kanunlar değiştirilerek tercüme ve iktibas yoluyla Batılı devletlerden bazı kanunlar alındı. Ceza Kanunu 1840’ta, Ticaret Kanunu 1850’de ve Arazi Kanunu 1857’de alınan başlı kanunlardan oldu.
Müslüman Olmayanlar Askerlik Yapmak İstemedi
Şeriye mahkemeleri şeyhülislamlığa bağlı kalırken adliye teşkilatı Adliye Nezaretine bağlandı. 1843 yılında çıkarılan askerî kanunla askerlik hizmeti kura usulüne göre bir düzene konuldu. 1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslimlerin de askere alınmaları esası getirildi. Fakat azınlıkların büyük tepkisiyle karşılaştığı için uygulanamadı.
Modern Eğitim Metotları Benimsendi
Yapılan reformların hayata geçmesi, yetişmiş insan gücüne bağlıydı. Bu nedenle reformların yaşaması için eğitim alanında büyük bir yeniliğe gidildi. Meclis-i Maarif-i Umumiyye’nin hazırladığı kanun ile ilköğretim parasız ve mecburi kılındı. Ayrıca darülfünun denilen üniversite kurulmasına karar verildi. Buna bağlı olarak ilk ve orta öğretim işlerini yürütmek üzere 1847’de Mekatib-i Umumiyye Nezareti (Millî Eğitim Bakanlığı) kuruldu. Bu arada ilkokul düzeyinde eğitim veren sübyan denilen çocuk okulları ile ortaokul seviyesinde eğitim veren rüştiyeler yeniden düzenlendi. İstanbul’da ilk kız rüştiyesi 1858 yılında açıldı. 1849’da, rüştiyelerle darülfünun arasında eğitim yapacak olan darülmaarif (lise) kuruldu. Üniversitenin açılışına teşebbüs edildiyse de başarılı olunamadı. 1845 yılından itibaren harp okulları üçe ayrıldı ve ardından Harp Akademisi kuruldu. 1847’de darülmuallimin adıyla ilk defa öğretmen okulu açıldı. Ziraat Mektebi, Orman Mektebi, Telgraf Mektebi gibi daha pek çok okulun yanı sıra 1850’de yerli ve yabancı pek çok ilim adamının üye olduğu ilk ilim akademisi sayılan Encümen-i Dâniş kuruldu.
Yenilikler, Kısa Zamanda Sonuç Vermedi
Encümen-i Daniş eliyle Türkçenin sadeleştirilmesi ve Osmanlı tarihinin yazılması çalışmaları başlatılırken, bu kurumun üyesi olan Cevdet Paşa tarafından Türk tarihine 12 ciltlik tarih kitabı kazandırıldı. Yapılan değişimlerin hayata geçirilmesi o denli kolay olmadı. Şeriye mahkemeleri korunarak, adli ve askerî mahkemelerin kurulmasıyla oluşan ikili yargı sistemi gibi, eğitim sisteminde de ikili bir yapı ortaya çıktı. Günümüzde de değişik adlar altında varlıklarını devam ettirmeye çalışan medreseler, eski düzenleriyle şeyhülislamın yönetiminde eğitimlerini sürdürürken yeni kurulan okullar Maarif Nezaretine bağlandı.
İlk Özel Gazete 1840’ta Çıktı
Osmanlı tarihinde, 1831’de çıkan ve günümüzde “Resmî Gazete” olarak yayın hayatını sürdüren “Takvim-i Vekayi”yi, 1840 yılında İngiliz asıllı W. Churchill tarafından çıkartılan ilk özel gazete olan “Ceride-i Havadis” takip etti. Bu arada maliye sisteminde önemli bir değişiklik yapıldı, vergi toplamada iltizam usulü kaldırıldı ve vergiler memurlar eliyle toplanmaya başlandı. Altyapısı oturmadan geçilen yeni mali sistemle, devlet gelirlerinde düşüş yaşandı. Bunun üzerine ilk defa kâime-i mutebere adıyla kâğıt para basıldı. Ayrıca yeniden iltizam sistemine dönüldü.
İlk Defa Dış Borçlanmaya Gidildi
1853 yılında başlayan Kırım Savaşı’nda ordunun silahlanması ve lojistik ihtiyaçları için, 24 Ağustos 1854’te ilk defa dışarıdan borç alındı. Alınan borç yeterli gelmeyince 1855’te ikinci, 1858’de üçüncü ve 1860’ta dördüncü kez borçlanıldı. Alınan borçlara karşılık, madenler ve tütün gibi devletin önemli gelir kaynakları ipotek edildi. Her yeniliğin kendi karşıtını doğurması kuralı, Abdülmecit döneminde de değişmedi. Kırım Savaşı’ndan sonra, yabancı devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki vesayetlerinin artması, Abdülmecit muhaliflerini de harekete geçirdi. Muhaliflerin Abdülmecit’e karşı ilk isyan girişimleri tarihe Kuleli Vakası olarak geçen olayla başladı. 14 Eylül 1859’daki isyan girişimi, yapılan ihbar üzerine başlamadan engellendi. Muhaliflerin en büyük eleştirisi, devletin aşırı borçlanması idi. Çünkü yabancı devletlerden alınan borçların yanı sıra, Beyoğlu sarraflarından alınan borçların yekûnü de 80 milyon altın lirayı aşmıştı. Bunlar için rehin verilen mücevherlerle borç senetlerinin bir kısmı yabancı tüccar ve bankerlerin eline geçmişti. Bu durumu sert bir şekilde eleştiren Sadrazam Ali Paşa, 18 Ekim 1859’da padişah tarafından azledildi. Bu arada Abdülmecit’i, İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya da eleştirmeye başladı. Çünkü 1856 Islahat Fermanı’nda vadedilen reformların gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Bu nedenle Ekim 1859’da bir nota verdiler. Verilen notada, reform programının uygulanmasını sağlamak maksadıyla ayrı ayrı müdahalede bulunacakları tehdidinde bulundular. Nitekim Rusya ilk adımı atarak, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’daki gayrimüslimlerin durumlarının milletlerarası bir teftiş komisyonu tarafından incelenmesini istedi. Bu mesele halledilmeden Fransa ve İngiltere’nin kışkırtmaları sonucu 1860’ta Lübnan olayları tekrar başladı. Dürziler ile Maruniler arasında olaylar çıktı. Bu hadise henüz yatışmışken Şam’da karışıklıklar meydana geldi. Karışıklıklar sırasında 1860 yılında Hollanda ve Amerikan konsolosları öldürüldü. Olaylar, Avrupa kamuoyunda infial uyandıracak şekilde, abartılarak haberleştirildi. Bunun üzerine Fransa, Beyrut’a asker çıkardı. Fevkalade komiser görevi ile Lübnan’a gönderilen Hariciye Nazırı Fuat Paşa, Avrupalıları teskin etmek için şiddetli tedbirler aldı. Pek çok Türk subay ve idareciyi, olaylarda ihmali olduğu gerekçesiyle ağır cezalara çarptırdı. Avrupa devletleriyle yapılan müzakereler sonunda Lübnan, 9 Haziran 1861’de gayrimüslim bir mutasarrıfın idaresinde imtiyazlı bir sancak hâline getirildi.
Dolmabahçe Sarayı Yaptırıldı
Abdülmecit döneminden günümüze kalan en önemli mimari abidelerden biri Dolmabahçe Sarayı olmuştur. Avrupa’daki imparatorlukların görkemli sarayları gibi, dönem mimarisinin izlerini taşıyan Dolmabahçe Sarayı, alınan dış borçlarla 1853 yılında yaptırıldı. O dönemde, ayrıca günümüzde Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olan Beykoz Kasrı ve Küçüksu Kasrı da yaptırılmıştır. Pek çok çeşme, cami, tekke ve sosyal kurumların yanı sıra, Ortaköy’deki Mecidiye Camii ve Teşvikiye Camii de dönemin eserlerindendir. Yine bu devirde Bezmiâlem Valide Sultan tarafından Gureba Hastanesi yaptırılırken, Galata Köprüsü de aynı dönemde hizmete girmiştir. 17 yaşında Osmanlı Devleti’nin başına geçen Abdülmecit, yakalandığı tüberküloz hastalığından kurtulamayarak 25 Haziran 1861’de vefat etmiştir. Cenazesi Yavuz Sultan Selim Türbesi’nin yanına defnedilen Abdülmecit’in çocukları Murat, Abdülhamit, Mehmet Reşat ve Vahdettin, Osmanlı Devleti’nin son hükümdarları olmuşlardır.
Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.