Ahmet Rasim
1865 yılında, İstanbul’da doğdu.
Annesi Nevber Hanım; zengin bir ailenin yanında evlatlık olarak büyür, ilk evliliğinin sonlanması üzerine ikinci evliliğini Bahaeddin Efendi ile yapar. Bahaeddin Efendi, memuriyeti sebebiyle İstanbul’dan ayrılıp Tekirdağ’a gideceği sırada Nevber Hanım’dan ayrılır ve oğlunu, annesi ile birlikte kaderine terk eder. Nevber Hanım, kendisini yetiştiren aile tarafından küçük bir eve yerleştirilir ve Ahmet Rasim bu evde dünyaya gelir. Anne ile oğulun geçirdikleri zor günler, daha sonra Ahmet Rasim tarafından şöyle anlatılır:
“Ben, altı yaşında iken çalınmış bir Çerkez kızının ikinci, heva ve hevesine zühd ve takvayı perde edinmiş bir babanın birinci oğluyum. Anamı sever, babamı sevmesini bilmezdim. Çünkü o, beni otuz kırk günlük bir çocuk iken bırakıp gitmiş, kendi diri olduğu hâlde beni yetim bırakmıştır. Validemin ne okuması vardı ne yazması!.. Ne de efendisinden başka istinatgâhı! Kâh velinimet kapısında kâh pederimi gördüğü anda öldürmeyi ahdetmiş eski yeniçeri kodamanı, büyük halamın zevci hanesinde düşer kalkar idik.”
Ahmet Rasim, annesinin yanı sıra zenci sütninesi ve Dilfeza Kalfa tarafından büyütüldü. Çocukluğunun geçtiği evde okuma yazma bilen tek kişi Dilfeza Kalfa idi ve Rasim, derslerinde ondan yardım alırdı. Haşarı bir çocuktu; annesi, Beylerbeyi’nde oturdukları sırada oğlunun yaramazlıklarından dolayı evini Şehzadebaşı’na taşımaya mecbur kaldı.
Altı-yedi yaşlarındayken Sofular Mahalle Mektebine gönderildi. Mektebe kısa sürede alışıp başarı gösterse de yaptığı birtakım haşarılıklar yüzünden hocasından bir tokat yedi ve bunun üzerine boynunun sağ tarafı şişerek nöbetli sıtma rahatsızlığına yakalandı. Ailesi, Sofular’daki evlerini ve mektebi bırakarak Kırkçeşme’ye taşındı. Burada, evlerine iki-üç dakika uzaklıkta olan Tezgâhçılar Mektebi’ne gönderildi ve eğitimine kaldığı yerden devam etti. Mektebin ilahiciler takımını izledikçe kendisi de bir ilahici olma hevesine kapıldı ve bu merakı, müzik zevki ile kulak dolgunluğunun gelişmesinde önemli rol oynadı.
Bir gece komşu evde çıkan yangın nedeniyle evleri hasar gördü ve aile, yeniden taşınmak zorunda kaldı. Çukurçeşme Mektebine devam eden Rasim, aynı dönemde eniştesi Miralay Laz Mehmet Bey tarafından güzel bir eve yerleştirildi ve burada kendisine ders verecek olan Yakup Hoca ile tanıştı. Böylece Arapça dersleri almaya başladı. Yakup Hoca, mahallenin diğer hocalarına hiç benzemiyordu ve Rasim, hocasından oldukça istifade etti.
Özel dersleri devam ederken Hafız Paşa Mektebine başladı. Bu okulun hocası, öğrencilerine şiddet uyguladığı anlatılan Hafız İsmail Efendi idi. Bir sabah Rasim, Yakup Hoca ile birlikte mektebe gitti ve kapıdan içeri girdiğinde elindeki sopasıyla iki öğrencisini falakaya yatırmış olan hocayı görür görmez evine kaçtı. Eniştesi, “Hocadan korkmayan çocuk okumaz!” düşüncesini savunarak mektebe devam etmesi konusunda ısrar etse de annesi ve halasının desteğiyle bir süre daha yalnızca evdeki özel derslerini almayı sürdürdü.
Hafız Paşa Mektebine devam ettiği sırada Rasim, bir gün okuldan kaçıp cami avlusunda ceviz oynamaya koyuldu lakin kalfa tarafından yakalandı ve aldığı tokat darbesiyle yere serildi. Tokadın etkisiyle burnu kanayan Rasim, mektebe gelir gelmez de falakaya yatırıldı. Ayak tabanları yara olup bayılıncaya kadar dayak yiyen Rasim, eve geldikten sonra, uykusunda dahi inlemeye devam etti. Oğlunun bu hâlini gören Nevbet Hanım da onu bir daha mektebe göndermeyeceğine dair ant içti. Ahmet Rasim, sonraki yıllarda kaleme aldığı “Falaka” adlı eserinde Hafız İsmail’den gördüğü şiddetin anlatısına yer verdi. Hafız İsmail Efendi, Ahmet Rasim’in çocukluğu ve eğitim hayatı üzerinde kapanmayacak yaralar açılmasına neden oldu. Daha sonra Darüşşafaka’da öğrenim görmeye başladı. Sürdürülen eğitim politikası nedeniyle Darüşşafaka’ya kâğıt, kalem mürekkep haricinde dışarıdan kitap, gazete, risale getirmek yasaktı. Ancak Rasim ve arkadaşları, mecmuaları bir şekilde okula sokmanın yolunun buldular. Hatta, mecmualardan birinde yer alan “Gönüllü” ismindeki bir piyesi sahnelemek için bir araya geldiler. Teneffüs esnasında oyunlarını icra ederken okulun imamı ile müdürüne yakalandılar ve Rasim’in içinde yer aldığı oyunun tüm aktörleri dayağa, ayrıca iki boyunca kuru ekmek yemeye mahkûm oldular. Müdürün emriyle okuldaki tüm mecmualar toplatıldı lakin öğrenciler kendilerine birer dergi ayırmanın da yolunu buldular. Ahmet Rasim, daha sonra bu durumu: “Edebiyat yüzünden uğradığım ilk darbe budur!” sözleriyle ifade etti.
Darüşşafaka'da öğrenim gören öğrenciler ayda bir defa izin kullanabilir ve izinlerini yalnızca ailelerini görmek için kullanabilirlerdi. Okul müdürü, öğrencilerin Galata'ya veya Beyoğlu'na gitmelerini yasakladı; bu semtlerden geçmelerini dahi kabul etmedi. Yine okulun kurallarına göre tiyatrolara, çalgılı eğlencelere, kahvehanelere gidilmeyecek; düğmeler daima ilikli, tokalar bellerde olacaktı. Tüm bu yasaklar, öğrencilerin meraklarını daha da cezbetti. Ahmet Rasim de bu yasakları çiğnemekten geri durmadı. Bir izin gününde Kuşlu Gazinosu'na gitti, orada kantocu kadınların şarkılarını dinleyip bir pandomim oyunu seyretti. Lakin bu ziyaretini tekrar ettiğinde olay, müdürün kulağına gitti ve bunun üzerine Ahmet Rasim, kendisine eşlik eden arkadaşıyla birlikte birer tokat darbesi aldıktan sonra mahbese atıldı. Üç gün hapis yattı, üç ay izinsiz kaldı. Rasim, sonraki yıllarda geçirdiği bu günlerin edebî kişiliğine etksini şu şekilde dile getirdi: “Musikiyi, edebiyatı hapis yata yata veyahut dayak yiye yiye öğrenmek kadar fasıla-dar-ı lezzet olan hiçbir ders bilmiyorum.”
Edebiyata duyduğu ilgi Darüşşafaka yıllarında başladı. Reşit Paşa, Cevdet Paşa, Ziya Paşa, Fuzulî, Nefî, Nâbî, Bâkî, Nedîm, Sururî, Aynî, Havaî, Belîğ gibi şairleri okudu ve özellikle Namık Kemal'in misallerini ezberledi. Bu süreçte şiirin cazibesine kapıldı ve Fuzuli'nin bir gazeline nazire yazmaya çalıştı. Bu süreçte şiir kabiliyetini geliştirdi, daha çok okudu ve ilerleme kaydetti lakin hocası, kendisini çabası için takdir etse de yazdığı gazelleri beğenmedi.
Muharrirlik yaptığı yılarda birçok yazar ve şairden etkilendi ancak hem yazarlığı hem de gazeteciliği üzerinde en büyük etkiye sahip olan isim şüphesiz ki Ahmet Mithat Efendi idi. Hikmet Feridun ile gerçekleştirdiği bir sohbette kendisine: "Üstadım... Mithat Efendi hakkında uzun bir eser, mesela büyükçe bir kitap yazmadınız. Hâlbuki Ahmet Mithat Efendi'yi sizden iyi tanıyan yoktur. Onu sizden iyi tahlil edecek de bulunmayacak zannederim." sorusu yöneltildi. Bunun üzerine gözleri dolarak şu cevabı verdi: “Sus, (...) O benim en büyük günahım... Beni Ahmet Rasim yapan Ahmet Mithat'tır. O benim hocam, hâmim, ustam, üstadımdı. En sevdiğim adamdı. Ben bunca sene cilt cilt kitap yazayım da onun hayatına dair bir küçük kitapçık çıkarmayayım. Hayatımda affedemeyeceğim en büyük günahım bu... Bundan büyük suç, bundan büyük kabahat olur mu?”
Fransızca derslerinde ilerledi, seçilmiş fıkraları okuyup tercüme etti ve Batı edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. Racine, Boileau, Corneille, Moliere, De Lisle, La Fontaine, Paul de Kock, Aleksander Dumas, Aleksander Dumas Fils gibi Fransız yazar ve şairleri tanıdı. Bu dönemde hocası Hayreddin Bey'den mahlebi yapma usulünü öğrendi ve dershane pençelerinden birinin sahanlığında arkadaşlarıyla birlikte bir matbaa oluşturdu; burada, gazete çıkarma teşebbüsünde bulundu. Kendisi bu bu yıllarını: “İşte benim matbuata intisabım bu tarihten muteberdir." sözleriyle andı. 2 Temmuz 1883 tarihinde Darüşşafaka'dan birincilikle mezun oldu ve kendisine duyduğu güven, bir hayli arttı.
Memuriyet hayatına atıldıktan kısa bir süre sonra Ayşe Sadberk Hanım'la evlendi. Annesinden habersiz yapmış olduğu bu evlilikten altı çocuğu dünyaya geldi. Gazete ve dergilerde muharrirlik yaparak ve kitap yazarak ailesini geçindirdi. Lakin İstibdat ve Mütareke dönemlerinde basın hayatından uzaklaştırıldığı için bir hayli zor günler yaşadı. Kitapçılarda kalan parasını alamadığı için ailesinin geçimini sağlayamadı. Bu dönemde Galata'da bir bakkal dükkânı işleten İngiliz asıllı George, Rasim'in imdadına yetişerek ona kimi zaman erzak kimi zaman da borç para desteğinde bulundu ve kendisini zengin iş adamlarıyla tanıştırdı. Ahmet Rasim, böylelikle biraz para kazanabildi. O dönemde yabancılarla iletişime geçmek yasak olduğundan dostlukları oldukça gizli kaldı.
Memuriyet hayatı boyunca çeşitli yerlerde görev aldı.
1927 yılında İstanbul Milletvekili seçildi. Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılan dil çalışmalarına katkıda bulundu ve dil komisyonlarında görev aldı.
Ömrünün son zamanlarına dek edebî faaliyetlerini sürdürdü. Son yıllarında "Türk Lügati" hazırlığına başlayan Rasim ancak "K" harfine kadar gelebildi.
Eylül 1932 tarihinde, 67 yaşındayken Heybeliada'daki evinde vefat etti.
Kaynak: Ummahan Nerkiz, Ahmet Rasim'in Hayatı, Hikâye ve Romanları, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir 2021.