Süleyman Tevfik Özzorluoğlu

Süleyman Tevfik Özzorluoğlu

 

Süleyman Tevfik Özzorluoğlu, 1861 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan V. Murad Han’ın kâtib-i sânisi, mabeyn kâtiplerinden Zorluzade Hacı Aziz Hüsnü Bey’dir. Küçük yaşlardan itibaren kardeşi Mehmet Selim ile beraber Sultanahmet’te Firuz Ağa Mahallesi’nin Toprak Sokağı’nda 9 numaralı evde özel dersler alarak iyi bir eğitim aldı. Almış olduğu eğitim sonucunda Arapça, Farsça ve Fransızcayı iyi derece öğrendi. İtalyancayı da orta derecede biliyordu. Ermeniceden yaptığı çeviriler göz önüne alındığında Ermeniceyi bildiği de düşünülmektedir. Süleyman Tevfik’in babası Aziz Hüsnü Bey’in mabeyn kâtibi olması sebebiyle saray eşrafı ve dönemin ünlü yazarlarıyla dostlukları vardı. Bu nedenle Süleyman Tevfik evlerinde sık sık edebiyat ve siyaset toplantıları yapıldığını dile getirmiştir. Süleyman Tevfik ve ailesi 16 yaşına kadar Sultanahmet’teki evlerinde yaşadı. Ancak 1878 yılında İstanbul’da meydana gelen Ali Suavi Vakası sebebiyle babasıyla birlikte olayda suçlu bulunup altı ay süren yargılanma sonucunda on yıllık süreyle Halep’e sürgüne gönderildi ve Toprak Sokak’taki evlerinden taşınmak zorunda kaldı. Süleyman Tevfik hayatı boyunca çeşitli sebeplerle sürgüne gönderildi. Bu sürgünlerin ilki ise yukarıda belirtilen Ali Suavi Vakası sonucunda Halep’ti. Halep Valisi Kıbrıslı Kâmil Paşa, Süleyman Tevfik’i beş yüz kuruş aylıkla mektupçu kaleminde karalamacı görevine tayin etti. Bir yandan karalamacı görevine devam eden Süleyman Tevfik diğer taraftan gazetecilik mesleğine merak saldı. Bu merakı neticesinde 1880’de haziran ayının ilk günlerinde Halep’te haftada iki gün çıkan Fırat gazetesinde gazeteci olarak göreve başladı. Süleyman Tevfik bu gazetede Başyazar Arif Bey’le birlikte 1886/1887 yılının ortalarına kadar çalışıp gelecekteki gazetecilik hayatının temellerini burada attı.

Süleyman Tevfik’in Halep’teki sürgün yılları 1887 yılında tamamlandı. Bu sayede Süleyman Tevfik serbest vatandaşlar konumuna geçti. Ailesi Halep’te yaşamaya devam ederken serbest vatandaş durumunu fırsat bilip İstanbul’a döndü ve orada ailesine ait olan mülklerin ne hâlde olduğunu görüp Halep’e işinin başına geri dönmeyi düşünmüşse de bu dönüş 30 Temmuz 1890 tarihinde gerçekleşti. Bu sürece kadar Süleyman Tevfik İstanbul’da çeşitli işlerin peşinden koşup başına olmadık işler açtı. Süleyman Tevfik Halep’e Emlâk-i Hümayun idaresinde bulunan Hazine-i Hassa memurluğu göreviyle dönüş yaptı.

Süleyman Tevfik Hazine-i Hassa memurluğunu bir yıla aşkın süre yaptıktan sonra 1891 yılının eylül ayında babasının vefatı üzerine İstanbul’daki mülkiyetleri kendisi ve kardeşinin üzerine geçirmek için iki ay izin alarak İstanbul’a döndü. İşlerini tamamladıktan sonra Tarik gazetesinden gelen iş teklifini kabul edip Halep’e geri dönme kararından vazgeçti. Süleyman Tevfik, Vodina’da yaklaşık iki yıl görev yaptı ve iki yılın sonunda Beyrut vilâyetinde Bisan Çiftlikleri Müdürlüğüne tayin edildi. Bu tayin sonrasında tekrar İstanbul’a dönen Süleyman Tevfik, Beyrut’taki görevine gitmemek için çeşitli girişimlerde bulunmuşsa da bir karşılık göremedi ve bunun sonucunda Babıâli’nin yakınlarında bir dükkân kiralayıp arzuhâlcilik mesleğini yapmaya karar verdi. Ancak üç ay süren arzuhâlcilik mesleğinde görmüş olduğu baskılardan dolayı dükkânı kapatıp 1893 yılında Bisan Çiftlik İdaresi Suriye Emlâk-i Hümayûn Komisyonuna bağlı olmasından dolayı önce Şam’a oradan da Beyrut’a gidip memuriyetine başladı. Buradaki memuriyeti de yaklaşık iki yıl sürdükten sonra Süleyman Tevfik öncesinde Halep’e gidip orada iki ay kalarak ailesiyle hasret giderdi, oradan da İstanbul’a döndü. Halep’teyken kardeşi Mehmet Selim’le birlikte ticaret yapma fikrini konuşmuş ve anlaşma yapmışlardı. Ancak 1894 yılında Sabah gazetesinin sahibi Mihran Efendi ile yaptığı görüşme ve aldığı teklif sonucunda Süleyman Tevfik’in hayatında farklı bir perde aralandı: Sultan II. Abdülhamit’in olurunu aldıktan sonra gazeteciliğe tekrar dönüş yapan Süleyman Tevfik, 1897 Türk- Yunan Savaşı’na kadar Sabah gazetesinin yazı müdürlüğünü sürdürdü. 1897’de başlayan Türk- Yunan Harbi’ne Sabah gazetesi muhabiri olarak katıldı.

Süleyman Tevfik’in 16 yaşında Halep’e sürülmesiyle başlayan karmaşık ve bir o kadar hızlı hayatı yukarıda da belirtildiği üzere 1897 yılında meydana gelen Türk-Yunan Savaşı’na 36 yaşında tecrübeli bir gazeteci olarak katılmasıyla farklı bir hâl aldı. Bu savaş Süleyman Tevfik’in o zamana kadarki hayat birikimini insanlara ve İstanbul yönetimine ispatlama imkânı sağladı. Alasonya’da askerî karargâha yerleşmiş olan Süleyman Tevfik burada savaşla ilgili edindiği bilgileri telgraf ve mektup yoluyla İstanbul’a bildirmeyi ve savaşla ilgili gelişmeleri herkese duyurmayı amaçladı. Süleyman Tevfik’in savaş meydanındaki yaşananları gazeteye yazması İstanbul’da büyük yankı uyandırmış ve bunun sonucunda Sabah gazetesinin satışları artmıştı.

Süleyman Tevfik, Sultan II. Abdülhamid’in yanındayken padişahın kendisine 1897 yılındaki Türk-Yunan savaşını tarafsız bir şekilde kitaplaştırıp yazmasını istediğini belirtti. Bu isteğin karşılığında yukarıda da belirtilen Devlet-i Âliye ve Yunan Muharebesi adlı kitabı Sabah gazetesinde Abdullah Zühdü Bey’le birlikte yazmış ve aynı yıl satışa çıkarmıştı. Kitap satışa çıktıktan sonra halk tarafından oldukça ilgi görmüş ve on beş bin civarında satış yaparak gazeteye kâr sağlamıştır. Süleyman Tevfik gazete sahibi Mihran Efendi’nin kitap satışından elde edilen kârdan kendisine pay vermemesinden dolayı dört yıla yakın çalıştığı Sabah gazetesinden ayrıldı. Süleyman Tevfik bu ayrılış sonrasında iki aylık süre sonunda Teselya’da Bir Cevelân ve Dört Aylık Seyahatim adlı kitabı yazıp Mahmud Bey Matbaasında yayımladı.

Süleyman Tevfik otuz altı yaşındayken Tekirdağlı Ermeni bir ailenin kızı olan Eva Hanım’la İstanbul’da evlendi. Eva Hanım, Yıldız Sarayı’nda çocuk bakıcılığı yaparken bilinmeyen bir sebepten dolayı saraydaki görevinden ayrılıp Tekirdağ’a ailesinin yanına gitme kararı almıştı. Süleyman Tevfik ise Yıldız Sarayına gidiş gelişlerinde Eva Hanım’ı görüp beğenmiş ancak evliliğe dair bir teklifte bulunmamıştı. Süleyman Tevfik, Eva Hanım’ın Tekirdağ’a döneceği haberini aldıktan sonra Eva Hanım’a ailesinin yanına dönmemesini söylemiş ve kendisine evlilik teklifinde bulunmuştu. Bu teklifi Eva Hanım’ın kabul etmesi sonucunda Süleyman Tevfik ve Eva Hanım 1897 yılında İstanbul’da evlenmiş ve Cağaloğlu yokuşundaki bir eve taşınmıştır. Süleyman Tevfik, Eva Hanım’la evliliği boyunca maddî olarak çalkantılı süreçler yaşamıştır. Kimi zaman yazdığı kitaplardan ciddi gelirler elde ederken kimi zaman da maddî gelir sağlamakta ciddi zorluklar yaşamıştı. Eva Hanım bu zorluklar karşısında desteğini esirgememişti. Süleyman Tevfik ve Eva Hanım’ın evliliklerinden İbrahim ve Yusuf Ziya adında iki erkek çocuğu dünyaya gelmişti. İbrahim hakkında fazla bir bilgi bulunmamakla birlikte Yusuf Ziya, Ortaköy’de yaşayan Meline adında Ermeni bir kadınla evlenmiş, bu evlilikten ise Vartan, Hagop ve Suzan adında üç çocuk dünyaya gelmiştir.

Süleyman Tevfik, evini geçindirmek için bir yandan çeviriler yaparken diğer yandan ise Kevkeb-i Osmanî adında Arapça ve Türkçe olarak basılan bir gazeteyi çıkarmaya uğraşmıştı. Ancak gazete satışları istediği gibi olmayınca maddî olarak sıkıntılar yaşamıştı. Bu sıkıntılar içerisinde saraya jurnallenen Süleyman Tevfik, Yıldız Sarayına gidip ifade vermişti. Ancak bu ifade sonucunda bir suçu görülmemesi üzerine 14 Aralık 1898 tarihinde Sultan II. Abdülhamid’in olurlarıyla İstanbul’da Emlâk-i Hümayun İdaresi İkinci Şube Başkâtipliğine getirilmiş ve bu görev sebebiyle kendisine iki bin kuruş aylık bağlanmıştı.

Süleyman Tevfik, Hazine-i Hassa Nezaretindeki görevine devam ederken gazetecilikle bir daha uğraşmayacağına dair saray yetkililerine söz verdiğinden geceleri evinde farklı dillerden eserleri Osmanlı Türkçesine çevirmekle olmuştu. Bu sayede kendisini bir nebze de olsa rahatlatmak istemişti. Bu uğraşı yaklaşık bir buçuk yıl kadar devam ettikten sonra içindeki gazetecilik sevdasını bastıramamış ve gazetecilik yapma isteğiyle ilgili saraydan gerekli izinler alındıktan sonra Tarik gazetesinde başmuharrir olarak göreve başlamıştı. Süleyman Tevfik bir yandan Emlâk-i Hümayûn İkinci Şube Başkâtibi olarak görev yaparken diğer yandan ise Tarik gazetesinde başmuharrir olarak görev yapmaya başlamıştı. Bu göreve belli süre devam etmişti. Gazetenin sahibi Filip Efendi’nin ölmesi ve gazete satışlarının azalması sebebiyle Tarik gazetesi kapanmış ve Süleyman Tevfik memurluk görevine devam etmişti.

Süleyman Tevfik hayatını ne kadar hızlı ve çalkantılı yaşamışsa kardeşi Avnullah Kâzımî de bir o kadar hızlı ve çalkantılı yaşamıştı. Avnullah Kâzımî, ağabeyi gibi iyi bir eğitim almıştı. Bu eğitim sonucunda ise Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmişti. Babası ve ağabeyinin sürgüne gönderilmesi sebebiyle Avnullah Kâzımî de annesiyle birlikte Halep’e gitmiş ve orada uzun yıllar yaşamıştı. Halep’te kendisinden on iki yaş küçük olan Ayşe Nazlı Hanım ile evlenmişti. Bu evlilikten 1901 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Halide Nusret ve 1916 yılında İstanbul’da dünyaya gelen İsmet adında iki kızları olmuştu. Avnullah Kâzımî Halep’te yaşarken farklı zamanlarda uzun süreli şekilde İstanbul’a gelip siyasi faaliyetlerde bulunmuştu. Avnullah Kâzımî, babası ve annesinin ölümüyle beraber eşiyle birlikte İstanbul’a taşınmıştı. Süleyman Tevfik, kardeşi Avnullah Kâzımî’nin tarzı ve tavrıyla etrafındaki insanların dikkatini çektiğini dile getirmişti.

Avnullah Kâzımî hayatı boyunca savunduğu değerler uğruna mücadele etmişti. Bu mücadelelerin çoğunda hükümeti ve padişahı eleştirmesinden kaynaklı sürgünler ve uzun hapis cezaları almıştı. Bu cezalar sebebiyle uzun yıllar eşi Ayşe Nazlı Hanım ve kızlarından ayrı kalmıştı. Bu cezaların en büyüğünü 1899 yılında Halep’ten İstanbul’a gelip Müşir Deli Fuad Paşa’nın evinde kalması sonucunda jurnallenip yargılanmasıyla almıştı. Çünkü Avnullah Kâzımî’nin Halep’ten gelme sebebi saraya Müşir Deli Fuad Paşa’yla birleşip Sultan II. Abdülhamid’i tahtan indirme planları şekliyle yansıtılmıştı. Bu jurnal sonucunda 15 Şubat 1901’de Fuad Paşa, Avnullah Kâzımî ve birçok kişi yargılanmıştır. Yargılanma sonucunda Fuad Paşa, Şam’a sürgün edilmişti. Avnullah Kâzımî ve beraberinde yargılanan diğer kişiler cinayet mahkemesinde yargılanmak üzere tutuklanmıştı. Avnullah Kâzımî mahkeme sonucunda idama bedel müebbet kürek cezasına çarptırılarak Sivas’a gönderilmişti. Sivas’tan da daha güvenlikli olan Sinop Cezaevi’ne gönderilmişti. Avnullah Kâzımî II. Meşrutiyet’in ilanına kadar Sinop Cezaevi’nde kalmıştı. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Avnullah Kâzımî beraat etmiş İstanbul’a hürriyet kahramanı gibi dönmüştü. Avnullah Kâzımî Meşrutiyet’le birlikte sürgünden gelen diğer kişilerle beraber Sultanahmet’teki belediye bahçesinde oturup ne yapacakları konusunda düşünce alışverişinde bulunmuş ve bunun sonucunda sürgünden gelen kişilerin haklarını aramak, menfaatlerini korumak ve bu kişileri iş sahibi yapmak için bir cemiyet kurma kararını almıştı. Ancak Avnullah Kâzımî’nin eşi Ayşe Nazlı Hanım yine siyasî bir olaydan kaynaklı eşinin sıkıntı yaşayacağı endişesini taşıması sebebiyle eşinin böyle bir cemiyette bulunmasını istememişti. Avnullah Kâzımî ise yeni yönetimin tarzını beğenmediğinden bu cemiyetin kurulmasını arzu etmekteydi. Öyle ki büyük kızları Halide Nusret Zorlutuna, Bir Devrin Romanı adlı eserinde babasının ağzından çıkan sözleri şu şekilde aktarmıştı:

“Hanım, inanınız, ben artık ‘Kahraman-ı Hürriyet’ olmaktan utanıyorum... Siz olup bitenlerin henüz farkında değilsiniz. Memlekette çok acayip ve acı şeyler cereyan ediyor. Hürriyetin asıl çilesini çekenler bir kenarda kaldı. İpten kazıktan kurtulmuş, herhangi bir sebeple mahpushaneye girmiş, çıkmış birçok insan ‘Hürriyet Kahramanı’ kesildi. Nutuk çekip ortada dolaşıyorlar. Başımızdakilerin çoğu çeteci. Çetecilikle koskoca imparatorluk idare edilmez. Korkuyorum ki bize devr-i sabıkı aratmasınlar.”

Avnullah Kâzımî ve beraberindekiler 1908 yılında ağustos ayında Fedekârân-ı Millet Cemiyeti adıyla isimlerini herkese duyurmuşlardı. Cemiyet çalışmalarını hızlandırmış birçok kitle tarafından destek görmüştü. Bu destekten korkan yönetim cemiyeti dağıtma yolunu girişmiş ve cemiyet kurucularına çeşitli makamlar teklif etmişlerdi.

Avnullah Kâzımî eşi ve kızıyla birlikte 10 Nisan 1909’da Kerkük’e gitmiş orada Kerkük Mutasarrıfı olarak göreve başlamıştı. Ancak yaklaşık dört yıl görev yaptığı süre boyunca Avnullah Kâzımî çeşitli suçlar ve şikâyetlerden dolayı İstanbul’a çağrılıp yargılanmıştı. Yargılanmalar sonucunda beraat eden Avnullah Kâzımî Kerkük halkına hizmet vermeye davam etmişti. Görevinden azledilince Avnullah Kâzımî ve ailesi İstanbul’a dönmüştü. Ancak bu dönüşle beraber Avnullah Kâzımî akciğerlerinin iltihaplanması sonucunda plörezi hastalığına yakalanmıştı. Bu hastalıkla birlikte ilaçların çok pahalı olması ve ailenin kimseden destek alamaması ailenin ciddi maddî sıkıntılar yaşamasına sebep olmuştu.

Hastalıkla mücadele eden Avnullah Kâzımî’nin 29 Eylül 1916’da ikinci kızı Halide İsmet dünyaya gelmiştir. Aynı yıl ise Avnullah Kâzımî vefat etmiştir. Ölümüyle beraber aile maddî olarak ciddi sıkıntılar yaşamıştı. Bu durum üzerine hicrî 12.05.1335 tarihinde aileye maaş bağlanmıştı. Bu maaş sayesinde kızlarını okutan Ayşe Nazlı Hanım, ömrünün sonuna kadar kendini ve kızlarını eğitimli kişiler olarak yetiştirmeye çabalamıştı. Bu çaba sayesinde Ayşe Nazlı Hanım’ın kızları Türk edebiyatındaki önemli yazarlardan olmuştur. Öyle ki Halide Nusret Zorlutuna’nın kızı Emine Işınsu ve Halide İsmet Kür’ün kızı Pınar Kür de günümüzde bilinen ve okunan yazarlardan olmuştur. Ayşe Nazlı Hanım’ın çabaları Türk edebiyatına dört başarılı yazar kazandırmıştır. Halide Nusret annesinin çabalarını şu şekilde dile getirmektedir:

“(…) Öğle yemeklerinden sonra beraber karyolaya uzanır İkdam gazetesi okurduk. O tarihlerde pek az aile gazete alırdı, biz abone idik, her sabah gazetemiz gelirdi. (…) Annem zaten çok zeki, kafası işleyen bir kadındı, kahve, sigara içmezdi ama müthiş bir okuma tiryakisiydi. 80 yaşına kadar bu tiryakilik onda devam etmişti. Gözlerini kaybettikten sonra ister istemez okumayı bıraktı.”

Yapılan incelemeler ve araştırmalar neticesinde Avnullah Kâzımî’nin ölümünden sonra ailenin Süleyman Tevfik ve ailesiyle olan ilişkileri saptanamamıştır. Ayrıca Süleyman Tevfik hatıralarında yeğenlerinden ya da Ayşe Nazlı Hanım’dan bahsetmemiştir. Bu durumla ilgili Selin Yormaz ile yapılan görüşmede Avnullah Kâzımî’nin torunları Emine Işınsu ve Pınar Kür ile aynı soydan geldiklerini ve akraba olduklarını ama ailelerin günümüzde birbirleriyle hiçbir şekilde iletişim kurmadıklarını belirtmiştir. Selin Yormaz, Süleyman Tevfik’in karısı Eva Hanım’ın çocuklarını Ermeni gelenek ve inançlarına göre yetiştirmesi ve bu geleneğin günümüze kadar devam etmesi aileler arasındaki iletişimsizliğin sebeplerindendir saptamasında bulunmuştur. Ayrıca, Pınar Kür ile kitaplarının yayımlandığı Can Yayınları aracılığıyla yapılan dolaylı görüşmede, Süleyman Tevfik ve ailesiyle bir akrabalığının olmadığını belirtmiştir. Selin Yormaz’ın söylemleriyle Pınar Kür’ün tavrı yan yana getirildiğinde aileler arasındaki iletişimsizliğin ana sebebi ailelerin yetişme tarzı olacağı gibi geçmişten gelen farklı sorunlar da olabilir.

Süleyman Tevfik’in ve babasının Ali Suavi vakasından kaynaklı sürgüne gönderilmesi, kardeşi Avnullah Kâzımî’nin sürgüne gönderilmesi ve hapis cezaları alması aileyi devlet idarecileri gözünde farklı konuma taşımıştı. Bu durumdan faydalanan birçok kişi Süleyman Tevfik’i saraya jurnallemiş ve sorguya çekilmesine sebep olmuştu. Süleyman Tevfik, hakkında çıkan jurnallerden bıkmış, memuriyetini yapamayacak hâle gelmişti. Öyle ki Süleyman Tevfik romatizma rahatsızlığından kaynaklı Bursa’daki kaplıcalara gitme isteğinin dahi geri çevrildiğini dile getirmişti. Bu süreç Avnullah Kâzımî’nin Sinop Cezaevine gönderilmesiyle daha da artmıştı. Süleyman Tevfik, boş kaldığı vakitlerde Arapça ve Fransızcadan birçok çeviri yapmıştı. Yaptığı bu çeviriler sebebiyle de çok defa sorgulanmıştı. Son sorgulanmasında otuz beş gün Yıldız Sarayında mahkûm kaldığını dile getirmişti.

Süleyman Tevfik’in sürekli saraya çağrılıp sorgulanması çok sevdiği gazeteciliği yapmasına da engel olmuştu. Öyle ki Hazine-i Hassa memuru olmasına karşın tanıdığı birçok gazete sahipleri onu gazetelerinde çalıştırmaktan korkmuşlardı.

Süleyman Tevfik kendisine uygulanan üstü örtülü sansürden kaynaklı kendisini çeviri eserlere adamıştı. Bu sayede birçok eseri çevirmiş ve o dönemde yabancı dillerde yazılan romanların ülkede okunmasına vesile olmuştu. Çevirdiği romanlardan kaynaklı da sorguya çekilmiş, farklı zamanlarda Yıldız’da nezarette kalmıştı. Yaşanan tüm bu süreçlerden sonra Süleyman Tevfik memuriyet hayatına odaklanıp çalışmalarına devam etmişti. İşlerine devam ederken bir işten kaynaklı nakledilmişti. Bu nakil sonucunda yaklaşık sekiz yıldır görev yaptığı Emlâk-i Hümayun İdaresi İkinci Şube Başkâtipliği son bulmuştu.

Süleyman Tevfik komisyondan gelen paradan kaynaklı hayatını rahat idare ettiği zamanlarda çeviri eserlere ağırlık vermişti. Bunun yanı sıra Avrupa’da istibdada karşı çıkan gruplarla iletişim hâline geçip onlara memlekette olan biten hakkında bilgiler vermişti. Ayrıca Avrupa’dan gelen bilgileri İstanbul’daki gruplara aktarmıştı.

Süleyman Tevfik bir yandan Avrupa’yla iletişim halindeyken diğer yandan sarayla iletişimini koparmamıştı. Sık sık saraya yakın kişilerle iletişim kurup şahsına gelecek olası şikâyetlerin önüne geçmeye çalışmıştı. Öyle ki bu ilişkiyi bir adım öteye taşıyarak hafiyelik görevinde bulunmuştu. Hafiyelik teklifinin saray yetkililerinden geldiğini dile getiren Süleyman Tevfik bu teklifi kabul etme sebebini şu ifadelerle açıklamıştır:

“Bu işi önce kendi kendime düşündüm, sonra arkadaşlarımdan emin ve en iş anları olan Rıza Paşa ile görüştüm. Beraberce mükemmel bir plan hazırladık. İstanbul’daki arkadaşları ele vermeyecek, dışarıdakilerin yaptığı şeyleri, hatta Abdülhamid’i korkutacak surette, birine beş katarak haber verecektim. Zaten hünkârın fikrini altüst etmek, telaşa düşürüp şaşırtmak, korkutmak manevî kuvvetini kırmak, cemiyet tarafından yapılacak isteğe karşı baş eğmesini temin etmek… Zaten arkadaşların da istedikleri buydu.”

Aldığı karar sonucunda hafiyelik yapmaya başlayan Süleyman Tevfik saraya Jön Türklerle ve başka birçok konuyla ilgili yalan yanlış bilgiler aktarmaya başlamıştı. Verdiği bu bilgilerden dolayı sık sık korku yaşayan Süleyman Tevfik hafiyelikten kaynaklı da başına gelecek işlerden korkmasına rağmen bu işe Meşrutiyet’in ilanına kadar devam ettiğini belirtmişti. Hafiyelik işini yaparken Sultan II. Abdülhamid’in kendisini saraya çağırttığını ve Meşrutiyet öncesinde ne yapması gerektiğini kendisine danıştığını aktaran Süleyman Tevfik, konu hakkındaki düşüncelerini bir kâğıda yazıp şifre kâtibi aracılığıyla padişaha ulaştırdığını belirtmişti. Süleyman Tevfik Meşrutiyet ilan edildiği zaman kırk yedi yaşında, hayatın birçok yanını tecrübe etmiş, yıllarca sürgünde kalmış, Türk- Yunan savaşına katılmış, birçok yerde devlet memurluğu yapmış ve onlarca roman hikâye çevirmiş bir gazetecidir. Hayalini kurduğu hayatı yaşayamasa da idealleri peşinden sürekli koşan bir karaktere sahip olan Süleyman Tevfik, Meşrutiyet’in ilanını heyecanla karşılamıştı. Yıllarca süren sansür ve istibdadın yerini özgürlüğün alacağını ve çok sevdiği gazetecilik mesleğini daha rahat bir şekilde yapacağını düşünmüştü.

Süleyman Tevfik Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle birlikte birçok gazetede çalışmaya başlamıştı. İlk önce kardeşi Avnullah Kâzımî’nin başkanlığını yaptığı Fedakârân-ı Millet Cemiyetinin çıkarmış olduğu Hukuk-ı Umumiye gazetesinde çalışmıştı. Bu gazetede görev yaparken aynı zamanda Meşrutiyet’ten önce istibdada karşı kurulan gruplarda yer aldığı dönemde tanıştığı Matbaacı Enver’in çıkarmış olduğu İkbal gazetesinde de yazıları çıkıyordu. Son olarak bu gazetelerde görev yaparken Halep’e sürgüne gönderilirken İzzeddin Vapuru’nda tanıştığı Ali Efendi’nin Basiret adlı gazetesinin çıkarılmasına da yardım etmişti.

Süleyman Tevfik, cumhuriyetin ilan edilmesinden 1939 yılına kadar geçen sürede gazetecilik ve yayıncılık hayatına devam etmişti. Yapılan araştırmalar sonucunda gazetecilik hayatıyla ilgili bu dönemde ilginç bilgilere ulaşılmıştır. Öyle ki Süleyman Tevfik 1929 yılında, Ali Oruç tarafından çıkarılan ve tek partili dönemde hükümete karşı en sert muhalefeti yapan Yarın gazetesinde mesul müdürlük görevinde bulunmuştu. Hayatı boyunca gazetecilik ve çeşitli sebeplerden dolayı hapis, sürgün, para cezası vb. cezalar alan Süleyman Tevfik muhalefetin sınırlı olduğu bir dönemde, “Kel Başa Şimşir Tarak” başlıklı yazısında hükümetin milyon lira tutan demir yolu siyasetine karşı olduklarını aktarmış ve tepkilerin hedefi hâline gelmişti. Makalesinde Süleyman Tevfik Bey dönemin en önemli politikası sayılabilecek demir yolu siyasetini eleştirecek cesareti göstermektedir. Bahsi geçen yazısında “Milletin aç” olduğunu yazması üzerine Türklüğe hakaretten hakkında dava açılan Süleyman Bey, netice itibariyle beraat etmişti. Süleyman Tevfik beraat kararını 3 Nisan 1931 tarihinde Yarın gazetesinin birinci ve dördüncü sayfasında “Beraat Ettik” adlı yazısıyla okuyucularına duyurmuştu. Süleyman Tevfik’in çalıştığı dönemde iktidara muhalefeti neticesinde Yarın gazetesine sıklıkla davalar açılmıştı. Bu davalardan bir diğeri ise İzmit Valisi Eşref Bey aleyhinde gazetelerinde 12.11.1930 tarihinde “Dayak Ziyafeti” başlıklı yazı ve yine bu olaya dair çizilen bir karikatür sebebiyledir. “Adab-ı Umumiyeye Mugayeret” suçlamasıyla haklarında açılan bu dava sebebiyle Arif Oruç 1 sene 3 ay 15 gün hapis ve 312 lira para cezasına, mesul müdürü Süleyman Tevfik bey ise 7 ay 1 gün hapis ve 222 lira para cezasına mahkûm edilmişlerdi. Kararı temyiz edeceklerini söylemekle beraber, Ocak 1931’de tutuklanmışlardı. Tutuklanma kararı dünya basınında da geniş yer bulmuştu. Özellikle Times gazetesi tüm süreci takip edip mahkeme kararlarını gazetelerinde yayımlamıştı. Aralık 1929’da yayın hayatına başlayan Yarın gazetesi 8 Ağustos 1931’de çıkan 1881 sayılı Matbuat Kanunu sebebiyle 19 Ağustos 1931’de yayın hayatına son verdi. Süleyman Tevfik de bu sebepten dolayı yetmiş yaşında tekrar işsiz kalmıştı. Süleyman Tevfik dört yıl sonra 1935 yılında Zaman gazetesinde gençlik yıllarından cumhuriyetin ilanına kadar geçen sürede yaşadıklarını, devrin siyasî olaylarını, gazetecilik ve yayıncılık hayatındaki önemli olayları tefrika şeklinde yayımlamıştı. Bu çalışma yazarın hayatı hakkında önemli bilgiler içermekle beraber tezin oluşumuna da önemli katkılar sunmuştur.

Süleyman Tevfik ölümünden bir yıl öncesine kadar gazetecilikle uğraşmış ve eserlerini yazmaya devam etmiştir. Bu durum da yazarın gazeteciliğe ve yayıncılığa olan sevgisinin en büyük göstergesidir. Öyle ki yazar, hayatının büyük bir kısmını bu işi yaparak geçirmiş ve geçimini buradan kazandığı parayla sağlamıştır.

Süleyman Tevfik’in, halk hikâyelerinin özensiz taş basmaları hâlinden kurtarılıp gözden geçirilerek tipografi ile basılmalarında büyük emeği geçmişti. Aynı hizmeti 1928’den sonra yeni harflerle basılan halk hikâyelerinde de sürdürmüştü. Bu nedenle 1 Kasım 1928 tarihinde Arap alfabesinden Latin alfabesine geçişle beraber Süleyman Tevfik yayıncılık hayatına farklı bir yön vermişti. Ayrıca yazar eserlerinin büyük çoğunluğunu bu dönemde yazmış ve yayımlamıştı.

Süleyman Tevfik bu süreçte Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe meallerinin yanında dinî konularda da birçok eseri Türkçeye aktarmıştı. Süleyman Tevfik’in yayıncılık hayatında bu kadar keskin bir değişimin yaşanmasını devrin değişen şartlarıyla değerlendirmek mümkündür. Öyle ki yazar eserlerinin ve gazetelerini satılmadığı dönemlerde eserlerini basmamayı ve gazeteleri yayınlamamayı tercih etmişti. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte dinî konudaki Latin harfli eserlerin ilgi görmesi yazarı bu alanda eserler yazmaya yönlendirmişti.

Süleyman Tevfik özelinde torunu Hagop Özzorluoğlu’nun kızı Selin Yormaz ile yapılan görüşmede Süleyman Tevfik’in Mustafa Kemal Atatürk ile bir yakınlığının olduğunu, Süleyman Tevfik’in Atatürk’ün Florya’da bulunan köşküne gittiğini ve Atatürk tarafından Süleyman Tevfik’e altın sırmalı bir mendilin verildiğini ancak bu mendilin günümüze ulaşmadığını bildirmişti. Ayrıca Selin Yormaz, Atatürk’ün çeşitli konularda Süleyman Tevfik’e danıştığını Süleyman Tevfik tarafından Hagop Özzorluoğlu’na anlatıldığını söylemişti. Selin Yormaz, Süleyman Tevfik, torunu Hagop Özzorluoğlu’nu Atatürk’ün İstanbul’da vefatından sonra düzenlenen törenlere de götürdüğünü belirtmişti.

Süleyman Tevfik 1939 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Süleyman Tevfik’in mezarı günümüzde Topkapı Mezarlığında bulunmaktadır. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda yazarın ölüm sebebi ve ölüm tarihi, gün ve ay olarak saptanamamıştır. Ölümüyle geride onlarca eser bırakan Süleyman Tevfik, II. Meşrutiyet dönemi yazarları içerisinde yazdığı eserleri ve yaptığı çevirilerle önemli bir yere sahiptir. Günümüzde dahi birçok yazar ve araştırmacı Süleyman Tevfik’in kaleme aldığı onlarca eseri tekrar ele alıp yayımlamaktadır. Bu anlamda yazarın adı ve eserleri yıllar geçse de yaşamaya ve anılmaya devam etmektedir.

Süleyman Tevfik eserlerini birbirinden farklı isimlerle yayımlamıştır. Eserler üzerinde yapılan incelemeler sonucunda yazarın S.T., H.S. Tevfik, Süleyman Tevfik el- Hüseynî, Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Seyyid Süleyman Âşık el-Hüseynî K.S., Fahriye Nedim gibi farklı takma isimleri bulunmaktadır.

ESERLERİ

Romanlar:

Pakize (1912)

Mercan’daki Konakta (1912)

Cinayet Mahkemesinde (1913)

Hikâyeler:

Arabacının Cinayeti [Çeviri]

Arzu ile Kamber

Asüman ile Zeycan

Avcu Behram

Behmen Şah’ın Hikâyesi

Derdiyok ile Zülfü Siyah

Elif ile Mahmud

Ferhad ile Şirin

Fransuva Jozef’in Hayat-ı Âşıkanesi [çeviri]

Gül ile Sitemkâr

Güzel Kraliçenin İdamı [Alexandre Dumas’tan çeviri]

Hurşid ile Mahmihrî

Leylâ ile Mecnûn

Mahanın Felaketleri

Melek Şah ile Güllü Hanım

Razınihan ile Mahifiruze

Seyfilmülûk

Şah ile Âşık

Şah İsmail

Şahmerân Hikâyesi

Tahir ile Zühre

Tûtînâme

Vezir ile Baklacı

Yemliha’nın Karısı

Yusuf ile Züleyha

Kâmil’ul Kelam ve Banû Cihan

Yıldızdan Yıldıza Yolculuk ve Kuyruklu Yıldızlarla Seyahat [Voltaire’den çeviri]

Masal:

Yorganı Ört de Öleyim

Ayşe’nin Nişanlısı

Bolu Beyi’nin Gelini

Burnumu Sil Katırcı

Büyülü Çakmağın Marifeti

Çalınan Kız

Çıplak Ali

Çoban Kızı Ayşe

Çobanın Definesi

Demir Dağlar Memleketinde

Deniz Padişahının Kızı

Deniz Perisinin İnekleri

Dilencinin Hazinesi

Esirci Şahin, İstanbul

Evlendim Diye Dayısının Parasını Yiyen Delikanlı

İki Sene Ayrılıktan Sonra

Kadının Fendi Erkeği Yendi

Kasaplıktan Kadılığa

Kazma Kuyuyu Düşersin İçine

Kel Hasan’ın Bahtı

Köroğlu,

Kurbağaya Âşık

Leblebiler Altın Oldu

Leylek Padişah

Nasıl Kanbur Oldu?

Periler Diyarında

Perinin Sarayı,

Seyyahın Hortlağı,

Sihirbazın Marifetleri

Sihirli Adalar Arasında

Tama’kâr Oduncu

Tüccarın Vasiyetleri

Türkmen Güzeli

Zülfikar Bey’in Ceylanı

Gezi- Anı:

Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye ve Yunan Muharebesi, Abdullah Zühdü’yle birlikte

Tesalya’da Bir Cevelan ve Dört Aylık Seyahatim

II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Elli Yıllık Hatıralarım

Abdülhamid’in Cinci Hocası Ebü’l- Hüda

Une visite Rapide d'Istanbul ses monuments importants

Dinî İçerikli Eserler:

Kerbela

Kıssa-i Hazreti-i İbrahim Aleyhisselâm

Namaz Hocası ve Namaz Sûreleri

Tam Mevlid-i Şerif

Kenzü'l-havâs. Keyfiyet-i Celb ve Teshir

Kenzü'l-esrâr fî'l-Havas-ı ve'l-ezkâr

Kenzü'l-menâm. Mükemmel ve Mufassal Rüya Tâbirnâmesi,

Hûlâsa-i Vaveyla Seyyidü'ş-şüheda-i Kerbelâ

Tarih-i Enbiyâ ve İslâm, İstanbul, Kanaat Matbaa ve Kütüphanesi, 1922, 104 s.

Tarih-i Esâtir, İstanbul, Araks Matbaası, 1913, 288 s.

Tesbih Falı, İstanbul, Kader Matbaası, 1914, 16 s.

Vasıyetnâme-i Hüseynî: Bütün İslâmlara, âlem-i İslâm’ın terakki ve tealisi emr-i mühimmine çalışmak vazifesiyle mükellef bulunan ehl-i imana hitabe

Ta’birnâme-i Hüseyni

Tefaülnâme-i Hüseyni

Veysel Karanî Hikâyesi

Yadigâr-ı Hüseynî: pek kolay keşf-i ahvâl

Yedi Âlimler

Düzenlemeler:

Âşık Ömer Divanı

Yunus Emre Divanı

İncili Çavuş, İstanbul

İncili Çavuş’un Resimli Latifeleri

Bilimsel İçerikli Eserler:

Hayvan Yetiştirmek

Kendi Kendine Konservecilik

Koyun ve Mahsulâtı

Mir’at-ı Fünûn-ı Tabiîyeden: Hikmet ve Kimya,

Mir’at-ı Fünûn-ı Tabiîyeden: Tarih-i Tabiî

Mir’at-ı Fünûn-ı Tabiîyeden: Ziraat

Sebze Yetiştirme

Süt ve Ma’mulâtı

Tavuk Beslemek

Yeni Konservecilik

Sûn’i Sifâd

Çiçekçilik

Sütçülük

Tarih-i Tabii, Hayvanât ve Nebatât ve Medeniyet

Hayvanât-ı Ehliyeden Sığır (Kara Sığır Yetiştiriciliğinde Takip Edilmesi Lazım Gelen Usuller)

Tabii ve Sun’i Çayırlar

Bağcılık ve Şarapçılık

Çeviri Eserleri:

Roman:

Afrodit yani Zühre [Pierre Louys’den çeviri]

Ahlâk Düşkünü [Jacgues Lefort’tan çeviri]

Arsen Lüpen, Hem Kibar Hem Hırsız, [Maurice Leblane’den çeviri]

Ateşte Yananlar [çeviri]

Ateşler İçinde [Gaston Leroux’tan çeviri, Hasan Bedreddin’le]

Boşeno’nun Sergüzeşti, [Paul de Kock’tan çeviri]

Celladlar, Mağdurlar, [çeviri].

Din Namına Cinayet [çeviri]

İhtilali [Victor Hugo’dan çeviri]

Galebe-i Taassub [çeviri]

İzdivac ve Esrâr ve Vezâif-i Tenâsüliye [Pierre Garnier’den çeviri]

Josef Balsamo, [Alexandre Dumas Pere’den çeviri], 2 cilt

Kahraman Katil

Kan Mahkemesi, [çeviri]

Katil Papas [çeviri]

Kızgın Sevda [çeviri]

Komşum Raymon [Paul de Kock’te çeviri]

 Kralın Piç Kızı [çeviri]

Kraliçenin Gerdanlığı [Alexandre Dumas’tan çeviri]

Lâtaif Cüzdanı

Müdhiş İşkenceler [çeviri]

Nik Karter [çeviri]

Otel Sofracıbaşısının Ferâseti [Conan Doyle’dan çeviri]

Ruhban Cinayetleri [çeviri]

Saliha Hanım (Yetvard Odyan’dan çeviri)

Sayfiyede Bir Muaşaka [Emile Zola’dan çeviri]

Siyah Sihirbazlar [Ponson du Terrail’den çeviri]

Şarlok Holmes (Mak karney Cinayeti. Zengin Dilenci. Halanın Milyonları. Prensin Elmasları) [Conan Doyle’dan çeviri]

Şarlok Holmes Casus

109. Topal Şeytan [Le Sage’dan çeviri]

Yahudinin Hazineleri [çeviri]

Mösyö Lavared’in Amcazâdesi, [Paul D’ivol’den çeviri].

Zevceni Gözet, [Marie Anne de Bois- Hebert’ten çeviri]

Kırmızı Kahraman, [ Alexandre Dumas’tan çeviri]

Haramon Gönüllüleri, [ Ange Pitou’dan çeviri]

Maç Arkadaşları, [ Ponson du Terrail’den çeviri]

Çingene Kızı, [Xavier de Montépin’den çeviri]

Dilber Ellit (Alliette), [Eugéne Chavette’den çeviri]

Sözlük:

Muhit-i Tefeyyüz [Mehmet Süleyman’la birlikte]

Deneme:

Ev Kadınının Yemek Kitabı, [İç kapaktaki adı: 1001 Çeşit Yemek Reçetesi. Alaturka ve Alafranga Mükemmel Yemek, Tatlı, Pasta, Komposto, Reçel ve Soğuk Mezeler, Salata ve Turşular]

Ev Hanımının Kolay Yemekleri

Güzel Mektup Nümuneleri

Türkçe, Fransızca ve İngilizce Mektup yazıyorum

Yeni Mektup Örnekleri

Vasiyetname

Diğer Eserler:

Kaptan Pol

İstilâ-yı Cihan

Takvim-i Hüseyin

1934 Senesine Mahsus Türk Müneccim Takvimi

Kaynak: Süleyman Tevfik (Hayatı- Sanatı- Eserleri), Aykut Çelik, Doktora Tezi, 2020