Âşık Veysel Şatıroğlu
25 Ekim 1894 tarihinde, Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde doğdu. Annesi Gülizar Hanım, Keçecigillerden olup babası da Karaca lakaplı Ahmet adında bir çiftçidir. Ailenin Veysel’in dışında beş çocuğu vardır. Yoksulluk ve bakımsızlık yüzünden sırayla beş çocuğunu kaybeden aile, Veysel Karâni’nin yatırına gidip dua ettiler.
Baba Karaca Ahmet’in çocuklarının yaşamaması yahut da başka sebepler onu, türbe, yatır ziyaretine yöneltti. Halk düşüncesine göre Beserek Dağı kutsal bir dağdır. Çünkü Veysel Karâni Hazretleri Yemen çöllerinde kaybettiği devesini bu dağda buldu. Bu sebepten Emlek yöresi halkı yaz aylarının başlarında bu dağa çıkıp, kurban keserek, dilek dilemektedirler. Baba Karaca Ahmet de duasında “Ya Rabbi bir oğlum olursa Veysel Karâni Hazretlerinin adını koyacağım.” diye yalvardı. Vakti saati gelince de çocuğun adı Veysel konuldu.
Dünyaya geldiği dönemde çiçek hastalığı doğduğu bölgede oldukça yaygındı. Yedi yaşına geldiğinde, 1901 senesinde bu hastalık tekrar yaygınlaştı ve bu hastalığa yakalandı. O günleri şöyle anlatmaktadır: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”
Geçirdiği bu talihsiz kazadan sonra gözlerini kaybetti. Hatırladığı tek şeyin, kırmızı rengi olduğunu söylemektedir. Bu duruma ailesi de çok üzüldü. Gözlerini kaybettikten sonra kız kardeşi elinden tutup gezdirmeye başladı.
Veysel’in babası da âşığı bol olan bu diyardaki değerli şahsiyetlerdendi. Şiire meraklı, tekkeyle içli dışlı bir insandı. Bir uğraş olsun diye Ortaköy’deki Mustafa Abdal tekkesinden oğluna kırık bir saz verdi. Oğluna halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek acısını az da olsa dindirmeye çalıştı.
Ayrıca zaman zaman bulundukları yöredeki ozanlar da evlerine gelip çalıp söylediler. O da bu âşıkları büyük bir merakla dinledi. Uzun süre saza alışamadı hatta elinden bırakmayı düşünürken komşuları Molla Hüseyin ve Ali Ağa yardımcı oldu. Molla Hüseyin sazla ilgilendi, onun kırık olan tellerini taktı. Bir dönem saz dersleri de verdi. Bu derslerin başladığı ilk yıllarda âşığımızın umudu hiç yoktu, buna rağmen bir daha sazı elinden bırakmadı.
Asıl saz ustası ise Çamışıhlı Ali Ağa’dır. Ali Ağa aynı zamanda Karaca Ahmet’in de arkadaşıydı. Molla Hüseyin’le başlayan saz dersleri, Ali Ağa ile devam etti ve ondan bildiği parçaları da öğrenip ezberledi. Hayatının değişmesini sağlayan kişi Ali Ağa’dır. Ali Ağa sayesinde kendini iyice saza verip usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başladı. Karanlık dünyasını âdeta aydınlatan ozanlarla da Ali Ağa sayesinde tanıştı. Hayatında ikinci mühim değişiklik, seferberlikte başladı. Kardeşi Ali de cepheye gidince küçük kırık telli sazıyla yalnız kaldı. Harp başladıktan sonra bütün arkadaşları, emsalleri cepheye gitti.
Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva daha açıldı. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun etti. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bıraktı.
Seferberlik sonlarına doğru anne ve babası yaşlandıkları için ve kardeşlerinin de bakamayacağını düşünerek Veysel’i Esma adında akrabalarından bir kız ile evlendirdiler. Sekiz yıl süren bu evlilikten bir kızı, bir de oğlu oldu. Henüz on günlükken oğlu vefat etti. Bu olayı anne ve babasının kaybı izledi. Aynı dönemde bağ, bahçe işleriyle uğraştı. Köydeki fasıllarından da geri kalmadı. Köye âşıklar gelip gitmekte ve Veli, Karacaoğlan, Emrah, Sıtkı gibi saz şairlerinden çalıp söylemekteydiler.
Abisinin çocuklara bakması için tuttuğu yardımcı eşi Esma’yı kandırıp kaçırdı. Bu durum Veysel’de onarılamaz yaralar açtı. Karısı bırakıp gittiğinde kucağında altı aylık kızı kaldı. Kaybettiği oğlunun acısının yanı sıra eşinin de acısı bindi omuzlarına. İki yıl kızını kucağında taşıdıysa da bu çocuk da yaşamadı. Üst üste yaşadığı acılar onu bu âlemden iyice uzaklaştırdı. 1928 senesinde en iyi arkadaşı İbrahim ile Adana’ya gitme kararı alsalar da gidemediler.
Köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşadılar. Kendisini Adana’ya göndermeyen deli Süleyman, Sivaslı kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı etti. Dönüşte, Hafik’in yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz aldı. Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üçkâğıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybettiler. Ardından Veysel’in arkadaşları 9 lirasını da alarak kumara verdiler. Bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evlendi. Gülizar Hanım’dan altı çocuğu, bu çocuklardan da on sekiz torunu dünyaya geldi.
Hayatındaki yeni bir başlangıç olarak sayabileceğimiz olay ise Ahmet Kutsi Tecer ile tanışmasıyla gerçekleşti. 1931 yılında Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği’ni kurdular. Bu dönemde Ahmet Kutsi Tecer Sivas Lisesinde edebiyat öğretmeniydi. Derneğin kuruluşundan sonra 5 Aralık 1931 tarihinde üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenlediler. On beş âşığın katıldığı bu toplantıda Ahmet Kutsi Tecer, “Halk Şairi” olduklarına dair bir belge verdi. Böylece Veysel’in hayatında önemli bir dönüm noktası gerçekleşti.
1933 yılına kadar başka ozanların şiirlerinden çalıp söylerken cumhuriyetin onuncu yıl dönümünde yine Ahmet Kutsi Tecer aracılığı ile bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler yazdılar. Gün ışığına çıkan ilk şiiri “Atatürk’tür Türkiye’nin İhyası” dizesiyle başlayan şiir oldu. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, köyünden dışarıya çıkmasıyla gerçekleşti.
Destanın ortaya çıktığı dönemde Ağcakışla Nahiyesi Müdürü Ali Rıza Bey, çok beğendiği bu destanı Ankara’ya göndermeyi teklif etti. Kendisinin Ata’nın huzuruna gitmesinin daha doğru olacağını düşünerek, arkadaşı İbrahim ile birlikte yola düştüler. Üç aylık bir yolculuk sonucunda Ankara’ya vardılar. Burada bir tanıdıklarının evinde kırk beş gün misafir olsalar da destanı Mustafa Kemal’e okutmak kısmet olmadı. Bu durum Veysel’i çok yaraladı. Öyle ki eşi Gülizar Hanım bu üzüntüyü şu cümlelerle dile getirdi: “Ata’ya gidemediğine bir yanar, askere gidemediğine iki yanardı.”
Yaşadığı bu büyük üzüntüyü azaltacak bir olay ise destanın Hâkimiyet-i Milliye basımevi tarafından gazeteye verilmesiyle yaşandı. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlandı. Bu olaydan sonra bütün yurdu dolaşmaya başladı, gittiği yerlerde de sevilip saygı duyuldu. 1940 yılına kadar can dostu İbrahim ile birlikte dolaştığı bilinmektedir. 1960 yılına kadar da yol arkadaşlığı eden kişi, adaşı Veysel Erkeleç oldu. Halk arasında ona, “Küçük” denmekteydi. 1960 yılında Küçük de vefat edince Âşık Veysel’e yol arkadaşlığı etme görevi oğlu Ahmet’e düştü. Bu dönemden sonra oğlu yanından ayrılmadı.
Baba oğul yaz aylarını köyde geçirirken kış aylarında da çeşitli illerde bulundular. Köyde bulundukları dönemde vaktini istirahat ederek geçirdi, oğlu da ziraatçılıkla uğraştı. Ahmet Kutsi Tecer’in, üzerindeki rolü bu dönemde de kendini gösterdi. Tecer, devrin iktidar yetkililerine başvurarak Veysel’e Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapma imkânı sağladı.
Böylece, enstitü öğrencilerine saz çalmanın ustalığını, düzenini öğretirken cebine de çocuklarının nafakası girdi. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu - Gölköy, Yıldızeli, Lâdik – Samsun ve Akpınar Köy enstitülerinde çalıştı. Sanatında, çalıştığı bu kurumların da rolü büyük oldu. Bu sayede hem öğrencilere eğitimlerinde katkı sağlarken hem de cebine ailesini geçindirebilecek miktarda para geçti. En önemlisi ise Türkiye’nin kültür yaşamında önemli yeri olan birçok sanatçıyla tanışma olanağı buldu, şiiri de iyice gelişti.
Köyüne duyduğu sevgi ve hasret köyünden daha fazla uzak kalamamasına sebep oldu. 1946 yılında izin alıp köyüne gitti ve bir daha da geri dönmedi. Enstitülerdeki görevi de böylece son buldu. Burada geçimini çiftçilik yaparak sağladı. Hatta Sivrialan’ı bereketli bir meyve bahçesiyle ilk defa güzelleştiren o oldu. Asırlardan beri meyve yetişmeyen bu köyde büyük bir hevesle diktiği, titizlikle baktığı fidanları meyve verdi.
1950’li yıllara gelindiğinde Veysel için umutlu, bereketli bir dönemin başladı. Şiir kitapları, plakları, konserleri ilk defa bu dönemde yüzünü güldürmeye başladı. 1952 yılında, Metin Erksan, hayatını “Karanlık Dünya” ismiyle film hâline getirdi. Sazıyla, sözüyle beyaz perdeye düştüğü ilk sahne de bu film ile oldu. Filmde Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Aclan Sayılgan oynadı.
1965 yılına gelindiğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanun çıkararak Veysel’e, “Anadilimize ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağladı. 28-30 Ekim 1967 tarihinde gerçekleştirilen Konya II. Âşıklar Bayramı’na davet edilen yirmi altı âşıktan birisi oldu. Bu bayramda yarışmadı, yaşı ve mesleğine saygıdan dolayı jüri üyesi olarak bulundu.
Şiirlerinin neredeyse tamamı koşma şeklinin özelliklerini göstermektedir. Yaşadığı döneme ait bütün unsurları, sosyal ve siyasal olayları, şiirlerinde yansıtmış bir kişiydi. Eserlerinde her zaman toplumsal olaylara dikkati çekti, eğitimin önemine değindi. Cehaletle mücadele her zaman önem teşkil etti. Kendisi okuyamamış olmasına rağmen her zaman eğitimin önemini savundu.
Çünkü bütün kötülüklerin sebebinin bilgisizlik olduğu ileri sürdü. Öyle ki halk evleri ve köy enstitüleri şiirlerinde işlediği başlıca konulardan oldu. Bu kurumlara her zaman destek verdi. Bu şiirlerinde Halk Evlerinin önemi, kuruluş amacı, ilim yuvası olduğu belirtilmektedir. İlk şiiri de “Atatürk Destanı” oldu. Bu destanı Cumhuriyetin 10. yılı sebebi ile 1933 yılında yazdı. Atanın ölümü üzerine de 1938 yılında “ağladı” redifli şiirini kaleme aldı. Halk kültürünün bütün unsurlarını şiirlerine yansıttı. Toplamda 257 şiirine ulaşıldı ve 29 tanesinde eğitim unsuru tespit edildi.
21 Mart 1973 günü vefat etti.
Eserleri:
Anlatamam Derdimi, Arasam Seni Gül İlen, Atatürk'e Ağıt, Beni Hor Görme, Beş Günlük Dünya, Bir Kökte Uzamış, Birlik Destanı, Çiçekler, Cümle Âlem Senindir, Derdimi Dökersem Derin Dereye, Dost Çevirmiş Yüzünü Benden, Dost Yolunda, Dostlar Beni Hatırlasın, Dün Gece Yar Eşiğinde, Dünya'ya Gelmemde Maksat, Esti Bahar Yeli, Gel Ey Âşık, Gonca Gülün Kokusuna, Gönül Sana Nasihatim, Gözyaşı Armağan, Küçük Dünyam, Murat, Seherin Vaktinde, Sekizinci Ayın Yirmi İkisi, ,Sen Bir Ceylan Olsan, Sen Varsın, Şu Geniş Dünya'ya, Uzun İnce Bir Yoldayım, Yaz Gelsin, Sivas Ellerinde, Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz.
Kaynak: Gözde Tırkaz, Yirminci Yüzyıl Âşıklarından Âşık Mehmet Yakıcı - Âşık Huzûrî - Âşık Veysel Şatıroğlu - Âşık Zülâlî ve Âşık Efkârî’nin Şiirlerinde Eğitim Unsurları, Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Antalya, 2014.