III. Ahmet

Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra 40 yıl süreyle Osmanlı Devleti’nin tahtında en uzun süre kalan IV. Mehmet’in hükümdarlık koltuğuna oturan ikinci oğlu olan III. Ahmet, 31 Aralık 1673 tarihinde doğdu. Amcası II. Süleyman’ın tahta çıktığı tarihte, babası ve ağabeyi ile birlikte Topkapı Sarayı’ndaki Şimşirlik (kafes) dairesine kapatıldı. Bir süre kafeste yaşayan III. Ahmet, daha sonra Edirne’ye nakledilerek amcaları II. Süleyman, II. Ahmet ve ağabeyi II. Mustafa’nın padişahlıkları süresince burada kaldı. 1703 yılında meydana gelen Edirne Vakası ile ağabeyi II. Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine, 17 Ağustos 1703 tarihinde tahta çıktı. İsyancı askerler tarafından başvezir ilan edilen Kavanoz Ahmet Paşa tarafından, 22 Ağustos 1703 tarihinde Edirne Sarayı’ndan alındı ve ertesi gün kendisine biat (bağlılık) töreni düzenlendi. 

İlk İşi II. Mustafa ve Çocuklarını Saraya Hapsettirmek Oldu 

III. Ahmet, tahta oturduktan sonra, ilk iş olarak ağabeyi II. Mustafa ve çocuklarını Edirne Sarayı’na hapsettirdi. Devletin üst yöneticilerinde değişikliğe giden III. Ahmet, abisinin tahttan indirilmesiyle sonuçlanan Edirne Vakası’na sebep olan askerlerin ulufelerini, Edirne Bayezid Camii’nde adına okunan hutbeden sonra dağıtarak olayları yatıştırdı. Ardından eski şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin katline izin verip çocuklarının ve damatlarının yakalanıp hapsedilmesini sağladı. Eski vezirleri saray hizmetinden uzaklaştırdıktan sonra İstanbul’a hareket etti. III. Ahmet’in İstanbul’da ilk karşılaştığı olay, abisi II. Mustafa’nın tahttan indirilmesine neden olan Edirne Vakası’nı başlatan, ordunun silahlarını temin eden, koruyan ve cepheye taşıyan cebeciler gibi, yeniçeriler ile bostancıların ayaklanma girişimi oldu. Fakat bu olay büyümeden önlendi. Aynı süreçte, eski şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin yakını olan devlet adamları sürgüne gönderildi. Ayrıca, kendisinin tahta çıkmasını sağlayan isyancıların elebaşılarından Yeniçeri Ağası Vezir Çalık Ahmet Paşa, Sadrazam Kavanoz Ahmet Paşa ve Şeyhülislam Mehmet Efendi’yi de yanından uzaklaştırdı. Böylece devlet yönetiminde üzerindeki vesayetten kurtuldu. 

Barış Ortamını Bozmamaya Çalıştı 

1699’un başında imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti’nde büyük bir moral çöküntüye neden olmuştu. Çok cepheli savaşı sona erdirmesine rağmen, imzalanan anlaşma ile Osmanlı Devleti büyük bir nüfuz kaybına uğramıştı. Aynı zamanda toplumda ekonomik ve sosyal alanda büyük bir yorgunluk baş göstermişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin uzun bir barış dönemine ihtiyacı vardı. Bu noktada 18. yüzyılın başından itibaren Avrupa’da başlayan Veraset Savaşları Osmanlı Devleti’ne fırsat yarattı. Özellikle Lehistan Krallığı sorunundan dolayı İsveç ile Rusya arasındaki anlaşmazlığın doğurduğu savaşlara, Osmanlı Devleti taraf olmadı. Aynı süreçte, doğuda İran’la dostluk ekseninde ilişkiler kuruldu. Fakat Rus Çarı Büyük Petro’ya yenilen İsveç Kralı XII. Şarl’ın (Demirbaş Şarl) Başvezir Çorlulu Ali Paşa’nın aracılığı ile Osmanlı Devleti’ne sığınması, Osmanlı Devleti ile Rusya’nın ilişkilerinin bozulmasına sebep oldu. Dolayısıyla III. Ahmet, planladığı uzun dönemli barış siyasetini fiilî durumdan dolayı takip edemedi. 

Prut’ta Büyük Zafer Kazanıldı 

Rus Çarı Petro’nun, 1700 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması hükümlerine uymamasının yanı sıra, Kırım Hanı Devlet Giray’ın teşvik ve tahrikleriyle, Osmanlı Devleti’nin 8 yıllık barış dönemi sona erdi. İleride Prut Seferi adını alacak olan Osmanlı-Rus Savaşı, ordunun 9 Nisan 1711 tarihinde İstanbul’dan yola çıkmasıyla başladı. Baltacı Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Kırım kuvvetleriyle birleştikten sonra, günümüzde Moldova’da kalan Prut Nehri üzerinde Falcı mevkisinde Çar Petro komutasındaki Rus ordusu ile karşılaştı ve büyük bir zafer kazandı. Fakat 23 Temmuz 1711’de imzalanan anlaşma, kazanılan zafere uygun olmadı. Bu nedenle özellikle Başvezir Baltacı Mehmet Paşa hakkında çok söylenti çıktı. Bu durum Baltacı Mehmet Paşa’nın görevinden alınmasına ve III. Ahmet’in yeni bir Rus seferi için hazırlattığı ordu ile birlikte Edirne’ye kadar gitmesine yol açtı. Fakat İngiliz Elçisi Sutton ve Hollanda Elçisi Gallier’in aracılığı ile Prut Antlaşması’nın bir kısım maddeleri uygulama alanına girdiği için yeni bir Rus seferinden vazgeçildi. Günümüzde Moldova’da kalan Bender Kalesi’nde konuk edilen İsveç Kralı XII. Şarl’ın Osmanlı Devleti’ndeki faaliyetleri, Rusya ile zaman zaman gerginliklere sebep olmuşsa da Silahtar Ali Paşa’nın başvezirliği döneminde, 24 Haziran 1713 tarihinde Edirne’de imzalanan yeni bir antlaşma ile Osmanlı-Rus ilişkilerindeki anlaşmazlıklara bir süreliğine de olsa ara verildi. 

Eski Sınırlar Kızılelmaya Dönüştü 

Prut’ta Çarlık Rusya’sına karşı kazanılan zafer ile Azak ve çevresini geri alan Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması’yla Venedik Cumhuriyeti’ne bıraktığı Mora Yarımadası’nı da alma planları yapmaya başladı. Bu planı, Venediklilerin tahriki ile 1714 yılında Karadağlıların isyan etmesi hızlandırdı. İsyanı bastırmak için gönderilen Köprülüzade Numan Paşa’nın kesin bir sonuç alamaması, ayrıca Enişte Hasan Paşa’ya ait eşyanın Akdeniz’de Venedikliler tarafından yağma edilmesi, Mora seferini erkene aldırdı. III. Ahmet, Sadrazam Ali Paşa’yı 8 Aralık 1714’te Mora Yarımadası ile Akdeniz’deki Venediklilerin elinde bulunan diğer bazı adaların alınması için görevlendirdi. Kaptanıderya Canım Hoca Mehmet Paşa’yı deniz kuvvetlerini idare etmekle görevlendirdi. Planlandığı gibi, Mora Yarımadası hızlı bir şekilde ele geçirildiği gibi, Girit’te henüz düşman elinde bulunan Sperlanka, Granbosa, Suda gibi bazı kaleler de Osmanlı’ya dâhil oldu. Kazanılan zaferler, Karlofça Antlaşması ile bozulan moralleri düzeltirken eski günlere dönmeye ilişkin umutları da canlandırdı. Ancak elde edilen başarıları, 1716’da başlayan Körfez (Korfu) Seferi gölgeledi. Çünkü Avusturyalıların müdahaleleri ve Türk kuvvetlerinin iki cepheye ayrılması yüzünden seferde başarı elde edilemedi. Sadrazam Damat Ali Paşa’nın Petervaradin’de şehit düşmesi de Osmanlı ordusunun dağılmasına ve III. Ahmet’in Korfu kuşatmasını kaldırmasına yol açtı. Avusturyalılar karşısında, arka arkaya sadarete getirilen Arnavut Halil Paşa ve Kayserili Mehmet Paşa zamanlarında da başarı elde edilemedi. Hatta Macar milliyetçilerinden Erdel Kralı François Rakoczi’nin Avusturya İmparatorluğu’na karşı Macaristan’da bir iç isyan çıkarmak üzere Fransa’dan getirilip Eflâk’a gönderilmesi de bir fayda sağlamadı. III. Ahmet bu seferler sırasında Edirne’ye hatta Sofya’ya kadar gidiyor, kış mevsiminde İstanbul’a geri dönüyordu. Nihayet Avusturyalıların Niş yöresine kadar inmeleri üzerine, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadareti döneminde 21 Temmuz 1718’de Pasarofça Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nun Sırbistan’da daha fazla toprak kaybetmesi önlenmiş, bir yandan da Osmanlı-Venedik münasebetleri normal şekle sokulmuş oldu. Ayrıca Ruslara Lehistan meselesinde ve mukaddes yerler konusunda yeni haklar tanındı. Böylece Sadrazam İbrahim Paşa’nın çabalarıyla batıda ve kuzeyde sükûnet sağlanmış oldu. 

Doğu Sınırlarında Ruslar da Rakip Oldu 

III. Ahmet, hükümdarlığının son yıllarında en çok doğu sınırlarının güvenliğiyle uğraştı. Karadeniz üzerinden Akdeniz’e inme planlarını gerçekleştirme konusunda güçlük yaşayan Ruslar, bu sefer Hazar Denizi üzerinden İran’a girme ve Basra Körfezi’ne inme planları yapmaya başladı. Bunun üzerine, Bakü ve çevresinde egemen olan Şirvanşahlar ve Dağıstan bölgesindeki Müslümanlar, III. Ahmet’ten korunma talep ettiler. İran’daki siyasi istikrarsızlık da III. Ahmet’i bu çağrıya uymaya mecbur bıraktı. Osmanlı ordusu doğu sınırlarının güvenliğini sağlamak için İran’ın batıdaki şehirlerine girmek zorunda kaldı. Böylece Derbent ve Bakü sorunlarından dolayı Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya’sı, Kafkaslar’ın doğusunda karşı karşıya geldiler. İki devleti uzlaştıran ise Fransız Elçisi Marquis de Bonnac oldu. Bonnac’ın aracılığı ile 23 Haziran 1724’te İstanbul’da, ebedî barış anlamında İran Mukasemenamesi adı verilen anlaşma imzalandı ve bu anlaşma sonunda Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı, İran’ın batıdaki şehirlerini paylaşarak uzlaştılar. 

Doğu Seferleri, Osmanlı Devleti’ni Yordu 

Osmanlı-Rus anlaşmasına İran Hükümdarı Şah Tahmasb itiraz etti. Tahmasb’ı varılan uzlaşmaya ikna etmek isteyen Osmanlı Devleti, doğu seferi başlatarak, Nahçıvan, Revan, Gence, Hoy, Merend, Selmas, Sine, Kirmanşah, Nihavend ve Hemedan’ı ele geçirdi. Bunun üzerine Şah Tahmasb, anlaşma hükümlerini kabul etmeye mecbur kılındı. Batıdaki şehirlerini Osmanlı Devleti’ne kaptıran İran’da yönetim sıkıntısı baş gösterdi. İran’ın Afganistan sınırına yakın doğu bölgesinde ortaya çıkan Mir Üveysoğulları, II. Tahmasb’ı tahttan indirerek idareyi ele geçirdiler. İran’ın yeni egemeni olan Eşref Han, III. Ahmet’e elçi göndererek Hoy, Kirmanşah, Hemedan gibi İran şehirlerinin kendilerine bırakılmasını istedi. III. Ahmet bu isteği reddetti. Oluşan çatışma ortamı, Osmanlı ve Afgan kuvvetlerini karşı karşıya getirdi. Kasım 1726’da Nihavend civarında Osmanlı ordusu ile İranAfgan kuvvetleri çatıştı. Savaş sonunda Osmanlı ordusu yenildi. 4 Ekim 1727’de Eşref Han ile yeni bir Hemedan Mukasemenamesi (ebedî barış) imzalandı. Bu anlaşma III. Ahmet’in hükümdarlığında bir dönüm noktası oldu. 

Patrona Halil İsyanı’yla Devrildi 

Çarlık Rusya’sı ile varılan uzlaşma doğrultusunda İran’ın batıdaki şehirlerini paylaşmanın Osmanlı Devleti’ne maliyeti ağır oldu. Seferler nedeniyle arka arkaya yeni vergiler konuldu. Anadolu’da genel asayiş bozulurken ve doğudaki aşiretlerin talan ve soygunları nedeniyle, halkın İstanbul’a göçü artarken şehirde işsizlik yoğunlaştı ve esnafın işleri giderek daha kötüleşti. Bu durum III. Ahmet’e ve özellikle Başvezir İbrahim Paşa’ya karşı hoşnutsuzluğu körükledi. Bu hoşnutsuzluğu, Osmanlı Devleti’nin eline geçen İran’ın batıdaki şehirlerinin, II. Tahmasb’ı koruması altına alan İran’ın yeni egemeni Nadir Ali Şah’ın eline geçmesi daha da tahrik etti. Düzenlenen başarısız seferler sebebiyle ekonomik ve sosyal sorunların arttığı bir dönemde, III. Ahmet’in zamanının önemli bir bölümünü İstanbul’un yeni hayat alanlarında geçirmesi halkın öfkesini iyice kabarttı. Lale Devri adı verilen bu dönemde, nepotizm denilen devletin üst yönetimindeki akrabalaşma bu öfkeye tuz biber oldu. Uzun yıllar zaferden zafere koşan ordunun yenilgilerini duymak, halkı galeyana getirecek ruhsal bunalım için yeterli bir gerekçeye dönüşmüştü. Ekonomik ve sosyal sorunları körüklememek için barış döneminin uzatılmak istenmesinin halka doğru şekilde anlatılamaması, halktaki kaynaşmayı iyice artırdı. Bunun üzerine 1730’da Patrona Halil İsyanı patlak verdi. İsyan çıktığında ordu Haydarpaşa’da, III. Ahmet de Üsküdar’da Hatice Sultan’ın konağındaydı. Olayı haber aldığı 28 Eylül 1730’da, gece gizlice Topkapı Sarayı’na döndü. İsyancılar, saray ve çevresinden kurbanlar istiyordu. Ordu uzakta olduğu için III. Ahmet’in müdahale etme gücü oldukça zayıftı. Bu nedenle isyancılarla pazarlık etmeye mecbur kaldı. İsyancılar, III. Ahmet’in damadı Başvezir Nevşehirli İbrahim Paşa ile onun damatları Kethüda Mehmet Paşa ve Kaptanıderya Kaymak Mustafa Paşa’nın kendilerine verilmesini istiyordu. III. Ahmet, istediklerini yaptı ve üçünü de boğdurarak isyancılara teslim etti. İsyancılar, istediklerini alsalar da tatmin olmamışlardı. Bu nedenle, III. Ahmet’in de tahtı bırakmasını istediler. Bu isteğin önüne geçemeyen III. Ahmet, 1 Ekim 1730 tarihinde tahtından feragat ederek, yerine abisi II. Mustafa’nın oğlu I. Mahmut’un getirilmesini kabul etti. Ardından, yanında oğulları Mustafa ile Abdülhamit olduğu hâlde, Topkapı Sarayı’ndaki tahttan indirilerek, saraydaki kafese hapsedildi. Ömrünün son altı yılını şimşirlik denilen kafeste geçiren III. Ahmet, 24 Haziran 1736’da vefat etti. 63 yaşında hayata veda eden III. Ahmet, Eminönü’de Yeni Cami yanında bulunan babaannesi Valide Turhan Sultan’ın türbesine defnedildi. 

Batılılaşma Hareketi Onun Döneminde Başladı 

III. Ahmet’in, 27 yıllık hükümdarlığı dönemi, aynı zamanda Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma hareketlerinin başladığı dönem oldu. Özellikle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın başvezirliği döneminde, yenileşmeye büyük önem verildi. Devrin önde gelen devlet adamlarından Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris sefaretini müteakip saraya sunduğu raporla, Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma hareketi fiilen başlamış oldu. Bu dönemde, İstanbul’da hayat tarzı büyük ölçüde değişti. Paris’ten getirilen planlara göre Kâğıthane çevresiyle Haliç ve Boğaziçi sahillerinde, Üsküdar civarında padişahın hoşuna giden yeni yeni binaların inşasına başlandı. Sadabad denilen Kâğıthane arazisi, dönemin vezirleri arasında paylaştırıldı ve her vezir kendisine verilen sahada çiçekler ve ağaçlar arasında yeni yeni köşkler yaptırdı. III. Ahmet, bahçeyi ve çiçeği seven bir padişah olduğu için “şükûfecilik” denen çiçekçilik onun zamanında bir meslek hâlini aldı. O döneme Lale Devri denilmesine sebep olan lale, son derece değerli bir çiçek hâline geldi. Bunun nedeni, bahçe süslemesinde lalenin yaygın şekilde kullanılmasıydı. Ayrıca lalenin değişik renk ve çeşitlerinin yetiştirilmesinde âdeta bir yarışa girildi. Hakkında kitaplar yazıldı. III. Ahmet’in katıldığı Çırağan eğlenceleri de lalelerle süslü bahçelerde yapıldı. Sadabad denilen Kâğıthane’de, 120’den fazla lalelerle süslü bahçe vardı. Üsküdar’da Şerefabad Kasrı, III. Ahmet adına inşa edilmiş ve Kayışdağı’ndan getirilen sular, bu kasrın bahçesinden geçirildikten sonra Üsküdar çeşmelerine dağıtılmıştı. 

İlk Matbaa Kuruldu 

Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin raporundan sonra, İstanbul’a deniz yoluyla gelen yolculara, karantina uygulaması başlatıldı. Bu arada ilk itfaiye teşkilatı da III. Ahmet zamanında kuruldu. Fransız kökenli Gerçek Davut Ağa, Şehzadebaşı’nda Eski Odalar denilen yerde, 1722 yılında Tulumbacı Ocağı’nı kurdu. Bunlardan daha önemlisi, ilk defa Türkçe kitaplar basan bir matbaa açıldı. Esasında, İstanbul’da, Selanik’te, İzmir’de, Halep’te gayrimüslimlere ait matbaalar bulunuyordu. Fakat bunlar Türkçe kitap basmıyorlardı. Ancak Macar kökenli İbrahim Müteferrika Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Sait Efendi ile birlikte büyük çaba göstererek önce Başvezir Nevşehirli İbrahim Paşa’yı ikna ettiler. Müslümanlar için matbaada Türkçe eserler basılmasının önemini kavrayan İbrahim Paşa’nın desteği ve Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’nin fetvası sonucu III. Ahmet matbaanın kurulmasına izin veren ferman yayımladı. 16 Aralık 1727 tarihinde Türkçe ilk kitap “Vankulu Lügati” basıldı. Ardından tarih ve coğrafyayla ilgili ve sözlük olan 16 eser daha yayımlandı, basılan toplam eser sayısı 17’yi, cilt sayısı ise 22’yi buldu. Rockfort adındaki bir mühendis subay da Osmanlı ordusunda bazı yenilikler yapmak üzere Üsküdar’da yeni bir ocak kurma girişiminde bulundu. Uzun yıllar Osmanlı ordusuna hizmet eden ve mezarı İstanbul’da bulunan Humbaracı Ahmet Paşa, Humbaracı Ocağı’nı yenilemesi için, yine bu devirde davet edildi. Yalova’da kâğıt üretimine başlanmasının yanı sıra, İstanbul’da Tekfur Sarayı’nda 1725’te bir çini fabrikası kuruldu. İznik’teki çini ustalarından bazıları, İstanbul’a getirilerek fabrikanın çalışması sağlandı. Ayrıca mevcut çuha fabrikasının yanında hatayi ismi verilen kumaşı dokumak üzere bir başka fabrika daha inşa edildi. 

Hattat Bir Hükümdardı 

III. Ahmet, iyi bir hattattı. Hat sanatının her türünü büyük bir ustalıkla icra ediyordu. Hat sanatını devrin ünlü hattatları Hafız Osman ve Veliyyüddin Efendi’den öğrenmiş idi. Sütlüce’de bulunan sarayın harem kapısı üzerindeki kitabe, Sultanahmet’te Bab-ı Hümayun önündeki meşhur çeşme ile Üsküdar Meydanı’nda inşa edilen çeşmenin kitabeleri ve Topkapı Sarayı’ndaki Arz Odası üzerindeki besmele III. Ahmet’in kendi el yazılarıdır. Celî hat ile yazdığı ve Tozkondurmaz Mustafa Ağa’nın tezhip ettiği levhaları da bazı selatin camilerine asılmış, yine kendisinin yazdığı iki mushaf Ravza-i Mutahhara’ya gönderilmiştir. Topkapı Sarayı’nda kendi yaptırdığı kitaplıkta bulunan on dört sayfalık sülüs celîsi ile kaleme alınmış murakka da onun eseridir. III. Ahmet’in hükümdarlığı döneminin en önemli şairi Nedim’dir. III. Ahmet ayrıca, Seyyid Vehbî, İzzet Ali, Neylî Ahmet, Vakanüvis Raşit Mehmet, Küçük Çelebizade İsmail Asim, Nahîfî, Sami gibi dönemin çok sayıda şairini korumuş ve ödüllendirmiştir. Kendisinin de şairlikteki mahlası Necîb idi. 

Tercüme Faaliyetleri Hızlandı 

Batı’nın Osmanlı Devleti karşısında giderek güçlenmesi, Osmanlı Devleti’nde yenileşme arayışlarını hızlandırmıştı. Bu nedenle tercüme faaliyetlerine de büyük hız verilmişti. Bu nedenle Yanyalı Esat Efendi, Heratlı Kâbızî Efendi, Mansûrîzade Müderris Fasîhî Efendi, İshak Efendi, Şam Kadısı Medhî Efendi, Halep Kadısı İlmî Efendi, Selanik Kadısı Müstecirzade Abdullah Efendi, Kara Halilzade Mehmet Said Efendi ve Şair Nedim gibi ilim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulu bir heyet devamlı olarak toplanıyor, Doğu ve Batı dillerindeki eserlerden tercümeler yapıyordu. Fransızcadan bazı eserler ilk defa bu dönemde Türkçeye çevrildi. Aynı şekilde Türkçeden de Fransızcaya eserler tercüme edildi. Çiçek hastalığı da bu dönemde tedavi edilmeye başlandı. Avrupa’da çiçek aşısının keşfedilmediği bu dönemde, İstanbul’da çiçek hastalığını tedavi edebilecek bilgili doktorlar vardı. III. Ahmet’i de yakalandığı çiçek hastalığından, dönemin doktorlarından Mehmet Efendi, Süleyman Efendi ve Ömer Efendi kurtarmıştı. 

Topkapı Sarayı’na Kütüphane Kurdurdu 

III. Ahmet’in, Osmanlı Devleti’nde alışık olunmayan yeniliklerinden biri de Topkapı Sarayı’nın iç hazine ve Has Oda hazinesi ile Harem Dairesi’nde dağınık hâlde bulunan kıymetli kitapları bir araya toplatarak Arz Odası’nın arkasında II. Selim’e ait beyaz mermer havuzlu bahçenin yerine müstakil bir kütüphane inşa ettirmesi oldu. İstanbul’u güzelleştirmeye büyük önem veren III. Ahmet’in yaptırdığı en önemli eserlerden biri, annesi Rabia Emetullah Gülnûş Sultan için Üsküdar’da Yeni Valide Camii ve yanında bir sebil, çeşme, çocuk okulu ve bir imarethanedir. İstanbul’da Bahçekapı’da Büyük Valide Turhan Hatice Sultan Türbesi yanında ikinci bir kütüphane ile Ayasofya Camii’nin arkasında kendi adıyla anılan III. Ahmet Çeşmesi de ondan günümüze ulaşan eserlerdendir. Üsküdar’da İskele Meydanı’ndaki büyük çeşmeyi ve Kâğıthane’de Çağlayan önünde, Şair Nedim’in “Çeşme-i nevpeydâ” adını verdiği üçüncü bir çeşme yaptırdı. Ayrıca, Galata Sarayı’nın tamiri ve vakıf şartlarının değiştirilmesiyle bu sarayın dışında bir cami, Boğaziçi’nde Bebek’te diğer bir cami ve altında bir mektep ile çeşme, Hasköy-Kasımpaşa arasında, Aynalıkavak’ta köprübaşında ve annesine ait olan Galata Yeni Camii’nin güney cephesindeki avlu kapısının dışında yine bir çeşme yaptırdı. Ok Meydanı’nda, Fatih Sultan Mehmet adına yapılmış olan caminin minberinin, Kızkulesi fenerinin ve 1720’de yanan Cihangir Camii’nin tamirleri, Dolmabahçe’de sahil yolunun kapatılarak Fındıklı-Beşiktaş yolunun arkadan geçirilmesi işleri de yine bu padişahın emriyle yapılmıştır. Keskin nişancılığı ile de bilinen III. Ahmet, Osmanlı hükümdarları içinde en fazla evlilik yapanlardan biridir. Onun çok sayıda oğlu dünyaya gelmişse de bunların çoğu küçük yaşta ölmüştür. Oğullarından sadece Mustafa (III. Mustafa) ile Abdülhamit (I. Abdülhamit) padişah olmuşlardır.

Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.