II. Mahmut
Osmanlı Devleti’nin yenileşmesinde en kararlı adımları atan II. Mahmut, 20 Temmuz 1785’te doğdu. I. Abdülhamit’in oğlu olan ve ağabeyi IV. Mustafa’nın tahttan indirilmesinden sonra hükümdarlık koltuğuna oturan II. Mahmut, 28 Temmuz 1808’de padişah oldu. Ağabeyi IV. Mustafa’yı tahtta tutmak için, III. Selim’i öldürmek isteyen isyancıların, taht vârisi olması ihtimalini ortadan kaldırmak için onu da öldürmek istemeleri, hayatında derin izler bıraktı. Amcası III. Selim, hükümdarlık yaparken onun rol modeli olmuştur. Amcasının yanlış gördüğü yanlarını tekrar etmeyerek devlette yenileşmeyi kurumsallaştırmayı hedeflemiştir. Bu nedenle Osmanlı tarihinde onun hükümdarlığı ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı 1826 yılı bir dönüm noktasıdır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonraki dönem ise reformların yaygınlaştırıldığı ve kurumsallaştırıldığı yıllar olmuştur. II. Mahmut, Osmanlı Devleti’nin tahtına çıktığı tarihte Avrupa’da en güçlü devlet Fransa idi. Osmanlı Devleti’nin Rusya ve İngiltere ile çıkarlarının çatışması nedeniyle, Fransa ile ittifak kaçınılmaz hâle gelmişti. Ruslar ile III. Selim’in tahttan indirildiği yıl başlayan savaşa, yapılan ateşkes anlaşması ile ara verilmiş ve II. Mahmut’un tahta çıkışıyla savaş yeniden başlamıştı. İngiltere ile yapılan savaş, 9 Ocak 1809’da imzalanan Kale-i Sultaniye Antlaşması’yla sona ererken Rusya ile savaş 1812 yılına kadar sürdü. 28 Eylül 1812’de yapılan Bükreş Antlaşması ile savaş sona ererken Osmanlı Devleti Besarabya’dan (Moldova) çekilmeyi kabul etti. Ruslar da işgal ettikleri Eflak ve Boğdan’ı boşalttı. Ancak Kafkaslar’daki Rus ilerlemesi tanınmak zorunda kalındı. Ayrıca, Sırplara özerklik verilmesi gündeme gelse de Napolyon’un 1812 yılında Moskova seferine çıkması, Bükreş Antlaşması’nın Sırplarla ilgili hükümlerinin uygulanmasını geciktirmiştir. Sırplara özerklik konusu daha sonra yeniden gündeme gelmiş ve özerklik kaçınılmaz olmuştur.
Navarin’de Türk Donanması Yakıldı
1789 Fransız İhtilali’nin yaktığı milliyetçilik ateşinden en hızlı etkilenenler, Balkan halkları olmuştur. 1821’de başlayan Rum isyanı, Avrupa’da Türk düşmanlığını körükledi. İsyanı Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’dan gönderdiği kuvvetler bastırsa da Mora Yarımadası dış müdahaleye açık hâle geldi. Mora Yarımadası’ndaki Rum isyanını bastırmak üzere Navarin Koyu’nda demirleyen 78 gemiden oluşan Osmanlı donanması, 20 Ekim 1827’de İngiliz, Rus ve Fransız donanması tarafından hileli bir saldırı ile batırıldı. Üçlü ittifakın amacı, Mora’da yaşayan Rumlara bağımsızlık kazandırmaktı. Bunun için Fransızlar Mora’ya asker çıkardı. Bunun üzerine, II. Mahmut, Çanakkale Boğazı’nı Rus gemilerine kapattı. Bu durumu bahane eden Ruslar, Osmanlı Devleti’ne yeni bir savaş açarak Tuna Nehri’ni geçtiler ve Bükreş, Varna, Silistre kalelerini işgal ettiler. Ancak Şumnu Kalesi’ni ele geçiremeyince kış mevsiminde tekrar Moldova’ya çekilmek zorunda kaldılar. Fakat 1829 yılının yaz aylarında Ruslar ikinci bir cepheyi Ardahan ve Posof’ta açarak Erzurum’a kadar ilerlediler. Ayrıca, Balkan cephesinde de ilerleyerek İstanbul’a 68 km yaklaştılar. Bunun üzerine, Osmanlı Devleti Ruslarla, 14 Eylül 1829’da Edirne Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. İmzalanan anlaşma neticesinde Atina merkezli küçük bir Yunan devletinin kurulmasının yolu açıldı. Sırbistan’ın özerklik statüsünü elde etmesini takiben, Yunanistan’ın bağımsızlığının yolunun açılması, bütün Balkan halklarında, milliyetçilik ateşini körükledi.
Mısır Kuvvetleri Kütahya’ya Kadar Geldi
Aydınlanma ve sanayileşme devresi, Avrupa’da yeni sömürge arayışlarını hızlandırdı. Milliyetçilik akımlarının öncülüğünü yapan Fransa, emperyalist bir siyaset takip ederek 1830’da Cezayir’i işgal etti. Böylece, Afrika’da Osmanlı toprağı olmaktan çıkan ilk ülke, Cezayir oldu. II. Mahmut döneminde, Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın, bağımsızlık girişimi oldu. Osmanlı ordusu ile Mısır ordusu, 21 Aralık 1832’de Konya’da karşılaştı. Savaşı kaybeden Osmanlı geri çekilirken Osmanlı kuvvetlerinin başkomutanı ve Sadrazam Reşit Mehmet Paşa’yı esir alan Mısır kuvvetleri, 2 Şubat 1833’te Kütahya’ya kadar geldi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı tahtını ele geçirmesi ihtimali, Rusya’yı kaygılandırdı. Zayıf bir Osmanlı’yı, Mehmet Ali Paşa’nın yönetiminde yeniden güçlenmiş bir Osmanlı’ya tercih eden Rusya, kara ve deniz kuvvetlerini yardım için Şubat 1833’te Beykoz’a gönderdi. Rusların desteği ile Osmanlı saltanatı kurtulurken Kavalalı Mehmet Ali Paşa da istediğini aldı ve 1516 ve 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından ele geçirilen Mısır toprakları, 14 Mayıs 1833’te yapılan Kütahya Antlaşması ile Mehmet Ali Paşa yönetimine bırakıldı. Anlaşma sonucunda Mehmet Ali Paşa’ya Mısır ve Girit valiliklerinin yanı sıra Şam valiliği verildi. Oğlu İbrahim Paşa’ya da Cidde valiliği ile Adana muhassıllığı (vergi toplama hakkı) verilecekti.
Rusya, Boğazlarda Hak Elde Etti
Rusya, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ilerleyişini durdurmanın karşılığını 8 Temmuz 1833’te imzalanan Hünkâr İskelesi Antlaşması ile aldı. İmzalanan anlaşma, 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması’nı teyit ederken, Ruslar ile Avrupa devletleri arasında savaş durumu söz konusu olduğunda Osmanlı Devleti’nin boğazları Avrupa Devletlerine kapamasını ve Rus donanmasına açmasını içeriyordu. Anlaşmadaki bu hüküm, Avrupa devletlerini rahatsız etti. Boğazlardaki Rus üstünlüğüne itiraz eden Avrupa devletleri, Eylül 1833’te Münchengrâtz’da, Rusların da katıldığı bir toplantı yaptılar. Toplantıda, Mısır kuvvetleri ile Osmanlı kuvvetlerinin ileride tekrar karşı karşıya gelebileceğini ve Mısır kuvvetlerinin savaşı kazanması durumunda Osmanlı tahtının Mehmet Ali Paşa’nın eline geçmesi durumunda, onun egemenliğinin Anadolu toprakları ile sınırlı kalması, Avrupa’daki Osmanlı topraklarına egemenliğini yaymasına izin verilmemesi konusunda uzlaştılar.
Mısır ve Osmanlı Kuvvetleri Nizip’te Savaştı
Her iki tarafın giriştiği uzun hazırlıklardan sonra 24 Haziran 1839’da Nizip’te meydana gelen son hesaplaşma Osmanlı kuvvetlerinin tekrar yenilmesiyle sonuçlandı ve Anadolu kapıları Mısır kuvvetlerine yeniden açıldı. Mısır ve buna bağlı olarak boğazlar meselesi, bu defa baştan beri Fransa tarafından desteklenen Mehmet Ali Paşa’ya karşı, Osmanlı Devleti’ni destekleyen İngiltere’nin silahlı müdahalesi sayesinde halledildi. Mehmet Ali Paşa, sıkı şartları kabul etti ve 1840 yılında verasetle Mısır valiliğini elde etmekle yetinmek zorunda kaldı. Boğazlar sorunu da milletlerarası bir sorun hâline getirilerek 1841 yılında çözüldü.
Merkeziyetçi Yönetime Geçildi
Osmanlı topraklarında baş gösteren mahallî ayaklanmalar ve Mısır’ın bağımsız hareket etmeye başlaması, yönetimde merkeziyetçiliğe geçilmesini zorunlu hâle getirdi. Yeniçeri Ocağı’nın dağıtılması ve Yeniçerilik müessesesinin kaldırılmasıyla birlikte II. Mahmut, merkezî otoritenin ağırlığını bütün Osmanlı topraklarında hissettirdi. Amcası ve ağabeyinin tahttan indirilmesine neden olan yenileşme hareketlerini kararlılıkla yürütebilmesi için, Yeniçeri Ocağı’ndan kurtulması gerekiyordu. Amacına ulaşabilmek için, III. Selim dönemi gelişmelerinden gerekli dersleri çıkardı. Özellikle asker ve medrese sınıfı mensuplarının ittifakını bozmak için tedbirler aldı. Öncelikle, dönemin önde gelen uleması, yenileşmenin zorunlu olduğuna ikna edildi. Bunun için, başta şeyhülislam olmak üzere, kendisine inananları yakınında topladı. Daha alt düzeydeki ulemayı memnun ederek gönüllerini hoş tutmaya çalıştı. Böylece, yenilikler karşısında toplumu harekete geçirebilecek kanaat önderlerini yanına aldı. Ordunun önde gelen makamlarına da yeniliklerden yana komutanları tayin ederek yenileşmeye karşı olanlara son darbeyi vurmak için uygun zamanı bekledi.
Yunan Ayaklanması, Yeniçeri Ocağı’nın Kapatılması İçin Fırsat Yarattı
II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını, 1821 yılında başlayan ve 1829 yılında sonuçlanan Mora’daki Yunan ayaklanmasına denk getirmiştir. Geleneksel usullerle eğitilmiş Yeniçeri Ocağı’na mensup askerlerin, Mora ayaklanmasını yıllarca bastıramamasına karşılık, Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın çağdaş yöntemlerle yetiştirilmiş ordusunun kısa zamanda bu ayaklanmayı bastırması, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması için halkı ikna etmiştir. Eğitimli Mısır kuvvetlerinin başarısı, III. Selim’e yapılan haksızlığı gündeme getirirken yapılan reformların da gerekliliği anlaşılmıştır. Hükümdar olduğu yıldan itibaren Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak için aradığı fırsatı yakalayan II. Mahmut, Yeniçeri ayaklanmasıyla kapatılan Sekban-ı Cedit uygulaması örneğinde olduğu gibi, yeniçerilerin yeni bir ayaklanma girişiminde bulunmaları için 29 Mayıs 1826’da Eşkinci Ocağı’nı kurduğunu ilan etti. Hatta 11 Haziran 1826’da Avrupa tarzında üniformalar giymiş olarak eğitimlere başlayacaklarını ilan etti. II. Mahmut’un kurduğu tuzağı anlayamayan yeniçeriler, 15 Haziran 1826’da yeni bir ayaklanma başlattı. Yeniçerilerin başlattıkları ayaklanma, Osmanlı Devleti’ne üç kıtada büyük zaferler kazandıran köklü bir müessesenin şiddet yoluyla ortadan kaldırılmasıyla sonuçlandı. Tarihe Vaka-i Hayriye diye geçen bu ortadan kaldırma kararından önce II. Mahmut, yeniçerileri son kez uyarmış ve bu uyarıya saygı göstermeyen yeniçeriler itiraz etmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmut topçulara ateş emri vererek yeniçeri ocağını büyük bir top ateşine maruz bırakmış ve hiçbir yeniçerinin kurtulmasına imkân vermemiştir. Kaçıp kurtulmaya çalışan yeniçeriler de yakalandıkları yerde öldürülmüştür. Osmanlı ordularının en köklü kuvvetlerinden biri olan Yeniçeri Ocağı’nın yerine Zafer Kazanmış Muhammed’in Orduları anlamına gelen Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla yeni ordu kurulmuştur.
Reformların Önü Açıldı
Tahta çıktıktan 18 yıl sonra Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmayı başaran II. Mahmut, üzerinden büyük bir baskıyı atmıştır. Bundan sonra yenilik çalışmalarına büyük bir hız verildi. Öncelikli hedef olarak, ordunun çağın gereklerine göre yeniden yapılandırılmasına yoğunlaşıldı. Ordunun yenileştirilmesi için duyulan finansman ihtiyacını karşılamak üzere, birçok caminin vakıf gelirlerine el konularak 1826 yılında Evkâf-ı Hümayun Nezareti kuruldu. Böylece, bütün vakıf zenginlikleri bu nezaretin idaresinde toplandı. Vakıf kaynakları ordunun yeniden kurulmasına tahsis edilince birçok caminin tamiri geciktirildi ve hizmetlileri yetersiz maaşlara bağlandı.
Bektaşiler Takibe Alındı
Yeniçeri Ocağı’nın kurucusu kabul edilmesinden dolayı, yeniçerilerin piri Hacı Bektaş-ı Veli idi. Yeniçeri Ocağı mensupları, aynı zamanda Bektaşi tarikatının da bağlısı kabul ediliyordu. Yeniçeriler sefere çıkarken yanlarında daima Bektaşi dede ve babalar bulunurdu. Ordu sefere çıkmadan önce de Yeniçeri Ocağı’ndan bir müfreze Hacı Bektaş’a gelir, dergâh avlusunda saf tutarak Hacı Bektaş-ı Veli evladından postnişi olan kişinin de katılımıyla şu gülbang (dua) çekilir ve pir kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli’den himmet istenirdi: Mü’miniz Kalû-Belâ’dan beri... Hakk’ın birliğine eyledik ikrar... Bu yolda vermişiz seri... Nebimiz vardır Ahmet-i Muhtar... La Yezal mestaneleriz... Nur-ı ilahide pervaneleriz... Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile... On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli... Üçler, beşler, yediler... Nur-ı Nebi Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli... Demine devranına Hü diyelim Hü! Bir zamanlar kahramanlıklarıyla Osmanlı Devleti’ni zaferden zafere taşıyan yeniçeriler, bir dönem sonra devletin çöküşünün sebebi hâline gelmişti. Bundan dolayı, kurumun tamamen ortadan kaldırılması ve temsil ettiği zihniyetin yok edilmesi kaçınılmazdı. Onun için yeniçerilerin mensup oldukları Bektaşi tarikatı da kovuşturmaya uğratıldı. Ocak, top ateşine tutularak kapatıldıktan sonra, İstanbul’da eski olmayan tekkeler yıkıldı. Bektaşi tarikatının önde gelen mensupları idam edildi veya sürgüne gönderildi. Eski Bektaşi tekkeleri de devletin yanında yer alan Nakşibendi tarikatına devredildi. Yenileşme hareketlerini destekleyen tarikat şeyhlerine de para yardımı yapıldı.
İlk Gazete “Takvim-i Vekayi” Onun Döneminde Çıktı
İstanbul’da basılan ilk gazetede “Takvim-i Vekayi” oldu. 1831’de çıkmaya başlayan ve imparatorlukta geçerli Arapça, Rumca, Ermenice, Farsça ve Fransızca dillerinde yayımlanan bu gazetede reformlarla ilgili haberlere yer verilerek halkın desteği kazanılmaya çalışıldı. Gazetede, II. Mahmut’un yaptığı geziler, toplumsal güvenliğin sağlanmasına dönük alınan tedbirler, gıda maddelerinin fiyatları, kamu çalışanlarına yapılan maaş zamları gibi haberlerin yanında, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının doğruluğunu ve zorunluluğunu savunan, başta “Üss-i Zafer” olmak üzere “Netîcetü’l-Vekayi”, “Gülzâr-ı Fütûhât” gibi eserler yayımlandı.
Kılık Kıyafet Devrimi Yaptı
Rusya’yı modernleştirmek için Çar Petro’nun yaptıklarının bir benzerini de Osmanlı Devleti’nde II. Mahmut yaptı. II. Mahmut, din âlimleri ve din görevlilerinin özel kıyafetlerine müdahale etmeden valilik ve kaymakamlıklarda çalışan memurların ceket ve pantolon giymelerini zorunlu kıldı. Ayrıca, sarık yerine fes giyilmesini şart koştu. Bu nedenle II. Mahmut, halkı gâvurlaştırmakla suçlandı ve adı uzun yıllar “Gâvur Padişah” olarak anıldı. Askerler için de çağdaş kıyafetler tespit edildi. Yeni tekniklerle yapılan eğitimin ve savaşların, artık geleneksel şalvar ve sarıkla yapılması mümkün değildi. Bu nedenle, ilk defa Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın askerlerinin kullanmaya başladığı modern asker kıyafetlerini, Osmanlı askerleri de giymeye başladı. Ordudaki mehter takımının yerini de trampet ve borazan aldı. Böylece, yıllarca Osmanlı ordularına cephede coşku veren mehter takımı müessesesi de ortadan kaldırıldı. Mehteranlar da devlette odacı, başodacı gibi görevlere alınarak mağduriyetten kurtarıldı. Çağdaş Avrupa devletlerinde olduğu gibi, resimlerini devlet dairelerine astıran II. Mahmut’a, Osmanlı’daki büyük çöküşe son vermek için aldığı her türlü önleme karşın, “gâvur padişah” denilmesi, milletlerin istikbalini kurtarmaya çalışan büyük yenilikçilerin ortak kaderi olarak değerlendirilmiştir.
Devlet Yapısı Değiştirildi
II. Mahmut’un devlet giderlerinde tasarrufa gitmek için yaptığı en önemli yeniliklerden biri de uzun zamandır sürekli oturulmayan Topkapı Sarayı’ndaki vazifelileri dağıtmak olmuştur. Kendisi çoğunlukla Beşiktaş’taki ahşap sahil sarayda kaldı. Sahil sarayı son derece gösterişsizdi. II. Mahmut da gösterişsiz, sade bir hayat yaşamayı severdi. Sade bir asker gibi yaşamaktan rahatsız olmazdı. Bu, Rusların Edirne’ye kadar ilerledikleri 1828-1829 savaşı esnasında, bir yıldan fazla bir süre, albay rütbesi ile askerî üniformasıyla Rami Kışlası’nda yatıp kalkan II. Mahmut’un sert ve sağlam iradesine uygun bir yaşam biçimiydi. Saray divanı artık işlevini yitirmişti. Bunun yerine bağımsız nazırlıkların (bakanlık) ve birtakım meclislerin kurulması gerekti. Örnekleri Avrupa’da görüldüğü gibi. II. Mahmut da Hariciye (Dışişleri), Dâhiliye (İçişleri), Maliye, Evkâf (Vakıflar) bakanlıkları gibi yeni isimleriyle devlet yönetimini çağdaş bir işleve kavuşturdu. Bugünkü anlamda Başbakanlık müessesesini de II. Mahmut kurdu. 1838 yılından itibaren nazır denilen bakanlardan biri, başvekil sıfatıyla, hükûmet işlerini organize etmeye memur edildi. Devletin gelişmesine ve toplumsal ilişkilerin karmaşıklaşmasına paralel, üyeleri sivil, asker ve âlimlerden oluşan çeşitli meclisler, matbuat (basın), takvimhane, karantina, posta gibi müdürlükler oluşturuldu.
Eğitime Ağırlık Verdi
II. Mahmut, devleti yenileştirirken en çok, yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duydu. 1821 Rum isyanında idam edilen veya görevlerine son verilen divan-ı hümayun ve donanmadaki Rum tercümanların yerine Müslümanlardan dil bilenlerin temininde yaşanan zorluk, Batı karşısında aldığı yenilgilere rağmen, hâlâ döneminin en büyük imparatorluğu olan Osmanlı Devleti için ızdırap verici bir tecrübe oldu. Fransa, Avrupa devletlerinin en güçlüsü idi ve Fransızca dönemin egemen diliydi. II. Mahmut, kendisi yabancı dil bilmemesine karşılık Fransızca öğrenilmesini özellikle teşvik etti. Babıali’de tercüme odası açtırdı ve yurt dışına öğrenci gönderen ilk padişah oldu. Yabancı dilini ilerleten öğrencileri de takip ederek tercüme odasına aldırdı. Reformlar sürecinde yeniden faal duruma getirilen elçiliklere, dil öğrenmesine vesile olunan Müslüman gençler görevlendirildi. Mühendishane, Harbiye ve yeni açılan Tıphane gibi kurumlarda Fransızca eğitim dili olarak ağırlık kazandı. 1838’de rüştiye (ortaokul) okullarının açılması planlandı ancak ömrü vefa etmedi. Bu arada devletin memur ihtiyacını karşılamak için, Mekteb-i Maarif-i Adliyye ve Mekteb-i Ulum-i Edebiyye diye adlandırılan iki okul açıldı. Ancak bu okullarda da geleneksel müfredat uygulandığı için, beklenen verim alınamadı. II. Mahmut, eskiden beri şikâyet konusu olan müsadere usulünü kaldırdı. Müsaderat ve Mahlulat kalemleri kapatılarak sürülmüş veya idam edilmiş kişilerin mallarına el konulması uygulamasına son verildi. Diğer yandan uzun süredir çökmüş olan tımar sistemi de 1831 yılında kaldırıldı. Aynı zamanda devlet memurları yeni bir düzene sokularak rütbe ve kademeleri belirlendi.
Gayrimüslimleri Devlete Isındırmaya Çalıştı
II. Mahmut, Osmanlı tebaası arasındaki Müslim gayrimüslim ayrımını ortadan kaldırmak istedi. Bunun için öncelikle halkın devlete olan bağlılık hislerini kuvvetlendirmeye çalıştı. Rus kuvvetlerinin Edirne’ye kadar geldikleri 1828-1829 savaşında Bulgarların, Rus askerlerine, Mısır kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar geldiklerinde Müslüman halkın Mısır kuvvetlerine gösterdikleri ilgi, II. Mahmut’u endişelendirdi. Aynı şekilde Rusların Doğu Anadolu’daki Ermeni halkı üzerindeki etkileri de onu kaygıya sevk etti. Ayrıca savaşlarda halkın hiçbir yükümlülük altına girmek istememesi de uyarıcı bir etki yaptı. İdarenin iyileştirilmesi çalışmalarına paralel, halkın hoşnutsuzluğunun da giderilmesi gerekiyordu. Bu doğrultuda, aksaklıklar giderilmeye çalışıldı. Halkın itimadını kazanmak için, Müslüman ve gayrimüslim halk arasında fark gözetmediğini ifade etti. Gayrimüslimleri memnun etmek için, daha önceki devirlerde görülmeyen bir yoğunlukta, sayıları binlerle ifade edilecek derecede kiliseyi tamir ettirdi. 1830 yılında Katolik Ermenileri müstakil bir cemaat olarak resmen tanıdı ve onlar için yeni kiliseler inşa edilmesini sağladı. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında Ruslarla iş birliği içine giren Ermeni ve Bulgarlara karşı bağışlayıcı bir tutum sergiledi. Savaş tazminatı olarak Ruslara ödenen yıllık 400 milyon kuruşa rağmen, Müslüman halkı da ihmal etmediğini göstermek için, cami ve tekkeleri tamir ettirdi. Uzun yıllardan beri ihmal edilmiş devlet binalarını onarttı. Tabii bütün bunları yapmak, devletin kaynaklarını oldukça zorladı. Bu nedenle, II. Mahmut döneminde enflasyon rakamları giderek yükseldi. Halkın hayat seviyesinde belirgin bir düşüş meydana gelirken düşük gelirli gruplar büyük sıkıntı içine girdi. Diğer Osmanlı padişahları gibi hat sanatıyla ilgilenen II. Mahmut, amcası III. Selim gibi musikiye meraklıydı. Onun özellikleri daha sonraki yıllarda Osmanlı tahtına çıkacak olan torunu II. Abdülhamit’te de görülmüştür.
Yabancı Basını Takip Ederdi
Devlet işlerinde en küçük ayrıntıya dikkat eden II. Mahmut, terkiplerle yapılan devlet yazışmalarını sadeleştirmek için belgelerin sade ve anlaşılır şekilde yazılmasının üzerinde özellikle durdu. Yabancı devletlerin Babıali’ye verdikleri notaları tercüme ettirdikten sonra, satır aralarına yerleştirilen anlamları inceleyerek diplomatik ifade yeteneğini geliştirmeye çalışır ve yabancı devletlere verilecek bazı önemli resmî belgeleri bizzat kaleme alırdı. II. Mahmut, Osmanlı Devleti’nin değişim ve dönüşümünde büyük emeği bulunan Mustafa Reşit Paşa’yı da sade ve güzel ifadeye verdiği önem nedeniyle keşfetmiştir. Yabancı basında hakkında çıkan yazıları mutlaka takip ederdi. Özellikle Mehmet Ali Paşa’nın bol para sarf ederek basın yoluyla oluşturduğu karşı propagandasına aynı silahı kullanıp cevap vermeye çalışırdı. Devlete karşı işlenen suçları asla bağışlamayan II. Mahmut, bu tür suçları işleyen kişileri de listeletmiştir.
Kimi Gâvur Dedi Kimi Evliya
Osmanlı Devleti’nin Batı karşısındaki gerilemesini önlemek ve devletin bütünlüğünü korumak için önlemler almaya çalışan II. Mahmut, reformların önemli bir bölümünü hükümdarlıktaki son üç yılına sığdırmıştır. Yaptıklarının değerini anlamayanlar, onu “Gâvur Padişah” diye suçlarken yaptıklarının değerini anlayanlar tarafından da devleti yeniden canlandıran hükümdar, “müceddit” olarak ilan edilmiş ve bazıları da evliya olduğuna inanmıştır. “Gâile-i saltanattan usandım.” diyecek kadar yıllarını mücadele ile geçirmesi nedeniyle, son yıllarda aşırı derecede içki kullanmaya başlamış ve bu durum ölümcül sağlık sorunlarına yol açmıştır. Halktan saklanan hastalığına doğru teşhis konulamadığı gibi, Avrupa’dan getirilen doktorlar da çare bulamamıştır. 1839 yılında durumunun ağırlaşması üzerine, hava değişimi için Çamlıca’daki yazlığa nakledilmiştir. 26 Haziran’da, yanında bulunan oğlu Abdülmecit’e devlet işleri ve yaptığı reformların takibiyle ilgili vasiyette bulunduktan sonra 28 Haziran 1839’da vefat etmiştir. Ölümü, yeniçeri taraftarlarının ayaklanabileceği endişesiyle, İstanbul’da güvenlik tedbirleri alınması için 30 Haziran’a kadar gizlendi. Cenazesi, 1 Temmuz’da Topkapı Sarayı’na getirildiğinde endişelerin yersiz olduğu anlaşıldı. Resmî törene, Müslüman ve gayrimüslim halktan binlerce kişi katıldı. Çemberlitaş’ta Divan Yolu Caddesi üzerindeki türbesine defnedilen II. Mahmut’un bilinen eşlerinin sayısı 17’dir. 36 çocuğu dünyaya gelse de büyük kısmı küçük yaşta vefat etmiştir. Kendisinden sonra oğulları Abdülmecit ve Abdülaziz de hükümdarlık makamına geçmiştir.
Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.