Joseph von Hammer
9 Haziran 1774 tarihinde Avusturya’nın Graz şehrinde, vilayet idaresinde görevli bir memurun oğlu olarak doğdu. 1835 senesinde soyadındaki Purgstall ibaresini veliahdı olmayan Kontes Purgstall’in kendisine Hainfeld’in idaresini vasiyet etmesiyle aldı. Böylelikle kendisi Freiherr (Baron) statüsüne yükseltti. 16. yüzyılda Avusturya’daki Şarkiyat çalışmalarının başlamasıyla birlikte, 1789-1799 yılları arasında Viyana’da Orientalische Akademie’ye (Şarkiyat Akademisi) girdi. Akademideki eğitimin normal şartlarda dört sene sürmesine rağmen burada on sene kaldı. Bu dönemde buradan mezun olanlar tercüman olarak İstanbul’a gönderilseler de Hammer’in döneminde, istihdamına uygun boş bir yer bulunmadığından akademide kalma süreci uzadı. Bu süreç içerisinde bilimsel yetilerinde derinleşme ve tamamlama imkânı buldu.
Akademik eğitiminin sonunda kendisi ana dili olan Almancanın yanı sıra Türkçe, Arapça, Farsça, Yunanca, Latince, Rusça, İtalyanca, Fransızca, İngilizce ve İbranice dilleri olmak üzere toplam on dile hâkim oldu. Bu dillerin yanında İspanyolca dilinde de okumalar yapsa da bu dili öğrenme fırsatı olmadı. Tarihçi Johannes von Müller ile tanışması sonucu Şark’a olan ilgisi daha da arttı. 1799 senesinde Papa’nın elçisi olan Baron Herbert’e tercümanlık yapma görevi ile İstanbul’a gitti ve burada üç sene kaldı.
Kaldığı bu süre içerisinde İstanbul’u iyice tanımayı arzu etti. Kendisine iki kişi yardımcı oldu. Bunlar özellikle şehrin ilk topoğrafik bir haritasını çizen Fransız mühendis Kauffer ve saray bahçesinin Alman bahçıvanı Ensler’dir. Bu sayede kendisi Topkapı Sarayı başta olmak üzere Boğaziçi’ndeki yeni saraylara girme imkânı buldu. Ülkesinden uzak olduğu bu dönemde birçok eser topladı. Özellikle Bahçekapı’daki Sultan I. Abdülhamid kütüphanesindeki el yazmaları inceleme imkânı buldu. Topladığı bu eserlerin büyük bir kısmı bugün Österreichische Nationalbibliothek’te bulunmaktadır.
1802 senesinde Baron Stürmer’in sefaret sekreteri olarak Mısır’da bulundu. Burada “Binbir Gece Masalları”nı gördü ve bir kısmını Almancaya çevirdi. 7 Mayıs 1806’da Boğdan’ın Yaş şehrine Avusturya konsolosu olarak atanmasıyla İstanbul’daki görev süreci bitti ve bir daha geri dönmemek üzeri buradan ayrıldı. İstanbul’dan isteyerek ayrılmadığı ve mutlaka geri dönmek üzere gittiği zikredilmektedir. Bu tarihten sonra kendisinin topladığı eserler arasında âdeta Doğu’da yaşıyormuşçasına hayatını sürdürdüğü ifade edilmektedir. Hatıratlarında İstanbul’a tekrar gelmeyi ümit ettiğinden ancak vaziyetin umduğu gibi gitmediğinden bahsetmektedir.
Kendisi Yaş şehrinde atandığı görevini yaklaşık bir yıl sürdürdü ve diplomatik görevini bırakarak Viyana’ya geri döndü. Burada tercümelerine devam etti ve sonunda baş tercümanlığa kadar yükseldi. Bunun ardından Viyana dış işler danışmanı olarak Paris’e gitme imkânı buldu. Burada ünlü Fransız Şarkiyatçı Silvestre de Sacy ile tanıştı. 1814 senesinde ise saray tercümanlığına yükselerek Hofrat rütbesini aldı.
1817’de ise İstanbul’a tayin istese de Metternich tarafından bu kabul görmedi. Metternich, Hammer’in diplomasiden çok araştırmalarıyla meşgul olmasını istedi. Bu sayede büyük bir tarihçi unvanına sahip oldu. 1847 yılında Bilimler Akademisinde Şark Şubesi’nin kurulmasına öncülük etti ve başkanı oldu. Kendisi birçok eseri tercüme etti.
Özellikle İran, Türk ve Arap edebiyatlarından çeviriler yaparak Goethe’nin dahi dikkatini üzerine çekti. 1850 yılları başında Şark Akademisi’ndeki başkanlığından ayrıldı ve Hainfeld şatosuna yerleşerek bilimsel çalışmalarına burada devam etti. 23 Kasım 1856 senesinde ise Viyana’da vefat etti. Ölmeden önce 1839 senesinde, mezarını Osmanlı kültürüne uygun olarak yaptırdı. Edebiyata olan ilgisi aşikârdı. Her edebî şahsiyetin kullandığı gibi o da bir takma isim kullandı.
“Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis auf unsere Zeit”in (Günümüze Kadar Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi) kitabının sonunda Osmanlı Türkçesi alfabesi ile kendisinden “Yûsuf Hammer-Purgstall” olarak bahsetmektedir. Aynı zamanda bu eserinde Sultan II. Mahmut’a yazdığı beyitte yine kendinden Yusuf ismi ile bahsetmektedir. Böylelikle edebî künyesi Yusuf oldu. Bundan kaynaklı olarak mezar taşına da ismini Yusuf bin Hammer olarak yazdırdı.
Eserleri:
Kaleme aldığı eserleri ile Alman oryantalizminde olduğu kadar Osmanlı tarihinde de belirgin izler bıraktı. Osmanlı seyahatnamelerini ilk kez Avrupa’ya tanıtan kişi oldu. Özellikle Evliya Çelebi’nin 1680 senesinde yazdığı Seyahatnamesi’nin önemini dünyaya duyurdu. Evliya Çelebi’nin bu eserine 1814’te bir tanıtma yazısı kaleme aldı ve bu eseri İngilizceye çevirerek bilim dünyasının hizmetine sundu.
Aynı zamanda Hacı Halife ismi ile tanınan Osmanlı müellifi Kâtip Çelebi’nin eserini Almancaya çevirdi ve yayımladı. Tercüme yeteneği sayesinde birçok eseri Doğu’ya ve Batı’ya tanıttı. Bahsettiğimiz bu tercümelerin yanı sıra kaleminden çıkan birçok eser mevcuttur. Hatıratlarında tarih alanındaki çalışmalarını, Şarklıların Peygamber yaşı kabul ettikleri kırk yaşında kaleme almaya karar verdiğini yazmaktadır.
En meşhur ve Türkiye’de tanınmasına vesilen olan eseri, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar yazdığı ve aslı Almanca olan “Geschichte Des Osmanischen Reiches“ (Osmanlı Tarihi) adlı eseridir. Bu eserinde zaman zaman ön yargılı ve yanlış değerlendirmeler yaptığı düşünülmektedir. İstanbul’a geldiğinde Hacı Halife’nin (Kâtip Çelebi) eserinden tanıdığı Osmanlı tarihi, tıp hastalıkları ve şair biyografları ile ilgili birçok kaynağa ulaşmaya çalıştı.
Hatıratlarında kaynak arayışının zahmetli, uzun ve pahalı olsa da bunları, Osmanlı Tarihi ve Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi ile ilgili olan “Geschichte der Osmanischen Dichtkunst” adlı eserlerinde kullandığından bahsetmektedir. Yine hatıratlarında en meşhur eserini “Geschichte Des Osmanischen Reiches”i (Osmanlı Tarihi) yakın dostu olan Johannes Müller’e verdiği söz gereği yazdığını anlatmaktadır. Böylelikle bu gerekçeler onu, 9 Haziran 1823’de elli yaşında iken bu eseri kaleme almaya teşvik etti.
28 Eylül 1830 senesinde Osmanlı Tarihi’nin dokuzuncu cildinin son sözünü yazdı ve burada eserinin neden 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile son bulduğunu açıkladı. Eserinin 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar kaleme almasının sebebi hakkında bu tarih sonrası ile ilgili kendisinin yaşadığı kaynak eksikliği olduğunu söylemektedir. Osmanlı Tarihi’nin her cildinin ilk kısmında “Mit Wahrheit und Liebe” (Doğruluk ve Aşk ile) ibaresine yer verdi.
Buna binaen hatıratlarında Osmanlı Tarihini tarafsız ve tarihsel yöntemle ele aldığını, Metternich’in siyaset ve edebiyat ile ilgili düşüncesinin doğru olmadığını ve bu sayede kendi yetisini kanıtlayacağını yazmaktadır. Kendince uğradığı bu haksızlıkların ardından, verdiği eserler ile hak ettiği değeri kazanmayı amaçladı. Böylelikle özellikle kendisini kanıtlama adına koyduğu bu düstur ile “Mit Wahrheit und Liebe” (Doğruluk ve Aşk ile) eserinin sonunda kaynaklarının güvenirliliğini ve eksikliğini düşünmesi anlaşılacak bir durumdur.
Bu ise kendisinin kaynaklara verdiği değeri ve yaşadığı kaynak eksikliği neticesinde eserine devam etmediğini açıklamaktadır. Hammer’in Tarihi birçok dile tercüme edildi. En önemlisi özellikle orijinalinin yayımlanmasının hemen ardından, J. J. Hellert tarafından 1835-1841 yılları arasında yapılan Fransızca tercümesidir. Bunun nedeni ise Türkçeye yapılan tercümenin, Almancasından olmayıp Hellert’in Fransızca tercümesinden yapılmasıdır. Bazı rivayetlere göre Hammer, Hellert’in Fransızca tercümesini bizzat kendisi yönetti. Ancak hatıratlarından anlaşıldığı üzere böyle bir durum söz konusu değildir. Aksine Hammer, Hellert’in yaptığı bu tercümeyi beğenmemekte ve kınamaktadır. Çünkü Hellert, Osmanlı Tarihi’ni Almancadan Fransızcaya tercüme ederken eserin bazı yerlerini çevirmedi. Bununla da kalmayıp çevirisine birçok şahsi eklemelerde bulundu.
Bu eklemeleri dipnot vb. şekilde belirtmedi ve bunları sanki Hammer’in eserini bu şekilde kaleme almışçasına tercümesine ilave etti. Bu nedenle Hellert’in tercümesi aslına uygun değildir. Bu eserin Türkçe tercümesi Fransızcadan çevrildiği düşünüldüğünde ise aynı durumun Türkçe tercümesi içinde geçerli olduğu ve yanlışlarla dolu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Eserin Türkçeye ilk tercümesi Mehmet Ata tarafından “Devlet-i Osmâniyye Târihi” adı ile yapıldı. Kendisi ön sözünde bu eserin Almancadan olmayıp da Fransızcadan dilimize tercüme edilmesinin pek önemli bir durum olmadığını, çünkü Hammer’in Fransızca tercümeyi onayladığını iddia etmektedir. Mehmet Ata’nın ön sözünde bu şekilde bahsetmesi, Almancaya hâkim olmaması ve aynı zamanda Hammer’in bu konu ile ilgili hatıratlarında yazdıklarından habersiz olmasından kaynaklanan bir hatadır. Şu da bir gerçektir ki küçük bir hatanın veya eksik bilgi neticesinde kaynak eserlerden sayılan bu müstakil Osmanlı Tarihi eseri, Türk dünyasında Hellert’in hataları ile tanındı.
1836-1838 senelerinde “Geschichte Des Osmanischen Reiches”(Osmanlı Tarihi) isimli meşhur eserine ek olarak “Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis aufunsere Zeit” (Günümüze kadar Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi) adlı çalışmasını yayımladı. Eserin Osmanlı tarihine bir ek olduğunu ön sözünde yazdı. Giriş kısmına Osmanlı Tarihi eserinin dokuzuncu cildinde yazdığı son sözünü değiştirmeksizin ekledi. Bu çalışmasının oluşması ile ilgili hatıratlarında, teolog olan Johann Gottfried Eichenhorn’un kendi eseri olan Edebiyat Tarihi için kendisine Osmanlı edebiyat tarihini yazmasını teklif ettiğinden bahsetmektedir.
Bu eserinde, Abdülhamid Kütüphanesinden edindiği kaynakları kullanma fırsatı yakaladı. Böylelikle “Geschichte der Osmanischen Dichtkunst bis auf unsere Zeit” (Günümüze kadar Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi) ismi ile dört ciltlik bir çalışma yayımladı. Çalışmasını ciltlerini Osmanlı padişahlarının hükümranlık sürelerine göre tasnif etti. Ön sözünde bir oryantalist veya bir tarihçi olarak başka bir vazifeyi de yerine getirmesi gerektiğinden bahsetmektedir. Devamında ise edebiyatın bir milletin ruhunun, mizacının, dehasının ve ahlakının aynası olduğunu anlatmaktadır.
Edebiyatın kutsal ateşin, eğitimin, törenin ve dinin insanlıktan göğe yükselen alevi olduğunu dile getirmektedir. Bu bakış açısı ile yola çıkan Hammer yukarıda da bahsettiğimiz üzere Osmanlı Devleti hakkındaki bilgilerini Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi ile tekrar tekrar kanıtlamaya çalışmış olabilir. Çalışmasının bir diğer özelliği ise eseri Sultan II. Mahmud’a ithafen kaleme almasıdır. Birinci cildin başında Sultan’a ithaf edilen yirmi altı beyitlik methiye bulunmaktadır. Gotik alfabesi ile yazılan dört ciltlik eser hâlen Türkçeye çevrilmedi. Bu eserinde Osmanlı şiir geleneğinden, önemli edebî şahsiyetlerden, devletin şairler ile ilişkilerinden bahsetmekte, şair olan devlet adamlarını konu edinmektedir.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere çalışmasının sonunda ve Sultan Mahmut’a yazdığı methiyesinin yirmi dördüncü beytinde şairlerin mahlas kullanma geleneğinden dolayı, kendisi için Yusuf ismini kullandı. Beyitte geçen Yusuf ismine dipnot gösterdi ve bir sonraki sayfada bunu Şarklı şair kanunları gereği, şairin şiirinin sonunda kendi isminden bahsetmesi gerektiği gerekçesi ile açıkladı.
Fuat Köprülü tarafından “Hayat” mecmuasının 24 Ocak 1929 senesine ait 113. sayısında edebiyat dünyasına tanıtıldı ve eser, Mehmet Fuat Köprülü’ye göre Osmanlı Tarihi’nden sonra en önemli eseridir. Bu eserinden de anlaşılacağı ve kendisinin de hatıratlarında bahsettiği üzere, onu İslam’ın büyük isimleri daha da çok ilgilendirdi. Eserini Sultan II. Mahmut’a ithafından dolayı Nişan-i İftihar ile ödüllendirildi.
Bir diğer önemli yapıtı “Des Osmanischen Reichs Staatsverfassung und Staatsverwaltung” (Osmanlı Devleti Anayasası ve İdari Teşkilatı) adlı çalışmasıdır. Eseri 1813 senesinde kaleme almaya başladı ve iki cilt olarak 1815 senesinde Viyana’da yayımladı. Eseri Viyana Kongresi esnasında bitirdi ve ilk olarak bu yapıtı ile Danebrog (Danimarka bayrağı madalyası) ve Annenorden (St. Anna Nişanı) madalyalarıyla mükâfatlandırıldı. Eserini Macar Prensi Arşidük Johann’ın anısına yazdığını, hem hatıratlarında hem de eserinin kapak kısmında belirtmektedir. Hatıratlarında bu çalışmasının kendisinin Osmanlı Devleti Siyasi ve İdari Teşkilatı hakkında diğer iş arkadaşlarına kıyasen daha bilgili olduğuna dair bir delil olduğundan bahsetmektedir.
Eserinin ön sözünde Osmanlı Devleti Anayasası ve İdari Teşkilatı hakkında genel ve güvenilir bir çalışmanın olmadığından ve kendisinin bu nedenle böyle bir çalışmayı yayımladığını anlatmaktadır. Böylelikle bu çalışması ile Osmanlı Devleti’nin anayasasını ve idari teşkilatını eksiksiz bir şekilde ilk defa ele almaya gayret eden isim oldu.
Eserin ilk cildi Osmanlı devlet anayasasını ele alırken ikinci cildi Osmanlı Devleti’nin idari teşkilatını konu etmektedir. Osmanlı Devleti yasaması hakkında seneler süren ve o denli yorucu olan kaynak arayışı sonucu, eserinin ilk cildinde tamamıyla bilinmeyen veya hiç kullanılmayan kaynaklara yer verdi. Bunlara ek olarak seyahatnameleri, diplomatik yazışmaları, yazı ve bildirileri aslına sadık ve eksiksiz kullanmayı hedefledi. Yerli olduğu kadar yabancı kaynaklardan da yararlandı.
İlk cildinde kaynaklarından bahsederken İslam hukuku hakkında da genel ve kısa bir özet vermektedir. Devamında ise özel olarak Osmanlı devlet anayasasını, devletin en iyi kuruluşlarının kısa tarihçesini ve son olarak Osmanlı yasamasının yapısından bahsetmektedir. Eserin ikinci cildi, birinci cildinde kaleme alınan kanunların uygulanmasını içermektedir.
Eserin tamamının Türkçe tercümesi mevcut değildir. Son olarak ikinci cildinin sonunda Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin dört cildinin içeriğini verdi ve aslen Doğu’ya ait olan ancak Almancaya yerleşen Türkçe kelimelerin fihristini verdi. Yine bu iki önemli eserinin yanı sıra çalışmamızda konumuz ile ilgili olarak “Erinnerungen aus meinem Leben” (Hayatımdan Hatıralar) adlı kendi otobiyografisinden faydalanıldı.
Osmanlı Tarihi adlı eserinin son cildinin yayımlamasının ardından arkadaşı olan Kontes Purgstall kendisinden kendi otobiyografisini yazmasını istedi. Böylelikle 12 Eylül 1841 senesinde hatıratlarını yazmaya başladı. On bir sene boyunca yazmaya devam etti. Hatıratlarını kaleme almaya başlamasıyla altı hafta sonrasında ilk kitabı bitti. On ikinci senenin sonunda el yazısı ile kaleme alınan toplam beş bin dokuz yüz dört sayfadan oluşan bir çalışma ortaya çıktı. Hatıratlarını yazarken bunları hayatta iken yayımlamayı asla düşünmedi.
Bundan hatıratlarında bahsetmekte ve gerekçe olarak Avusturya’nın yazıları aşırı denetlediğini ve yayımlanmaması sayesinde kimsenin onu eleştiremeyeceğini yazmaktadır. Bu sayede daha serbest yazdı. Hatıratlarını yazmaya başlarken “Bismillah” ile başladı ve bitirirken “Elhamdülillah temme bi inayetillah” ile bitirdi. Yetmiş sekiz yaşına geldiğinde yaşlılığından ve önemli malzeme eksikliğinden kaynaklı hatıratlarını yazmaya son verdi. Daha hayatta iken el yazması mirasına ek olarak hatıratlarını ve mektuplarını devlet matbaasının müdürü olan Hofrat Alois Ritter von Auer’e bıraktı.
Hatıratları Auer’in tüm uğraşlarına rağmen vefatının hemen ardından yayımlanamadı. 1972 senesinde Avusturya Bilimler Akademisi tarafından Walter Höflechner Hainfeld’de bulunan asıl nüshayı bir firma aracılığı ile mikrofilmlere kaydetme ile görevlendirildi. O dönem mikrofilmlere kaydedilen iki nüshası Avusturya Bilimler Akademisinin arşivindedir. Bir diğeri ise, bizimde çalışmamızda faydalandığımız nüsha Karl Franzens-Graz Üniversitesi Bilim Merkezi’nin arşivinde bulunmaktadır. Orijinal nüshası ise Hainfeld Şatosunun özel mülkiyetinde korunmaktadır.
Bu kısma kadar ele aldığımız eserleri konumuz ile ilgili olan ve özellikle çalışmamızda faydalandığımız eserleridir. Bu eserleri dışında yetmiş sekiz eseri daha bulunmaktadır. Bunların bazıları: “Geschichte der Chane der Krim, unter Osmanischer Herrschaft” (Osmanlı Hükümdarlığı Altında Kırım Hanları Tarihi), “Geschichte der İlhane” (İlhanlılar Tarihi), “İstanbul und der Bospohorus” (İstanbul ve Boğaziçi) vb. eserleridir. Hammer önemli bir tarihçi, diplomat, Doğu bilimleri uzmanı oldu ve bu vasfıyla günümüze kadar birçok insanın takdirini kazandı. Özellikle Osmanlı Tarihi adlı eseri temel kaynak eserlerden sayılmakta ve kullanılmaktadır.
Kaynak: Sümeyye Büşra Güneşdoğdu-Sarıtaş Yüksek Lisans Tezi, Tarihi Bilim Dalı Osmanlı Enderun Mektebi ve Alman Oryantalistler Joseph Von Hammer, Johann Wilhelm Zinkeisen Ve Josef Matuz’un Enderun Mektebi Hakkındaki Görüşleri, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı.