II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet)
Türk tarihine çağ açıp çağ kapatan hükümdar olarak geçen II. Mehmet, 30 Mart 1432’de Edirne’de doğdu. II. Murat’ın dördüncü oğlu olan II. Mehmet’in veliahtlık yolu, 1443 yılının bahar aylarında abisi Amasya Valisi Alâeddin’in genç yaşta hayatını kaybetmesi üzerine açıldı. Babası II. Murat’ın 1444 yılında üzüntü ve kırgınlık ile tahtı bırakmaya karar vermesi üzerine, 12 yaşında hükümdarlık gömleğini giydi. Bir süre babasının yanında devlet yönetimi stajı gören II. Mehmet, 1444 yılının Ağustos ayında, Mihaliç Ovası’nda kapıkulu ve paşalar önünde tahtı resmen babasından devraldı. Osmanlı Devleti’nde kurumların oluşmadığı ve iç ve dış tehditlerin yoğunlaştığı bir dönemde II. Mehmet’in hükümdarlık tahtına oturması, büyük krizlere neden oldu. Sırp despotluğu yeniden canlanırken Eflak beyi üzerinde Macar Krallığı’nın etkisi arttı. Anadolu’da ise Karamanoğlu’na Beyşehir, Akşehir, Seydişehir ve Oklukhisarı terk edildi. Arnavutluk’ta ise İskender liderliğinde isyanlar çıktı. Güneyde Mora Despotu Konstantin de Bulgarlarla iş birliği yaparak, Osmanlı’nın egemenliği altındaki topraklara girdi. Böylece 1444 yılında Macarlarla imzalanan anlaşmanın sağladığı barış ortamı kayboldu. Macarların liderliğinde Avrupa kuvvetleri birleşerek bir haçlı seferi hazırlığına başlarken Karamanoğulları da haçlılarla iş birliği yaparak güneydoğudan Osmanlı’yı sıkıştırmaya başladı. Dış tehdidin arttığı bu süreçte, devlet bürokrasisinde de paşalar arası çekişme baş gösterdi. Halkta da Edirne’nin Macarlar tarafından işgal edileceği korkusuyla panik havası belirdi. Bütün bu bunalımların yanı sıra Şia inanışının sapkın bir yorumu olan Hurufi tarikatına mensup sapkın kişiler tarafından 22 Eylül 1444’te bir ayaklanma oldu. Bu ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılırken Edirne’de 7000 evin yandığı büyük bir yangın çıktı.
İlk Hükümdarlığı İki Yıl Sürdü
Çandarlı Halil Paşa’nın nüfuzunun son derece arttığı bu dönemde, devlet yönetilemez hâle geldiği için, diğer paşalar II. Murat’ı tekrar göreve davet ettiler. Aynı yılın yaz aylarında Bizans İmparatorluğu, elindeki Osmanlı şehzadesi Orhan Çelebi’yi tahtı II. Mehmet’in elinden almak için serbest bıraktı. Çelebi Orhan, Çatalca’ya kadar geldi. Orada kendine destek bulamayınca Dobruca’ya kaçtı. Rumeli Beylerbeyi Şehabettin Paşa’nın takibinden kurtulamayacağını anlayınca tekrar İstanbul’a sığınmak zorunda kaldı. Bu arada Macarların liderliğinde toplanan haçlı kuvvetleri de 18- 22 Eylül 1444’te Tuna Nehri’ni aşarak Varna’ya ulaştılar. Venedik kuvvetleri de Çanakkale Boğazı’nı tutarak Osmanlı’ya yardım gelmesini engellemeye çalıştı. Devlet çaresiz duruma düşünce II. Murat tekrar hükümdarlık görevini üstlenmek zorunda kaldı. Haçlı kuvvetlerine karşı ordunun başına geçen II. Murat, Varna’da büyük bir zafer kazandı. Çandarlı Halil Paşa, Varna zaferinden sonra gerçek iktidarı elinde tutan II. Murat’ın görevine devam etmesini istedi. Ancak II. Murat, oğlunun geleceği için tehlikeli olabileceğini düşünerek padişahlık yetkisini II. Mehmet’te bırakarak tekrar Manisa’ya çekildi.
II. Murat Yeniden Padişahlığa Döndü
II. Mehmet, bu yıllarda Zağanos Paşa’nın etkisi altında olduğu için, babasının gölgesinden kurtulabilmek amacıyla onun yarım bıraktığı işleri tamamlamak istiyordu. İstanbul’un fethi II. Murat’ın en büyük ukdesiydi. II. Mehmet, İstanbul’u ele geçirdiği takdirde Osmanlı Devleti’nin gerçek hükümdarı olacağına inandı. II. Mehmet’in yayılmacı emelleri Sırp despotu ile Bizans imparatorunu endişelendirdi. Aynı şekilde Kastamonu ve Karaman beylerini de telaşlandırdı. Bunun üzerine II. Murat’a elçiler göndererek duruma müdahale ettirdiler. II. Murat, oğlunu ve onu kışkırtan vezirlerini azarlayıp durumu yatıştırmıştı. II. Murat’ın devletin başına geçmesini en çok isteyenlerin başında Çandarlı Halil Paşa geliyordu. Oğlunun itibarına gölge düşürmek istemeyen II. Murat, bir iç savaşa neden olmadan tekrar görevi üstlenebilmek için Macarların liderliğinde hazırlanan yeni haçlı ittifakını gerekçe olarak kullandı. Zira aynı esnada Edirne’de büyük bir yeniçeri isyanı çıktı. Ayaklanan yeniçeriler, Şehabettin Paşa’nın sarayını yağmaladılar. İsyancılardan bir kısmı İstanbul’da bulunan Orhan Çelebi’yi istediklerini haykırdılar. İsyan, halkın desteği ile bastırılabildi. Böylece II. Mehmet’in devletin yönetiminde yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Bunun üzerine II. Murat’ın hükümdarlık yetkilerini üstlenebileceği uygun ortam hazırlanmış oldu. 5 Mayıs 1446’da Manisa’dan yola çıkan II. Murat Ağustos ayında yeniden tahta çıktı. Babasına hükümdarlık yetkilerini devreden II. Mehmet, veliaht olarak Manisa’ya gitti. İki yıllık saltanat dönemi II. Mehmet’in kişiliğinde önemli değişiklikler yarattı.
1451’de Yeniden Tahta Çıktı
II. Mehmet, ilk büyük savaş deneyimini Macar Kralı Hunyadi Janos liderliğindeki haçlı kuvvetlerine karşı, babasının sağ kolu olarak 1448 yılında Kosova’da yaptı. Ardından II. Murat’ın ikinci Arnavutluk seferine de katıldı. Sonuçsuz kalan bu seferden sonra Edirne’ye dönüşte, II. Mehmet, görkemli bir düğün töreniyle Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile Aralık 1450’de evlendi. II. Mehmet, evlendikten bir yıl sonra babası II. Murat’ın vefat etmesi üzerine 10 Şubat 1451’de yeniden hükümdarlık koltuğuna oturdu. Onun tahta çıkışıyla 1444’te olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde yine iktidar zaafı oluşacağını düşünen Batılı devletler ümitlendiler. Anadolu’da Karamanoğlu İbrahim Bey, Hamit İli’nde bazı kaleleri ele geçirdi. Kütahya’da, Aydın’da, İzmir’de eski hanedanlar egemenliklerini ilan ettiler. Manisa’da geçirdiği beş yıllık dönemde epeyce olgunlaşan II. Mehmet, bu durumu soğukkanlılıkla karşıladı. Önce, devlet divanında değişikliğe gitti. Anadolu beylerbeyiliğine İshak Paşa’yı getirirken Şehabettin Paşa’yı da ikinci vezir yaptı. Sarıca ve Zağanos paşaları da divana aldı. Ardından babasının Sırplar ve Bizanslılar ile yaptığı anlaşmaları onayladı. Anadolu’da asayişi sağlamak için Sırp Despotu George Brankovic’e istediği tavizleri verdi. Bizans İmparatoru Konstantin’e de Çorlu’ya kadar olan yerleri bıraktı. Bizans’ın elinde rehin bulunan Şehzade Orhan Çelebi’nin masraflarına karşılık yıllık 300 bin akçe haraç ödemeyi de kabul etti. Muhtemel bir Macar saldırısı ihtimaline karşı da Beylerbeyi Karaca Paşa’yı Sofya’ya gönderdikten sonra Mayıs 1452’de Anadolu seferine çıktı.
Anadolu Seferine Çıkarken Rumeli Hisarı’nı İnşa Ettirdi
II. Mehmet, Anadolu seferine çıktığında önce Bizans, Orhan Çelebi’yi serbest bırakıp taht kavgası başlatmakla tehdit etti. Ardından Karamanoğlu Alâeddin Bey’den Alanya Kalesi’ni bırakması karşılığında bağlılık yemini alarak Edirne’ye dönmek istedi. Bu sırada yeniçeriler isyan etti. Bu isyan Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan azledilerek ve yeniçeri yayabaşıları şiddetle cezalandırılarak bastırıldı. Seferde yaşadığı bu sorun üzerine II. Mehmet, Edirne’ye ulaştığında orduyu yeniden örgütledi. Daha sonra da Halil Paşa’ya Rumeli Hisarı’nın yapılması emrini verdi. 1452 yılının Ağustos sonlarında tamamlanan Rumeli Hisarı, Anadolu-Rumeli arasında donanmaların geçişini güvence altına alacak ve gerektiğinde kuşatma ordusuna üs hizmeti görecekti. Hisarın inşaatının bitişiyle birlikte II. Mehmet Bizans imparatoruna İstanbul’u teslim etmesini, aksi hâlde savaşa hazırlanması gerektiğini bildirerek savaş ilan etti. Çandarlı Halil Paşa, Bizans’a savaş ilan etmenin yeni bir haçlı ittifakına neden olabileceği endişesiyle II. Mehmet’i uyardı. Ancak Hristiyan dünyası Osmanlılar’ın böyle bir işe girişemeyeceğini düşünerek harekete geçmedi. II. Mehmet, bu savaşta önünde en büyük engel olarak Çandarlı’yı gördüğü için, Edirne’de büyük bir danışma meclisi topladı. Yapılan değerlendirmede, İstanbul’un ele geçirilmesinin gerekliliği üzerinde ittifak edildi. İstanbul, 6 Nisan-29 Mayıs 1453 tarihleri arasında 54 gün işgal altında tutuldu. İşgal uzadıkça haçlı ordularının ittifakla Osmanlı’ya saldırmaları ihtimali arttığı gibi, askerin de sabrı tükenmeye başladı. Yapılan genel bir değerlendirme ile genel bir saldırı kararı alındı. Saldırı günü ilkin Edirnekapı tarafında beş on gazi duvar üzerine çıkıp sancak dikti. Fakat asıl ordu Topkapı ile Yalıkapı arasında açılan gediklerden şehre girdi.
Rumlar Fetihten Korktu
Hristiyanlar arasındaki Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasındaki uzlaşmazlık, İstanbul’un fethini kolaylaştıran bir etken oldu. Bizans, İstanbul’u 89 bin kişilik bir kuvvetle savundu. Bu kuvvetlerin 30 bini Latin askeriydi. 13. yüzyıldaki Latin istilasını akıllarından çıkartmayan Rumlar, kendileriyle birlikte savaşsalar da Latinlere karşı kin ve nefret besliyorlardı. Bu nedenle Latinlerin yardım etme isteğini, “Latin külahı görmektense Türk sarığı görmek evladır!” sözüyle kabul etmek istemediler. Bu arada ailelerinin geçimini bahane eden birçok Rum da surlarda çalışmayı reddetti. II. Mehmet, şehri harap olmadan ele geçirmek istiyordu. Cenevizliler ve Venedikliler ise İstanbul’daki ticaretlerini kaybetmekten korkuyorlardı. Bu arada Fatih, İstanbul’u ele geçirdikten sonra ilk iş olarak, iktidarını fiilen sınırlandıran Çandarlı Halil Paşa ile Bizans ile iş birliği yaparak kendisine karşı savaşıp tahtını tehdit etmiş olan Orhan Çelebi’yi ortadan kaldırdı. Çandarlı’nın ardından göreve getirdiği veziriazamları sonuncusu Karamani Mehmet müstesna hepsi kul aslından olacak ve onlardan Mahmut’u ve Rum Mehmet Paşa’yı idam ettirecektir. Böylece devlet idaresinde eski ailelerin nüfuzu bertaraf edilmiş oldu ve padişahın emir ve arzusuna mutlak surette bağımlı kullar devletin başına getirildi. Rum halkın şehri terk etmesini istemediği için, fidyesini veren veya belli bir zaman içinde geri dönen Rumlara şehirde ikamet hakkı tanıdı. Ayrıca bunları vergi dışı bıraktı ve kendilerine evler tahsis etti. İslam’da “hums-i sultani” denilen kendi hissesine düşen esirleri Haliç kenarında Fener Mahallesi’ne yerleştirdi ve onlara da evler verdi.
Fatih, Dünya İmparatoru Oldu
II. Mehmet, fetihten sonra Fatih unvanını aldı. Böylece tarihte Fatih Sultan Mehmet diye anıldı. Kazandığı mutlak iktidar ile kendini bir dünya imparatorluğunun sahibi olarak görmeye başladı. Onun bu inancı, merkeziyetçi devlet yapısının hareket noktasını oluşturdu. İstanbul’un fethi, bütün Avrupa’da heyecanla karşılandı. Fatih Sultan Mehmet, kendisine karşı oluşabilecek haçlı ittifakı ihtimaline karşı, Venedik Cumhuriyeti ile 18 Nisan 1454’te bir antlaşma imzaladı. Venedik’e, bu antlaşma ile Doğu’daki kolonileri konusunda güvence verildi. Karadeniz ve Ege denizlerindeki Ceneviz kolonileri de haraç ödemeye razı olarak padişahla anlaştılar. Ancak Rodos Şövalyeleri papaya bağlı olduklarından padişaha hiçbir zaman haraç ödemeyeceklerini bildirdiler, savaş hâlini devam ettirdiler. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra Boğazların da hâkimi olmuştu. Bu nedenle Karadeniz’de de tam hâkimiyet kurmak istiyordu. Bu doğrultuda, ilk önce 1 Haziran 1454’te Galata’yı Cenevizlilerden teslim alarak, Osmanlı topraklarında serbest ticaret hakkı tanıdı. Ardından Karadeniz’i bir Türk gölü hâline getirmek için 1454 yazında Karadeniz’e donanmasını gönderdi. Ceneviz kolonilerinin merkezi olan Kefe, Kırım Hanı I. Hacı Giray’ın müttefik kuvvetleriyle birlikte sıkıştırıldı. Uzun görüşmelerden sonra Cenevizliler Osmanlı padişahına 3000 ve hana 1200 altın haraç vermeye razı oldular. Aynı yaz Osmanlı donanması Akkerman’ı da tehdit etti ve kuzey ticaretinin antreposu durumunda olan Moldova (Boğdan) beyinden haraç istedi. Boğdan beyi 5 Ekim 1455’te Osmanlı tabiliğini ve 2000 altın yıllık haracı kabul etti. Buna karşı Boğdanlılara Osmanlı ülkelerinde serbest ticaret izni verildi. Trabzon Rum İmparatorluğu da 1456’da Osmanlı haraçgüzârlığını kabul etti. Böylece Karadeniz kıyılarındaki bütün hükûmetler Osmanlı hâkimiyetini tanımış oldu. Osmanlı Devleti’nin Moldova dışında, Karadeniz kıyılarındaki tam hâkimiyeti 1479 yılında mümkün oldu. Karadeniz’de Ceneviz ticari kolonilerini denetimi altına alan Fatih, 1454-1456 yıllarında Sırp sorununa odaklandı. Aynı yıllarda papalıktan gelen tehditleri barış yoluyla savuşturdu. Sırbistan’ın Osmanlı’ya bağlılığının devamı, Belgrat’ın Macarlardan alınmasına bağlı idi. Ancak Belgrat’ın alınması öyle kolay değildi. Nitekim 1456’daki Belgrat kuşatması başarısızlıkla sonuçlandı. Bu durum haçlıların ümitlerini arttırdı. 1457’de papalık donanması Ege Denizi’ne indi. Bu sırada Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ve Gürcüler de doğudan Osmanlı topraklarını tehdit etmeye başladı. Mora’yı ve Bosna’yı Fethetti Batıda oluşmakta olan yeni haçlı ittifakına meydan okuyan Fatih Sultan Mehmet, İsa Bey ile Arnavutluk üzerine sefer düzenletirken kendisi de ordusuyla Mora’ya hareket etti. Sırbistan’a da Mahmut Paşa komutasında bir ordu gönderdi. Fatih, Mora’yı fethettikten sonra Üsküp’e kadar gelirken Macar kuvvetlerinin tehdidi nedeniyle Niş’e çekilen Mahmut Paşa’nın kuvvetleriyle buluştu. Fatih, 1458 yılı kış mevsimini Üsküp’te geçirdi. Aynı yılın Aralık ayında Edirne’ye döndü. Bir yıl sonra tekrar Semendire’ye hareket etti. Sırplar, kendisine Sofya’nın anahtarlarını teslim ettiler. Böylece Haziran 1459’da Sırbistan, doğrudan Osmanlı egemenliğine girmiş oldu. Fatih Sultan Mehmet, 1460’ta Mora’ya ikinci bir sefer düzenledi ve sahilde Venedik’e ait olan kaleler dışında bütün yarımadayı ele geçirdi. Mora’nın tamamının fethedilmesi ancak 1463 yılında mümkün oldu. Fatih 1462 yılı yaz aylarında Eflak’ı istila edip Kazıklı Voyvoda’yı kaçırdı ve yerine kardeşi Radu’yu voyvoda tayin etti. Aynı yılın Eylül ayında da Midilli Adası’nı ele geçirdi. Venedik, Fatih’in bu genişlemeci siyasetinden rahatsız olsa da karşı koyacak ittifak kuramadığı için çaresiz kaldı. Bu nedenle Fatih, 1463 yılında da Bosna’yı ele geçirdi. Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’nın kalbine doğru ilerlemesi Macaristan ve Venedik’i yeni bir ittifaka zorladı. Papanın girişimleriyle iki devlet anlaşma imzaladı. Papa, aynı yıl Burgonya ile de anlaşma imzaladı. Böylece Mayıs 1464’te haçlı ittifakı hazır hâle geldi. Yapılan harekâttan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşım planı da hazırlandı. 1463 yılı sonbaharında haçlılar karadan ve denizden saldırıya geçerek, Mora’da, Arnavutluk’ta, Bosna’da ve Ege Denizi’nde Osmanlı Devleti’ne ait toprakları ele geçirdiler. Fatih Sultan Mehmet her tarafta beliren bu tehlikeler karşısında köklü önlemler aldı. Mahmut Paşa’yı kuvvetli bir ordu ile süratle Mora’ya gönderdi. Donanmayı takviye için Kadırga Limanı Tersanesi’ni yaptırdı ve İstanbul’u emniyete almak üzere Çanakkale Boğazı’nda karşı karşıya Sultaniye ve Kilitbahir kalelerini inşa ettirdi. Alınan bu önlemler kısa sürede etkisini gösterdi. Mora yeniden Osmanlı egemenliğine girerken ardından Mahmut Paşa kuvvetleriyle Bosna’yı da ele geçirdi. Tabii arka arkaya çıkılan bu seferler orduda hoşnutsuzluk yarattığı için Fatih Sultan Mehmet, 1465 yılında 140 Venedik ve Macaristan ile barış görüşmelerine başlasa da bir sonuç alınamadı. Barış görüşmelerine başlanmasının nedeni ise Osmanlı Devleti’nin batıda faaliyet gösterdiği sırada, Karamanoğlu’nun Anadolu topraklarını ele geçirmeye çalışması idi.
Arnavutluk, Devleti Çok Zorladı
Arnavutluk, Venedik-Osmanlı Savaşı’nın belli başlı sahnelerinden biri hâlini aldı. Venedik, Macar Kralı Matthias’tan büyük yardım göremese de Asya’da Uzun Hasan ve Karamanoğulları’nı müttefik edinmek ve böylece Fatih’e karşı büyük bir kara kuvvetini harekete geçirmek imkânını buldu. Karamanoğlu İbrahim Bey 1469 yılında vefat edince yerine geçen oğlu Pir Ahmet ve kardeşleri arasında iktidar kavgası başladı. Konya’ya hâkim olan Pir Ahmet kardeşine karşı Fatih’ten yardım isterken İshak da abisine karşı Uzun Hasan’dan yardım istedi. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Fatih’in Bosna’da bulunduğu dönemde, 1464 yılında Dulkadiroğlu Arslan Bey üzerine yürüdü. Ardından Beyşehir’e kadar olan Anadolu topraklarını alarak İshak Bey’e teslim etti. İshak Bey bu şehirlerde Mısır Memlûk Sultanı Hoşkadem adına hutbe okuttu. Bunun üzerine Pîr Ahmet ve kardeşleri kaçıp dayıları Fatih’in yanına sığındılar.
Osmanlı-Memlûk İlişkileri Gerildi
Bu arada Mısır, Anadolu topraklarının güneyini kendi nüfuz alanı kabul ediyordu. Bu nedenle Osmanlı-Karamanoğulları ilişkileri, iki ülke ilişkilerine de gölge düşürdü. Memlûk sultanları, Akkoyunlular’ı, Karamanoğulları’nı ve Dulkadirliler’i himayesi altında sayıyordu. Trabzon’un 1461 yılındaki fethini, Memlûk sultanları tebrik etmediler. Memlûkler, Trabzon’un fethini Akkoyunlular için tehdit kabul etti. Halifeliğin merkezi olmaktan ötürü kendilerini diğer İslam devletlerinden üstün görüyorlardı. Fatih, 1463’te Bosna’yı fethettiğinde Mısır sultanına gönderdiği mektupta kendisiyle eşit muamele yaptığı ve Kahire’ye gönderdiği elçisi yer öpmediği için Memlûk Sultanı Hoşkadem incindi. Karaman’da meydana gelen taht kavgası da ilişkileri iyice gerdi. Bu dönemde Osmanlı-Memlûk ilişkileri Akkoyunlular Memlûkler’i tehdit edince iyileşti, Dulkadiroğulları’nı Osmanlı himaye edince kötüleşti.
Karamanoğulları Üzerine Yürüdü
Fatih, Venedik ve Macaristan ile barış görüşmeleri başlatarak Batı’yı oyalarken 1468’de Anadolu seferine çıktı. Arnavutluk’ta Osmanlı’ya hiçbir şekilde boyun eğmeyen İskender Bey, 17 Ocak 1468’de ölmüştü. Aynı yılın ilkbaharında Karamanoğulları’nın üzerine yürüyen Fatih Sultan Mehmet, Karamanoğlu Beyi Pir Ahmet ve Dulkadiroğlu Beyi Şehsuvar Bey’den itaat etmelerini istedi. Her ikisinden de ret cevabı alan Fatih, önce Konya’yı ele geçirdi. Ancak girişilen bu mücadele Osmanlı Devleti’ni batıda zayıflattı. Orta Anadolu’da yürütülen mücadele Venedik savaşı ile karışınca devlet 1474 yılına kadar buhranlı dönemler geçirdi. Çünkü Fatih Konya’dan çekilir çekilmez Karamanoğulları Beyi Pir Ahmet’in kuvvetleri burayı geri almak istedi. 1469’da Karamanoğulları Ereğli, Aksaray, Develi ve Niğde’yi tekrar ele geçirdi. Bu saldırı üzerine Fatih karşı saldırı başlatıp, hedef olarak çoktan beri düşündüğü Eğriboz’u seçip adaya yanaştı. Gelibolu Valisi Mahmut Paşa donanma ile denizden Venedik donanmasını gözetip çıkarmayı desteklerken Fatih Eğriboz Adası ile kara arasında bir köprü yaptırdı; ordusunu geçirdi ve Eğriboz Kalesi’ni şiddetli bir hücumla 11 Temmuz 1470’te ele geçirdi. Fatih’in bu seferini fırsat olarak gören Karamanoğulları kuvvetleri 1470 yılında Ankara’ya kadar ilerlediler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 1471’den itibaren yeniden Anadolu’ya dönmek zorunda kaldı. 1471 yılının bahar aylarında Veziriazam İshak Paşa ve Gedik Ahmet Paşa komutasında karadan ve denizden olmak üzere iki koldan harekete geçti. İshak Paşa, Karaman ve Niğde’yi ele geçirirken Gedik Ahmet Paşa da 1472 yılında Alanya Kalesi’ni teslim alarak iç kesimlere doğru harekete geçti. Osmanlı’nın Karamanoğulları üzerine yaptığı kapsamlı harekâtı, Memlûkler, Akkoyunlular ve haçlılar kendileri için tehdit kabul etti.
Otlukbeli Savaşı Kaçınılmazdı
Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, kendini Anadolu beylerinin “üstün hükümdarı” olarak görüyordu. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’nin onun çıkar sahasını tehdit etmesinden rahatsızlık duyuyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, Trabzon’a kadar olan toprakları almıştı. İran’ın servet kaynağı olan ipek üzerine Tokat’ta Fatih tarafından ikinci bir gümrük konması ciddi bir şikâyet konusuydu. Bunun yanı sıra, Akkoyunlu-Osmanlı ilişkilerini geren esas neden, Karamanoğulları’nın Uzun Hasan’dan yardım talebi oldu. Karamanoğulları, Osmanlı saldırısı nedeniyle Rodos Şövalyeleri reisinden ve Kıbrıs kralından da yardım istedi. O dönemde Timur’a benzetilen Uzun Hasan’ın yanında İsfendiyaroğlu, Germiyanoğlu, Dulkadiroğulları, İnaloğlu gibi Anadolu’dan kaçmış beyler toplanmıştı. Uzun Hasan’ın Fatih’ten ilk isteği Trabzon, Sinop ve Karaman’ın bırakılması oldu. Aynı yıl Karamanoğulları Pir Ahmet ile Kasım da Uzun Hasan’a sığındı. Kendisine yapılan talebi geri çevirmeyen Uzun Hasan, 1472 yılı bahar aylarında harekete geçti. Yeğeninin emrindeki kuvvetleri Trabzon üzerine gönderen Uzun Hasan, İsfendiyaroğlu Kızıl Ahmet Bey ile Karamanoğulları’nı 30 bin kişilik Akkoyunlu kuvvetiyle Orta Anadolu’ya gönderdi. Yaptıkları ilk saldırı da Tokat’ı yağmalamak oldu. Tokat’ın yağmalanması haberi, İstanbul’da şok etkisi yarattı. Anında karşılık veren Fatih, Şehzade Mustafa’ya, Konya’yı boşaltıp Afyon’a veya Kütahya’ya çekilerek Bursa’yı korumak üzere Anadolu Beylerbeyi Koca Davut Paşa ile birleşmesi emrini verdi. Bunun üzerine Akşehir’e kadar gelen Akkoyunlu kuvvetleri çekilmeye başladı. Karşı saldırıya geçen Osmanlı kuvvetleri, Beyşehir Gölü yanında, Eflatun Pınarı yakınında onları yakalayarak bozguna uğrattı. Uzun Hasan’ın yeğeni Yusufca Mirza esir düştü; Karamanoğulları kaçtı. Bu başarı durumu kurtardı. Fatih, 1472 yılının kış aylarını İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı Devleti’ni doğuda uzunca bir süre rahatlatacak büyük bir savaşa hazırlıkla geçirdi. Fatih’in hazırlığını haber alan Uzun Hasan da Venedik ile ittifak arayışına girişti. 1471 yılında yapılan ittifak anlaşmasına göre, Uzun Hasan Anadolu’yu alacak, Osmanlı padişahına kıyılarda hisar yapmaması ve Karadeniz’i Venedik gemilerine açık bulundurması kabul ettirilecek; Mora, Midilli, Eğriboz ve Argos’un Venedik’e iadesi sağlanacaktı. Venedikliler Uzun Hasan’a İstanbul’u da vadetmişlerdi. Bu doğrultuda Venedik, Napoli, Rodos, papalık ve Kıbrıs savaş gemilerinden oluşan büyük bir haçlı donanması 1472 yazında Osmanlı’nın Akdeniz kıyılarında dehşet saçtı. Eylül 1473’te İzmir yağmalandı. Kızkalesi ve Silifke kaleleri bu tehdit altında Kasım’a teslim oldu. Fatih, İstanbul’da savaş hazırlıklarını sürdürürken Rumeli’deki kuvvetlerini de kış aylarında Sivas bölgesine kaydırdı. Böylece ordunun Erzincan’a doğru hareketini kolaylaştırdı. Bunun üzerine Uzun Hasan’ın, haçlı kuvvetleriyle irtibatı kesildi. Osmanlı kuvvetleri, önce Fırat’ın doğusunda Tercan ile Erzincan arasında bir düzlükte Akkoyunlu kuvvetlerinin baskınına uğradı. Bu baskın Osmanlı kuvvetlerinde büyük bir sarsıntıya neden oldu. Günlerdir yolda olan Osmanlı ordusunun sekiz günlük erzakı kalmıştı. Uzun Hasan, oğullarının ısrarı ile Otlukbeli’nde ikinci bir baskını kabul etti. 11 Ağustos 1473 tarihindeki savaşta, tepeleri tutmayı başaran Osmanlı ordusu, ilk baskının etkisinden kurtularak savaş düzeni almayı başardı. Gün boyu süren savaşta, Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel’in öldürülmesi savaşın sonucunu belirledi. Uzun Hasan durumu ümitsiz görerek meydandan kaçtı. Savaşın ardından 4000 Türkmen idam edildi ve 2050 esir alındı. Otlukbeli zaferi, Fatih’e Fırat Nehri berisindeki Anadolu toprakları üzerinde tam bir kontrol sağladı ve Batılıların, özellikle Venedik’in Osmanlı Devleti’ne karşı zafer ümitlerini ortadan kaldırdı.
Yeniden Batıya Yöneldi
Fatih Sultan Mehmet, Akkoyunlu tehdidini ortadan kaldırdıktan sonra, 1462’den itibaren 16 yıl süren ve 1474-1478 yılları arasında şiddetlenen Venediklilerle savaşa yoğunlaştı. Venediklilerin, Adriyatik’teki en büyük kalesi İşkodra idi. Osmanlı kuvvetleri, 1474 yılının en sıcak günleri olan 15 Temmuz-28 Ağustos arasında İşkodra Kalesi’ni işgal ettiyse de ele geçiremedi. Dört yıl süren bu işgal nihayetinde Osmanlı-Venedik anlaşması ile sona erdi. Buna göre toprak bakımından Venedik İşkodra’yı boşaltmaya ve teslime razı oldu. Ayrıca Arnavutluk topraklarında Akçahisar’ı, Akdeniz’de Limni, Eğriboz adalarını, Arnavutluk topraklarında Mayna dağlık bölgesini bıraktı. Buna karşılık Fatih Sultan Mehmet, 16 yıllık savaş sürecinde Mora, Arnavutluk ve Dalmaçya’da aldığı diğer yerleri iade etti. Ticaret serbestliği karşılığında Venedik her yıl 10 bin altın ödemeyi, ayrıca şap iltizamından eski borcu olan 100 bin dukayı iki yılda vermeyi kabul etti. Venedik, İstanbul’da bir balyos bulundurarak tebaasının hukuk işlerinde hüküm vermek hakkına sahip oldu. Bu anlaşma ile Fatih Sultan Mehmet, Rumeli sahillerinde İnebahtı, Koron ve Modon gibi kaleleri alamamış olmakla birlikte Arnavutluk’tan, Mora’dan ve Ege Denizi’nin kuzey kısmından Venediklileri uzaklaştırıp, onları yıllık bir vergi ödemeye mecbur bırakmış oldu.
Hedef Roma
Fatih Sultan Mehmet, Venedik’le anlaşma imzaladıktan sonra Rodos, İtalya ve papayı hedef aldı. Napoli, Venedik ve Milano arasındaki rekabetler ve papalığın siyasi girişimlerine karşı düşmanlık sebebiyle İtalya’daki durum son derece elverişli idi. Venedik, İtalya’da kent devletleri arasındaki rekabette avantajlı hâle geçmek için Napoli’ye karşı Fatih’i teşvik etti. 1480 yılının bahar aylarında Vezir Mesih Paşa ve Gedik Ahmet Paşa komutasında iki ayrı orduyu Rodos ve İtalya üzerine gönderen Fatih, hızlı bir zafer kazanmak istiyordu. Ancak 90 günlük işgale rağmen Rodos Kalesi önünde büyük kayıplar verilerek 23 Mayıs 1480’de çekilmek zorunda kalındı. Gedik Ahmet Paşa ise 1479’da Tocco Hanedanı’na ait Ayamavra, Kefalonya ve Zanta adalarını alarak Napoli Krallığı’nın iç işlerine karışma imkânını buldu. Ardından 132 gemi ve 18 bin kişilik bir kuvvetle Avlonya’dan hareket ederek 11 Ağustos 1480 tarihinde Otranto’yu ele geçirdi. Otranto, İtalya’da Osmanlı kuvvetleri için bir saldırı üssü hâline getirildi. Artık Roma’ya giden yollar açılmıştı. Papa Roma’yı bırakıp kaçmayı düşündü. Otranto’yu kurtarmak için İtalya devletleri arasında, Macaristan ve Fransa’da haçlı ruhu canlandı. Gedik Ahmet Paşa taze kuvvetler toplamak için Rumeli’ye döndü. Bu kuvvetleri geçirmeye hazırlandığı sırada Fatih Sultan Mehmet’in 3 Mayıs 1481 tarihinde, yeni bir sefer için Üsküdar’a geçtikten sonra Üsküdar ile Gebze arasında Hünkârçayırı denilen Maltepe civarında öldüğü haberi geldi. Nikris hastalığı sebebiyle mi doktorunun zehirlemesi nedeniyle mi öldüğü anlaşılamadı. Bu haber, Osmanlı Devleti’nin Roma’ya dönük bütün planlarını altüst etti. Zira yerine geçen oğlu II. Bayezid’in önüne Cem Sultan sorunu çıktı. Bunun üzerine Gedik Ahmet Paşa, İtalya’dan II. Bayezid’in yanına dönmek zorunda kaldı. Fakat Otranto’da ümitsizliğe düşen Osmanlı muhafızları nihayet etraflarını saran düşmana 10 Eylül 1481’de teslim oldular.
Vergilerin Ağırlığı Halkı Huzursuz Etti
Fatih, İstanbul’u ele geçirdikten sonra süratli bir iskân ve kalkındırma siyaseti takip etti. Aynı süreçte yeni fethedilen topraklardaki kalelerin korunması devlet üzerindeki mali baskıyı artırdı. Bu iki konu, halkın üzerindeki vergi yükünü artırdı. Fatih, yeni akçe çıkarmak ve eski akçeyi beşte bir eksiğine değiştirmek suretiyle bütün 146 nakdî servetlere bir nevi vergi koydu. Böylece 1451, 1460, 1470, 1475 ve 1481 yıllarında yeni akçe çıkarıldı. 1470’ten sonra bu her beş yılda bir uygulandı. Yeni akçe çıkarılmasının sık sık uygulanması o kadar derin bir hoşnutsuzluk doğurmuştur ki II. Bayezid tahta geçerken kendisine kabul ettirilen hususlardan biri de bir defadan fazla yeni akçe çıkarmaması idi. Fatih tuz, sabun, mum gibi günlük ihtiyaç maddelerini bölge bölge kiraya vermiş, yani iltizamla tekele bağlamıştır. 1458 sonbaharında Anadolu sipahilerini savaş meydanında tutmak için Anadolu eyaletinde reayanın ödediği çift resmini bir emirle 22 akçeden 33’e çıkartmış ve bu vergi yerleşip kalmıştır. O dönemde bir başka önemli sorun da İstanbul’un iskânı ve kalkındırılması çabalarından kaynaklandı. Sürgün yönteminin geniş ölçüde uygulanması özellikle Anadolu’da yeni sosyal problemlere neden oldu. Türklerin İstanbul’a yerleşmeleri için, şehirdeki mülkler ilk başta parasız bağışlanırken, daha sonra arsalar devlet malı sayılarak kira istendi ve halktan yıllık 100 milyon akçe talep edildi. Ancak meydana gelen hoşnutsuzluk üzerine bundan vazgeçildi. Karamanoğulları Beyliği ile yaşanan sorun ve Otlukbeli Savaşı devletin harcamalarını artırınca 1471-72 yıllarında bu vergi, yeniden konuldu.
Rumlar Özel İlgi Gördü
Osmanlı Devleti’ni imparatorluk hâline getiren Fatih Sultan Mehmet, döneminde, Rum soylularına mensup gençleri sarayına almış, bunlar birer Osmanlı olarak sonradan idarede önemli mevkilere geçmiştir. Rum Mehmet’ten başka Bizans’ta hükümdarlık soyuna mensup Paleologlardan Has Murat Paşa ve kardeşi Mesih Paşa bunların en tanınmışlarıdır. Ayrıca bazıları Bizans soylu sınıfından bir kısım Hristiyan Rumların da önemli mali işleri üzerlerine aldıkları bilinmektedir. Batıya kaçtıktan sonra orada barınamayan ve sefalete düşen bazı Rum büyükleri tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir. 1464-1472 yıllarında Rum bilginlerine Fatih’in sarayında özel bir ilgi gösterilmiştir. Georgios Trapezuntios, Roma’dan İstanbul’a bu sıralarda döndüğü gibi Kritovoulos da eserini bu tarihlerde yazmıştır. Meşhur Trabzonlu âlim Amirukis, aynı devirde Fatih’in yakınlarında yer almıştı. Fatih’in divanından Batı’ya gönderilen siyasi yazılar ve antlaşmalar Rumca yazılıyor, bunları yazdırmak için Rum kâtipler kullanılıyordu. Fatih, imparatorluğa mensup bütün Ortodoksları Rum Ortodoks Patrikliği idaresi altına alarak Rumları İtalyanların sömürüsünden kurtardığı gibi, ekonomik olarak da devlet içinde yükselmelerine imkân tanıdı.
Ticaret Gelişti
Fatih Sultan Mehmet döneminde, bölgeler arasında birbirini tamamlayan iktisadi-ticari faaliyet çok gelişti. Ticari hayatta İtalyanların yerini Türk Müslüman, Yahudi, Rum ve Ermeni yerli tacir ve gemiciler aldı. Burdur ve Batı Anadolu’da pamuklu sanayi, Ankara ve Kastamonu’da sof, Bursa ve İstanbul’da ipekli, Selanik ve İstanbul’da çuha ve Edirne’de ayakkabı sanayisi bu devirde hayli gelişti. Osmanlı topraklarında, yerli tüccarlar hangi dinden olursa olsun yabancılardan daha az gümrük vergisi ödüyordu. Başlangıçta yerliler yüzde 2, yabancılar yüzde 4, daha sonra bu nispet yerliler için yüzde 4, yabancılar için yüzde 5 olmuştur. Fatih Sultan Mehmet, Rumca ve Slavcayı da biliyordu. Devleti her bakımdan dünyanın en üstün ve kudretli imparatorluğu hâline getirmeyi hedefledi. Fatih, doğrudan doğruya şahsına bağlı kapıkulu ordusunu yeniden örgütledi ve sayılarını arttırdı. Otoritesini sınırlayan yeniçerilerin ve uç beylerinin bağımsız tutumunu kırarak onları doğrudan doğruya kendi emri altına aldı. Pek çok yeniçeriyi atıp yerlerine saraydaki avcı bölüklerinden sekban adıyla yeni yeniçeri bölükleri ihdas etti. Ayrıca maaşlarını arttırmak, silahlarını yenilemek, sayılarını iki katına çıkarmak suretiyle bu orduyu merkezî kudretin ve fütuhatın başlıca dayanağı hâline getirdi.
Kardeşi Ahmet’i Boğdurdu
Türk devletleri, kardeşler arasındaki taht kavgalarından büyük zararlar gördüğü için Fatih, dönemin aklıyla kardeş katlini caiz kılan hükmü uygulamaya koyarak tahta çıkar çıkmaz henüz memede olan kardeşi Ahmet’i boğdurdu. “Karındaşlarını nizam-ı âlem için katletmek caizdir.” hükmünü koyarken de hâkimiyetin bölünmezliğini sağlamayı ve devleti ileride taht iddiacılarının tehlikelerinden kurtarmayı düşünmüştür. Fethettiği yerlerde ilk işi saltanat iddiasında bulunan eski hanedan üyelerini ortadan kaldırmak olmuştur. İstanbul fatihi, sınırsız güç sahibi mutlak bir hükümdar olmanın yanı sıra dünya hâkimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun bu düşüncesinin kaynağı Türk hakanlık, İslami hilafet ve Roma imparatorluk fikriydi. Fatih Sultan Mehmet’in İtalyan nedimlerine Roma tarihleri okutarak bu geleneği kavramaya çalıştığı da bilinmektedir. Fatih, İstanbul fethinden kısa bir zaman sonra dünyada bir tek imparatorluk, bir tek iman ve bir tek hükümdarlık olmasını savunuyordu. Bu birliği kurmak için dünyada İstanbul’dan daha layık bir yer olmadığı, bu şehir sayesinde Hristiyanları hükmü altına alabileceği düşüncesinde idi. Fatih İslam âleminde de gazanın en büyük mümessili, İslam memleketlerinin gerçek koruyucusu sıfatını benimsemekte, hareketlerini buna göre meşrulaştırmaya çalışmaktaydı. Gaza ve fütuhat siyasetinin mümessili gibi göründüğü yıllarda Fatih doğan ilk oğluna büyük dedesi Yıldırım Bayezid’in, üçüncü oğluna İran geleneğinin ünlü hükümdarı Cem’in ve torununa da Oğuz Han’ın adını vermiştir. Denilebilir ki Fatih’in şahsında Türk, İran, İslam ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren “Osmanlı padişahı” doğmuştur. Fatih Sultan Mehmet “Avnî” mahlasıyla şiirler de yazmıştır. Çağının şiir dilini ince hayallerle yoğurmayı başarmış, açık ifadeleri ve akıcı üslubu, henüz sanatlara boğulmamış bir Türk şiirinin güzel örnekleri arasında sayılmıştır. Tasvirlerindeki başarı ve mazmunlarındaki zenginlik ilk anda anlaşılabilecek kadar açık ve yalındır. Din felsefesi meselelerine de aşina olan Fatih Sultan Mehmet’in coğrafya, matematik, astronomi ilimlerine özel bir ilgisi vardı. Çeşitli ilimleri tahsil için uzmanları kendisine hoca tayin ederdi. Bunlar her gün belli saatte gelip ona ders okuturlardı. Hocazade Muslihuddin, Molla Gürani, Molla İlyas, Siraceddin Halebî, Molla Abdülkadir, Hasan Samsunî, Molla Hayrettin hocalarındandır. Başlangıçta Akşemsettin’in de onun üzerinde büyük tesiri olmuştu. Devrinin en büyük âlimleri Molla Hüsrev, Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Bey ve Hocazade Muslihuddin’dir. O dönemde yetişmiş seçkin ilim ve idare adamlarının çoğu bunların öğrencisidir. Bu devir Osmanlı Türklerinde matematik yönünden oldukça parlak bir devirdir. Fatih, kendi döneminde ilim ve felsefe tarihinin en önemli meseleleri üzerinde âlimleri tartışmaya ve eser vermeye teşvik etmiştir. Fatih’in Batı kültürüyle ilk tanışması şehzadeliğinde Manisa Sarayı’nda olmuştur. 1454’te bir İtalyan hümanisti olan Ciriaco d’Ancona ve başka İtalyanlar onun sarayında bulunmakta ve kendisine Roma ve Batı tarihleri okumakta idiler. 1465’te Milano elçisinin yazdığına göre onun yanında Floransalı, Cenevizli ve Raguzalı danışmanları vardı. Venedik’e karşı savaş ilanından sonra Floransalılarla yakın ilişkiler kurdu. 1463 Bosna seferinden dönüşünde Galata’da Floransalılara şenlik yaptırtmış ve onlardan zengin bir tacirin evine inerek yemek yemiş, eğlenmişti.
Resmini Yaptıran İlk Padişah Oldu
Fatih’in 1461’den beri resmini yaptırmak için İtalya’dan ressam istediği bilinmektedir. Nihayet Eylül 1479-Ocak 1481 tarihleri arasında İstanbul’da ikamet eden ünlü Venedikli Ressam Gentile Bellini ülkeye gelmiştir. Bellini aynı zamanda yeni sarayın duvarlarını Rönesans üslubu fresklerle süslemiştir. Fatih, Trabzonlu Rum âlimi Amirutzes ile oğluna Batlamyus’un kitabını Arapçaya tercüme ettirmiş ve bir dünya haritası yaptırmıştır. Fatih’in kütüphanesinden Batı kültürüyle ilgili elli eser günümüze ulaşmış olup, kırk ikisi Yunancadır. Eserlerden sekizi tarihe, altısı matematik ve astronomiye dairdir. Tarihe ve coğrafyaya ait eserler mevcudun üçte birinden fazladır. İtalya’da İbn Rüşd felsefesinin hâlâ hararetle tartışıldığı bir devirde Fatih’in Hocazade ve Ali Kuşçu’ya dönmesi tabiidir. Fatih devrinde Osmanlı kültürünün Batı kültürü ile serbest bir şekilde temasa geçtiği ve sonraki devirde bunun sürdürülmediği de bir gerçektir. Fatih Sultan Mehmet’in vefatından sonra iki oğlu Cem ve Bayezid arasındaki çekişme Bayezid’in lehine sonuçlanmış, diğer oğlu Mustafa ise 1474’te kendisinden önce vefat etmiştir. Adı bilinen iki kızı Ayşe ve Gevherhan’dır. Gevherhan Sultan, Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmet Bey ile evlendirilmiştir. Akkoyunlu tahtına geçen Göde Ahmet, Fatih’in kızından torunudur.
Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.