Hasan el-Benna
14 Ekim 1906 tarihinde Kahire’nin yaklaşık doksan mil kuzeyinde, Nil deltasında Mahmudiyye’nin küçük kasabası Bhayra eyaletinde doğdu. Babası Abdurrahman el-Benna es-Saati, cami imamı ve öğretmendi. Hadisle ilgili çeşitli eserler yazdı; Muhammed Abduh döneminde el-Ezher Üniversitesinde eğitim gördü. Din eğitimini almak üzere babası tarafından Reşadiye’ye gönderildi. Reşadiye’de arkadaşları ile Ahlak ve Edeb Cemiyeti adında bir dernek kurdular. Derneğin ilkelerini ve tüzüğünü kendisi hazırladı. Ahlak ve Edeb Cemiyeti Derneği insanları kötülüklerden alıkoymak için kuruldu.
Bununla birlikte okul hayatının geçtiği Mahmudiye’de, Haramların İşlenmesini Önleme Cemiyeti adında bir örgüt kurdu. Bu örgüt İslam’ın dışında hareketlerde bulunanları mektup yolu ile uyarmak üzerineydi. Öğretmen okuluna başladığı yıllarda ise İngiliz sömürüsüne karşı eylemlerde yer alıyordu. Yüksek öğretim için gittiği Kahire hem eğitim hayatı hem de fikri açıdan gelişmesi için onu etkileyen yerlerden biri oldu. Kahire Mısır’ın modernleşmesinin etkilerinin en net görüldüğü şehirlerden biriydi.
El-Benna’ya göre modernizm adı altında insanların İslam’dan uzaklaşmaları ve asıl gayelerini unutmaları söz konusuydu. Bu durumdan bir hayli rahatsız oldu, ilim yönünden zengin insanlar ile bir araya gelerek el-Fetih isimli dergiyi çıkarmaya başladı. Gençliğinde kendisini etkileyen en önemli olay, 1919 yılında İngilizlerin işgaline karşı halkın ulusalcı refleksler ile ayaklanmasıdır. Mısır’da gerçekleşen eylemler ve ortaya çıkan karışıklıklar dönemin genç nüfusunu etkiledi. El-Benna’ya göre 1919 yılı bir devrim niteliğindeydi. Babasının kendisini bir âlim olarak yetiştirme gayretinden sıyrıldı, kendi devrimci kimliğini ortaya koydu. Bu dönemi, kimliğinin devrimci yönünün bir yansıması olarak da tanımlamak mümkündür. Bu dönemde, bulunduğu yerlerde cemiyetler ve örgütler kurma isteği de, fikirlerini harekete geçirme inancının varlığının göstergesiydi.
Mahmudiye şehrinin ardından Kahire’ye gelişi, Mısır’da 1920’lere damgasını vuran, yoğun bir siyasi ve entelektüel harmanlanma dönemi ile aynı sürece denk geldi. Mısır’ın ortamını Mitchell’in ifadesiyle “dindar bir köy insanı” gözüyle araştırdı ve gözlemledi. O dönem Mısır’ının özellikle Vefd ve Liberal Anayasalcı Partiler arasındaki tartışma ortamından ve bölünmüşlüğün sonucunda ortaya çıkan şiddetli politik tartışmalardan kendisini soyutladı. 1919 devriminin ardından, Müslüman dünyayı saran savaş sonrası ortama şahit oldu. Mısır’ın entelektüel ve toplumsal kurtuluşu için bir harekete dönüşen El-Ezher Üniversitesindeki İslamcı olmayan akımları görme fırsatı buldu. Amaçları dinin insanlar üzerindeki etkisinin azalması olan bu akımların düşüncelerini yaymak için kitaplar, gazeteler ve dergiler bastırdığını gördü. Bu durum kendisine Kahire’nin gerçeklerini görme fırsatını tanıdı.
Fikirlerini harekete geçirmeye yönelik inancı, ancak Mısır halkını bu kadar önemli olan bu konuya dâhil ederek mümkün olabilecekti. Çünkü ona göre Mısır halkını dâhil etmeden İslam kimliğini yeniden canlandırmak çok zordu. Bu nedenle, Mısır’ın kimliğini elit ve entelektüel çevrelerle sınırlayan Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın aksine o, kimliği tartışmayı kamusal alanda meşru kılmak için çalışmalara başladı. Başka bir deyişle, Abduh ve Rıza yalnızca dinî kurumları ve söylemi reforma yöneltirken el-Benna, tüm topluma daha İslami bir doğrultuda reform yapmak ile meşguldü. Çünkü ona göre asıl olan toplumdu. Kendinden önceki İslamcı aydınlar olan Afgani, Abduh ve Rıza zayıf bir ruh ile hareket ettiler ve bu sebeple amaçlarına ulaşamadılar. İdealize olan İslam imajını gerçeğe dönüştürebilecek tutarlı bir ideolojiyi geliştiremediler. Bu durumda onun başlıca kaygısı, bir tür İslamcı aktivizm ortaya çıkarmak adına, kitlelerin nasıl harekete geçirileceği idi. Gerçekleştirmek istediği, İslam’ı modern zamanın sorunlarına karşı başka hiçbir kuvvete ihtiyaç duymaksızın yegâne güç haline getirmekti.
İslamcı ideolojiyi tam manası ile uygulamak adına İhvan’ın kimliğini örgütlemeyi seçti. Böylelikle İslamcılıkta ilk kırılma noktası oluştu. Bu amaçla Kahire ve İsmailiyye’de çalışmalarını sürdürdüğü esnada, Mısır’ın İngiliz işgaline ve aynı zamanda Batılı bir siyasi varlığın kendi ülkesindeki varlığına ilk kez tanıklık etti. Bu durumun geleneksel Mısır toplumuna sunduğu dinî ve kültürel zorluk karşısında şaşkına döndü. Mısır toplumunun artan felaketleri ve Batı’nın sunduğu laiklik ve materyalizme dayalı dindarlığın karşısında şaşırdı. Müslümanların kendilerini eksik görme durumlarından kurtulmaları için İslam’a dönüş çağrısında bulundu. İslam’ı tek başına yeterli ve Mısır toplumunu uykudan uyandıracak tek mükemmel ve kapsamlı sistem olarak gördü. Ona göre İslam devletinin yeniden kurulması için Peygamber’in yaşadığı dönemi ve ilk halifelerin dönemini örnek almak gerekliydi. Böyle bir gayret için de kullanılacak tek kaynak Kur’an ve Hadis’ti. Çalışmalarına devam ederken Kahire’de 1927 yılında Daru’l-Ulûm’dan mezun oldu. Kahire’de geçirdiği zamanlarda Reşid Rıza’dan etkilendi. İsmailiyye’de öğretmen olarak göreve başladığı yıl olan 1927’de Batı’nın sömürgeci etkisini rahat bir biçimde görebildi. İnsanların yaşam tarzı olarak Batılı olduğunu görmek sömürgenin gücünü ortaya serdi.
Batı’nın etkisinin güçlü oluşu, insanlara kahvehanelerde anlatarak tebliğ görevini yerine getirmesi gerektiği gerçeği ile karşı karşıya getirdi. Şehrin insanlarının rağbet ettiği kahvehanelerden üçünü belirleyip konuşmalar yaptı. Kahvehanelerdeki konuşmalara rağbet oldukça büyüktü. Buralarda toplanan insanlar arasında yeni ibadete başlayan insanlar da olduğundan, ibadetlerin nasıl yapılacağını, İslam akidelerini anlattı. O esnada aktif olan tarikatları eleştirmedi. Olumlu veya olumsuz herhangi bir söz söylemedi. Yalnız tarikat şeyhleri ile baş başa kaldığında, müritlerinin dikkatlerini, içinde bulundukları sömürge ortamına çekmelerini istedi. Kahire’de kalırken, Reşid Rıza’nın kendisi tarafından yayınlanan gazete olan el-Menar ile temas kurdu. Rıza ve Selefiyye hareketi yanında, babasının yetiştirme tarzı, milliyetçiliği ve tarikatlara yakınlığı ile bilindiğinden, sufizm gibi diğer faktörler, İslami hareketinin oluşumu için çoğulcu entelektüel temelini geliştirdi. Böylece, 1940’larda, Müslüman Kardeşler İngilizlerin Mısır’ı işgali ve Filistin’de siyonizmin yayılmasıyla mücadelede güçlü bir milliyetçi güç olarak öne çıktılar.
Hareketinin “Selefiyye mesajı, Sünni bir yol, bir Sufi gerçeği, siyasi organizasyon, atletik bir grup, bilimsel ve kültürel birlik, ekonomik girişim ve sosyal bir fikir” olduğunu belirtti. İnsanların dikkatini sömürgecilerin faaliyetlerine çekmek istemesinin en önemli sebebi, İsmailiyye’de göreve başladıktan sonra, şehirde büyük oranda İngiliz işgali oluşuydu. Bu işgal fiilî anlamda olmaktan ziyade ekonomik anlamda bir işgaldi. Şehirde görünür bir biçimde İngiliz askerlerinin kampları ve İngiliz kontrolünde olan Süveyş Kanalı Şirketi’nin adaletsiz yapısı yer almaktaydı. Kamu hizmetleri tamamıyla yabancıların kontrolü altındaydı. Şehirde yaşayan yabancıların lüks evleri karşısında, yerli halkın sefalet içindeki evleri gözlemleniyordu. Gözlem yaptığı bu şehirde tabelalar bile işgalci devletin dilinde yazılıydı.
Böyle bir ortamda İslami bir toplum inşa etme fikrini temellendirirken, yalnızca kahvehanedeki erkekleri temel almadı. Kadınların toplumdaki rolünü de önemsedi. Her ne kadar Müslüman bir toplumdaki kadının rolü hakkındaki fikirleri gelenekselken, gelenekçiliğini de modern ve bilimsel terminolojiye dayandırdı. Kadınların toplum içindeki rolünü vurguladı. El-Benna’ya göre kadınlar yeni nesli şekillendiren ve karakterini geliştiren ilkokulun temsilcileriydi. Dolayısıyla, bütün bir insanlığın kaderi, çocuğunu yetiştirirken izleyeceği yolu şekillendiren annenin elinde duruyor ve onunla bütünleşip ümmetleri bir bütün olarak şekillendiriyordu. Toplumsal cinsiyet rollerine Kur’an metinlerinde ve Hadislerde bir bütün olarak önemli bir yer verildi. El-Benna, İslam’ın hak ve görev alanlarında kadınları erkeklerle tam bir ortaklığa yükselttiğini ve onları “erkeklerin kardeşleri” olarak eşit bir şekilde nitelendirdiğini açıkladı.
Kahvehanelerde konuşmaya başladığı yıllar yalnızca Mısır için değil, tüm Orta Doğu için yeni temellerin atılmaya başlandığı yıllardı. Yeni yerleştiği şehir olan İsmailiyye’de yaptığı gözlemlerde şehrin tümüyle Batı kültürünün etkisi altına girdiğini fark etti. Bu durumun en büyük sebebi, İsmailiyye halkının çoğunlukla İngilizler ile birlikte çalışmasıydı. Batılılarla sürekli iletişim hâlinde olan halk, onların yaşam biçimleri ile de muhatap olmak zorundaydı. Kendinden önceki reformcuların aksine, İslamcılıkta kendi yolunu çizdiğinde İslami programında toplumsal ve ekonomik konuları da içine alarak yeni bir zemin oluşturdu.
Ona göre devlet, halkın ahlakının korunmasında ve cezalara çarptırılmasında aktif bir rol oynamalıydı. Devlet, halkın ahlakının bozulması söz konusu olduğunda bu durumu kamu ihlali kabul etmeliydi. Böylece, fahişelik, alkol ve kumar yasaklanmalı, dans salonları kapatılmalı ve zina cezalandırılmalıydı. Okullar kız ve erkek öğrenciler olarak ayrılmalıydı. Bu sebeple kız öğrenciler için erkek öğrencilerden farklı olacak yeni müfredatlar oluşturuldu. Son olarak şarkılar, dersler, filmler, oyunlar ve kitaplar sansürlenerek istenilen sonuca ulaşıldı. Bu, dinî pratiklerin doğru şekilde yerine getirilmesinin kontrol edilmesi amacıyla yapıldı. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için ilk olarak, Mısır’ın İsmailiyye şehrinde halkın arasına karışarak halka ulaşmaya çalıştı. Cami ve okul vesilesiyle kendisini bölgedeki dinî şahsiyetlere tanıttı ve kasabaya yerleşti. Yalnızca günlük derslerini değil, aynı zamanda çocukların ebeveynleri için gece eğitimi de yürüttü. Ders verdiği kişiler çoğunlukla emekçiler, küçük tacirler ve memurlardı.
İlk olarak okul ve camiyi kullanırken, tekrar Kahire’de olduğu gibi kahvehanelere başvurarak bir izleyici kitlesi yarattı. Camide yürüttüğü tartışmalar bu hareketi başlattı. Konuşmasını yapmak, dinleyicilerin en çok etkilendikleri hususları belirlemek onun uygulamasıydı ve bu metodunu uygulayabilmek adına İslam’ın öğretilmesi, vaaz edilmesi ve tartışılması için kahvehanedeki sohbetlerin ardından insanları küçük gruplar hâlinde özel odalara götürdü. Aynı zamanda, kendisini toplumdaki güç kaynaklarına tanıtmak ve bu güçlere nüfuz etmek için fırsatlar aradı. Ulemayı, Sufi emirlerinin şeyhlerini, en geniş anlamıyla önde gelen aileleri ve gruplaşmaları, sosyal ve dinî gruplara dikkatini yönlendirerek etkilemeye çalıştı.
Konuşmalarına kahvehaneden başlamasının sebebi, en temeldeki halka ulaşma isteğiydi. Karşı karşıya olduğu halkın eğitim seviyesinin farkındaydı. Bu sebeple onlara İslami konularda bilgi verirken en temelden anlatmayı seçti, böylelikle insanlar onu dinlerken sıkılmadılar. Bilhassa üzerinde fikir birliği sağlanamamış ihtilaflı konularda konuşmaktan kaçındı. Bu denli dikkatli oluşu, çevresinde gitgide artan insanlar ile neticelendi.
II. Dünya Savaşı başladığında çok sayıda öğrenci, devlet memuru ve işçi Müslüman Kardeşlere üyeydi ve teşkilat, Mısır toplumunun hemen bütün kesimlerini temsil eden bir önemli siyasi güç oldu.
Teşkilat üyelerinin birçoğu, hükûmetin millî çıkarlara ihanet ettiği görüşündeydi; Hasan el-Benna ise hükûmeti destekleme taktiğine bağlı kalmaya çalışsa da gerek kendisi, gerekse teşkilat üyeleri idare açısından tehlikeli olmaya başladı. Savaşı izleyen kargaşa ortamında el-Benna'nın sözünü geçiremediği teşkilat üyelerinin adları, başta Başbakan en-Nukraşi'nin 1948’de öldürülmesi olmak üzere, bir dizi suikast olayına karıştı. Hasan el-Benna da Şubat 1949'da hükûmetin göz yumduğu bir suikast sonucunda Kahire'de öldürüldü.
Eserleri: Risaleler, Me'surat, Tasavvuf ve Ahlak Eğitimi
Kaynak: İslamcılıkta Kırılma Noktaları: Hasan El-Benna ve Seyyid Kutub, Hitit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı, Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Çorum, 2018.